Beni Nasıl Görüyorsun!!
Selam, ben Ece. 26 yaşındayım. Bir banka kuruluşunda çağrı merkezi temsilcisi olarak çalışıyorum. Ve, Bu da benim hikayem.
Hayallerimle örtüşen bir işim olduğunu söyleyemem. Aslında hep o şık plazalarda, modern ofislerde koşturan kadınlardan biri olmayı düşlemiştim. Elimde kahvem, topuk seslerim koridorlarda yankılanırken bir toplantıdan diğerine koşturmayı... Ama gerçekler hayallerden farklıydı. Türkiye şartlarında ne kadar eğitim alırsanız alın, Kendinizi ya bir marketin kasasında ya da "Koca" peşinde buluyorsunuz.
Bu tabloda yine de şanslı sayılırım. İş için şehir değiştirdim, merkezde güneş gören küçük ama sıcak bir 1+0 ev tuttum. İş yerime altı dakika mesafede olması büyük bir avantaj. Gerçek uykucu kızlar beni anlar; sabah fazladan beş dakika uyuyabilmek bile büyük bir lüks. Ama son üç gündür o lüksü bile değerlendirecek enerjim kalmadı. Taşınma telaşı, beyaz eşyaların kurulumu, gün boyu süren açlık... Gün sonunda yatağım bir cennet gibi görünse de, içimde sıkışıp kalan asıl mesele yorgunluk değildi.
Yatağa uzandığımda fark ettim ki aslında derdim çok başka. Koca bir şehirde yapayalnızdım. Günlerdir annemin telefonları dışında kimseyle tek kelime konuşmamıştım. En kötüsü de uzun zamandır yalnız bir kadındım. Kalabalık içinde görünmez gibiydim.
Ve işte o an, saçma bir dürtüyle telefonuma sarıldım. Birinin sesini duymaya, kısa da olsa tatlı bir “İyi geceler” ile günü sonlandırmaya ihtiyacım vardı. Bunun hata olduğunu biliyordum ama yine de parmaklarım durmadı ve bir tanışma uygulaması indirdim: Tin**r.
Evet, diğer ülkelerde bu tarz uygulamalar daha çok tek gecelik ilişkiler için kullanılıyor. Ama burası Türkiye. “Sadece sohbet için kullanan da çoktur,” diye kandırdım kendimi.
Profilimi hazırlamaya başladım. Siyah elbiseli, kırmızı rujlu, göğüs dekoltemin hafifçe göründüğü o fotoğrafımı koydum. İçimde bir ses “Bravo kızım, memlekette sapık kalmamış gibi davran!” diye söylenirken, diğer yanım itiraz etti: “Biraz ilgi görmek benim de hakkım, değil mi?”
Albüm fotoğraflarıma daha samimi bir kare ekledim. Elimde kocaman bir kupa kahve, burnumu hafifçe buruşturmuş, dudaklarımı büzerek gülümsediğim bir poz. “Kahve severim ve eğlenceliyim,” mesajı vereceğini düşündüm.
Uygulamayı açtığım an, ekranda beliren yakışıklı yüzlere bakarken içimde garip bir heyecan hissettim. Telefonu elimden atacak gibi oldum. Malum, mesafeler 3 kilometre, 5 kilometre gibi gözüküyordu ya… Sanki biri beni anında bulacakmış gibi saçma bir paranoyaya kapıldım. Birkaç saniye duraksayıp içimi çekerek devam ettim.
Baş parmağım profiller arasında geziniyordu. Rastgele kaydırmıyordum, ama hayır. Nefes alsa yeter çaresizliğine ulaşmadım henüz, fazlasıyla seçiciydim. Çıplak pozlarla dolu profilleri direkt eledim. O fotoğraflar, “Seni becermek için buradayım!” diye bağırıyordu resmen. Kekoları da aynı hızla geçtim; gözleri kan çanağına dönmüş tipler, iç çamaşırlarıyla poz veren, kaslarını sıkıp ‘ağır abilik’ oynayan tiplerle de uğraşacak sabrım yoktu.
Anlaşılan bu uygulamalar tam da benim tarzım değildi, sıkılmış bir ruh haliyle geçiyordu artık ekranı ellerim, derken farklı bir profile denk geldim. Tüm o sıradan selfie’lerin içinde bu adamın fotoğrafı bambaşkaydı.
Görseli net değildi. Merak edip tıkladım ve büyüttüm. Kafasında sarı bir inşaat bareti, üzerinde reflektörlü iş yeleği vardı. Ama asıl dikkatimi çeken şey, fotoğrafın çekildiği yerdi.
Gözlerim istemsizce kısıldı. O kadar yüksekteydi ki, aşağıda devasa binalar bile birer kibrit kutusu gibi görünüyordu. Mideme bir yumruk yemiş gibi oldum. Yükseklik korkumla birlikte anksiyetem tavan yaptı. Bir insan böyle bir noktada selfie çekmeyi nasıl akıl ederdi? Adrenalin bağımlısı birine kesinlikle katlanamazdım. Zira benim ruhum çoktan yaşlanmıştı.
“Yok, geç, geç bunu,” diye mırıldanarak hızla kaydırdım.
Bir süre daha ekrana boş boş bakındım. Ne bekliyordum ki? Kendimi avutacak, yalnızlığıma çare olacak bir mucize mi?
İç çektim. Telefonu kanepeye bıraktım ve yerimden kalktım. “Kalk, Ece. Bu geceye bir kahve yakışır,” diyerek mutfağa yöneldim. Kahve makinesinin düğmesine dokundum, metal filtreye dolan kahvenin o büyüleyici kokusu havaya yayıldı. En sevdiğim kupayı aldım ve sıcacık kahvemi doldurdum.
Elimde kahveyle salona geçerken kendi kendime “Şimdi bir Kore dizisi bölümü iyi gider,” diye düşünüyordum. Gözlerim kumandayı aradı ama göremedim. Tam yerimden kalkacakken telefonumdan aniden bir bildirim sesi geldi.
Başımı kaldırıp mutfağa baktım. Telefonu orada unutmuştum.
Hafifçe iç geçirdim ve ağır adımlarla mutfağa yöneldim. Telefonu elime aldığımda ekranda beliren mesajı gördüğüm an kalbim aniden hızlandı.
“Afiyet olsun, kahve güzel mi?”
Ekrana öylece bakakaldım. Boğazım kurudu, elimdeki kupa hafifçe titredi.
Biri beni izliyor muydu?
Nefesim kesildi. O an yaşadığım dehşeti tarif etmem imkânsızdı.
Telefon elimde, kalbim kaburgalarımı parçalayacakmış gibi çarpıyordu. Mesajı atan kişi… Sarı baretli adamdı. Şaşkındım. Onun profilini reddettiğimi sanıyordum. Yoksa… Yanlışlıkla mı kaydırmıştım?
Ellerim titreyerek mesaj yazdım:
“Nasıl yani? Bu ne demek, beni nasıl görüyorsun?”
Gözlerim etrafa kaydı, perdeler kapalıydı. İçimde tuhaf bir ürperti yükseldi. Evde kamera mı vardı? Yoksa bu sadece kötü bir şaka mıydı? Telefonum mu? Hacklendi mi? Akıl yürütmeye çalışırken telefonum yeniden titredi.
"Haha, korkutmak istemedim. Tabii ki seni görmüyorum. Gerçekten şu an kahve mi içiyorsun? Tind**r profilindeki son fotoğrafında kahve içerken öyle zevk alıyorsun ki, ‘Acaba kahve gerçekten çok mu güzel?’ diye merak ettim.”**
Mesajı okurken bir yandan içim rahatladı, bir yandan da hâlâ tedirgindim. Zamanlaması o kadar kusursuzdu ki, bu işte bir tuhaflık vardı.
“Bu mesajı tam kahve içtiğim ana denk getirmen pes dedirtti, ayrıca beni korkutmaktan keyif alıp kahkahalar atmanın canice olduğunu belirtmek isterim.” diye yazdım hızlıca.
Adam anında cevap verdi:
“Cani değilim, en azından bu konuda… Sadece tesadüfen kahveyle ilgili bir mesaj atmak istedim. Şaka yapmayı severim. Sanırım biraz fazla ciddiye aldın.”
Ekrana şaşkın bir ifadeyle bakıyordum. Bir yandan gülmemeye çalışıyor, bir yandan da hâlâ biraz sinirli hissediyordum.
“Pekâlâ, ama biraz ürkütücüydü. Lütfen daha dikkatli ol.” diye yazdım.
O ise yine bir kahkaha emojisi yolladı:
“Haklısın, sanırım yazdığım mesaj seni biraz korkuttu. Neyse, madem mesajlaşmaya başladık, kahve gerçekten güzel mi?”
Gözlerimi devirdim. İçimden, “Bu nasıl bir başlangıç?” diye geçirirken farkında olmadan gülümsüyordum. Garip mizah anlayışı yavaş yavaş beni rahatlatıyordu.
Belki de bu gece, tahmin ettiğimden çok farklı bir şekilde sona erecekti…
Saatler geçmişti, ve biz hala sohbet ediyorduk. Telefon elimde, yüzümde hafif bir gülümsemeyle ekrana bakıyordum. Kahvem çoktan soğumuştu, ama bunun hiçbir önemi yoktu. Sarı baretli adamla girdiğim bu tuhaf ama bir o kadar büyüleyici sohbet beni içine çekmişti. Saatlerin nasıl geçtiğini fark etmemiştim bile.
Ve asıl mesele şuydu:
Böylesine ilginç birini bir tanışma uygulamasında bulabilmek… Neredeyse bir mucizeydi.
Neden mi? Anlatıyorum, kızlar dikkat!
Adı Serkan. Otuz yaşında, yani benden dört yaş büyük. Eskişehir doğumlu ama baba tarafı Bulgaristan göçmeniymiş. Yani, adam Tatar! "Tatar da ne ki?" dediğinizi duyar gibiyim. İtiraf edeyim, ben de ilk iş Google’a sarıldım. Çekik gözlü, hem de o yumuk yumuk, incecik bir çizgi gibi. Sadece bu bile beni yeterince meraka sürüklüyorken, üstüne ortalama 1.80 boylarında, kumral, hafif kirli sakallı, keskin hatlı bir yüzü ve fazlasıyla çapkın bakışları olan bir adam olduğunu öğrendim. Ah, bir de burnu... Şekilli, kendine özgü, maskülen bir çekicilik katan o burun.
Elimin tersiyle kaydırıp geçtiğimi sandığım adamın profiline girip, tüm fotoğraflarını tek tek inceledim. Hayır, inceledim demek hafif kalır, resmen tavaf ettim! Gözlerim, her karesine ayrı ayrı takıldı. Kıyafetlerinin detaylarına, yüzündeki ifadeye, gülümsediği anın sıcaklığına... Off! Nasıl eridiğimi siz hayal edin.
Ama asıl şok edici olan bu değildi. Adam büyük bir santral projesinin mühendisiydi. Üstelik ODTÜ mezunu. Çift anadal yapmış, hem Makine Mühendisliği hem de Kaynak Mühendisliği okumuş. Hem akıllı, hem başarılı, hem de çekici... Beni öldürmeye mi çalışıyordu bu adam?
Mesaj kutusuna döndüm ve ona yazdım:
“Bu kadar özelliği aynı insanda görmek inanılmaz. Ben senin yanında fazla sade kalıyorum.”
Mesajı yazarken içimde garip bir heyecan vardı. Kendimi ona belli etmek istemiyor, ama aynı zamanda hayranlığımı gizleyemiyordum. O ise beklenmedik bir doğallıkla cevap verdi:
"Ah, abartma lütfen. Sadece işimi seviyorum. Ama sanırım asıl şaşırtıcı olan, şu an seninle bu kadar güzel bir sohbet ediyor olmam. Açıkçası Ti**r’da böyle bir bağ kurmayı beklemiyordum."
Telefonu elimde döndürüp bir süre ekrana baktım. Konuşma o kadar akıcı ve doğaldı ki inanılmazdı. Normalde mesajlaşmaktan nefret eden ben, saatlerdir bu adamla yazışıyordum ve her mesajına içimde yükselen bir heyecanla cevap veriyordum.
"Şaka gibi. Normalde mesajlaşmayı hiç sevmem. Yani, ben o sıkıcı, tek kelimelik cevaplar veren insanlardanım. Ama şu an kendimi saatlerdir yazışırken buluyorum. Sen bana ne yapıyorsun böyle?" diye yazdım.
O ise saniyeler içinde cevapladı:
"Ben mi yapıyorum? Sanırım bu bir büyü. Kontrolsüzce, kendimi sana çekilirken buluyorum. Seni korkuttuğum için intikam mı alıyorsun? Heyecan duyduğum birinin, bir tuşla beni hayatından çıkarabilecek olması korkutucu bir his. Seninle tanışmam gerek!"
Bu sözleri okurken içimde sıcak bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Ciddi miydi? Yoksa sadece iyi bir oyuncu muydu?
"Hayatımdan çıkaracak şeyler yapmamanızı öneririm o zaman, bayım. :) İlginç bir şekilde, benim doğduğum şehirde yaşıyorsun, ben ise senin şehrine taşınmışım. Ne dersin, yanlış konumlarda mıyız?" diye yazdım.
O ise hızla cevapladı:
"Bu tesadüf olamaz, bence kader. Benimle konuşmayı falan kesersen; ne bileyim, sen memleketime taşınınca evleneceğiz sandım diye Tw**tr'da ağlarım haberin olsun."
Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Kocaman bir gülümsemeyle yazdım:
"Haha evet, duygularımla oynadı, bir gündü ama bir ay gibi geldi, falan da yaz lütfen. Erkeğin Drama Queen hali tam bir rezalet ya! Haha."
Saniyeler içinde cevapladı, sanki mesaj beklerken gözünü bile kırpmamıştı:
"Yazarım tabii, böyle bir güzelliği benden saklamaya hakkın yok! Sanırım bu şehir artık daha da anlamlı olacak benim için."
Bu mesajı okurken kalbim deli gibi çarptı. Kolumu uyuşmuş halde yatağımın kenarına yasladım, saate baktım. Beş olmuştu! Bir anda mesajlaşmayı bırakıp ekrana boş boş baktım.
"Bu saate kadar nasıl mesajlaştık, anlamıyorum," diye yazdım.
"Ben de anlamıyorum. Sabah işe gitmem gerek ama telefonu kapatmak istemiyorum," diye cevapladı.
Gülümsedim. İçimde yükselen heyecanı bastıramıyordum. Vücudum alev almış gibiydi. Ne yapıyordum böyle? Bir adamla saatlerce mesajlaşmak bana göre değildi. Ama bu adam... Çok farklıydı.
"Bu gerçekten tuhaf," diye yazdım. "Şu an küçük bir çocuk gibi heyecanlıyım. Bana ne yapıyorsun böyle?"
O ise sadece şu cevabı verdi:
"Belki de uzun zamandır beklediğin birini bulmuşsundur. Kim bilir?"
Bu mesaj, yüzümde istemsiz bir gülümseme ve içimde tarifsiz bir mutluluk yarattı. Belki de haklıydı... Kim bilir...
Ufak bir vedalaşma faslından sonra alarmlarımı kurup telefonu komidinin üzerine koydum. Lanet olsun, sadece iki saat uyuyacaktım. Ama yüzümde aptal bir gülümsemeyle tavanı izliyordum.
"Off, fazla aptalım. Bir uygulamadan tanıştığın birine nasıl bu kadar yükselirsin? Her şeyi geçtim, sevgili mi olacağız sanki? Herkes bu uygulamada sadece takılmak için, değil mi?"
Kendi kendimi azarladım ama bir yandan da hayal kurmadan yaşanamayacağını biliyordum. Ne dersiniz, bu adam beni gerçekten sever mi?
Serkan’ın Anlatımıyla:
"Biliyorum, beni yargılayacaksın. Hatta belki sana tuzak kurduğumu düşünüp, benden korkup uzaklaşmak isteyeceksin. Ama bilmeni istediğim bir şey var…
Sen benimle tanışalı sadece dört saat oldu, güzelim. Ama ben seni tam dört ay, iki gün, on sekiz saattir tanıyor ve özlemle bekliyorum.
Hoş geldin. İyi ki tanıştın benimle."