bc

SEVİYORUM DE

book_age16+
674
TAKİP ET
1.7K
OKU
possessive
dominant
goodgirl
drama
tragedy
love at the first sight
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

GÜNEŞ VE AYIN HİKAYESİ

*****

Bir aşk ne kadar saf yaşanabilirdi?

Acılarla harmanlanmış, otoriter bir evde büyüyen hayatını amacını babasının emirleri gören güzel bir kız. Annesinin ölümüyle sevgiye dair tüm his söküp alınmış kalbinden. Geriye sadece öfke kalmıştı. KALBİ SEVGİYE AÇ BİR KADIN SEVMEYİ ÖĞRENEBİLECEK MİYDİ?

Sevgi dolu bir ailede büyüyen zeki , başarılı ve bir o kadar cesur genç bir adam. Hayatında para dışında her şey fazlasıyla var ve bu durumdan oldukça memnun. Ta ki güzelliğiyle aklını başından alan ama asla sahip olamayacağı bir kıza kalbini kaptırana kadar. SEVMEYİ BİLMEYEN BİR KADINA AŞKI ÖĞRETEBİLECEK MİYDİ?

Gerçek aşk acaba bulunabilir miydi? Ya da gerçek aşk diye bir şey var mıydı?

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1
“ Güneş” Adını severdi. Annesinin verdiği isim olduğundan değil, güzel bir anlamı olduğundan dolayı oldukça severek taşırdı. Güneşim derdi ona daima. Her zaman sevgiyle andığı bu isim, her dile getirişinde sevgiyi tüm çıplaklığıyla ona hissettirirdi sesi. Her genç kızın babaları ilk aşkı ve kahramanı olabilirdi. Aşkı bilmiyordu kalbi ama kahramanı kesinlikle babası değildi. Onun yegâne kahramanı annesiydi. Şu an acıyla kıvranan ve son günlerini yaşayan annesi. Babasının izin vermeyişine aldırmadan yatağın yanına gidip diz çöktü ve ağlamamak için sıktığı dudaklarıyla artık neredeyse kemikleşmiş eline ardı ardına öpücükler bıraktı. Bir yılan gibi eline dolanmış olan serumun kablosunu söküp atmak, cılız elini kurtarmak için yanıp tutuşsa da yapmadı. O yılana benzeyen kablonun annesini hayatta tuttuğunu bildiğinden yapmadı. Annesi her zaman güzel bir kadın olmuştu. Kendisine de miras kalan sarı gür saçları, mavinin hiç görmediği kadar güzel tonuna sahip gözleri, uzun ve kusursuz fiziği ve daima hayran olduğu sıcacık kalbi… Zaten babasının da annesiyle fakir olmasına rağmen evlenmesinin nedeni buydu. Aşk falan yoktu ortada. Babasının yaptığı, hala etkisini gösteren güzeli elde etme arzusundan başka bir şey değildi. Annesini elde ettikten sonra onu başının üstüne falan da taşımamıştı. Onu bir süs eşyası gibi başkalarına hava atmak için yanında taşırdı. Zengin bir ailesi olabilirdi. Babasının harcayamayacağı kadar fazla parası vardı. Ama sevgisi yoktu. Ne annesine, ne kendisine, ne de küçük kardeşine… “ Bu gün nasılsın?” diye sordum içimdeki fırtınaları ona yansıtmamaya çalışarak. “ Oldukça iyi görünüyorsun ama senden duymak istiyorum yinede.” Asuman hanım kızının her gün karşısında büyüdüğünü, güzelleştiğini gören kadın acısını biraz daha derinden hissederek onu izlemeye devam ediyordu. Belki de son görüşüydü bu. Çok fazla ümit olmadığının farkındaydı. Kanserin son aşamasındaydı ve artık sona gelmişti. Daha fazla yaşamayı isterdi.  Nedeni ölmekten korkması değildi. Aslında ölüm onun için bir kurtuluştu. Yıllardır içinde bulunduğu baskıdan ve aşağılanmadan artık kurtulabilirdi. Ama küçük bir bebeği, babasının istediği bir kukla gibi şekillendirmeye çalıştığı masum kızını bırakıp gitmek istemiyordu. Giderse Güneş, hayalini kurduğu kızdan oldukça farklı birine dönüşecekti.   Zoraki olduğu belli olan gülümsemesi ortaya çıktığında inanmış gibi ona karşılık verdi. “ İyiyim Güneşim. Sen burada olduğun zamanlar daha iyi oluyorum” dedi ve durdu. Acı çekiyordu. Kızına yansıtmamaya çalışıyordu ama acı çekiyordu. Bunu Güneş de biliyordu ancak bilmiyormuş gibi davranıyordu. Annesinin çabasının yeterli olduğunu düşünmesini sağlıyordu. Onun karşısında iyiymiş gibi rol yapmak dışında hiçbir şey yapamıyordu. Çaresizlikten nefret ediyordu. “ Kardeşin nasıl? Çok ağlıyor mu?” Hızla ayağa kalkıp onun canını daha fazla yakmamak adına nazikçe yatağın kenarına oturdu Güneş. “ Emre iyi anne. Hatta dün birkaç adım bile attı. Görmeliydin o kadar komikti ki. Bana doğru gelmeye çalıştı ama iki adım attıktan sonra popo üstü düştü. Sonra ağlamaya başladı. Ama ben onu kucağıma alınca hemen sustu.”  Asuman Hanım, gözünden süzülen yaşları fark etmiş hemen silmeye kalkmıştı ama kablolar Güneş’in görmesini engelleyecek kadar hızlı hareket etmesine engel olmuştu. Bakışlarını kaçıran kız, yine görmemiş gibi yapmıştı. Sırf daha fazla üzülmesin diye“ Demek yürümeye başladı Emre.” Başıyla onayladı annesini. Ağlamamak adına her geçen saniye daha büyük savaş veriyordu.  Kardeşini dört aydır hiç görmemişti. Hastalığı son aşamaya geldiğinden beri… Babası kardeşini hastaneye getirmesine izin vermiyordu. Onun hastalanacağını düşünüyordu. Ancak annesinin kardeşine ihtiyacı olduğu gerçeğini göz ardı ediyordu. Kendisine olan ihtiyacını göz ardı ettiği gibi. Boğazına oturan yumruya rağmen gülümseyerek“ Yarın onu da getirmeye çalışacağım. Görünce inanacaksın bana. Üstelik anne de demeyi öğrettim ona” dedi fazla coşkulu bir şekilde. Asuman Hanım imkânsız olduğunu bilmesine rağmen onu görme düşüncesinin bile kendisini mutlu etmesine izin vermişti. Küçük oğlunu buraya getirmelerine imkân yoktu. Kocası izin vermezdi. Ama yine de bilmesine rağmen Güneş’e bunu söylemedi. Onun yerine“ Anne mi diyor?” diye sordu. “ Evet, bazen hiç susmuyor bile. Onu susturmak için eline oyuncak falan veriyoruz” dedi gülmeye ve annesini de güldürmeye çalışarak. İş yaramıştı. Gözünden süsülen yaşa rağmen gülümsemişti annesi. Bir anda ortaya çıkan kesik kesik nefes alışları Güneş’i korkutup panikletse de çok geçmeden annesi yine eskisi gibi nefes almaya başladığında, az bucuk rahatlamıştı. Her an onu kaybetme korkusuyla yaşaması gerekiyordu. Bir yıldır hastalığını biliyordu ama son dört aydır işler daha kötü hale gelmişti. Gözünden süzülen bir damla yaşı elinin tersiyle silip yeniden kabloların istila ettiği elini avuçladı. “ Anne, iyi misin?” diye sordu olmadığını görmesine rağmen. Başını yukarı aşağı salladı kadın.  Çok fazla dayanamayacaktı artık bedeni. Artık bunu hissedebiliyordu.“ Güçlü bir kız olduğunu biliyorum Güneşim. Kardeşin ile benim yerime de ilgilendiğini, ona yokluğumu hissettirmediğine de eminim.” “ Hissettirmiyorum anne. İnan bana. Onu bakıcıların eline de bırakmıyorum. Babam kızıyor bana ama umurumda değil. Kardeşimi benden daha fazla düşünemez ya o kadınlar?” dedi onun içini rahatlatabilmek adına nefes bile almadan.  Kızının ne yaptığını biliyordu. El verdiği ölçüde kardeşiyle ilgilendiğine de emindi. Evlendiği adam oldukça katı kurallarla yanındaki herkese hükmetmeyi seven biriydi. Kendisiyle evlendikten sonra bunu sürekli yapmıştı. Hiçbir hakkı olmadan yıllarca onun isteği altında yaşamıştı. Çok geçmeden Güneş’i kucağına almıştı. On beş yıllık evliliği boyunca bir yıllık kefaretini ödedikten sonra Güneş onun için doğmuştu.  On dördüne girmeye hazırlanan kızından almıştı tüm gücünü. Onun sıradan bir kız gibi olması için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Kurallar dâhilinde yaşayan disiplinli bir çocuk olmasını istememişti. Onun sevginin anlamını sözlükten okuduğu kadarını bilerek büyümesine izin vermek istememişti. Bu nedenle kocasına direnmişti. Güneş, istediği bir kız olabilirdi belki. Eğer biraz daha zamanı olsaydı reşit olduğunda özgür olabilirdi. Ancak on dört yıl ona kol kanat gerebilmişti. En çok da buna üzülüyordu. “ Biliyorum güzel kızım. Ona hiç şüphem yok zaten. Ama sana söylediğim şeylerin hiç birini unutma olur mu? Babanın güç gösterilerine boyun eğerek hayatın güzelliklerinden vazgeçme. Onun istediği gibi duygusuz, iş odaklı, sürekli zirveyi amaçlayan bir kız olma Güneş. Bu beklide sana verebileceğim son anne nasihati. Senin yalnız bir kız olduğunu görmek istemiyorum. Buna dayanamam. Sevilmenin de sevmenin de ne demek olduğunu öğren kızım.” Yüzünü eline yaslayan Güneş, ağladığını gözlemek istemişti ama görmemiş olsa bile annesi onun ne kadar üzüldüğünü hissedebiliyordu. Elini saçlarının üzerine koyan Asuman Hanım kalan gücüyle okşamak istemiş ancak başaramamıştı. “ Böyle konuşma anne.   Sen iyi… iyi...” olmayacağını bile bile olacaksın diyememişti. “ Yapma kızım. Geçeği ne kadar erken kabullenirsen senin için o kadar az yaralayıcı olacaktır.” “ Hayır anne, senin yokluğunun hiçbir şekli az yaralayıcı olmayacak. Hayatım boyunca bununla yaşayacağım. Sen yanımda olmayacaksın. Bunu nasıl kabullenebilirim ben?” dedi ve gözyaşlarını özgür bıraktı. Bunun annesine hiç bir faydasının olmadığını bilmesine rağmen bu denli veda eder gibi konuşmasına daha fazla dayanamamıştı. Acısı giderek katlanan kadın zar zor nefes almaya başlamıştı. Güneş’in bu anlarını görmesini istemiyordu. Ona bu acıyı da yaşatmaya gücü yoktu. Kızının önünde ölmek bir annenin en son isteyeceği şey bile olmazdı. Güneş bu kadarına dayanamazdı. Titreyen eliyle kızını omzundan geriye doğru itti. Onu kaldıramazdı eğer Güneş kendi istemiyor olsaydı. Annesinin neden onu kaldırdığını anlamak için yüzüne bakmaya başladığında zar zor nefes aldığını fark etti. Küçük kalbi aylardır acılar içinde kıvranıyordu ama sanki her gün hiç acı çekmemiş gibi dayanılmaz bir şekilde yeniden acıyla tanışıyordu. “ Anne ne oldu?” diye sordu korkuyla. İçinde bulunduğu acıyı dışa yansıtmamak için güç sarf eden kadın“ Bana kardeşini getirir misin?” diye sordu zorlukla. “ Lütfen.” Gelmeyeceğini biliyordu. Kocasının izin vermeyeceğini de. Tek istediği Güneş’i buradan uzaklaştırmaktı. Onun için yapabileceği tek şey buydu. “ Hemen anne. Gidip sana Emre’yi getireceğim. Merak etme sen. O zamana kadar dinlen” dedi Güneş. Sora da ayağa kalkarak kapıya doğru koşmaya başladı. Hastanenin önünde kendisini bekleyen özel bir araç vardı. Babası tekstil kralıydı. Bu kadar lüks onun hayatında neredeyse hiçbir şeydi. “ Eve, acele” diye buyurdu koltuğuna oturur oturmaz. Şoför kapattığı kapının ardından hızla aracın etrafında dolanıp kendi yerine oturdu ve söylendiği gibi hızla evin yolunu tuttu. Hıçkırıklarla ağlayan kızın sesini duyuyordu ancak sessizce işine odaklanmayı sürdürüyordu. Eğer patronu kızının ağladığını görecek olsa onu azarlar ve bu yaptığı için cezalandırırdı. Onun ne katı olduğunu herkes biliyordu. Biliyordu bilmesine rağmen ama kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyordu. Lüks araç yalının bahçesine girer girmez Güneş kapıyı açarak kendisini dışarıya atmış ve kapıya dayanmıştı.  Kendisine açılan kapıdan koşarak içeriye girerek üst kata kardeşinin odasına doğru ilerlemişti. Annesi onu görmek istiyordu. Emre’sini görmeye ihtiyacı vardı. Babasının ne söylediği umurunda değildi. Annesine bu şekilde acı çektirmesine izin vermeyecekti. Odasının kapısını hızla açıldığında, peşinde koşan yardımcılara aldırmadan içeriye bir adım attı. Beyaz halının üzerine oturan küçük çocuk ablasını görünce ellerini yere koyarak destek almış ve büyük cesaretle adım atmaya çalışmıştı. Güneş, kardeşi yere düşmeden onu kucaklamış ve ayağa kalkmıştı. Kapıya doğru yeniden döndüğünde bakıcı kadında paniklemişti. “ Güneş Hanım, nereye gidiyorsunuz?” diye sormuştu. “ Hesap vermek zorunda değilim” diyerek terslemiş ve hızlanarak merdivenlere yönelmişti. Bu kez onu durduramayacaklarını düşünüyordu. Bu kez kardeşiyle annesini buluşturacaktı. Alt kata inmeyi başardığında,  elindeki fincanla ayakta duran babasıyla göz göze gelmişti. Cesareti biraz kırılmıştı ama pes etmeden kapıya doğru yürümeye devam etmişti. “ Güneş” her aman olduğu gibi yine aynı düz tonu kullanmıştı. Buna artık alıştığı için yadırgamıyordu Güneş. Yine de bunun kendisini korkutmasına engel olamamıştı. “ Emre’yi nereye götürüyorsun?” diye sordu aynı düz tonda. Yavaşça geriye dönen kız babasının ifadesiz yüzüne ve anlam veremediği kadar soğuk tavırlarını izlemeye başladı. “ Annem Emre’yi görmek istiyor. Bu kez götüreceğim onu. Ondan oğlunu esirgeyemezsin. Onun kardeşimi görmeye ihtiyacı var” dedi ağlamaklı bir sesle. “ Onun hiçbir şeye ihtiyacı yok” diye karşılık verdi adam elindeki fincanı yan tarafa uzattığında. Hazır bir halde bekleyen kız hemen fincanı alarak geri çekilmiş ve baba kızı salonda yalnız bırakmıştı. Üzerine gelen adamın soğuk gözlerine bakarken ne demek istediğini düşünüyordu. “ Nasıl olmaz? Annem aylardır kardeşimi görmedi. Onun ne kadar kötü olduğunu bilmene rağmen nasıl bu kadar gaddar olabiliyorsun. Annem… annem…” Kucağındaki çocuğu tek seferde elinden alan babası bir milim bile oymayan mimikleriyle ağlayan kızının yüzüne bakıyordu. “ Annen öldü” dedi sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi. O kadar kolay söylemişti ki ölümü. Bu nedenle Güneş hemen idrak edememişti ne demek istediğini. Ancak ölüm çok farklı bir histi. Ne kadar inkâr edilse bile gerçekliğini bir şekilde kabullendiriyordu. Aynen Güneş’e yaptığı gibi. Babasının ruhsuzca annesinin ölüm haberini vermesiyle acısı katlanan kız, öfkeyle babasının üzerine yürümüş ve kalbinin üzerinde baskı yapan nefretini birer yumruk haline çevirerek babasının göğsüne indirmeye başlamıştı. “ Sen öldürdün annemi. Onu o hale sen getirdin. Sen kötüsün. Senden nefret ediyorum. Sen katilsin” diye bağırmaya ve kendini kaybetmeye başlamıştı. Küçük Emre ablasının öfkesiyle korkmuş ve o da bağırarak ağlamaya başlamıştı. Bakıcısı onu sakinleştirmeye çalışmak için ablasından uzaklaştırmak adına odasına görmek adına salondan ayrılmıştı. Güneş’in feryatları tüm evde inliyordu ve bu görüntü olana şahit olan herkesin kalbine dokunuyordu.  Gökhan Bey göğsüne inen küçük yumrukları iki eliyle tutarak durdurmuş ve kızını kendinden uzaklaştırmıştı. Karısına benzeyen kızının yüzüne bile bakmak ona zor geliyordu. Çünkü onun gibi zayıf ve duygusal olduğunu biliyordu. Ne kadar denerse denesin onu istediği gibi bir kız haline dönüştürememişti. Şimdi annesi de olmadığına göre rahatlıkla şekillendirebilecekti asi kızı. Artık ipleri kendi elindeydi. “ Saçmalamayı kes Güneş. Annen hastaydı ve öldü. Bunu ben yapmadım ona. Sen de bu gün ağla, yasını tut ne yaparsan yap. Ama yarın bu halde olduğunu görmeyeceğim anlıyor musun beni? Eğer bu şekilde zayıflık göstermeye devam edersen yurt dışına yollarım seni” diye tehdit ettiğinde, Güneş ağzına birikmiş olan hıçkırıklarını yutmak zorunda kalmıştı. “ Bu gün ne istiyorsan yap. Ancak yarın karşımda güçlü bir kız görmek istiyorum. Bu şekilde acınası birini değil. Eğer söylediklerimi ciddiye almazsan annenin cenazesinden sonra yurt dışına gidersin. Ve istediğim gibi biri olana kadar kardeşini göremezsin. Son sözüm bu dur” dedikten sonra kızını salonun ortasında bırakarak dış kapıya doğru yürümeye başladı. Güneş, kapıdan çıkıp gidene kadar ayakta neredeyse kelimenin tam anlamıyla nefes almadan beklemiş kapanan kapıyı duyar duymaz biriken tüm acısını özgür bırakarak çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı. Acısını yaşamaya bile izni olmayan bir evin içinde nefes alması gerekiyordu. Dizlerinin üzerine düşerek yere uzandı ve ağlamaya devam etti.  Annesinin son sözleri kulaklarında çınlıyordu ve hemen ardından babasının nefret dolu kelimeleri beliriyordu. Ne yapacağını bilemez halde dizlerini karnına çekerek ağlamasına devam ederek acısını, son kez doyasıya yaşadı.      9 YIL SONRA   Yönetmek zorunda olduğu toplantı başarıyla sonuçlanmış olabilirdi ancak babasının istediği kadar kusursuz bir anlaşma olmamıştı. Güneş, elbette bunun için başına gelecekleri biliyordu ama yine de yapabileceğinin en iyisi yapmıştı. Anlaşmaya oturdukları adamlar Çin’in önde gelen tekstil şirketlerinden biriydi. Birlikte bir anlaşma yaparlarken % 60’lık hisseyi kendilerine bırakmak istememeleri gayet normaldi.  Ancak Güneş, yine de % 55’li bir ortaklığa ikna etmişti onları. İşin çoğunu kendilerinin yapması göz önüne alındığında büyük ortak olmak kaçınılmazdı. Yine de onlar bunun için bile zorluk çıkararak işi yokuşa sürmüşlerdi. Ama olmuştu işte. Büyük ortak olarak belirlendiği hisseyi alamasalar da oldukça iyi bir payla anlaşma oluşmuştu. Odasına geldiğinde büyük bir yorgunlukla kendisini deri krem koltuğuna bırakmıştı. Dün gece hiç uyuma fırsatı olmamıştı. Okulun son senesine gelmişti ve vize haftası oldukça sıkıntılı geçiyordu. İş ve okul arasında gidip gelmek oldukça yorucu olsa da idare etmenin bir yolunu buluyordu. Okulun bitmesine bir senden az kalmıştı ve artık tamamen işine odaklanabilecekti. Bu koşturmada sona erecekti. Telefonunun hatırlatma sesini duyduğunda masanın üzerine elini uzatmış ve bu kez neyi unuttuğunu görmek için ekranı açmıştı. Kırmızı harflerle vize yazısını gördüğünde, hızla ayağa kalkmış ve askıdaki çantasını eline alarak asansöre doğru koşturmaya başlamıştı. Sınava geç kalıyordu. Dün gece sabaha kadar uyumadan çalıştığı sınavı unutmuştu. Koridorda hızla yürürken onu gören çalışanlar hemen ayağa kalkıp selam vermeye başlamıştı. Her zaman yaptığı gibi onları görmezden gelerek asansörün kapısına gelmiş ve çağırma düğmesine basarak beklemeye başlamıştı sırtı çalışanlara dönük olduğundan, ne kadar gergin olduklarının farkında bile değildi.  Çalışanlar üzerinde oldukça korkutucu bir etkiye sahipti. Güzelliğine rağmen soğuk bakışları, ciddi ifadesi, katı tutumu ve kusursuzluğa olan inancıyla herkesin korkulu rüyasına dönüşmüştü. Şirket sınırları içinde ondan çekinmeyen tek bir çalışan bile yoktu. Tabi babasından sonra... Güneş, kendisinden çekindiklerini bilirdi ama umursamazdı. Son dokuz yılını bu şekilde yaşayarak geçirmişti. O çaresiz kızı öldürmek için çok çabalamış ve sonunda başarmıştı. Annesinin son sözlerinin aksine soğuk ve iş kolik bir kız haline dönüşmüştü. Babasının tam istediği gibi biri oluvermişti. Öncelerde bu şekilde olmakta zorlanıyor olsa da zamanla buna da alışmıştı. Okulda iki kız arkadaşı dışında başka sohbet edebileceği kimsesi yoktu. Onları da babası bilmediğinden görüşebiliyordu. Ona arkadaş konusunda kesin bir çizgi vermişti. Hayatında arkadaş olarak sınıflandırabileceği kişilerin, sadece iş yaptığı kişiler olabileceği konusunda net bir yasak vardı. Onu zayıflatacak kimsenin varlığına izin yoktu. Arkadaş demek zayıflık demekti babasının dünyasında. Öyle düşünmüyor olsa da kabullenmiş gibi davranmayı sürdürdü. Sosyal hayatı, iş yemekleri ve davetlerle sınırlı olan bir kızın arkadaşlarının olması oldukça zordu ama Güneş onların varlığından dolayı oldukça memnundu. Aksi taktirde bu hayatın içinde çok fazla dayanamayacağının oda farkındaydı. Gelen asansöre binip zemin katın düğmesine bastı ve sırtını duvara yaslayarak gözlerini kapattı. Bedeni sürekli dinlenme ihtiyacı olduğunu ona göstermeye çalışıyordu. Güneş ise onu görmezden geliyordu. Henüz dinlenme lüksüne sahip değildi. Vizesi biter bitmez yurt dışına gitmesi gerekecekti. Paris moda haftasına katılmasını istemişti babası. Her ne kadar bu modacıların işi olsa da başlarında durmasını ve hata yapmadan dönmelerini garantilemesini buyurmuştu. Babası ona sıradan olma lüksü tanımıyordu. Diğer genç kızlar gibi boş vakit aktivitesiyle meşgul olamıyordu. En son kızlarla ne zaman bir şeyler yapmıştı onu bile hatırlamıyordu. Hatıraları işle doluydu. 23 yaşında bir kızda olmaması gereken anılara sahipti. Geçliğini yaşayamadan olgunluğa erişmiş ve başarılı ama yalnız bir kadın haline dönüşmüştü Açılan asansörden inerek loş ışıklarla aydınlatılan şirket otoparkında yürümeye başladı. Çantasının içinden çıkardığı anahtarla beyaz arabasını açtı ve kapısını çekip kendisini yumuşak koltuğa bıraktı. Yan tarafa bıraktığı çantasından yükselen telefonun sesiyle arabayı çalıştırmadan önce uzanıp telefonunu çıkarıp ekrana bakmadan kulağına dayadı. “ Güneş” diye bağırdı heyecan dolu bir ses. “ Nerdesin sen? Yarım saat kaldı sınava.” İçli bir nefes aldı.“ Biliyorum Lale. Toplantım yeni bitti. On dakikaya orada olmaya çalışacağım. Bana yer tutun” dedi. “ Tamam, çabuk gel. Sana bomba haberlerimiz var” dedikten sonra telefon kapanı verdi. Ne olduğunu söylememiş merakta kalmasını istemişti. Onların bu hallerini seviyordu zaten Güneş. Hayatında onlar sayesinde biraz olsun farklı bir renk olmuştu.  Oysa onlarla yolları kesişene kadar hayatı iki renkten ibaretti. Siyah ve gri… Annesi hayatı gök kuşağına benzetirdi her zaman. Bir gökkuşağı nasıl rengârenk büyüleyici oluyorsa, hayat da duygularla güzelleşirdi. Bu yüzden her duygunun bir rengi olduğunu söylerdi. Hayatına ne kadar renk katarsa o kadar gösterişli görünürdü. Annesin ne demek istediğini zamanla anlamıştı.  Lale ve Duygu ile diğer renklerde yağmaya başlamıştı gökyüzüne. Mutluluk, cıvıl cıvıl sarıydı mesela, dostluk ise mavi. Huzur verici. Şefkat tatlılı mı tatlı pembeydi, yeşil ise umutları. Gri özlemdi. Arafta kalmak gibi. Beyaz masumiyeti ifade ederdi. El değmemiş lekesiz, kirletilmeyecek kadar özel. Ayrılık siyahtı. Harap edici bir fırtına, dipsiz bir kuyu sonu olmayan karanlık gibi… Aşk, henüz tanışmamıştı ama alev alev kırmızıydı. Değdiği kalbi kasıp kavuran yıkıcı ama vazgeçilmez bir duyguydu.  Annesinden kalma bu alışkanlığını içten içe sürdürmeye devam ediyordu. Zaten annesinden kendisine pek bir şey kalmamıştı babası itinayla hepsini yok etmişti. Annesinin zayıf bir kadın olduğunu, duygularıyla yönetildiğini söyleyip durmuştu yıllarca. Sonunda kendisinden de tüm duyguları söküp almıştı. Arabasını çalıştırıp yola koyulduğunda hala gülümsüyordu. Bomba haber olarak Lale’nin neyden bahsettiğini bilmiyordu. Ancak bomba haber olarak algılayabilmesi için hisse senetlerindeki artış ve ya borsadaki yatırımlarının kazandığını duyması gerekiyordu. Lale’nin bu tarz şeylere ilgisi olmadığını bildiğinden, daha sıradan ve kızsal şeyler duymak için hazırladı kendisini. Babasının itirazlarına rağmen Boğaziçi üniversitesinde okumayı başarmış ve bundan bir kez pişman olmamıştı. Etrafında kendisi kadar zenginleri de vardı ancak sıradan kişilerde yok değildi. Babası zaten bu nedenle devlet okulunda okumasına karşı çıkmıştı. Evet, başarılı ve zeki insanların okuyabildiği harika bir okuldu ama her zümreye ait insanların da var olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ama direnmiş ve özel okulda okumak yerine Boğaziçi’de okumayı başarmıştı. Lale ve Duygu’ya tanışmış ve gerçek hayatından kısa süreli olsa da uzaklaşabilmişti. Belki okulda kendisine iki kız haricinde kimse yaklaşmak konusunda hevesli değildi ama sorun olarak görmüyordu. Çünkü bu konuda kendisinin suçu olduğunu biliyordu. Daha doğrusu babasının. Bu hale gelmesi için çok emek harcamıştı. Başarmıştı da. Kızı artık çevresindekilerin ulaşılamaz olarak gördüğü biri oluvermişti. Zor, şımarık ve kibirli tekstil prensesi… Okula girdiğinde aracını öğrenci otoparkına çekti. Üzerindeki takım elbiseden dolayı okul hayatına oldukça resmi kaçtığını biliyordu ama üzerini değiştirmek için vakti olmadığından böyle gelmesi gerekmişti. Dikiz aynasından lacivert kalem eteğinin askılarını düzeltip gömleğine çeki düzen verdi. Adı gibi güneş gibi parlayan saçlarını elinin düzeltip makyajına baktı ve sorun olmadığını gördüğünde kapıyı açıp dışarıya çıktı. Sonra da İşletme binasına doğru koşturmaya başladı.  Okula gelişi on dakikadan fazla sürmüştü. Lale ve Duygu kendisine kızacaktı büyük olasılıkla. Amfiye girmeyi başardığında kendisini görüp el sallayan arkadaşları sayesinde onları bulması kolay olmuştu. Koşturmaya devam ederek yanlarına geçip ayırdıkları yere oturmuştu. “ Hazırlıklı değilsin değil mi?” diye sordu Lale. Yanında sınava girmek adına hiçbir eşyası olmadığını tahmin etmişti. İçeriye gelirken üzerindeki kıyafetlerden eve uğramadığını anlamıştı. Güneş, çantasını açmaya bile gerek görmemişti çünkü olmadığını biliyordu. Gözüne dökülen düz saçlarını eliyle kulağının arkasına itip gülümsedi. Çok sık yaptığı bir davranış olmadığından kendisini kötü hissederek hemen eski haline dönmüştü. “ yardımınıza ihtiyacım var” diyerek kabullendi. Lale ve Duygu duyduklarına çok şaşırmış gibi ellerini ağızlarına kapatarak birbirlerine şaşkın gözlerle bakmaya başlamışlardı. Ne olduğunu anlamayan kız onların bu hallerine anlam yüklemeye çalıştı ama yapamadı. Bu tarz konularda oldukça beceriksizdi. “ Duydun değil mi Duygu? Bizim prensesin yardıma ihtiyacı varmış.  Duy da inanma” diye eğlenmeye başlamışlardı. “ Yardım edecek misiniz?” diye sordu çatık kaşlarla. Kendisine prenses denilmesinden hoşlanmıyordu. Burada sıradan biri gibi olmak istiyordu. Babasının omuzlarına yüklediği, kendisine büyük gelen resmi sıfatlardan birkaç saatliğine olsa da sıyrılmak istiyordu. Duygu, çantasından çıkardığı yedek kalem ve silgiyi arkadaşına uzatmış ancak ona takılma fırsatı bulamamıştı. İçeriye giren gözetmenler konuşmanın uzamasına imkân vermemişti.  Kızlar kendilerini sınav pozisyonuna hazırlamışlardı bile. Profesörün de gelişiyle sınav da başlamış oldu. Adını kâğıdın üst köşesine yazdıktan sonra sorulara kısaca göz gezdirdi.  Hepsi de çalıştığı yerlerden gelmişe benziyordu. Dün gece sabaha kadar çalışmanın verdiği rahatlıkla soruları tek tek yanıtlayarak sınavı bitirmişti. Belirlenen süreden önce kâğıdını doldurduğundan kalemini kızların önüne itip “ Kafeteryadayım” diye fısıldadıktan sonra kâğıdı ve çantasını eline alarak ayağa kalktı. Kendisine yönelen bakışlara aldırmadan kürsüye doğru yürümeye başladı. Sınav kâğıdını görevliye teslim edip amfiden dışarıya çıktı. Okulda kalkmak için gerekli zamanı vardı. Bu yüzden biraz olsun mutluydu. Giriş tarafında yer alan bölüm kantinine doğru yürüme başladı. Vizelerin son günü olduğundan öğrenciler rahatlamış halde etrafta dolanıyordu. Kimisi bahçeye çıkıyor kimisi de kafeteryaya doğru gidiyordu. Sınavların verdiği stresten dolayı kimse sınıfta kalmak istemiyordu. Onun yerine kendilerini eğlenceye vermişlerdi. Çantasının içine elini uzatıp telefonunu çıkardığında sessizde olan telefonunda üç cevapsız arama görmüştü. Olduğu yerde durup arama kaydına baktığında, babasının sekreteri olan Yakup Bey tarafından arandığını görmüştü önce telefonun sesliye aldı. Daha sonra arama tuşuna basarak Yakup Beyi aradı. İkinci çalışta açılmıştı. “ Güneş Hanım.” “ Evet” dedi soğuk bir yanıtla. Zaten kimsenin ondan sıcak bir karşılık beklediği yoktu.  Baba kızın ne kadar soğuk ve katı olduklarını etrafındaki herkes bilirdi. Kendi aralarındaki ilişkilerde bu kadar katı ve soğuktu. Baba kız olduğunu bilmeyen kimse inanmazdı. “ Babanız şirkete geri dönüp dönmeyeceğinizi soruyor efendim.” Nasıl yaptığını anlamıyordu babasının. Sanki kendisine vakit ayırmak istediği zamanları hissediyor ve bir şekilde engel oluyordu. Aynen şu anda yaptığı gibi. Ama pes etmeyecekti. Bu gün biraz rahatlamak istiyordu. Zaten yarın yeniden iş hayatına geri dönecekti. “ Hayır Yakup Bey. Bu gün şirkete geri dönmeyeceğim. Babama iletirsiniz” dedi ve telefonu kulağından çekti. Konuşma sürerse babasının galip geleceğini biliyordu. Bu nedenle kısa kesmek istemişti. “ Güneş Hanım” diyen adamın sesini duyduğunda yeniden telefonu kulağına götürdü. “ Akşam babanız davete gitmeniz…” ancak devamını dinleyememişti. Koluna çarpan bir bedenden ötürü dengesini kaybetmiş ve yere düşüvermişti. Telefonu kendisinden oldukça uzağa yönelirken ne olduğunu anlamak adına etrafına bakınmaya başladı.  Yan tarafındaki duvara tutun genç adamın kendisine yönelen bakışlarını gördüğünde az önceki kazanın faili olduğunu anlamasına yetmişti. Öfke saçan gözlerle adama bakarken, genç adam ayrıldığı duvardan kendisine yaklaşarak elini uzatmıştı. Güneş, kendisine uzanan ele bir süre öfkeli gözlerle bakmış sonra da mavi gözleri elin sahibine yönelmişti. Kahverengi gözler, kısa kesilmiş özenerek şekillendirilmiş koyu kahve saçlar, yeni çıkmaya sakalların kuşattığı sempatik bir yüz, kendinden emin tavırlar ve oldukça kusursuz bir vücut. İtiraf etmesi gerekirse oldukça yakışıklı biri olduğu ortadaydı. Ancak bu az önce kendisine çarpıp yere düşmesine neden olmasını gerçeğini değiştirmiyordu. Çevresinde toplanan ve ne olacağını merak eden bakışları hissediyordu ancak umursamamaya alışkın olduğundan sadece kendisine elini uzatan adama bakıyordu. “ Elimi tutmayacak mısın?” diye sordu kızın tepkisizliğinden sıkılınca. Bakışlarını yere indirip kendi çabasıyla yerden kalkan Güneş, düşürdüğü eşyalarını da toplayarak kafeteryaya doğru yürümeye başladı. Tanımadığı kişilerle konuşma gibi bir niyeti yoktu. Üstelik bu kişi onu yere düşürecek kadar kör olunca, gerek bile görmemişti. “ Prenses çok kabasın” diye seslendi arkasından. Bu yardım çabasından daha fazla etkilemişti Güneş’i. Olduğu yerde duran kız yavaşça geriye döndü. Kendinden emin bir şekilde gülümseyen ve konuşma çabasına karşılık vermesinden dolayı memnun adama bakmaya başladı. En başından yeniden süzdü onu. Bu kez yüzüne değil giyimine takılmıştı. Marka kıyafetleri nerede görürse görsün tanırdı. İşi buydu. Kalite onun uzmanlık alanıydı. Karşısındaki adamın durumunun iyi olduğu giyindiği kıyafetten, normal bir insanın almaya cesaret edemeyeceği kadar pahalı olan saatinden, markaya ait olan spor ayakkabılarından anlaması zor olmamıştı. “ Bir özür duyduğumu hatırlamıyorum” diye karşılık verdi duygusuz bir ses tonuyla. Kendisine prenses denilmesinden nefret ediyordu ve bunu bilen herkes bu şekilde hitap ediyordu ona. Aynen bu adamın yaptığı gibi. Başını öne arakaya sallayan adam, az önce aralarına koyduğu mesafeyi emin adımlarla kapatıp bir adım önünde durarak gözlerinin içine bakmaya başlamıştı. Bu kadar uzun uzun biriyle bakışmak hoşlandığı bir durum değildi. Sadece iş yaptığı kişilerle göz teması kurmayı severdi. O da kendine olan güveni ortaya koymak içindi. Ama hiç tanımadığı bir adamla ayaküstü bakışmak tercihi değildi. Üstelik bu kadar olumsuz bir elektrik alırken. “ Özür dilerim. Bir yerinizi incitmediniz umarım?” diye sordu kibarca. Her halinden belliydi bu tarz durumların içinde sıklıkla bulunduğu. Kızları etkilemek, onları büyüsü altına almak çocuk oyuncağıydı. Bu sarışın iş kolik kız, uzun zamandır radarına takılıyordu ancak fırsatını bulamadığından konuşma şansı elde edemiyordu. Bu sahte kazayı da sırf onunla konuşmak için yapmıştı. İşe de yaramıştı. Herkesin ilahlaştırdığı tekstil kralı Gökhan Bozdağ’ın biricik veliaht prensesi kendisini fark etmişti.  Güneş Bozdağ… Okul içinde her on kişiden beşinin hayali olan ama konuşmaya cesaret edemediği asi güzeldi. Soğukluğu, mesafeli tavırları, kendisine olan güveni ve bariz şekilde belli olan kibriyle her adamın cesaret edemeyeceği kadar yükseklerde bir kızdı. Onun gibi kızlar ancak kendisiyle aynı sevide olan adamlarla olabilirdi. Kendisi gibi… Belki zor olurdu ama olurdu. “ Sorun değil dememi bekliyorsunuz sanırım?” diye sordu meydan okuyan mavi gözlerini bir an bile kaçırmadan. “ Lütfen” “ Hayır,” dedi ve ikinci kez ona sırtını dönüp kafeteryaya doğru yürümeye başladı. Kıkırdamalar ve alaylı bakışlar altında uzaklaşan kızı izleyen genç adam sinirle dişlerini sıkarak olduğu yerde dikilmeye devam etmişti. Omzuna değen bir elle artık görünmez olan kızın arkasından ayırdığı bakışlarını yan tarafına çevirdi. “ Sanırım bu kez sert kayaya çarptın” dedi arkadaşı alaylı bir şekilde. Bu onu daha fazla öfkelendirmişti. O kız kendisini reddetmekle kalmamış bir de rezil etmişti. Bu okulda kendisine hayır diyebilecek bir kız olmadığını düşünen biri için oldukça sinir bozucu bir durum içindeydi. “ Kaybol Ali” dedi öfkeyle ve bahçeye doğru yürümeye başladı. Sinirini birilerinden çıkarması gerekiyordu. Ve onun sakinleşmesine yardımcı olabilecek tek bir şey vardı. Güzel kadınlar. “ Cenk” diye bağırdı arkadaşı ama durmadı. Otoparka doğru yürümeye devam etti. Şimdi gidecek, gücünü toplayacak yarın daha büyük bir kozla geri dönecekti. O kibirli prensese kimi reddettiğini gösterecek, onu kendisine âşık edecek ve dersini verecekti. Kimse onu görmezden gelemezdi. Kimse ama hiç kimse… ******                          

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

HÜKÜM

read
224.2K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
523.1K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook