Akşamın karanlığı odanın penceresine çoktan çökmüştü. Ekranların ışığı Meltem’in yüzünü parlatıyor, parmakları klavyede adeta dans ediyordu. Saatlerdir veriyle boğuşmuştu; zihni yorgundu ama kalbi hâlâ hızla çarpıyordu. Tam o sırada Mertcan sessizce yanına yaklaştı, elini omzuna koydu.
— Hadi abisi… Bizimkileri telaşlandırmayalım. Eve dönme vakti. Orada devam edersin, bilgisayarını sana veririm.
Meltem’in gözleri ışıldadı. Abisinin yanağına iki öpücük kondurdu, sımsıkı sarıldı. Çocukça bir sevinçle atıyordu kalbi. Uzun zamandır ilk kez hem özgür hem de güvende hissediyordu.
Birkaç gün sonra okul açıldı. Sınıfta, sırasına oturmuş dersleri dinleyen, teneffüslerde arkadaşlarıyla gülüp konuşan sıradan bir lise öğrencisi gibiydi. Kimse onun perde arkasında bambaşka bir hayat yaşadığını bilmiyordu.
Mertcan, kardeşinin gözlerindeki kıvılcımı fark etmişti. Bir akşam, ciddiyetle konuştu:
— Bak Meltem, üniversite sınavını ihmal etmeyeceksin. Ne olursa olsun derslerini aksatmayacaksın. Bu işlere kapılıp hayatını riske atmayacağına bana söz ver.
Meltem’in boğazı düğümlendi, gözleri doldu. İçinde fırtınalar kopsa da sesi netti:
— Söz, abiciğim.
Mertcan biraz olsun rahatladı. Onun için attığı başka bir adım da dershane oldu. Etüt programına yazdırdı kardeşini. Böylece okul çıkışlarında villaya uğraması için bir kılıf hazırdı artık. Ailesine göre Meltem sadece dershanedeydi.
Altan da tedbiri elden bırakmıyordu. Okuldan villaya, villadan eve giderken Meltem’e koruma tahsis etmek istemişti. Ama Tayfa’nın genç üyeleri gönüllü olmuştu. “Biz bırakırız,” dediler. Böylece Meltem’in çevresinde görünmez bir çember oluştu.
Mertcan gönül rahatlığıyla üniversiteye geri döndü ama bağını koparmadı. Her gün düzenli olarak haber aldı.
Haftalar geçtikçe çalışmalar meyvesini vermeye başladı. Ertuğrul’un bağlantılarını tek tek çözmüşlerdi: belgeler, para akışları, gizli görüşmeler… Fiziksel olarak sahada değillerdi belki ama bulduklarını polisle paylaşıyor, operasyonlara zemin hazırlıyorlardı.Onların buldukları bilgilerle baskınlar yapılıyor ,aileler kurtuluyordu, hepsi aynı gemide olduklarını hissetmişti.
Meltem için en garip anlardan biri ise Tayfa’nın onu eve bırakırken yaşanmıştı. Bahçe kapısında annesiyle karşılaşmış, annesi gençleri dikkatle süzmüştü. Çocuklar hiç tereddüt etmeden kendilerini “etüt arkadaşları” olarak tanıtmış, üstelik kısa sürede sevdirmeyi başarmışlardı. Cem’in hazırcevaplığı sayesinde annesi kahkahalarla gülüyor, onlarla şakalaşıyordu. Meltem bu manzarayı görünce gülmekten kendini alamamıştı.
Kısa sürede bu “eve bırakma” işi bile kendi düzenini kurdu. Çocuklar çizelge hazırladı; hangi gün kimin bırakacağına karar verdiler. Ama iş tatlı bir çekişmeye dönüştü:
“Bugün sıra bende!”
“Hayır, sen geçen hafta bırakmıştın!”
Bu atışmalar Meltem’in içini ısıtıyordu. İlk kez gerçek kimliğini bilen arkadaşları olmuş, ailesi haricinde birileri tarafından el üstünde tutulmanın mutluluğunu yaşamıştı. Hatta zaman zaman eve davet ediliyor, annesinin hazırladığı sofrada kahkahalar eşliğinde yemek yiyorlar, villa dönüşünde birbirlerine nispet yaparak Meltem’i güldürüyorlardı. Babası ise otoritesini korumaya çalışsa da dudaklarının köşesine yerleşen tebessümü gizleyemiyordu.
Her dönüş yolunda Meltem, birini daha yakından tanıma fırsatı buluyordu.
Sessiz — Kerem.
Matematik olimpiyatı derecelerini bilgisayardan öğrenmişti ama Kerem’in kendi ağzından anlattıkları bambaşkaydı. Evlat edinildiğini, ses çıkardığında karanlık bir depoya hapsedildiğini söylediğinde Meltem’in boğazı düğümlendi. On üç yıl boyunca sessizliğe mahkûm edilen o çocuk, işte bu yüzden ürkekti. Altan’ın onu o evden kurtardığını duyduğunda gözleri parladı. Kerem, 15 yaşında sosyal hizmetlerle ailesinden koparılmış, koruyucu ailelerde büyürken hep Altan’ın gözetiminde kalmıştı. On sekizine bastığında ise Altan’ın yanına taşınmıştı. İsmini korumuş ama asla sahiplenmemişti; geçmişinin izlerini bir yara gibi üzerinde taşıyordu.
Anahtar — Burak.
Bilgisayardan hurdalıkta büyüdüğünü öğrenmişti ama kendi ağzından “amcam yemek yapmayı unuttuğunda aç yattım, arabaların içinde saklandım” dediğinde içi titredi. Paslı vidaların, atılmış arabaların arasında büyüyen o çocuk, yalnızca kendi yaptığı aletlerle hayata tutunmuştu.
Bay Kısmet — Cem.
Lakabının hikâyesi komikti: yakaladıkları adamlardan birine “benim kısmetime de sen düştün” demiş, adı öyle kalmıştı. Oysa normal bir ailesi olan tek üyeydi. Babası mühendis, annesi öğretmendi. Çocuk yaşta bilgisayara yönlendirilmiş, lisede bir arkadaşının zor durumuna Altan’ın yardım edişini görüp etkilenmiş, “ben de varım” diyerek Tayfa’ya katılmıştı. İkna kabiliyeti ve insan ilişkilerindeki ustalığıyla grubun sosyal mühendisi olmuştu.
Gözcü — Emir.
En renkli geçmiş ise Emir’e aitti. Sokaklarda büyümüş, pazarlarda mendil satmış, hurdalıktan bulduğu parçalarla karın doyurmuştu. Kaç kez yetimhaneye teslim edilse de her defasında kaçmayı başarmıştı. İnsanların gözünün önünde görünmeden yaşamayı böyle öğrenmişti. Birkaç kaçıştan birinde Burak’la tanışmış, ardından Altan’ın kanatları altına girmişti. Üç yıldır onun yanındaydı. Meltem, Emir’in ağzından “ben kimsenin gözüne girmemeyi öğrendim… ama senin gözüne girmek için uğraşıyorum” sözünü duyduğunda sessizce gülümsemişti.
Meltem bir yandan onların hikâyelerini dinliyor, diğer yandan Altan hakkında parçaları birleştiriyordu. Hukuk fakültesini bırakıp öğretmenliği seçmesini, her birine abilik yapışını, onların dilinden öğrenmişti. Ama kafasını en çok karıştıran şey, Altan’ın ona diğerleri gibi kardeşiymiş gibi davranmamasıydı. Sanki aralarında adı konmamış, farklı bir mesafe vardı.
Aradan neredeyse iki ay geçmişti. Okul, dershane, Tayfa… Meltem’in hayatı iki ayrı dünyaya bölünmüş gibiydi.
Evde: sıradan bir lise öğrencisi.
Villada: Tayfa’nın “Ana Kraliçesi.”
Ve şimdi, ara tatil yaklaşırken bu iki hayat giderek birbirine karışmaya başlıyordu.