BÖLÜM- MÜHRÜN İÇİNDEKİ GÖLGE

1001 Kelimeler
Vadide, Sessizlik Ormanı’ndan döndükten sonra geçen ikinci geceydi. Ama bu gece, önceki hiçbirine benzemiyordu. Yıldızlar yoktu. Gri gökyüzü yerinden hiç kıpırdamamış gibiydi. Ama havadaki yankı farklıydı. Averiel, gece boyunca mühürlerinin titremesini izledi. Bu titreşim bir uyarı değil, bir çağrıydı. Sessizliğin ardından gelen yankının yankısı. Artık yasa doğrudan konuşmuyordu, ama içinde bir şey büyüyordu. Küllerdönükler, vadinin taş sınırlarına kamufle olmuş hâlde geceyi izliyorlardı. Her biri Sessizlik Ormanı’na dönmeyi düşündü ama Averiel onları durdurmuştu. Orası artık sadece bir orman değil, yankıların yeniden yazıldığı bir hatıraydı. Oradan geçenler artık eskisi gibi kalamıyordu. Nael, Averiel’in yanına geldiğinde, elinde üç kırık mühür taşı vardı. Her biri farklı yerden alınmıştı. Ama içlerindeki çatlak çizgiler birbirinin aynısıydı. Aynı semboller, aynı boşluk izleri. “Bu taşlar farklı zamanlara ait. Ama üzerlerinde aynı gölge izi var.” Cassian birkaç adım ötede sessizce konuştu: “Gölge izi mi?” Averiel taşlardan birini aldı. Yüzeyi incelediğinde gözlerinde yanan mavi mühür ışığı griye döndü. “Bu iz... Sessizlik Ormanı’ndan değil. Bu, unutturulmuş mühürlerin içinden geliyor.” Nael yüzünü taşın diğer tarafına çevirdi. “Gölgeyle mühürlenen değil, mühürsüz bırakılan bir şeyin izi bu. Onu bastırmaya çalışmamışlar. Sadece unutmuşlar. Ama o unutulmaktan doğmuş.” Cassian, taşlara göz attıktan sonra gözlerini vadi boyunca uzanan eski bir tapınağa çevirdi. Tapınağın kubbesi çökmüş, duvarları yosunlarla kaplanmıştı. Ama hâlâ orada bir yankı vardı. Derin, gömülü bir yankı. “Orada bir şey var.” dedi Cassian. “Ve bu taşlar... bizi oraya götürüyor.” Averiel başını salladı. “O tapınak, yasa henüz kelimelere bürünmeden önce mühür taşıyanların ilk duraklarından biriydi. Yani orası... sessizlikle yazılmış bir yer olabilir.” Nael iç çekti. “Ve bu gölge izi... orada doğmuş olabilir.” Hazırlık yapmadan, üçü birlikte tapınağa doğru yola çıktılar. Küllerdönükler geride kaldı. Bu bir keşif değil, sınavdı. Ve her biri biliyordu ki, tapınağın duvarlarının ardında artık yalnızca mühürler değil; mühürlerin unutmak istediği bir şey vardı. Tapınağa vardıklarında hava bir anda ağırlaştı. Zemin taş değilmiş gibi hissediliyordu. Sanki ayaklarının altında geçmiş, mühürlenememiş bir çığlık gibi uzanıyordu. Averiel, duvarlara dokunduğunda, taş yüzeyler parmaklarının altında çözülmeye başladı. Burası, hem zamanın hem de kelimenin unutulduğu bir yerdi. Cassian içeri girdiğinde, duvarlardaki sembolleri inceledi. Hepsi tanıdık ama bozulmuştu. Mühürler eksikti. Sanki bilinçli olarak silinmişti. Nael elindeki taşlardan birini tapınaktaki merkeze koydu. Taş yerle temas ettiği anda parladı. Diğer iki taş da aynı şekilde yerine yerleştirildi. Işıklar birleşti. Tapınağın ortasında, dönen bir şekil belirdi. Bir mühür değil. Bir geçit. Averiel geri çekildi. “Bu... yasanın dışındaki ilk yankının izi.” Nael’in sesi titredi. “Ama biz bunu açarsak, neyin geleceğini bilmiyoruz.” Cassian ileri adım attı. “Ama açmazsak, o zaten geliyor.” Ve ışığın içindeki şekil dönmeye başladı. Duvarlar titredi. Yer çatladı. Ve tapınağın merkezinden, ilk gölge yankısı yükseldi. Tapınağın merkezinden yükselen şekil, ışık değil; yoğun bir karanlıktı. Fakat bu karanlık, Cassian’ın ya da Nael’in bildiği türden değildi. Ne soğuktu ne de yıkıcı. Aksine… içinde anlam taşıyan, beklemiş bir varlık gibi sabırlıydı. Averiel, şeklin dönerken yaydığı yankıyı mühürleriyle algılamaya çalıştı ama ilk kez mühürleri cevap vermedi. Nael başını iki yana salladı. “Mühürler... onu tanımıyor.” Cassian elini kılıcına götürmedi. Artık bunun işe yaramayacağını biliyordu. “Çünkü o mühürlenmemiş. Yasanın dışında kalmış. Belki de hiç dahil olmamış bir şey bu.” Şekil, tamamen belirginleştiğinde bir silüete dönüştü. İnsan formunda, ama net hatları olmayan bir beden. Gövdesi duman gibi dalgalanıyor, ayakları yere değmeden duruyordu. Yüzü yoktu. Ama varlığı, her hücrelerine dokunuyordu. Averiel, derin bir nefes alarak yaklaşmaya çalıştı. “Kim olduğunu biliyor musun?” Varlık cevap vermedi ama bulunduğu alanın çevresinde bir yankı oluştu. Bu yankı kelime değildi. Görsel de değildi. Bir his gibiydi. Unutulmak. Yalnızca terk edilmek değil, hiç var olmamış gibi görmezden gelinmek. Nael irkildi. “O... unutulan değil. Hiç yazılmamış biri.” Cassian’ın gözleri büyüdü. “Yasanın bile dokunmadığı bir gölge... Bu artık yasa dışı değil. Bu, yasa öncesi.” Averiel gözlerini kapadı. Mühürlerinden birini serbest bıraktı. Işık değil, saf enerjiyle dolu bir yapı çıktı. Varlığa doğru uzandı. Ama tam yaklaştığında, enerji çarpıldı. İçeri giremedi. Sanki varlık, anlamı reddediyordu. Nael başını kaldırdı. “Ona ulaşmak için mühür değil, başka bir şey gerek. Kelimeler değil. Belki... sessizlik?” Cassian kaşlarını çattı. “Ama sessizliğin kendisi bile burada yankılanmıyor.” Averiel ileri adım attı. Şekille arasındaki mesafe birkaç metreden azdı. Ama aralarında görünmez bir sınır vardı. Bir yankı bariyeri. O sınırı geçmenin tek yolu, anlamdan vazgeçmekti. Ve Averiel, ilk kez mühürlerini susturdu. İç sesini bile. Derin bir boşluğa teslim oldu. Düşünmeden, tanımlamadan, yalnızca hislerle var olmaya çalıştı. Birden, şekil titredi. Karanlık silüet dalgalandı. Varlık, Averiel’e yöneldi. Hareketsizdi ama dikkat kesilmişti. Ve o anda, tapınağın merkezindeki taş zemin çatladı. İçinden, mühür benzeri bir desen yükseldi. Ama bu mühür, bilinenlerden farklıydı. Kavisli hatlar yerine keskin kenarlarla doluydu. Döngü değil, kırılmayı simgeliyordu. Nael fısıldadı. “Bu... bir mühür değil. Bir yıkım sembolü.” Averiel şeklin göz hizasına yaklaştı. “Sen... bir varlık değilsin. Sen bir reddedişsin. Her şeyin anlamla yazılmasına karşı doğan sessiz direniş. Ama artık seni anlamaya hazırız.” Şekil bir an durdu. Sonra, bir kıvılcım gibi içten parladı. İçindeki gölgeler çekildi ve merkezde kalan, cam gibi berrak bir yapı ortaya çıktı. Bir anlığına, o yapıdan yansıyan görüntüde Averiel, Cassian ve Nael’in silüetleri görüldü. Her biri farklı zamanlarda, farklı yollarla bu gölgeyle temas etmişti. Ama hatırlamamışlardı. Çünkü bu temas, onların var olmaya başladığı anda olmuştu. Onlar, gölgeden doğmamıştı. Ama gölgeyi taşıyarak mühürlenmişlerdi. Cassian’ın sesi boğuk çıktı. “Bu bizimle birlikteydi.” Nael başını eğdi. “Her bir mühürde bir parçası varmış. Ama artık... tek başına konuşuyor.” Şekil, camdan bir damla gibi parçalanarak yere çöktü. Ama yok olmadı. Her bir parçası, tapınağın duvarlarına doğru süzüldü. Ve o duvarlarda, unutturulmuş yazılar belirmeye başladı. Yasa öncesi semboller. İlk yankılar. İlk gölge. Averiel gözlerini açtığında, mühürlerinden biri yeniden aktifleşti. Ama bu kez eski simgesi yoktu. Onun yerine, o gece tapınakta gördükleri şeklin küçük bir yansıması parlıyordu. Ve mühür, bir ses fısıldadı: “Yasa başlamadan önce, anlam yoktu. Ama siz anlam yarattınız. Şimdi, anlamın içindeki sessizliği taşımayı öğrenin.” Tapınaktan ayrıldıklarında, her biri artık yalnızca mühür taşıyıcısı değil, yankı yürüyücüsüydü. Çünkü bazı sesler kelimeyle değil, gölgelerle yazılırdı. Ve o gölgeler şimdi uyanıyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE