3. Bölüm

967 Kelimeler
3. Bölüm Üniformanın Altındaki Kalp Sabah borusu, bir mermi gibi saplandı Ali’nin kulağına. Koğuş bir anda savaş alanına döndü. Yataklar gıcırdadı, botlar yere vurdu, küfürler ve uykulu homurtular birbirine karıştı. Herkes aynı yaşta değildi belki ama hepsi aynı telaşın içindeydi: yetişmek. Ali doğrulduğu an göğsündeki bandajın baskısını yeniden hissetti. Nefes almak zordu. Sanki ciğerleri değil de, sırrı sıkılıyordu. Yorganı hızla katladı, botlarını eline aldı, daha bağlarken bile parmakları titriyordu. Bahadır, yan yataktan doğrulup esneyerek: “İlk sabah hep böyle… dünya yıkılıyor sanırsın,” dedi. Ali cevap vermedi. Dizlerinin titrediğini fark etmesin diye ayakta değil, yatak ucuna oturup konuşmayı tercih etti. Koğuş kapısı bir anda açıldı. “İÇTİMA!” Sesin sahibi insan değildi sanki. Bir duvar konuşmuştu. Koşarak çıktılar. Ayaz yüzlerine tokat gibi çarptı. Henüz güneş doğmamıştı. Gökyüzü karanlık bir çatlak gibiydi. Avlunun ortasında dizildiler. Omuz omuza. Nefes nefese. Ali kendini ilk kez bu kadar küçük hissetti. Yalnız değildi. Ama en yalnız oydu. Komutan adımlarla geldi. Sert, ölçülü, tavizsiz. Bakışları sıranın üstünden geçerken bıçak gibi kesiyordu. Ali başını dik tuttu. Çenesini yukarı kaldırdı. Erkek gibi durması gerekiyordu. Ne demekse artık… “Bugün,” dedi komutan, “sizi burada gerçekten asker yapan gün. Eğitim hafife alınmaz. Kim buraya oyun oynamaya geldiyse, kırılır. Elenir. Ağlar. Gider.” Bir an durdu. “Sizinle vedalaşacağınız an yok. Şimdi öksüzsünüz. Ananız, babanız yok. Ben varım.” Ali’nin boğazı düğümlendi. Başka biri olsaydı o cümle, gurur verirdi. Ama onun içinde… Yıkım oldu. Çünkü onun annesi vardı. Ve bu cümle… İhanet gibi geldi. Eğitim başladı. Koşu. Şınav. Sürünme. Tekmelere benzeyen komutlar. Ali daha ilk on dakikada nefessiz kaldı. Bacakları yanıyordu. Ciğerleri ateş gibiydi. Ama durmadı. Her durakladığında, gözünün önüne annesi geliyordu. Babası. Kardeşi. Onların “Almanya’daki Aylin” hayali… Bir de… Emre. Çamurun içinde sürünürken alnına taş değdi. Canı yandı. Ama dişini sıktı. Komutanın sesi çınladı: “Ali Karaca! O sürünme bu mu? Evde halı üstünde miydin?” Ali başını kaldırdı. “Hayır komutanım!” “Öyleyse yeri öp!” Çamura dudaklarını değdirdi. Pas tadı aldı. Ama kalkmadı. Bir asker ağlamazdı. O da ağlamadı. Eğitim arası verildiğinde herkes olduğu yere yığıldı. Bahadır nefes nefese Ali’nin yanına çöktü. “Sen… cidden makine gibisin,” dedi. Ali gülümsedi. Ama içinden geçirdi: Makine olmasam… Parçalanırım. Su içmek için sıraya girdiler. Ali bardağı dudaklarına götürürken fark etti… Titriyordu. Ellerini sakladı. Görünmez olmaya çalıştı. Ama görünmez olmak, bazen daha çok dikkat çeker. Bir asker, onun yanına dikelince Ali’nin tüyleri diken diken oldu. “Yeni misin?” dedi çocuk. “Evet.” “Bu kadar sessiz olma. Burada sessizleri yerler.” Ali bakışlarını kaçırdı. Bunu en iyi o biliyordu. Sessizliği hep yemişti. Öğleden sonra atış eğitimi başladı. Silahı eline ilk aldığında Ali’nin içi ürperdi. Soğuktu. Ama aynı zamanda… Ağırdı. Bu ağırlık… Oyuncak değildi. Komutan, “Nişan al!” dediğinde Ali tetiğe dokundu. Hedef sabitti. Ama eli değildi. Nefesini tuttu. Tetik çekildi. Patlama. Geri tepme. Kalbi de sekmişti sanki. Hedefe baktı. Iskalamıştı. Komutan yanaştı. “El titremez.” Ali başını salladı. “Bir daha.” Bu sefer… Vurdu. Merkezden olmasa da… İsabetti. İçine bir şey çöktü. Gurur mu? Yoksa korku mu? Ayıramadı. Çünkü hedef… Bir tahtadan ibaret değildi artık. Bir gün… İnsan olabilirdi. O gece koğuşta herkes yıkılmıştı. Ama Ali uyuyamadı. Tavana baktı. Bir askerin altında yattığı tavanla… Bir kızın yattığı tavan aynı değildi. Ali artık o kız değildi. Ama kız… Hâlâ içindeydi. Bir fısıltı gibi. Sessiz. Yorgun. Yaralı. Bahadır döndü yanına. “Sen niye geldin buraya?” Ali dondu. “Ne?” “Herkesin bir hikâyesi var. Ben babam için geldim. Onun yarım bıraktığım için. Seninki ne?” Ali nefes almayı unuttu. Nasıl anlatılırdı bu? “Ben…” dedi. Boğazı düğümlendi. “Kaçmak için geldim.” Bahadır güldü. “Herkes kaçıyor zaten.” Ama Ali içinden geçirdi: Ben bir hayatı ölmek için kaçtım. Işıklar söndü. Karanlıkta bir ses yankılandı. “Yarın daha beter olacak.” Ali gözlerini kapadı. “Olmasın,” diye dua etti. Ama askeriyede dua kabul edilmezdi. Ertesi gün… Daha beter oldu. Engel parkuru vardı. Ali dikenli tellerin altından geçerken dizini yardı. Kan süzüldü. Görmezden geldi. Bir asker acıyı saymazdı. Komutan bağırdı: “KALK!” Ali kalktı. Koştu. Düştü. Kalktı. Bir daha düştü. Sonunda… Bayılacak gibi oldu. Ama ayakta kaldı. Birinin sırtı ona çarptı. Bahadır’dı. “Dayan!” dedi kısık sesle. Ali dayandı. Ama her adımda bandaj biraz daha sıkıyordu. Göğsü… Artık nefes almıyordu. Yalnızca susuyordu. Akşam, revir gibi bir odaya alındı. “Sende tansiyon düşüklüğü var,” dediler. Ali başını salladı. “Bir şeyim yok.” “Var.” Başı dönüyordu. Ama itiraz etmedi. Yatağa geri gönderildi. Bahadır geldi. Omzuna vurdu. “Sen tuhafsın olum.” Ali zorlukla gülümsedi. “Niye?” “Hiç küfür etmiyorsun. Hiç sesin çıkmıyor. Ama en zor anlarda sen hâlâ ayaktasın.” Ali cevap vermedi. Çünkü anlatamazdı. Onun ayakta kalma nedeni… Gurur değildi. İntikam değildi. Vatan değildi. Bir çocukluk aşkıydı. Bir hayaldi. Bir kızın imkânsızlığıydı. Ve bir annenin bilmediği ihaneti. O gece… Ali’nin telefonu titreşti. Avuçlarında buz gibi oldu. Bilinmeyen bir numara: “Kimliğini çok iyi sakla. Eğitim yakında sertleşecek.” Kalbi hızlandı. Bu cümle… Uyarı mıydı? Tehdit mi? Başını yastığa gömdü. Uyuyamadı. Rüyasında… Annesini gördü. Elinde pasaport vardı. “Git kızım,” diyordu. “Avrupa seni bekliyor.” Ali ağlıyordu. Ama sesi çıkmıyordu. Uyandığında… Gözleri ıslaktı. Ama yüzü… Kupkuruydu. Üçüncü gün… Emre’yi gördü. İlk kez. Avlunun diğer ucunda. Komutan üsteğmendi. Güneş vuruyordu yüzüne. Aynı. Ama başka. Bir zamanlar mahallede gülen çocuk… Şimdi emir veren adam olmuştu. Ali’nin dizleri titredi. Bahadır fısıldadı: “Yeni üsteğmen… Emre Yıldız.” O isim. Bir yumruk gibi indi. Ali, gözlerini kaçırdı. Ama ciğerleri yanmaya başladı. Çünkü artık… Sadece asker değildi. O… Sevdiği adamın emri altındaydı. Ve o adam… Onun bir kadın olduğunu bilmiyordu. Kader… Onunla dalga geçmeyi bitirmemişti. Ali kalbini susturdu. Çünkü burada… Kalpler… İşe yaramazdı. Ama o, kalbiyle gelmişti. Ve kalbi… O üniformanın altında… Atmaya devam ediyordu. İnatla. Sessizce. Tehlikeli şekilde. Emre’yi görmek bile ona yetiyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE