13

1093 Kelimeler
"Tek bir çıt çıkarırsan o güzel yüzünü süzgece çeviririm." dedim elimdeki silahı benim boylarımdaki sarışın kızın başına dayayarak. Kimseye fark ettirmeden eve girip kapıyı kapattım ve korkuyla bana dönen kıza baktım. Sekiz saatlik bir yolculuğun ardından bu sabah bu kasabaya gelmiştim ve diğer şehirlerin aksine burada insanlar yaşıyordu. Olayın garip yanı ise bazı insanların bileklerinde mor iğne izleri vardı, tabi benim kolumdakiler kadar büyük değildi ve onların izleri iyileşmeye başlamıştı. Yıllarca o yerde bir denek olarak kaldığım için biliyordum ki deneklerin iğne izlerinin tamamen iyileşmesi yaklaşık 6 ay sürerdi ve onların izlerine bakarsak en azından bir 4 ay geçmiş olmalıydı. Sanırım bu merkezden kaçma olayı, sadece bize özgü bir yetenek değildi. Karşımda korkuyla titreyen sarışın kıza baktım. Onun da kollarında aynı iğne izlerinden vardı. "Sana zarar vermeyeceğim." dedim ve silahı indirdim. Tehdit etmeye değil, bir şeyler öğrenmeye gelmiştim. Ancak bu, tetikte olmayacağım anlamına gelmezdi. Daha onların nasıl kaçtıklarını bile bilmiyordum. Derin bir nefes verdi. Elimle koltukları gösterdiğimde sarışın kız koltuklardan birine oturdu ve ben de onun çaprazındaki koltuğa oturarak elimdeki silahı bırakmadan ona döndüm. Görmeyeli dünya çok fazla değişmişti ve gösterdiğim en küçük rahatlama belirtisi, kafamda açılan bir delikle sonlanabilirdi. "Benden ne istiyorsun?" deyince mavi gözlerimi ela gözlerine diktim. Ondan sadece biraz bilgi dışında hiçbir şey istemiyordum, neden bu klişeyi yaşamak zorundaydım ki? "Sakin ol, bir sorun oluşturmadığın sürece sana zarar vermeyeceğim." dediğimde gözleri elimdeki susturucu takılı silaha kaydı. Boş şehirlerden birinde bir silah dükkanı bulmuştum ve bu susturucuyu da oradan almıştım. Bir silah dükkanı olmasına rağmen tamamen yağmalanmıştı ve oradan alabildiğim tek şey, birkaç kutu kurşun olmuştu. "Öncelikle." diyerek başladım söze. "Burası neresi?" "Fransa." dediğinde bakışlarım ela gözlerinde gezindi. Aslında aksanlı İngilizcesinden anlaşılıyordu Fransız olduğu. Yine de toplumlar birbirine girdiği için kesin bir yargıya varmak istememiştim. "Bizim gibi kaç kişi var burada?" dediğimde gözleri irileşti. "Sende mi?" dediğinde bir şey söylemeden yeşil montumun kolunu açıp bileğimdeki morlaşmış iğne izlerini gösterdim. Gözlerindeki tedirgin ifade kaybolmuş, umutla bana bakmıştı. "Yeteneğin ne?" "Ne?" "Yeteneğin." dedi ve hala taze olan morluklara baktı tekrar. "Oradan kaçalı ne kadar oldu?" diye bir soru yöneltti düşünceli bir tavırla. Anlam veremesem de, "Bir, belki iki hafta olmuştur." diye cevapladım onu. Hey bir dakika, ne zamandan beri soru soran oydu? "Sadece birkaç günün kalmış." diye mırıldandı. Anlam veremedim. "Burada bizim gibi kaç kişi var?" dedim sorumu yineleyerek her bir kelimemi bastıra bastıra söylerken. Ses tonum biraz daha sert çıksa da ona bulunduğu pozisyonu hatırlatmam için bu şarttı. Aslında iyi birisine benziyordu ama ona bakarsak Aras da iyi birisine benziyordu ancak sonunda öldü süsü vererek beni bırakıp gitmişti. "Tam bir sayı veremem ama nereden baksan 20-30 kişi var. Lukas bu konuda benden daha bilgilidir." "Sadece denekleri belli bir yere toplayabilir miyiz?" "Evet bu çocuk oyuncağı da, neden böyle bir şey istiyorsun ki?" diye sorduğunda derin bir nefes verdim. "Avcılar." dedim. Bunu dememle olduğu yerde irkildi. "Avcılar buraya geliyor." ○●○●○●○ "Lukas! Harry!" diye bağırarak bir eve giren Diana'yı takip ettim hızlı adımlarımla. Daha birkaç dakika önce rehin aldığım sarışın kızın isminin Diana olduğunu öğrenmiştim. Tahmin ettiğim kadarıyla buradaki herkesi tanıyordu. Geniş salonda film izleyen yirmili yaşlarında kumral bir çocuk siyah çerçeveli gözlüğünü işaret parmağıyla biraz yukarı itip bakışlarını bize çevirmiş, ardından da ona benzeyen başka bir genç Amerikan mutfak tarzı bir yerden çıkarak bize doğru gelmeye başlamıştı. Televizyon izleyen çocuk gözlüklerini çıkarsa, diğerinin aynısı gibiydi ve ikiz olmalarına rağmen aşırı benziyorlardı. Aynı kumral saçlar, aynı yeşil gözler, aynı yüz tipi... "Diana?" diye ayağa kalkıp yanımıza gelen gözlüklü çocuğa, ardından da ikizine baktım. Sanırım aralarındaki diğer farkı da bulmuştum. Gözlüklü olan ikiz, diğerine göre birkaç santim daha kısaydı ve gözlüksüz olan ikiz, diğerine göre daha yapılı duruyordu. "Hani birkaç gün önce bilgisayardan bakıp merkezde bir hareketlilik olduğunu söylemiştin ya." diyerek söze başlayan Diana ile birlikte bende ona döndüm. Ha bunun olabileceğinden haberleri vardı öyle mi? "Nedenini öğrendim." "Şaka mı bu?" diye soran gözlüksüz ikize baktım. O sırada o da bana baktı ve kısaca süzdü kim bu dercesine. "Hayır." dedi ve ciddiyetle devan etti Diana. "Avcılar buraya geliyorlar. Burayı bulmaları en azından birkaç haftayı bulur ama hazırlanmalıyız." "Bu kim?" diyerek beni yeni fark etmişçesine bana dönen gözlüklü ikizi süzdüm. Nereden baksan en az 180 var gibiydiler. Eh 167lik bir kız olarak konuşuyorum ki, bana göre biraz uzunlardı. "Bu sabah geldi. Hatta avcıların buraya geldiğini söyleyen de o..." deyip duraksayınca adımı söyledim. "Rüya." "Yani adını bile bilmediğin bir kız gelip sana bunları söylüyor ve sen de hemen inanıyorsun?" diye şüpheyle Diana'ya, ardından da bana baktı gözlüksüz ikiz. "Lukas..." dedi gözlüksüz ikize bakarak. "O da bizim gibi." dediğinde söylediklerini desteklemek için asker yeşili montumun kollarını sıvadım ve morlukları gösterdim. Onlara göre bendeki morlukların çok daha fazla yoğun olması, bir süre duraksamalarına neden olmuştu. Onların kollarının iyileşmeye başlamasına yordum bu düşünceyi. "Üstelik, benim ne zaman insanların düşünceleri hakkında yanıldığımı gördün?" demesiyle gözlerim kısa bir an Diana'ya kaydı ve sonra da evi incelemeye başladım. Ama yine de konuşmalarını dinlemeyi bırakmadım. Zaten kısa bir sessizlikten sonra gözlüklü ikiz, "Ben bilgisayarı kontrol ediyorum." diyerek içeriye koşup masanın üzerindeki bilgisayarı açtı. Gözlüksüz olan ikiz, duyduğum kadarıyla Lukas da biraz daha bana baksa da "Alex'i çağırayım." diyerek evden çıktı. Diana gözlüklü olan ikizin yanına oturunca ben de sessizce Diana'nın yanına oturdum. Gözlüksüz olan ikizin adı Lukas olduğuna göre gözlüklü olanın adı da Harry olmalıydı. Diana girişte öyle seslenmişti çünkü. Harry bilgisayarda dijital bir dünya haritası üzerine hızlıca birkaç kod yazdıktan sonra bizim bulunduğumuz bölgeye fazla yakın olmasa da birkaç kırmızı nokta oluşmuştu. "Güneydoğu yönünde, buraya 4 günlük bir mesafede. " diye mırıldandım kırmızı noktaların buraya olan yakınlıklarını hesaba katarak. O sıradabHarry'nin bakışlarının bana döndüğünü hissettim. "Ama kullandığın kodlar biraz eski." diyerek kendime engel olamadan kalkıp Harry'nin yanına oturdum ve ekrandaki kırmızı noktaların birini gösterdim. "Buna göre her bir nokta farklı bir şehri gösteriyor. Çözünürlüğünü arttırıp kırmızı noktaların sinyalini daha net alabilecek bir kod yazarsan daha kolay olur. Görüntüleri uydudan almalısın." dedim ve klavyede birkaç tuşa basıp enter tuşuna bastıktan sonra "Yükleniyor..." yazısı çıktı. Hemen ardından da daha net bir harita ile birlikte kırmızı noktaların yerleri daha kesin bir şekilde belli oldu. On sene boyunca o hastane gibi yerde boş boş oturmamıştım elbette. Her ay farklı bir alanda ustalaşana kadar uğraşıyordum, ileride belki bir gün işime yarar umuduyla. Tabiki de işime yaramıştı. "Vay canına." diyip haritayı kırmızı noktaların üzerine yaklaştırdı. "Yazdığın kodları öğrenebilir miyim?" "Daha uygun bir zamanda veririm." "Evet." dedi Diana sanki kendisinin de burada olduğunu belli etmek için. "İzin verirsen?" diyerek bilgisayarı işaret ederek yüzüne baktım Harry'nin. Bakmam gereken küçük bir şey vardı. "Tabi." diyerek kucağındaki laptop'u bana uzatınca dizlerim üzerine koydum ve hızlıca birkaç kod yazmaya başladım. "Neyi arıyorsun?" diyen Harry'e dönmeden cevapladım  "Bizim gibileri."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE