Muamma...

1734 Kelimeler
Her ne kadar ince ince plan yapsanız, aklınızca kusursuz bir düzenek kurduğunuzu düşünseniz bile bazen rüzgarın hızını beklenenden bir nat fazla arttırması ya da tahmin edilen yönün tersinden esmesi, bütün kurulu düzenleri sarsıp, daha da kötüsü yerle bir edebiliyor. Eve doğru gelen kadınla aramdaki mesafe giderek azalırken, oldukça hızlı davranmam şarttı. Öyle ki saniyeler içerisinde kapının önündeki botları gizleyip yüzbaşını da bir şekilde yok etmem gerekiyordu. Hem içeride ne yaptığımı kestirmeye çalışan adama bakıyor hem de kafamdakileri yapabilmek için zamanla yarışıyordum. Halimdeki tuhaflığın farkına varan adam, hızlı hareketlerle yerinden kalkıp, tülü aralamadan meydana çıkan yola baktı ve benim fark ettiğim şeyi fark etmesiyle hızla yanıma geldi. "çabuk botlarımı bana ver, ben içerideki odada bekleyeceğim." dedi. Sanki onun yönlendirmesi gerekiyormuş gibi hızla kendime gelip dediğini yaptım. Bir dakikadan az bir sürede normal duruşumu kazanıp gelen kadına tebessüm etmeye başladım. Eli kolu dolu bir şekilde geldiği için hızı nispeten yavaştı ve bana zaman kazandırmıştı. "Hayat öğretmen sabahun hayrola. Kişluk bişeyler etmiştum. Darhana, erişde, biber kurusu bi da lobiya turşisi var. Az biraz koydum torbalara sağa da geturdum. Düneğin epey yoruldun, iş ettun aşama gadan. Elinin altinda bulunsun." "Hayırlı sabahlar Hanım abla. Neden zahmet ettin? İki gündür çok mahcup ediyorsun beni. Yol açılınca ilçeye inip yapacaktım alışverişimi. Beni idare edecek şeyler vardı evde çok şükür." "Olsun kizum olsun. Ha buraya insanuz hepumuz. Yoruldun ettun, erzağun yoktur. Aç mi kalacasun? Ben da olmasa sen da bena edesun da." "Elbette o nasıl söz? İçeri gelmez misin, çay koyacaktım ben de. " "Yok kizum, daha mallarun yanina gideceğum, alaflarini verup, altlarini alacağum. Geç bila kaldum. Bağşa zaman inşellah." "Öyle olsun madem. Bak sözümü aldım ben, bir gün oturup çay içeceğiz. Az bekle, üzerime bir şey alıp, ben de geleyim köprüye kadar seninle. Bakkala uğrayıp bir şeyler alacaktım." "Eyi madema bekleyrum ha buraya." Yüzbaşının konuşmaları duyduğunu farz ederek üzerime kabanımı alıp botlarımı giydim. Beni bekleyen kadınla yaklaşık üç yüz metre kadar havadan sudan konuşarak yol ayrımına kadar geldik. Köydekiler çoktan güne başlamış ve işlerini yapmaya koyulmuşlardı. Olabildiğince hızlı adımlarla bakkala gidip gözüme çarpan birkaç şey ile bir karton da sigara almıştım. Bakkal sahibi bana onaylamaz gözlerle bakarken onun bu tutumunu görmezden geldim. Açıklama yapmak zorunda değildim. İçip içmediğim ya da ne maksatla aldığım onu ilgilendirmezdi. Bu köydeki neredeyse herkese mesafe ile yaklaşırken, kimsenin fikrini önemseyecek kadar bir yakınlık kurmak niyetim de yoktu. Alacaklarımı alıp, kimseye takılmadan geldiğim yolu geri dönmüş ve cebimdeki anahtarla kapıyı açarak içeri girmiştim. Bir anlığına evimde bir misafir olduğunu unutmuş olacağım ki, odanın ortasındaki sobanın başında ciddiyetle bir şeyler yapan adamı gördüğümde istemeden irkilmiştim. Sonradan kendi kendime telkin verdiğimde göz göze gelmiştik. "Ne yaptın öğretmen? Sigara bulabildin mi?" "Yollarımı gözlüyor olman az kalsın gözümü yaşartacaktı yüzbaşı." "Evet yollarını gözlüyordum ama daha çok yanında getireceklerindeydi gözüm, üzgünüm." "Şanslı günündesin yüzbaşı. Doya doya içebilmen için bir karton sigara aldım. Bunun karşılığında bakkalın bakışlarıyla ayıplandım ama olsun." "Neden ayıplıyormuş ki, anlamadım? Sen sigara içemez misin?" "Bilmem belki de burada yaşayan kadınlara göre fazla narin geldim gözüne. Yakıştıramadı sanırım." "Her neyse, sana yine zahmet verdim. İnan böyle olsun istemezdim. Benim yüzümden fuzuli telaş yaşadın. Bu arada o sigaraların parasını ben ödeyeceğim, itiraz kesinlikle kabul etmiyorum, baştan söyleyeyim." "Ben de baştan konuşayım o zaman. Bu sigaraların hepsini sana almadım. Evde bulunsun diye aldım. Kim bilir başka bir sigara tiryakisinin yolu düşer, evimde kalmak zorunda kalır, ne olur ne olmaz evde bulunsun. Bu da demek oluyor ki, kendim için aldığım bir şeyin parasını senden almayacağım." "Başka tiryakiler derken?" "Başka tiryakiler işte. Ne bileyim, senin de burada kalman beklenmedik bir şeydi sonuçta. Her şeye hazırlıklı olmak gerekiyormuş, bir kez daha tecrübe etmiş oldum." "Siz yine de herkese evinizi açmayın Hayat öğretmen. Herkes benim gibi iyi niyetli olmayabilir. Bu arada ben sobayı yaktım. Çay suyu da kaynamak üzere." Söyleyeceğini söyleyip masanın üzerine koyduğum sigara kartonundan bir paket çıkardı ve bir dal sigarayı beklemeden dudaklarıyla buluşturdu. Sebepsizce bir rahatlama hissi vardı içimde. Belki de sabah yaşadığım paniğin boşa çıkması, daha doğrusu savuşturmayı başarmış olmam bu hissin sebebiydi. Yüzbaşının düşünceli hallerine aldırmadan üzerimi çıkarıp, ellerimi yıkadım ve kahvaltı hazırlığına koyuldum. Geçen gün, evlerinden boş çıkarmayan Yasin'in ailesi sayesinde, beni epeyce idare edecek kahvaltılığa sahip olmuştum. Her ne kadar uğraşsam da annem gibi yapamadığım menemeni yapmakla başlamıştım işe. Onun soğanları kavrulurken bir yandan da yeni çıkardığım kahvaltılık kaselerine yiyecekleri koyuyordum. İki işi bir arada yapmaya çalıştığımı gören adam, sigarasını söndürüp ocağın başına geçmiş ve saki bu işbirliğini daha önce defalarca yapmışız gibi tavdakileri karıştırmaya başlamıştı. Benim bu durumu yadırgamayışım ise asıl garibime giden meseleydi. Dalgın bakışlarımı üzerinden çekip yaptığım işe yoğunlaştım. "Ekmek ısıtmamı ister misin? Taze tere yağı ile çok güzel olur." "Aklımı okudun resmen. Sen söylemesen ben düşünüyordum sobanın üzerine bir iki dilim koymayı." "Sobada ısınmış ekmeğin lezzeti de bir başka olur. Rahmetli annem ben seviyorum diye hiç atlamazdı." "Hasta mıydı annen? Neden öldü?" Sorduğu soruyla sabah hissettiğim bütün rahatlama hissi kayboldu. Ona annemin yaşadıklarını, çektiği eziyetlerin sonucunda hayata yenik düştüğünü anlatacak gücüm yoktu. Derince yutkunup kısaca anlattım ölümünü. "Çok çalışıyordu, kendini hiç önemsemezdi. Kalp hastasıymış meğer, kalbine yenik düştü." "Üzüldüm, tekrar başın sağ olsun." "Teşekkür ederim. Uzun zaman oldu ama bazen sanki ilk günkü acıyı hissediyor insan. Bazı kayıpların yeri asla dolmuyor maalesef." "Herkes şahsına münhasır. Kimse kimsenin yerini dolduramaz. Bu pişti sanırım, altını kapatıyorum. Nihale gibi bir şey var mı altına koyalım?" Sadece başımı sallayıp nihaleyi masanın üzerine koydum. Geri kalanları da sessizlik içinde hazırlayıp yerlerimizi almıştık. Bu eve yerleşirken, aldığım bu küçük masada böyle bir misafiri ağırlayacağımı düşünmemiştim. Ancak garip bir şekilde yabancılık çekmiyor ve onun varlığından rahatsız olmuyordum. Buraya geldiğim ilk gün ne kadar da antipatik gelmişti oysa. O soğuk, sorgular bakışları gitmiş yerine bulunduğu ve beni de içine çektiği durumdan mahçup bakışlar yer edinmişti gözlerinde. Sürekli dalıp bir şeyler düşünmesi ve işin içinden çıkamadığında sıkıntılı nefesler alması haricinde katlanılır bir adamdı. "Neden öyle bakıyorsun? Bir şey mi söyleyecektin?" "Yok, hayır. Dalmışım sadece. Kendini nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı?" "Daha iyim merak etme. Bak... Eğer varlığımdan rahatsızlık hissediyorsan bunu söylemen yeterli. Ben de seni zor durumda bırakmak istemem." "Onu da nereden çıkardın?" "Ne bileyim, yüzün öyle şekilden şekle giriyor ki düşüncelerinde beni pataklıyormuşsun gibi hissediyorum." "Hiç farkında değilim inan. Ama düşündüğün gibi bir durum yok. Hem sen de dalıp gidiyorsun sık sık. Senin yüzünün aldığı şekiller de pek iç açıcı değil." "Hadi ya? Sen ne çıkarıyorsun o ifadelerden peki?" "Bilmem. Ben iyi bir niyet okuyucu değilim. Ama sanki şey, sen de zihninde birilerinin ağzını yüzünü dağıtıyor gibisin." "Bir de niyet okuyucu değilim diyorsun. Tam üstüne bastın öğretmen. Tam da dediğin gibi dövmek istediğim birileri var." "Ama sanırım kolunun iyileşmesini bekleyecekler." "O kadar da kötü değil. Tek kolumla bile hallederim." "Yapma yüzbaşı. Yara aldığında iki kolun da sağlamdı." "Sen benim damarıma mı basmaya çalışıyorsun Hayat öğretmen?" "Estağfurullah yüzbaşım ne haddime?" "Gülmek yakışıyor..." Söylediğini duymayacağımı sanmıştı ama adeta defalarca yankı yaparak ilişti zihnime. Duyduğumu fark etmesin diye epey çaba sarf ettim. Bir süre daha sessizce kahvaltıyla ilgilenip son çaylarımızı da içmiştik. Ben sofrayı toplamak isterken o tekrar camın önüne geçmiş ve yemek üstü keyif sigarasını yakmıştı. Ben ise elimdeki işle oyalandıkça oyalanıyor ve onun yaptığı sessiz iltifatı düşünüyordum. Ağlamak gibi gülmek de sıkça yaptığım bir eylem değildi. Muhabbet öyle bir hal almıştı ki, gülümsediğimi bile fark etmeyecek kadar kendimi kaptırmıştım. Son olarak masayı da sildiğimde yapacak başka bir şey bulamamış ve birkaç gün sonra başlayacak öğretim dönemi için planlarımı yapmaya karar vermiştim. Bilgisayarın şarjını prize takıp açılmasını bekledim bir süre. Bu arada da ikinci sigarasını yakan adama bakışlarımı değdirip çekiyordum. Onu izlerken yakalanmak gibi toy bir telaş vardı üzerimde. Henüz bir anlam yükleyememiş olsam da yabancısı olduğum bu his benliğimi oldukça sarsıyordu. Bilgisayarım açıldığında mail ikonunun yanıp söndüğünü gördüm. En son bakmamın üzerinden çok geçmemişti ama uygulamaya göre 10'dan fazla okunmamış mailim vardı. Rutin işlerimi yapmadan önce mail dosyasını açıp sırayla inceledim. Çoğu alışveriş yaptığım mağazaların kampanya duyurusuydu. Sonlara doğru yaklaştığımda ise "Önemli" ibaresi ile gönderilmiş bir dosya ile karşılaştım. Dosya Tahir amcanın polis komiseri olan oğlu Tayfun abiden geliyordu. Niyetimi ilk önce ona anlatmıştım. Beni vaz geçirmek için çok çabalamış, kararımdan dönmeyeceğimi anlayınca da her şeye dahil olmak şartıyla kabul etmişti. Tayfun abi, jandarma kayıtlarında basit bir mahalle kavgası olarak yer alan babamın ölümünü araştırıyordu. Ben de bir yere kadar annemin anlattığı "kavgayı ayırırken kaza ile bıçaklandı." hikayesine inanmıştım. Ama Seher teyze; 'son zamanlarda çok dalgın ve endişeliydi Fatma. Çok sıkıştırdım bir sıkıntın mı var diye ama bir türlü anlatmadı. Sonra bir gün sorgulamama daha fazla dayanamadı ve Nahit kazaya kurban gitmemiş abla, meğer bile isteye öldürmüşler onu.' demişti. O günden sonra bir de babamın intikamının hırsı binmişti omuzlarıma. Seher teyzenin anlattıklarını benimle birlikte dinleyen Tayfun abi ise sinirlenmiş ve ona neden daha önce anlatmadığını sormuştu. Seher teyzenin verdiği yanıtı kelimesi kelimesine hatırlıyorum. 'Hiddetlenme oğlum. Fatma yemin verdirdi. Duyulursa Nurhayat'a ilişecekler diye çok korkuyordu. Bir ananın korkusunu ana olmayan anlamaz." Annem neyden bu kadar korkuyordu? Ölümü basit bir kalp krizi miydi yoksa canına kast eden birilerimi vardı? diye senelerce düşünüp durmuştum. Tayfun abi bu işe dahil olmasa da bir şekilde bu işin peşine düşecektim. Ama arkamda onun gibi güvenebileceğim birinin olması elimi daha da güçlendirmişti. Derin bir soluk alarak dosyayı açtım. Dosya kendi içinde bile başlıklara ayrılıyordu. İlkinde jandarmadaki ölüm kaydının orjinali vardı. Doktorun ölüm sebebine ilişkin yazdığı rapor da ekteydi. "Maktül, abdominal aorta isabet eden kesici alet yaralanması sebebiyle; kısa sürede aşırı kan kaybı sonucu Ex olmuştur. Olay yeri incelemesinin elverişsiz hava şatları dolayısıyla sağlıklı bir şekilde yapılamadığını belirtmekle birlikte, tanık ifadelerinin doğrultusunda, kavgaya karışanları ayırmaya çalışan N. Y.'nin arbede sırasında alt karın bölgesine isabet eden 17 cm çelik keski, 12 cm kabza uzunluğuna sahip olan el yapımı et bıçağı ile öldürüldüğü kesinleşmiştir. Suça ait silah, jandarma komutanlığına ait, adli emanetler birimine teslim edilmiştir." Titremeye başlayan ellerime rağmen resimlerin olduğu klasörü açmış ve üzeri kanla kaplı bıçağa ait eski bir fotoğrafla karşılaşmıştım. Babamın adli tıp masasındaki cansız bedenine ait yüzü, bozulmuş olay yerinden toplanabilen bir kaç delilin fotoğrafı da bu klasörde bulmuştum. Resimleri hızla geçerek Tayfun abinin mailin sonuna iliştirdiği notu okumaya başladım. "Hayat, yukarıda da okuduğun gibi her şey usulüne uygun yazılmış fakat usulüne uygun yapılıp yapılmadığı muamma. İlk etapta bunlara ulaştım ama ifadelerde bazı çelişkiler var. İfade verenler özellikle birini koruyor gibi. Bir isme ulaştım ancak olaydaki ilintisini henüz öğrenemedim. Hasan Yazıcı adamın ismi. Yazıcı ve ailesine dahil isimlere dikkat et. Aklım sende deli kız." Ben son paragrafı tekrar tekrar okurken, camın önünden bir an bile ayrılmayan yüzbaşının sesi ile gerçeğe döndüm. "Hayat öğretmen baksana. Sanırım bu köyün yeni sakini olma unvanını az önce kaybettin. Karşı eve taşınan birileri var." ...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE