Hayat bir denge üzerine kuruluydu, o dengeyi sağlamakta kişinin kendi elindeydi. Bazen öyle yükler binerdiki terazinin bir kısmına, dengelemek için çok uğraşlar verirdin. Benim terazime bindirilen yükü dengelemem neredeyse 20 yılımı almıştı benden. Şuan olmak istediğim yerdeydim, yardıma ihtiyacı olan hastalarımı tedavi ediyordum. Karşımda bana ümit dolu gözlerle bakan kadına gülümsedim, belkide hayatında ilk kez bu kadar ilgili bir doktor çıkmıştı karşısına. Çünkü neredeyse ayaklarıma kapanmak üzereydi ve sesi titriyordu heyecandan.
“Tahlilleriniz iyi Gülseren hanım, beyninizdeki baloncuğun büyümesi durmuş fakat biz her ihtimale karşı ameliyatınızı yapacağız. Endişelenmenize gerek yok, kolay bir ameliyat olucak.” Düşünceli bir şekilde kocasına çevirdi gözlerini, emin olamıyordu.
“Dohtor hanım, bize bu ameliyatın riskli olacagini söylediler.. yani ameliyat esnehasında ölüm riskim çok yüksektir dediler. Biz ne etsek bilemedik.” Kadından çok adam konuşuyordu onun yerine ve ikisininde şivesi vardı.
“Endişenizi anlıyorum, fakat ameliyat olmadığınız her an ölümle burun burunasınız demek. Diğer doktorun kim olduğunu bilmiyorum ama ben kendime bu konuda çok güveniyorum. Başarılı bir ameliyat olucak.” Adam emin olamayarak karısına bakıyordu, karısı ise bu riski almak istiyordu.
“Peki ameliyattan sonra.. kalıcı bir hasar bırakır mı beyinde?” Adam da bir yerde haklıydı aslında, endişesi karısı içindi ve diğer doktor her kimse onları epey fazla korkutmuştu. Ellerimi masanın üzerinde birleştirdim ve masamın üzerindeki beyin maketini alıp onlara gösterdim.
“Şimdi size şöyle anlatalım, bu beynimiz.. beyin baloncuğu yani anevrizma beyindeki bir kan damarının duvarının zayıflayarak balon gibi şişmesi durumunu ifade eder. Bu zayıflama, kan basıncının etkisiyle damarın dışarı doğru genişlemesine yol açar. Anevrizmalar genellikle beyin tabanındaki ana atardamarlarda görülür. Çoğu zaman belirti vermeseler de, büyüyebilir, yırtılabilir ve bu durum beyin kanamasına (subaraknoid kanama) yol açarak felç, kalıcı beyin hasarı ve hatta ölüme neden olabilir. Ameliyat için iki seçeneğimiz var, birincisi Endovasküler Cerrahi: Bacak atardamarından girilerek anevrizmaya ulaşılır ve içeriden sarılarak (coil doldurularak) kapatılır. İkincisi
Açık Cerrahi: Anevrizmanın kan akımını kesmek için anevrizmanın üzerine klips takılır. Benim seçimim birinciden yana, çünkü kapalı bir ameliyat olucak ve kafatasında herhangi bir kesik yada ameliyat sonrası çok bir ağrınız olmaz.” İkisinede göstererek ve detaylı bir şekilde anlatmıştım, adam ve kadın aynı anda birbirine baktı. Kadın gülümseyerek onayladı kocasını ve adam tekrardan bana döndü.
“Size güvenebilir miyim dohtor hanım, yani.. buraya yeni başlamışsınız, kimse tanımıyor sizi. Nasıl bir dohtorsunuz, hangi okullarda okumuşsunuz.” Çekmecede duvara asılmayı bekleyen diploma çerçevelerimi alıp ikisine uzattım. Adam ilk birkaç dakika okuyup anlamaya çalıştıktan sonra karısına baktı büyük bir şaşkınlıkla. “Bu okul yurtdışındadır, okul birincisi olmuşsanız.” Karısı okuma yazma bilmediği için ona açıklama yapıyordu.
“Dünyanın en iyi okullarından biri, içinizi rahatlatmak için söylüyorum bu ameliyatı daha önce yüzlerce kez yaptım.” Adam heyecanla ayaklanıp yanıma geldi ve elimi sıktı.
“Allah sizden razi olsun dohtor hanım, Allah tuttuğunuzu altın etsin.. vallahi sizi Allah göndermiştir buraya. Kabul ediyorum ameliyatı.” Kadında heyecanla kalkıp yanıma geldi ve sıkıca sarıldı bana.
“Allah sizden razi olsun dohtor hanım, çok teşekkür ederim.” Gülümsemem genişlerken ayrıldım ikisinden.
“Ani hareketler yok Gülseren hanım, şimdi ben ameliyathaneyle görüşeyim size ameliyat günü belirleyelim.” Kadın beni onaylarken sabit hattan ameliyathaneyi aradım. İki gün sonrası için müsaitlik vermişlerdi, onları gönderdikten sonra hastalarım bitmişti. Yeni olduğum için pek hastam yoktu, boş zamanımda da odamı düzenleyip birkaç eşyamı yerleştirmiştim. Diplomalarımı duvara asarken kapım çaldı, bana verilen asistan kızdı. Neydi adı? İpek.
“Lal hanım merhaba, bu çiçekler size gelmiş.” İpek’in elinde tuttuğu çiçekleri yeni görüyordum, şaşkınca ayağa kalkarken İpek çiçekleri masaya bırakıp gitti. Büyük bir vazodaydı çiçekler, iyi ama kimden gelmiş olabilirdi ki? İçinde herhangi bir not aradım ama yoktu, bunlar en sevdiğim çiçeklerdi. Büyük pembe bir şakayık buketi, çiçeğin kurdele kısmına bir not sıkıştırılmıştı. Notu alıp içimden okudum.
‘Her adımında başarılarınıda peşinden sürüklüyorsun, dokunduğun her şeyi güzelleştirdiğin gibi hastalarınıda iyileştirip güzelleştireceğine eminim. Yeni hayatın ve yeni işin sana mutluluk getirsin güzelim, her adımında ve her anında seni izliyor olacağım. Kim olduğumu merak ediyorsun biliyorum, yakında tekrar karşılaşacağız.’
Oturduğum sandalyede başım dönmüştü, kimdi bu? Benim burada yeni bir hayata başladığımı kimse bilmiyordu ki? Bora ve askerlerinden başka kimse, onlardan herhangi birisi böyle bir şey yapmazdı. Kimdi bu yabancı? Beni takip mi ediyordu? Çiçeklerin gönderildiği mağazanın adını aradım ama yoktu, gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaya çalıştım. Takip ediliyordum.. iyi ama neden? Ben düşüncelerimin arasında büyük bir savaş verirken kapı çaldı tekrardan, panikle kapıya döndüğümde o gün Bora’nın evinden çıkan kadın vardı kapıda. Hande.. Bora’nın sevgilisi. Yapmacık gülümsemesiyle içeri girerken bende ayaklanmıştım. Ne işi vardı bu kadının burada?
“Selam, sabah işlerim olduğu için uğrayamadım yanına. Hastaneye hoşgeldin, hastane müdürü benim. Herhangi bir sorununda bana gelebilirsin, odam koridorun sonunda.” dedi boş bir egoyla, sahi bu kadın hastaneye nasıl müdür olmuştu? Onda sevmediğim bir şeyler vardı, bu Bora’dan kaynaklanan bir şey değildi. Hoş ondanda pek hoşlandığım söylenemezdi zaten, sadece bu kadında yapmacık bir samimiyet vardı ve bu beni fazlasıyla rahatsız ediyordu.
“Teşekkür ederim Hande hanım, herhangi bir sorun olursa baş hekimle hallederim. Siz işlerinizden geri kalmayın.” Küçük bir kahkahayla gelip sandalyelerden birisine oturdu ve sabit hattan birisini aradı.
“İpek, bize iki çay getir tatlım.” Kaşlarımı çatarak elimi belime koydum, bıraktığı sabit hattı alıp İpek’i geri aradım.
“İpek’cim, odama gel hemen.” Sabit hattı yerine koyarken İpek kapıyı çalıp içeri girmişti. Ona döndüm gülümseyerek. “Canım, senin işin beni asiste etmek hastalarımla ilgilenmek. Bir daha kim olursa olsun işin dışında sana bir iş verilirse yapma. Şimdi kantindeki Bihter hanımdan bir çay birde sade türk kahvesi ister misin? Kendinde ne istersen onu al lütfen.” İpek gururlu gözlerle Hande’ye bakarken beni onaylayıp çıktı odadan. Hande gözlerini kısarak bizi izliyordu, tam karşısına geçip oturdum ve bacak bacak üstüne attım. O gereksiz egosu ve kibri benim karşımda sönüp kalmıştı.
“İpek biraz gevezedir, çok fazla yüz verme derim.” Umursamazca omuz silkip saatime baktım, bir saate ameliyatım vardı. Benden önce burada çalışan doktorun hastasıydı, o gittiği için ameliyatına ben girecektim.
“Bırakında ona ben karar vereyim, ayrıca benimle insanlar hakkında dedikodu yapmaya çalışmayın lütfen.” Gözlerini devirip arkasına yaslandı.
“Çok sıkıcısınız ama, sizin oralarda işler böyle mi yürüyor?” Anlamayarak baktım gözlerine, dosyamı incelemiş olmalıydı.
“Bizim oralarda hangi işler nasıl yürüyormuş?” Bana doğru eğilip sinsi sinsi güldü.
“İşte ne bileyim, Amerika’nın en iyi hastanesinde çalışıyormuşsunuz. Oraya torpille bile girmek çok zor, nasıl başardınız?” Yapmacık bir şekilde güldüm ve aynı onun gibi üzerine eğildim.
“Bizim oralarda insanlar torpile ihtiyaç duymaz, çünkü zeki ve başarılıysan seçilmezsin.. seçersin.” Bozularak gözlerini kaçırdı benden, o sırada kapı çaldı. Kantinde çalışan bir görevli elinde tepsiyle içeri girdi ve kahve ve çayı masaya bırakıp bana döndü.
“İlk iş gününüz hayırlı olsun Lal hanım, bunu kantinden sizin için gönderdiler.” Elindeki büyük çikolata kutusunu bana uzatırken gülümseyerek aldım. Buradaki insanlar çok misafirperver ve cana yakındı.
“Çok teşekkür ederim, çok incesiniz.” Bir kutu çikolata bile beni o kadar mutlu etmişti ki, bugün güzel bir gündü.
“Rica ederim, iyi çalışmalar size.” Adam odadan çıkarken yüzümde güller açıyordu resmen, çikolatayı açıp Hande’ye ikram ettim ama istemedi. O bu duruma pek sevinmemiş gibiydi, daha doğrusu imrenmiş gibi bakıyordu. Çikolatayı çiçeklerin yanına koyarken Hande şaşkın bir nada çıkardı ağzından.
“Aa, bu çiçekler kimden? Yoksa erkek arkadaşınızdan mı? Baya da büyükler.” Meraklı melahat sorularını peş peşe sıralarken kahvemden bir yudum aldım.
“Arkadaşlarımdan birinin hediyesi.” İnanmaz gözlerle baktı bana, çayından bir yudum alıp arkasına yaslandı rahatça.
“Bu kadar büyük bir çiçeği arkadaşınızın göndermesi çok tuhaf açıkcası, ince düşünceliymiş.” Hande’yi bir an önce göndermek istiyordum, başımı şişirmişti. Telefonumu alıp İpek’e mesaj attım, sabah onun numarasını almayı akıl ettiğim için kendimle gurur duyuyordum.
Beni buradan kurtarır mısın?
Mesajı birkaç saniye sonra görmüştü, cevap vermesini beklerken kapı çaldı ve İpek içeri girdi. Gayet ciddi duruyordu.
“Hocam, 21 numaralı odadaki hasta biraz rahatsızlanmış.” Hemen ayaklanırken İpek’e zafer bakışları atıyordum, gülmemek için zor tutuyordum kendimi. Hande’ye döndüm endişeli görünmeye çalışırken.
“Hande hanım, kusura bakmayın başka zaman içeriz kahvemizi çayımızı. Benim çıkmam gerekiyor.” Hande de benimle birlikte ayaklanırken birkaç adımda yanımıza geldi.
“Sorun değil canım, zaten odalarımız yakın daha çok vaktimiz olur.” Yapmacık bir şekilde onu onaylarken hep birlikte çıktık odadan, İpek ile 21 numaralı odaya gidip hastaya kısa bir ziyaret gerçekleştirip odaya geri dönmüştük. Rahat bir nefes alıp kendimi koltuğa atarken İpek ayakta dikiliyordu.
“Bir an hiç gitmeyecek sandım, suni suratlı.” İpek bu söylediklerime küçük bir kahkaha atarken utanmıştı da. Oturması için ksrşımdaki koltuğu işaret ettim. “Otursana.” Kafasını iki yana sallayıp saatini kontrol etti.
“Çıkmam gerek hocam, ameliyathaneyi kontrol etmeliyim. Ameliyatınız yarım saate başlar.” Tabi ya, ameliyatım vardı, onu onaylayıp gönderirken bende ameliyat edeceğim hastayı ziyaret ettim. Ameliyathane hazır olurken üzerimi değiştirip hazırlanmak için ameliyathaneye inmiştim, kolay bir ameliyattı aslında Ventriküloperitoneal şant takıcaktık hastaya. Ellerimi ve kollarımı yıkadıktan sonra hemşirenin tuttuğu önlüğü giydim ve eldivenlerimi taktım, hemşire önlüğümü bağlarken diğer hemşirede malzemeleri kontrol ediyordu. Hasta ameliyat masasında narkozlu nir şekilde bekliyordu beni, anestezi teknikeri hastanın başında oturuyordu.
“Hastanemize hoşgeldiniz hocam, istediğiniz herhangi bir şey varmı?” Gülümseyerek bakıyordu bana, hastanede sadece Hande cadısını sevmemiştim sanırım.
“Teşekkür ederim, ameliyat boyunca klasik müzik açabilir miyiz?” Hemşire beni onaylarken personellerden birisi şarkıyı ayarlıyordu. Ameliyata başlarken hemşire beni asiste ediyordu, normal şartlarda 1-2 saat süren bir ameliyattı ama benim elim fazla hızlıydı. Hemşire şaşkınca bana yetişmeye çalışıyordu.
“Hocam müthişsiniz, çok hızlısınız.” Neredeyse 20 dakika olmuştu ve ben dikişlere geçmiştim bile. “İsterseniz dikişlere ben devam edebilirim.” Hemşire fazla istekli durduğu için onu kıramadım, dikişleri ona teslim ederken birkaç tane dikişini kontrol ettim. İyi gidiyordu, eli becerikliydi.
“Dikişler bittikten sonra pansumanını yapıp uyandırma odasına alabilirsiniz, odaya çıkardığınızda İpek’e haber verin visite çıkarım.” Hemşire beni onaylarken diğerlerine döndüm gülümseyerek. “Hepinizin ellerine sağlık arkadaşlar.” Eldivenlerimi çıkarırken hepsi bir ağızdan ‘sizin ellerinize sağlık, çok hızlıydınız.’ Dedi. Ameliyathaneden çıkıp soyunma odasına gittim ve önlüğümü çıkarıp lavaboya girdim. Elimi yüzümü yılayıp aynadaki yansımama baktım, anneme benziyordum.. hatta annemin tıpa tıp aynısıydım. Koyu yeşil gözlerim vardı, doğal sarı saçlarım ve küçük kalkıp bir burnum. Beyaz tenim yüzünden yanaklarım çok sık kızarıyordu, dudaklarım dolgun ve renkliydi. Annem her işinin kusursuz olmasını istediği gibi çocuğunuda kusursuz yüz ve vücut hatlarına sahip olmasını istemişti. Başarılı olmuştu da, elim istemsizce boynumdaki kolyeme gitti. Küçüklüğümden beri hiç çıkarmadığım taşlı minik pusula kolyem, ne zaman kendimi yalnız hissetsem ona sığınırdım. Annem bu kolyenin bana hep şans getireceğini söylemişti, iki yaşlarımdaydım o zamanlar ve bu kolyenin sihirli olduğuna inanıyordum. Sanırım annemin hayatım boyunca bana verdiği en güzel hediyeydi bu. Büyük bir sarsıntı oldu birden, deprem mi oluyordu? Hızla tuvaletten dışarı çıktığımda etrafta kimse yoktu, ameliyathanenin kapısını açıp koridora çıktım ama buradada kimse yoktu. Herkes birden nereye gitmişti? Sadece 15 dakikadır lavabodaydım, koridorun sonunda bana doğru gelen silürte baktım. Pekte yabancı olmadığım kamuflajın içinde Bora hızlı adımlarla bana doğru geliyordu, endişeli görünüyordu.
“Dışarı çık hemen!” Anlamayarak ona bakarken birkaç adımda yanıma gelip kolumdan tuttu ve beni merdivenlere doğru sürüklemeye başladı.
“Neler oluyor?” Elinde büyük bir silah taşıyordu, yüzü her zamanki gibi sinirliydi.
“Teröristler binaya bomba yerleştirmiş, saldırı girişiminde bulundular.” Bir saniye.. ameliyathanede kimse yoktu ve hastaları yukarıya çıkarmaları imkansızdı. Devam eden ameliyatlar vardı ve ölebilirlerdi. Kolumu elinden kurtarıp aşağı inmeye başladım, peşimden geliyordu. “Nereye gidiyorsun, binayı terketmen gerek!” Ona kısa bir bakış attım.
“Ameliyatta hastalar var, onları riske atamam.” Kolumdan yakalayıp durdurdu beni, o kadar güçlüydü ki ona karşı koymam neredeyse imkansızdı.
“Tehlikeli, bomba imha ekibini beklemelisin.” Kafamı iki yana salladım, kehribarları sinirlenince daha da koyulaşıyordu. Saçları dağılmıştı ve bu onu daha çekici.. SUS LAL!
“Ameliyathaneye girmeleri mümkün değil, hastaları ölüme terk edemem.” Kolumu sertçe çekip ameliyathaneye koştum. Bora peşimden gelmişti, terliklerimi değiştirirken telsizinden birileriyle konuşuyordu. “Beni asiste etmen gerek.” Kehribarları beni buldu.
“Çabuk ol.” Üzerini değiştirecek vakti yoktu, bu yüzden önlük eldiven bone ve maske ile idare edicekti. Birlikte doyunma odasına girdik, lavaboyu işaret ettim.
“Elini ve yüzünü birkaç kez iyice yıka, senin için önlük bulacağım.” Dediğimi yapıp silahını kenara koydu ve elini yüzünü birkaç kez yıkadı. Her ihtimale karşı ameliyathane kapısını kilitlemiştim, eldivenlerden birisini elime geçirip temiz önlüklerden birisini elime aldım. Bora yüzünü ve elini havluyla kurulayıp yanıma geldi, önlüğü kollarından geçirirken aramızdaki mesafe istemeden kapanmıştı. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda onun gözleride bendeydi, dudaklarımız arasında çok az bir mesafe vardı. Hızla geri çekilip dönmesi için parmağımla işaret yaptım. Arkasını dönüp önlüğünü bağladım ve eldivenleri giymesi için eldivenleri açıp yardım ettim. Boneyi kafasına geçirip maskeyide ağzına taktı, bende maske alıp taktım ve birlikte içeri girdik. Hızlıca ellerimdeki eldivenleri çıkarıp kollarımla birlikte yıkadım. Bora’ya döndüm ıslak ellerimle. “Şimdi sana yaptıklarımın aynısını senin yapman gerek. Önce köşedeki dolaptan temiz önlük al, daha sonra eldivenleri benim açtığım şekilde aç. Önlük dolabını açıp içinden bir tane aldı ve giymem için yardım etti, bu sefer yakınlaşmamak için kafamı çevirmiştim. Kafamda kendi bonem vardı, önlüğü giydikten sonra arkamı dönüp bağlaması için bekledim. İşini bitirdikten sonra eldivenleri giymeme yardım edip birlikte ameliyathaneye geçtim. Benim hastamın dikişleri bitmişti, uyandırma odasındaydı. Hızlıca yanına gidip ağzındaki hortumları çıkardım. “Ünal bey merhaba, ameliyatınız gayet başarılı geçti birazdan sizi buradan çıkaracağım. Ben gelene kadar buradan kalkmamanızı istiyorum.” Adam beni onaylar onaylamaz diğer ameliyathaneye koştum. Kenardaki dosyayı işaret ettim. “Dosyasından ameliyat bilgilerini okur musun?” Bora dosyayı eline alırken bende anestezi cihazından oksijeni kontrol ediyordum.
“Koroner bypass Grefti, 49 yaşında erkek hasta. 2. Ve 3. Damar tıkalı.” Bora’ya baktım, yapabileceğim tek şey hastayı kapatmaktı.
“Oksijen maskesini 5 saniye aralıklarla sıkıp bırakmalısın, ritmi bozmaman gerek.” Oksijen maskesini ona verip hızla hastanın başına geçtim. Damarların üzerindeki dikişleri tamamlayıp perikard tutucuları çıkardım ve hastayı kapatıp hızlıca dikiş attım. Kalp akciğer pompasını kapatıp kalbi tekrardan çalıştırdım, derin bir nefes alıp anestezi cihazındaki kontrolleri yapıp hastayı uyanması için bıraktım.
“Çok vaktimiz kalmadı, hızlanmamız gerek.” Tam diğer odaya gireceğim sırada büyük bir patlama daha oldu, etraf sarsılırken Bora hızla üstüme kapandı. Kalbim ağzımda atıyordu resmen, kollarını kafama ve etrafıma sarmıştı. Kokusu.. o an hissettiğim korkuyu bastırabilecek en iyi şeydi belkide. Büyülenmişcesine baktım gözlerine, içeriden birkaç hastanın çığlığı geliyordu. “Sakin ol, bir şey yok.” Kafamı sallayıp kalktım, Bora diğer hastaları sakinleştirmeye giderken ben hastaları kapatıyordum. Hastalar susunca gelip oksijen maskelerini tuttu, yaklaşık yarım saatin sonunda herkesin ameliyatı bitmişti. Soyunma odasında üzerimizdekileri çıkardıktan sonra koridora çıktık, cebindeki telsizden sesler geliyordu.
“Komutanım, içeride birisi var.. dikkatli olun.” Bu sesi daha önce duyduğuma emindim ama kim olduğunu çıkaramıyordum. Bora bana kısa bir bakış attı ve işaret parmağını dudağına bastırıp sessiz olmamı işaret etti. Gözlerimle onu onaylarken kenardan yürümeye başladık. Önümde silahıyla ilerliyordu, aniden durunca sendeleyip sırtına çarmıştım. Birden elini elimde hissettiğimde şaşkınca sırtıyla bakışmaya başladım.
“Oğuz ikinci katta üç kişi var, sungur görüş var mı?” Sesini sadece ben duyabiliyordum, birde telsizin diğer ucundakiler. Ellerim elleri arasında kayboluyordu resmen, elleri elimi anında kırabilecek gibi duruyordu ama dokunuşu nazikti. Birden birlikte hızlı hızlı ilerlemeye başladık, onun iki adımı benim 4-5 adımım kadar olduğu için koşuyordum resmen. Koridorun diğer ucunda üç tane eli silahlı adam bekliyordu, korkuyla ağzımdan bir çığlık kaçıcakken Bora beni odaya sokup duvara yasladı ve elini ağzımın üzerine kapattı. Tam dibimde bana bakıyordu, göğsüm hızlı hızlı inip kalkarken kulağıma doğru eğildi. “Sakin ol sarı, ben buradayken kimse sana zarar veremez.” Kalbim korkuyla hızlanırken kehribarlarından alamıyordum kendimi, istemesemde ona karşı bir güven vardı içimde. Kafamı salladım, kehribarları yüzümde bir süre gezindikten sonra elini yavaşça dudaklarımın üzerinden çekti. Koridordan konuşma sesleri geliyordu ve gittikçe yakınlaşıyordu, Bora aniden koridora çıkıp üç el ateş etti. Ses o kadar yüksekti ki kulak zarlarımın patladığını düşünüyordum, refleksle ellerim kulaklarıma gitmişti. Öldürmüş müydü o adamları? Gözlerimi sımsıkı yumdum, ilk kez.. yanımda birileri silah kullanmıştı ve ilk kez.. yanımda birileri öldürülmüştü. Gözlerim yanarken ellerim kulaklarımdan çekildi ve refleksle minik bir çığlık attım, Bora gözlerini kısarak baktı bana. “Anlaştık sanıyordum.” Elimi tekrardan tutup koridora çıkarken yerde yatan adamlara baktım. Üçüde acıyla kıbranıyordu ve birbirlerine bağlanmışlardı. Ölmemişlerdi, merdivenlerden inerken karşımıza çıkan adamı atik bir hareketle indirdi. Adam geri düşerken devam ettik yürümeye, en alt kata indiğimizde her yerde asker vardı. Gökçe yanımıza gelirken endişeli gözlerle bana bakıyordu.
“Komutanım Oğuz Baybars Barış ve Ömer yukarıda, Hasan abi karşı binada.” Bora elimi bırakıp bir süre gözlerime baktı, daha sonra Gökçe’ye döndü.
“Doktoru güvenli bölgeye al Gökçe, ben yukarı çıkıyorum.” Gökçe Bora’yı onayladıktan sonra belime dokundu yürümem için. Birlikte dışarı çıkarken İpek telaşlı telaşlı yanıma koştu. Kıvırcık saçlarıyla dünya tatlısı bir kızdı.
“Lal hanım, çok korktum her yerde sizi arıyordum. İyi misiniz?” Ağlıyordu, sıkıca sarıldı bana.
“Merak etme İpek, iyiyim korkmana gerek yok.” Benden ayrılıp gözlerime baktı utanarak, sanırım raharsız olduğumj düşünmüştü. Göz yaşlarını silip gülümsedim ve tekrar sıkıca sarıldım ona. “Sen iyi misin?” Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, sırtını sıvazladım. Bu sıralar çok fazla sarılıyordum birileriyle.
“Teşekkür ederim, iyiyim.” Gökçe yanıbaşımızda ciddi bir şekilde izliyordu bizi. İpek’den ayrılıp Gökçe’ye döndüm.
“Etrafta yaralı varmı?” Gökçe ellerini arkasında birleştirerek kafasını iki yana salladı. İlk iş günüm epey olaylı geçmişti, arkamı döndüğümde gazeteciler buraya geliyordu. Hızla arkamı döndüm, beni çekmemeleri gerekiyordu. Annem babam ve Liam burada olduğumu öğrenirse, yada Lucas burada olduğumu öğrenirse işte o zaman her şey biterdi.
“Kontrollü patlamalar yapılıyor, herkesi çıkardık.” dedi Gökçe, bir an önce uzaklaşmam gerekiyordu burada. Gazeteciler çekim için hazırlanıyordu. “Lal, iyi misin?” Gökçe’ye bakıp tebessüm etmeye çalıştım.
“Gitmem gerek.” İpek’e döndüm. “Ameliyathanede ki hastaları bir an önce çıkarsınlar, başhekime bilgi ver İpek. Benim acil gitmem gerek.” İpek ve Gökçe şaşkınca bana bakarken arka bahçedeki otoparka doğru yürümeye başladım. Gökçe peşimden geliyordu, arabanın kilidini parmak iziyle açıp bineceğim sırada Gökçe kolumdan yakaladı.
“Lal, ne oluyor iyi misin?” Gökçe’ye döndüm, kameralar bu kısmı çekemiyordu. Paniklemiştim ve belli etmemek için gülümsemeye çalışıyordum.
“İyiyim, sadece biraz başım döndü.. kendimi kötü hissediyorum.” Kaşlarını çatıp elini alnıma koydu.
“Ateşinde yok aslında, istersen elini yüzünü yıkayalım. Birazdan ifade için seni karargaha götürmem gerekiyor.” Gazeteciler arka tarafı çekim için buraya geliyorlardı, Gökçe de benim gibi baktığım tarafa baktı.
“Eve gittikten sonra karargaha gelsem sorun olur mu?” Gökçe beni onaylarken binmem için kapımı açtı ve bana baktı.
“Dikkatli ol, akşam ifaden için üsteğmen yanına uğrar.” Onu onayladıktan sonra arabaya binip çalıştırdım ve gaza basıp hızla hastane bahçesinden çıktım. Rahat bir nefes verip camı hafifçe araladım, bu durumu erteleyebildiğim kadar ertelemek istiyordum. Annemi babamı ve Liam’ı kendimden uzak tutmak için zamana ihtiyacım vardı.