Kanatlar çağrıldıktan sonra gelen sessizlik, Averiel’in içine sızdı. Seraphine’in dağılıp gitmeyen gölgesi, Kanatsızlar Mezarı'nın ortasında rüzgâra karışırken, vadi birkaç anlığına sonsuzmuş gibi genişlemişti. Gökyüzü hâlâ ağırdı, güneş tam doğmamış, gece tam gitmemişti. Zaman bu vadide kararsızdı. Tıpkı Averiel’in içindeki bir parça gibi.
Cassian, birkaç adım gerisinde durmuştu. Sessizliği bozmuyordu. O da biliyordu; bu an, Averiel’in kendi yankılarını bastırıp gerçekten iç sesini duyabileceği anlardan biriydi. Her mühür Averiel’in bedenine işlendikçe sadece güç kazanmamıştı, aynı zamanda zamanın dokusuna da temas eder hale gelmişti. Artık onun içinde dönen şey yalnızca irade değil, bir varoluş yankısıydı.
Averiel başını gökyüzüne kaldırdı. Sırtındaki kanatlar bir an için tamamen görünmez oldu, sonra tekrar şekil kazandı. Gri, gümüş, siyah ve kırmızıdan oluşan bu zarif ama tehditkâr yapı, ona ait olmayan geçmişlerin izlerini taşıyordu. Ama şimdi... o izlerle uçmayı denemek zorundaydı.
"Ben hazırım," dedi sessizce.
Cassian başını eğdi. "Yükselmek istiyorsan, önce zemini bırakmalısın. Ve bunu yaparken hiçbir mühüre güvenemezsin. Sadece kendine."
"Zemin," dedi Averiel. "Sadece bastığımız yer değil. Bazen geçmiş, bazen bağlar... bazen de korkular. Hepsini bırakmam gerek, değil mi?"
"Bir anlığına," dedi Cassian. "Ama o an, seni başka bir varlık yapacak."
Averiel gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Sonra dizlerini hafifçe kırdı. Kanatlarını tamamen açtı. Ve sıçradı.
İlk yükseliş bir fırtına gibi oldu.
Hava direndi. Yer, onu bırakmamak ister gibi gerildi. Ama Averiel’in içindeki mühürler tek bir ağızdan konuştu. Kırılgan çizgiler birbirine bağlandı. Kanatlar güçlendi. Göğsündeki ışık daraldı, sonra parlayarak açıldı. Averiel, gökyüzüne doğru süzüldü.
Rüzgâr çarptı yüzüne. Ama bu, soğuk bir darbe değil; geçmişin duvarlarını yıkan bir akıntıydı. Onun içinden geçerek, eski yankıları temizliyordu. Averiel gözlerini açtığında, vadinin üstünde süzülüyordu artık. Ama bu uçuş, yalnızca bir zaferin başlangıcıydı. Gerçek savaş gökyüzünün diğer tarafındaydı.
Birden gök çatladı.
Gökyüzünün üst katmanlarında, görünmez bir duvar kırılmış gibi bir ses yayıldı. Averiel, irkilerek yukarı baktı. Ve orada... bir yarık gördü.
Havada açılan bir kesik. Gerçeklikten değil, zamanın dokusundan alınmış gibi.
Cassian’ın sesi, çok uzaktan, sanki rüzgârın içinden duyuldu.
"Averiel! Gölge yarığı açılıyor. Bu... ilk çağrıdır!"
Yarık genişledi. İçinden sadece karanlık değil, yankılar da döküldü. Kırık kelimeler, eski adlar, unutulmuş emirler. Averiel, istemsizce o yöne çekilmeye başladı. Kanatları titredi ama kopmadı. İçindeki mühürlerden biri—ilk mühür—yani denge terazisi, sanki bu yarığa bir karşılık vermeye çalışıyordu.
Averiel kendini toparladı. Kanatlarını bükerek yarıktan uzaklaştı ama bir fısıltı onu durdurdu.
"Eğer sen yükseldiysen... biz de geri dönebiliriz."
Bu ses Averiel’i durdurdu. Bu, tanıdığı hiçbir varlığa ait değildi. Ne Tharion’a, ne Seraphine’e, ne Cassian’a. Bu, henüz tanımadığı bir şeydi. Belki de gölgelerin ilk yankısı.
Yarık bir anda parladı. Ve içinden bir şey fırladı.
Gözle seçilemeyecek kadar hızlı. Ama Averiel’in içini delen bir varlık gibi. Onun yanından geçti ve vadinin tam ortasına, Kanatsızlar Mezarı'nın taşına çarptı.
Taş ikiye ayrıldı.
Cassian bağırdı. "Averiel! Düş!"
Ama Averiel düşmedi. Aksine, kanatlarıyla havada süzüldü. Gökyüzü artık onu reddetmiyordu. Aşağıya baktığında, kırılan taşın içinden yükselen bir figür gördü.
Karanlık bir siluet. Ne kanatları vardı, ne gözleri. Ama bir zamanlar mühür taşıdığı belliydi. Gövdesinden çıkan yarıklar, mühürlerin yırtılmış izlerini andırıyordu.
Cassian dizlerinin üzerine çökmüştü. Yüzü kararmış, sesi kısıktı.
"Bu... bu bir Nezareth. Yani mühürden kopmuş ilk nefil."
Averiel’in kalbi sıkıştı. Yarığın yankısı sadece geçmişi değil, mühürden kovulmuş ilk varlığı da uyandırmıştı.
Gökyüzünün ötesine ulaşmak için Averiel’in artık sadece içsel değil, fiziksel bir düşmana karşı da savaşması gerekiyordu.
Ve savaş başladı.
Nezareth, taşın içinden yükselirken zemindeki tüm mühür izleri yanmaya başladı. Cassian, onun gelişine karşı hazırlıksızdı. Sırtını bir kayanın gölgesine dayamış, Averiel’in savunmaya geçmesini bekliyordu. Ama Averiel, savaşmayı seçti.
Havada döndü. Kanatlarını iki yana açtı. Göğsündeki semboller parladı. Ama bu kez mühürler, birlikte değil, sırayla yanmaya başladı. Her biri farklı bir yankıya karşılık veriyor gibiydi. Averiel, Nezareth’in üzerine süzüldü.
Nezareth bir kolunu kaldırdı. Sanki kol değil, gölgeden oluşan bir kılıç taşıyordu. Karanlık çığlıklarla çevrilmişti. Ve her adımı, yeryüzündeki mühürlerin dizilişini bozuyordu.
Averiel, havada bir daire çizdi. Ardından ellerini öne uzattı. Parmak uçlarından çıkan beyaz çizgiler, mühürlerin sembollerini havada çizmeye başladı. Işıktan oluşan halkalar birbiriyle çarpıştı, sonra Nezareth’in çevresine çöktü.
Ama Nezareth, ışığa gülüyordu. Yüzü yoktu. Ama gülüşü Averiel’in zihnine çarpıyordu.
"Mühür beni terk etti. Ama ben onu unutmam. Ve şimdi, onun yankısını yok edeceğim."
Nezareth ileri atıldı. Averiel, geri çekilmedi. Kanatlarını kıvırdı, gövdesini aşağıya bıraktı ve hızla Nezareth’in üzerinden geçip arkasına indi. Toprağa değdiği an, bir daire çizdi. Daireden bir ışık sütunu yükseldi. Nezareth içine girmemeye çalıştı ama birkaç parçası ışığa değdiğinde çığlık attı.
Cassian bağırdı. "Averiel! Onu mühürle! Yok etme, bağla!"
Averiel tereddüt etti. Nezareth çırpındı. Ama mühür halkasının içine tam girememişti. Averiel elini kaldırdı. Damarlarından parlayan kırmızı bir hat gökyüzüne doğru yükseldi. O an, Luzien’in sesini yeniden duydu.
"Yarık açıldığında ilk gelenin adı Nezareth olur. Onu mühürleyen, gölgeden önce yürür."
Averiel gözlerini kapattı. Beş mühürden gelen ışığı içinden geçirdi. Sonra yere bastı. Mühür halkası tam anlamıyla kapandı. Nezareth’in içindeki karanlık bastırıldı. Varlık dizlerinin üzerine çöktü.
Ama Averiel, onun üzerine yürümedi. Aksine, birkaç adım geri çekildi. Kanatları hâlâ açık, sesi netti.
"Ben seni yok etmeyeceğim. Ama sana ait olmayan mühürleri artık taşıyamazsın."
Nezareth başını eğdi. Karanlık kan gibi toprağa süzüldü. Sırtındaki gölgeler sönmeye başladı.
Ve sonra... bir şey oldu.
Gökyüzü ikinci kez çatladı.
Ama bu defa bir şey inmek yerine, Averiel’in içinden bir şey yükseldi. Bir ses değil. Bir yankı değil. Tam anlamıyla bir çağrı.
Bir isim yankılandı.
"Altıncı mühür, seni bekliyor."
Cassian başını kaldırdı. Averiel gözlerini gökyüzüne dikti.
Yükselişin gölgesi artık arkasındaydı. Sıradaki mühür, onun yönünü değil, kalbini sarsacaktı.