Son Sigara...

1640 Kelimeler
Anlattıklarınız kimseyi ilgilendirmese de, sırf onları anlatmaya ihtiyacınız olduğu için dilinizin bağını çözersiniz bazen. Her ne kadar yalnızlığı tercih etmiş gibi görünsem de, ister istemez her sağlıklı insan gibi birileri ile iletişim kurma ihtiyacı duyuyordum. Yaklaşık yarım saattir karşılıklı oturduğumuz halde tek laf etmeden, anlaşmış gibi sustuğumuz yüzbaşı ile bir şekilde bir sohbet konusu bulmaya çalışmam da bu yüzdendi. Fakat bir şeylere öyle dalmıştı ki, değişen yüz hareketleri ve sıkıntılı solukları ile kendi içinde derin bir muhasebede olduğunu fark etmeniz kaçınılmazdı. Ancak o adamın kim olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyordum. "Sizi yaralayan kimdi yüzbaşı? Ali çavuşa tasvir ettiğiniz eşkal benim gördüğüm kişiye uyuyordu. Aynı kişi olmaları yüksek bir ihtimal sanıyorum. Kaçak bir avcının bir askeri yaralamaya cesaret edebileceğine bir türlü aklım ermiyor. Sanki başka bir durum var gibi." "Merakını anlıyorum Hayat öğretmen ama bu artık adli bir vaka. Size bu konuda bilgi vermem uygun değil. Kaldı ki ben de şimdilik sadece sizin bildiğiniz kadarını biliyorum." "Epey kan kaybettiniz, dinlenmeye ihtiyacınız var. Üstelik bir şeyler de yemediniz." " Bu saatlerde pek bir şeyler yiyip içme alışkanlığım yok. Üstelik karargahtan her an haber gelebilir. Ama siz benimle beklemek zorunda değilsiniz. " "Ziyanı yok, uykusuzluğa alışkınım. Hem durumunuz pek iyi değil, bir şeye ihtiyacınız olabilir." "Sanmıyorum ama siz bilirsiniz. Zaten bir kaç saat sonra sıhhiye subayları gelip alırlar beni. O adamın da uzun bir zaman buralarda gezebileceğini sanmıyorum. Zaten izini bulursak ağır bir ceza alacak." "Umarım bir an önce bulunur. Yani ne sebeple böyle gizemli hareket ettiğini bilmiyorum ama tehlikeli biri olduğu kesin. Bir kanun kaçağı olabilir mi?" "Belki de. Koğuşturma tamamlanmadan bunu bilemeyiz." Hem haklıydı hem de üstü kapalı konuştuğu için sinirlerimi geriyordu. Ama evimde bir arada kalmak zorunda olduğum yabancı bir adamın üzerine ne kadar gidebileceğimi, durumu nereye kadar sorgulayabileceğimi, onun tepkilerini kestiremediğim için ne yazık ki bilemiyordum. Ben de sıradan bir sohbet açmaya karar verdim. "Burada görev yapmaya başlayalı epey oldu sanırım. Çevreden sizi tanıyan kişi çok." " İki yıldır buradayım. Sürekli devriye gezdiğimiz için halkla iletişimimiz de yoğun oluyor haliyle. Peki siz? İlk görev yerinizdi bu köy, yanlış hatırlamıyorsam." "Evet ilk görev yerim. Karadeniz'i oldum olası merak etmişimdir. Tayinimin buraya çıkması büyük şans benim için." "Peki aileniz? Onlar İstanbul'da mı yaşıyor?" "Babamı çok küçük yaşta kaybettim. Annem öldüğünde ise henüz 16 yaşındaydım. Çok yakın bir ahbabımız ve ailesi büyüttü beni. Ne annemin ne de babamın yokluğunu aratmadılar. Tek yakınım onlar anlayacağınız. Doğma büyüme İstanbul'lular. Peki siz aslen nerelisiniz?" "Annem de babam da Giresunlu. Uzaktan akrabaymışlar zaten. Anlaşmış ve evlenmişler. İki kız kardeşim var, ikisi de İzmir'de okuyor. Annem ve babam da köye yerleşip kendilerini bağa bahçeye verdiler. İzin zamanları gidip geliyorum ben de." "Yine de şanslısınız. En azından aileniz hayatta ve size yakın. Umarım hiç ayrılmazsınız." Son sözlerimi söylerken yüzüne bakamamış ve dolmak üzere olan gözlerimi saklamıştım. Annemi kaybettikten sonra kimsenin yanında ağlamamıştım ben. Ağlamayı zayıflık olarak gördüğümden değil, başkalarının üzerimde acıma hakkı iddia etmesindendi çekincem. Yoksa doyasıya ağlamaya yoğun bir ihtiyaç hissederdim bazen. Sanki içimi sıkan, zihnimi yoran bütün irin göz yaşlarımla akıp gidecek gibi gelir ve akmadıkça da oldukları yerde amansız sızılara sebep olurlardı. Yüzbaşı durgunluğumdan anlamış olacaktı ki yavaşça ayaklandı ve perdeyi aralayarak dışarıyı seyretmeye başladı. Daha öncesinde evde sigara içmek için benden müsaade istemişti. Tekrar sormaya gerek duymadan paketinde kalan son dört sigaradan bir dal daha çekip çıkardı. Onun yerine ben sıkıntıya düşmüştüm. Bir tiryakinin bir kaç saati bu kadar az sigara ile atlatamayacağını az çok biliyordum. Tahir amca da sıkı bir tiryakiydi ve gece için paketini yedeklemeden asla rahat uyuyamazdı. Yüzbaşının da tiryaki olduğu dumanı içine çekişinden ve bir milimini bile ziyan etmeyişinden belliydi. Bir bildiği vardır diye düşünerek kahve suyu koymak için ayaklandım. Oturma alanına arkası dönük olan yüzbaşı, hareketlendiğimi anlamış olacak ki aklındaki soruyu sormaktan geri durmadı. "Kendini çok yalnız hissediyor musun Hayat öğretmen? "Yalnız hissetmek beni üzmüyor. Aksine yalnızlığı seviyorum. Hesap vereceğim tek yer kendi vicdanım. Başkalarına karşı sorumluluk alacak kadar yürekli değilim." " Bir aile kurmayı düşünmüyor musun?" " Aile olmak herkesin harcı değil. Becerebilir miyim bilmiyorum. Siz kurmak istiyor musunuz peki?" " Mesleğim aile kurmak için pek elverişli değil ama kendi ailemi kurmayı çok istiyorum. Aile kavramı benim için çok değerli." "Sizin gibi düşünmediğim için kusura bakmayın. Belki de tam anlamıyla yaşamadığımdan bilmiyorum. Ama yine de kendine güveni olmayan kişilerin aile kurmaya kalkışmamasından yanayım." "Maksadım seni üzmek yahut yargılamak değildi. Sadece kendi fikrimi söyledim." "Anlıyorum. Umarım hayalinizdeki aileyi bir gün kurarsınız. Uyumayı düşünmüyoruz madem birer kahve içelim. Ayık kalmanıza da yardımcı olur. Bu arada ağrınız ne durumda? Pek kuvvetli bir ağrı kesicim yok ama yine de idare ederler. Sık sık migren şikayeti yaşıyorum da. O nedenle elimin altında sürekli bulunuyor." "Bir yerde çikolatanın migreni tetiklediğini okumuştum. Ama gördüğüm kadarıyla sen epey düşkünsün çikolataya. Rafta duran kavanozlar seni ele veriyor bakma öyle." "Onlar mı? Onlar benim için değil. Ben de severim ama onları öğrencilerim için aldım. Tanışırken tatlı bir an olsun aramızda diye. " "İlkokul öğretmenliğini tercih ettiğine göre çocukları seviyor olmalısın." "Çocuklar yaprakları lekesiz bir defter gibi. Onlara vermek istediğinizi hemen alıp işliyorlar. Kalpleri temiz, vicdanları güçlü. Onlarla anlaşmak benim için her zaman daha kolay oldu." "Çocukları böylesine seven birinin aile kurmak istememesi sence de biraz garip değil mi? Yoksa çocuk sahibi olmak için aile kurumuna ihtiyaç olmadığını mı düşünüyorsun?" "Hakkımda fikir mi yürütüyorsunuz yoksa direk yargılıyor musunuz anlayamadım. Ama her çocuğun sağlıklı bir aile ortamında büyümesi gerektiğine inanıyorum. Aileler arasındaki eşitsizliklere maruz kalan çocukların her şeye rağmen eşit olabildikleri ortamlardan birisidir okul. Ben onların isterlerse her şeyi başarabileceklerini, eksiklerini giderebileceklerini anlatacak tarafım. Belki aile kurmayı beceremem ama o ailelerin çocuklarına erdemli olmayı öğretebilir, daha sağlıklı ailelerin temellerinin atılmasına katkı sağlayabilirim." "Bir bakıma haklısınız ama toplumun en önemli yapı taşı olan aile kurumunu korumak ve sürdürmek gerektiğini düşünenlerdenim. Geleneksel bir bakış açısı ya da sığ görüşlülük olarak adlandırabilir bazıları ama bana göre bireyi topluma hazırlayan temel eğitim ailede verilir. Siz o temelin üzerine ancak bir şeyler inşa edebilirsiniz." "Bu çok katmanlı bir mevzu yüzbaşı. İçine dalarsak sohbetimiz yarım kalabilir. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki; ikimiz de kendi açımızdan haklıyız. Ben kendimi yeterli görmediğim için aile kurmamayı, siz de aile kurumunun sürdürülmesi için aile kurmayı düşünüyorsunuz. Kendinize güveniyor ve iyi bir aile babası olacağınızı düşünüyorsanız ne ala." Söylediklerimden sonra bir süre sessizce yüzümü inceleyen adam, yerimde rahatsızca kımıldayınca bakışlarını çekti ve duvardaki saati göz hapsine aldı. Onun hareketlerini göz ucuyla takip ederken, aynı zamanda da söylediklerini düşünüyordum. Aile kurmaya bu kadar hevesli oluşu ve özlemi ile yaşaması kafamda bir takım soru işaretleri oluşturmuştu. Acaba ailesinde noksan gördüğü şeyleri tamamlamak mıydı niyeti, yoksa kendi aile geleneğini sürdürmek mi? Her ne kadar konuşkan ve meraklı gibi gözükse de, adeta bir kapalı kutuydu yüzbaşı. Yalnız kaldığımızda sohbet kurma çabasında oluşu, onun hakkında ilk başlarda düşündüğüm ketumluk vasfından sıyrılmasını sağlıyordu. Büyük ihtimalle, başkalarının yanında samimiyet kurmak istemeyişi, yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına giriştiği erdemlilikten kaynaklanıyordu. Açıkçası bu yaklaşımını ona belli etmesem de takdir ettim. Uzun süren sohbetin ardından aramızda yeni bir sessizlik vuku bulmuştu. İkimizin de gözünde damla uykunun olmayışı dün gece yaşadığımız hareketlilikten ve birbirine yabancı olan iki insanın bir arda kalma mecburiyetinden kaynaklanıyordu. Dışarıda hız kesmeden yağan yağmura eşlik eden alaca karanlık, sabahın habercisiydi. Yüzbaşı bu sürede bir kaç kez pencerenin önüne geçmiş ve dışarıyı kolaçan etmişti. En son pencerenin önünde durup paketindeki son sigara ile bakıştığında ise yüzbaşının telefonunun sesi ortama yayılmaya başladı. Paketi pencere pervazına bırakıp, kullanabildiği eli ile telefonu çıkardıktan sonra arayana kısa bir bakış attı ve çağrıyı yanıtladı. "Seni dinliyorum çavuş." "..." "Ne demek ekipler yola çıkamaz?" "..." "Çavuş sıçtırma hava şartlarına. Yok mu komutanlığın elinde arazi aracı? Onu göndersinler. Burada bir gün daha kalamam." "..." "Her neyse. Adamımızdan bir haber var mı? Araç takibi yapılıyor değil mi?" "..." "Bana an be an haber ver gelişmelerden." "..." "Ben iyim merak etme." Telefonu kapatıp burun kemerini sıkıntı ile sıkan adama dikkat kesilmiş, az önce yaptığı konuşmanın ne anlama geldiğini öğrenmek için bekliyordum. Anladığım kadarıyla yol yeniden kapandığı için yardım ekibi gelemeyecek ve yüz başı en azından bu heceyi de burada geçirmek zorunda kalacaktı. Arkasını dönüp benim meraklı bakışlarımı görünce, tahmin ettiğim açıklamayı yapmaya başladı. "Yol kapalı olduğu için sağlık ekibi gelemiyormuş, adamdan da henüz bir haber yok maalesef. Ne yazık ki bu gece de köyde kalmak zorundayım. Size daha fazla rahatsızlık vermek istemem. Muhtar ile görüşüp bir çaresine bakacağım." "Olmaz!" "Anlamadım, ne olmaz?" "Olmaz, yani başka yerde kalamazsınız. Bu halde onların karşısına çıktığınızda dün geceyi nerede geçirdiğinizi merak edecekler. Biz ne kadar net bir açıklama yapsak da onlar farklı bir çıkarım yapabilir. Siz bu gece de burada kalın. Yarın yol açıldığında askeri araç gelir ve siz de onlarla beraber teftişe gelmiş gibi davranırsınız." "İyi de size yük olmuş olacağım. Hem tahmin ettiğiniz gibi bir çıkarım yapacaklarını sanmıyorum. Her şeyi olduğu gibi anlatınca neden yanlış düşünsünler ki?" "Anlamıyorsunuz. Birisi düşünmezse, başka biri mutlaka düşünecek. Siz gideceksiniz ama ben o insanlarla yüz yüze bakacağım. Tek bir imalı sözü, bakışı bile kaldıramam." "Ama size de rahatsızlık vermeye devam edemem. Hem sigaram da bitti. En azından muhtardan sigara temin etmesini isteyebilirim." "Ben size sigara bulacağım merak etmeyin. Yeter ki gece burada kaldığınızı kimse öğrenmesin. Çayın karşısında ufak bir bakkal var. Eminim orada sigara vardır. Ben çay suyunu koyayım, gidip hemen alırım sigaranızı. Hem tamamlamam gereken bir kaç eksik de var. Şanslıysam onları da almış olurum. Siz sadece oturup rahatınıza bakın lütfen." "Ama sana zahmet olacak Hayat öğretmen. Borcum giderek kabarıyor. Borçlu kalmayı hiç sevmem." "Üzülmeyin. Belki bir gün ben de sizin gibi yaralanıp başınıza iş açabilirim. Böylelikle ödeşmiş oluruz. Zira yakınlarım arasında sakarlığım ile bilinirim." "Sen yaralanma. Başka ne zaman istersen başımın üzerinde yerin var." Onu tanıdığımdan beri ilk defa yüzünde samimi bir tebessüm belirmişti. En az onun kadar samimi bir tebessüm de ben yerleştirdim çehreme. Sönmeye yüz tutmuş sobanın kovasını yedeği ile değiştirip, közlü kovayı da soğuması için kapı önüne çıkarmıştım. Az önce içeride canhıraş bir şekilde yalnız kaldığımızı kimsenin bilmemesi gerektiğini söyleyen bendeniz, yüz başının botlarını gece boyunca kapı önünde bıraktığımı ve eve doğru gelen muhtarın hanımını aynı anda fark etmiş bulundum...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE