İçim öfke ve üzüntüyle çalkalanırken serserinin sigarasını bitirmek üzere olduğunu gördüm. Lanet olsun! Sigarasını bitirince gidecekti belki de... Bu da demek oluyordu ki onu son kez görmek için çok az zamanım kalmıştı.
Bir şey yapmalıydım. O bandajımı kayalıklara atıp kalbimi parçalara ayırsa bile ben onu görmek istiyordum hâlâ. O mavi gözlere bakmak istiyordum yakından. Belki de son kez.
Bir anda ayağa kalktım ve ne olduğunu anlamadan onun yanına doğru ilerlemeye başladım. Bu ani cesaretim nereden geliyordu hiçbir fikrim yoktu ama planımı hazırlamıştım. Bandajımı öne sürecektim. Ve bu sayede kavga dahi etsek onu görebilecektim. Başka çarem yoktu. Onu görmek isteyen aciz kalbim acıyla kasılırken başka çarem yoktu.
Yanına yaklaştığımda arkası bana dönüktü. Ve kokusu... İnanılmaz derecede güzel kokusu burnuma dolduğunda onu gördüğümden beri hiç susmadan hızlı hızlı atan kalbim şimdi mümkünmüş gibi daha da hızlanmıştı. Elim bile titriyordu heyecandan. Bir erkek... Bir erkek insanı bu hâle getirebilir miydi? Mavi gözlü serseri getirirdi.
Titreyen ellerimle omzuna dokunduğunda saniyesinde bana döndü. Ve elindeki bitmek üzere olan sigarasıyla bana attığı bakış aynen şunu anlatıyordu: Ne istiyorsun?!
Korkuyla yutkunup ne diyeceğimi unuttum. Gözleri... Gözleri çok güzeldi. Hırçın bir deniz gibiydi. İnsanı içine çeken ama çektiği an öldüren. Ve ben öleceğimi bile bile bu hırçın denize teslim olmak istiyordum.
"Bandajım..." Zorlukla konuşabildiğimde sesimi duyduğundan bile şüpheliydim. Bakışları hâlâ aynıydı. Ne istediğimi öğrenip gitmemi ister gibi. Ve bana böyle bakması beni üzüyordu.
Kendinden emin ol biraz. diyerek kendime teselli verip devam ettim konuşmaya.
"Bandajım uçtu da..." Kelimeler aklıma gelmiyordu bir türlü. Ve onun gözlerine baktıkça da aklıma gelmeyecekti. Zorlukla gözlerimi ondan ayırıp yanımdaki denize çevirdim.
"Bandajımı niye fırlattın denize doğru?" Sesim kızgın çıkmıyordu. Çünkü o mavi gözlere istesem de kızamazdım.
"Senin olduğunu nereden bilebilirim? Gelip alsaydın." Duyduğum sesle kalbim tekledi. Tepkime karşı ne bağırdı ne de kızdı. Tuhaf olan sakin çıkan sesine inat öfkeli olmasıydı.
Sesi de hem kendi hem kokusu gibi güzeldi serserinin.
Tam cevap vermek için ağzımı açacakken sustum. Çünkü haklıydı.
"Tam olarak nereye attın? Benim için manevi değeri yüksek bir hediyeydi o." Yalan söylüyordum. Hiçbir değeri olmayan sıradan bir bandajdı.
"Senin için manevi değeri yüksekti ama o uçunca peşinden gitmeye bile yeltenmedin?" dedi tek kaşını kaldırıp soru sorarcasına bana bakarken. Ve onun hakkında bir özellik daha eklendi bildiklerime. O da fazla zeki oluşuydu.
Ne diyeceğimi bilemedim. Kelimeleriyle vuruyordu resmen beni ve ben onun altında kalmıştım.
"İçimden bir ses benimle konuşmak için yalan söylediğini söylüyor." Gözlerindeki gördüğüm soğuk ifadeyle kalbim acıdı. Kötü olan taraf ise serserinin doğru söylüyor oluşuydu. Ama yalan söylediğimi inkar etmekten zarar gelmezdi.
"Ne alakası var? Beni başka kızlarla karıştırma!" diye tersledim onu. Bir yandan da aklıma takılan soruya cevap arıyordum.
Acaba hayatına kaç kız girmişti şimdiye kadar?
Kıskandım. Onun hayatında bir yeri olan bütün kızları kıskandım.
"Senin bandajınla uğraşamam. Bak işte buralara. Belki bulursun." diyerek elindeki bitmiş sigarayı yere atıp ayağıyla ezerek söndürdü.
Kalbim... Niye bu kadar acıyorsun? Halbuki senin alışmış olman lazım hakaretlere. Ama o hakaret etmemişti. Hakaret etse daha az acırdı kalbim belki de. Beni umursamamıştı. Kalbimi acıtan buydu. Ve onun hakkında bildiklerime iki özellik daha eklendi: Umursamaz ve ulaşılmaz.
Ona arkamı döndüm. Hemen yanımızdaki yürüyüş yolu diğer yanımızda sert kayalıklar ve kayalıkların altında onun gözleri gibi hırçın bir deniz vardı. Ben kayalıklara gitmeyi seçtim.
Dikkatsiz bir şekilde yürürken lanet bir şeye takılan ayağımla kendimi hastanelik edecek bir düşüşe geçmiştim. Eğer belimden tutup beni kendine çeken o güçlü kolları hissetmeseydim.
Yüzüm onun eşsiz güzellikteki yüzüne bu kadar yakınken kokusunu içime çekmek...
Allah'ım ben bu kadar güzel bir ânı hakettim mi gerçekten bunca acıdan sonra? Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.
Beni yavaşça bıraktığında dengemi sağladım. Sadece beş saniye tutmuştu beni o güçlü kollarında.
"Neden dikkat etmiyorsun? Az kalsın ölecektin. Lanet bir bandaj için değmez buna!" Onun bu sözleriyle kalbim mümkünmüş gibi daha da acıdı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Rezil olmuştum karşısında.
Saçlarımı yolmak, kendimi duvardan duvara vurmak istedim. Ve sanki kader bana Sen mutsuzluktan başka bir şey hak etmedin, etmeyeceksin! demiş gibi sarsıldım bu sözlerden sonra.
Adını dahi bilmediğim adamı neden bu kadar umursuyordum?
"Ben..." Kelimleri seçemiyorum. Zaten rezil olmuştum yeterince. Uzatmaya lüzum yoktu.
Son kez olduğunu bilsem de gözlerine baktım. Mavinin en güzel tonundaki gözleri ifadesizdi. Hiçbir duygu barındırmıyordu içinde.
Aynı şekilde kokusunu da son kez içime çekip hızlıca arkamı döndüm ona. Yürüyüş yoluna doğru ilerleyip olabildiğince hızlı adımlarla atmaya çalıştım.
Hayatımda ilk kez sekiz saniye de olsa mutlu olmuştum. Birincisi gözlerimizin birleştiği üç saniye, diğeri ise kayalıklarda beni son anda belimden tutup ölümden döndürdüğümde beş saniye.
Titrek bir nefes verdim üzgün bir şekilde. Olur da dayanamayıp o gözlere bir daha bakmak istersem diye arkamı dönmeye korkarak ilerledim. Oysa o mavi gözlere bir defa daha bakmak için her şeyimi verirdim.
Ah be mavi gözlü serseri... Seninle ilk tanışmamız böyle olmamalıydı.