3

2814 Kelimeler
Konserleri severim. Kimsenin size dönüp bakmayacağı bir ortamdayken şarkılara bağırarak eşlik etmek süper bir şey bence… İstediğiniz kadar hoplayıp zıplarsınız ve sesiniz ne kadar berbat olursa olsun şarkıları bağıra çağıra söylemeniz kimsenin gözüne batmaz. Anlayacağınız stres atmak için konser ortamları ideal yerlerdir. Fakat kimse tanımadığı bir grubun konserinde o kadar da çok eğlenemez. Sonuçta şarkılara eşlik edebilmek için o şarkıları ezberlemiş olmanız gerekir. Ben hayatımda ilk kez gördüğüm, ilk kez dinleyeceğim bu grubun tek bir şarkısını dahi bilmiyorum. Saçlarımı sırtıma doğru atarak etrafımı tararken, acı bal rengindeki gözleriyle ortamda kendini hemen fark ettirebilecek adamı aramaya koyuluyorum. Konsere neden geldiğimi kendimden ya da sizden saklayacak konumda değilim neticede. Şarkılara eşlik etme kısmını daha sonra düşüneceğim. Aşırı kalabalık olmayan mekânda insanların bir köşeden içkilerini alıp sahnenin önüne dizildiklerini görüyorum. Bira fıçılarının oraya baktığımda ikizlerin henüz alana giriş yapmamış olmalarından faydalanarak gözlerimi kısıyorum. Kuzey Dağhan’ı bulduğumda işimin kolaylaşacağının farkındayım. O da Fransa’da ilk kez gördüğü, sarhoş saçmalamasına aldırmadan oteline bıraktığı kızı unutamamıştır en nihayetinde. Belki benim kadar delirip ilham kaynağını bulduğunu iddia etmiyordur ya da hiçbir noktada etmeyi düşünmüyordur. Fakat hiç değilse görür görmez o gecenin kafasının içinde canlanacağını tahmin edebiliyorum. Koluma astığım küçük çantayı boynumdan geçirerek güvence altına alıyorum. Evden çıkmadan önce taktığım yeni lenslerimin yardımıyla beraber esas aramayı başlatıyorum. Büyük ve uzun merdivenlerden adeta atlayarak iniyor, fıçıların oraya geçip kendime pet bir bardak alıyorum. Aslına bakarsanız bu akşam içki içmek gibi bir düşünceye sahip değilim. Kuzey Dağhan’la ilk karşılaşmamızın aksine ayık kafayla iletişime geçmek niyetindeyim. Yine de ellerim boş kaldığı için kendimi savunmasız hissetme ihtimalime karşılık pet bardağı birayla dolduruyorum. “Rengini görerek içmeyi asla sevmediğim bir içkisin,” diye mırıldanmaktan da geri kalmıyorum. Herkes kendi havasında olduğu için kimse beni umursayan bakışlar yollamıyor. Bunun vermiş olduğu cesareti sonuna kadar kullanıyorum ve bir pet bardağa karşı konuşmayı sürdürüyorum. “Tamam, senin sidikle uzaktan yakından alakan olmadığını biliyorum. Ama bu renginin epey andırdığı gerçeğini değiştirmez.” Cansız varlıklarla konuşmak tüm insanlık tarafından normal karşılanmalı. Bu konuyu el ele vererek normalleştirmeyi başaracağımıza inanıyorum. Lütfen bir şeye böyle güçlü biçimde inanan insanları hayal kırıklığına uğratmayın. Ufak bir nottu. Kaldığımız yerden gözlerindeki balı süzdürebilen adamı aramaya devam edelim. Tamam. Telefonum çantamın içinde titremeye başlayınca midemin üstünde karıncalanma hissediyorum. Bana neredeyse acıktığımı düşündürecek olan bu karıncalanmadan uzaklaşma amacıyla tek elimle açtığım çantamdan telefonumu çıkarıyorum. Ekranda Işık’ın nerede olduğumu soran mesajını görünce oyalanmayı düşünüyorum ama kardeşlerim sabırsız olmalarıyla ünlü çocuklardır. Benden dört yaş küçük ikizlerin en belirgin ortak özelliklerinden biri de bu. Sare: Bira fıçılarının oradayım. Merdivenlerden inin. (20:51) Arın: Bana da bir bardak alın. Arka taraflarda durun. Geldiğimde sizi göreyim. Arattırmayın. (20:51) Arın’ın geç kalmasına şaşırmıyorum. Hem beni acele ettiriyor hem de ortama mutlaka en geç kendisi geliyor. Gözlerimi devirerek telefonumu yeniden çantama atıyorum ve fermuarını söylenerek çekiyorum. Elimdeki bardağı kardeşime vereceğimi hesaplayarak etrafımdakilerin nasıl göründüğünü incelemeye koyuluyorum. Daha çok sevgililerin cirit attığı bir ortamda olmam bünyemde küçücük şaşkınlık yaratmasa da burnumu kırıştırıyorum hafifçe. “Ben de kardeşlerini gezmeye çıkaran ablayım işte,” derken homur homurum. “Kısmetime düğüm atıldıysa demek…” “Ne söyleniyorsun yine kendi kendine öyle mır mır?” Işık’ın sesini hemen arkamdan duyunca irkilerek dönüp bakıyorum. Elbette boynumu geriye yatırarak çenemi havaya dikmem gerekiyor. İkizler boy konusunda tamamen babama çekerlerken, ben şanssız bir üzümlü kek olduğum için annemin genlerinden payıma düşeni almışım. İki basketbolcunun arasında durarak dans figürlerini sergileyen amigo kızı gibi hissediyorum bazen kendimi. “Yalnızlık diyorum yalnızlık.” Kelimelerimi sarf ederken sesimi yükseltmek mecburiyetinde kalıyorum. Müzik grubu sahneye çıkmadan önce iki yana kurulan ekranlardan reklamların gürültüsü geliyor. “Allah’a mahsus. Yani bu hayatta kimse bile isteye yalnız kalmamalı.” Işık’ın hangi ara kendine bir bardak doldurduğunu bilmediğim birasına bakıp tek kaşımı kaldırıyorum. Çok geçmeden pet bardakların birbirine çarparken ses çıkaramayacağını bile bile elimdeki bardağın ucunu onunkine dokunduruyorum. “Kardeşliğe!” Büyük bir yudum alarak bardaktaki birayı neredeyse yarıladığımda yüzümü buruşturuyorum. Işık da benden utanıyormuş gibi derin bir iç geçiriyor olmalı. Elimdeki pet bardağı alıp kalanını içerken bu kadar erken bir saatte sarhoş olmamı istemediğinin farkındayım. Aslında günün hiçbir saatinde sarhoş saçmalamalarımla yüzleşmek istemediklerini çok iyi biliyorum. Kuzey Dağhan tam şu anda karşımda belirmen gerekiyor. Seni Sare Sarhoş Çandar’la baş etme yönteminden dolayı uzun uzadıya tebrik etmeliyim. “Neden konsere geldik biz şimdi?” diyor Işık boş bardağı avucunda buruşturarak. “Bu grubu tanıyor muydun?” “Pek sayılmaz,” diye yarı yarıya itirafta bulunuyorum. Işık tabii ki benim kurduğum cümleden grupla uzaktan yakından alakam olmadığını anlıyor. “Bakma şöyle ablana. Sizi müthiş bir yere götüreceğime dair söz vermiştim. Ben de Sezen Aksu konserine gitmek isterdim ama ha deyince canımızın istediği sanatçının konserine bilet bulamıyoruz.” “Sezen Aksu konserine gidip ağlaya ağlaya şarkılara eşlik etmen mi?” diyor Işık etrafa boş bakışlar atarak. “Allah esirgesin cidden ya.” “Size iyilik de yaramıyor,” diye alakasız bir alınganlıkla serbest kalan kollarımı göğsümde kavuşturuyorum. Çantam hafif hafif dirseğime batarak beni rahatsız etse de pozisyonumu değiştirmiyorum. “Birazcık eğlenelim istedim. O büyümeyi reddeden kafalarınız dağılsın istedim. Tabii siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara…” “Ne olursun,” diye araya giriyor hemen Işık. “Şunu yapmaya son ver. Tamam. Kabul. Çok iyi fikir… Sensin. Kraliçesin. Alkışlar.” Kot eteğimi iki yandan tutup dizlerimi kırarak kardeşimi selamlamak istiyorum fakat dar kumaşı kavrayamayınca vazgeçiyorum. “Arın geldiğinde de üç saniye önce kurduğun cümleleri kurma. O eğlenmeyi bilen bir çocuktur senin aksine. Kafasını bulandırma. Bozuşuruz canım Işık.” Cevap vermesine müsaade etmeden insanların arasına karışıyorum. O da peşimden geliyor. Umarım yanımda kavak boylu bir insan olduğu için Kuzey Dağhan tarafından aforoz edilmem. Beni uzaktan görürse, tanırsa ya da tanımaya yaklaşırsa yanıma uğramaktan çekinmez. Gerçi o gün hiç çekingen biri gibi görünmüyordu. Fransa’da İngiliz edebiyatından fırlamış bir adam misali davranırken, Türkiye’de utana sıkıla konuşan birine dönüşse ne gülerim ama. Elinde pet bardaklarla beraber benim yürüdüğüm büyük merdivenin basamağında ilerleyen adamı hemen tanıyorum. Başımı kaldırır kaldırmaz aşırı kalabalıkla insanı boğmayan açık hava gösteri merkezinde gözlerini görüyorum. O asla benden tarafa doğru bakış atmıyor. İki elinde de fıçıdan doldurduğu bira bardakları var ve onları taşımaktan ya da herhangi bir şeyden çok memnun değilmiş gibi kaşları çatık. “Yine de gözleri bal süzdürüyor işte,” diye mırıldanıyorum ağzımın içinden. Kalbim ağzıma dayanarak beni dişlerimi göstereceğim şekilde sırıtmaya sevk ediyor. “İlerlesene abla,” diyen Işık’ı duyunca bir adım daha atıyorum zorla. Yürümeyi yeni öğrenmiş küçük bir bebek gibi düşe kalka ilerleyeceğimi düşünüyorum an itibariyle. Fakat çenemi merdivenlere çarpmadan adım atmayı, Kuzey Dağhan’a biraz daha yaklaşmayı başarıyorum. Yanımdan geçip gitmek için bardaklarla beraber kendini geri çektiğini fark etmek deliliğimi perçinliyor. Sen şu surata sadece bir defa baksana! Kime diyorum oğlum? Oho… İlla taç mı takalım yani bu kafanın üstüne? Ayaklarımı bilerek ona yakın yerde tutarak, bedenimi saçma bir şekilde çevirmek suretiyle geçiyorum yanından. O bir kere bile dönüp yüzümü tarama seçeneğine bulaşmıyor. Gören de evli barklı adam zannedecek bunu. Her iki eline de hızlı bir bakış yollayarak evli ya da nişanlı olmadığını görebiliyorum. “Oyalanmasan mı?” diyor Işık bir elini belime koyup baskı uygulayarak. Tam o anda acı balla harmanlanan gözler tamamen uzağıma savruluyor. İri merdiven basamağından tek seferde atlayıp önde coşkuyla onu bekleyen arkadaşlarının arasına karışıyor. Görünmez biri miyim ben? Görünebilirliğimi de mi kaybettim tam şu saniye? “Kime bakıyorsun öyle?” Beni böyle çaresiz bırakana bakıyorum Işıkçığım. “Tanıdığım birini gördüm sanki,” dediğimde grup da sahneye çıkacağının sinyalini veriyor. Sahne önce kararıyor, hemen ardından rengârenk ışıklandırmalarla gözlerimizi almaya ant içiyor. Baterinin sesi yeri göğü inletmek için kendini duyurduğunda alkış sesleri de yükseliyor. Işık’a yetişme çabamı yürürlüğe koyarak parmak uçlarımda yükseliyorum ve gözlerimle takip etmeyi sürdürdüğüm Kuzey’e bakarak sesimi yükseltiyorum. “Bir öne doğru mu ilerlesek? Orada boşluk var sanki.” “Her yere ilerleyebilirsin bence bu konser alanında,” diye yorum yapıyor Işık. “Herkes ayrı bir grup kurarak eğlenme kararı almış gibi. Baksana şuna.” Çenesiyle ilerideki insanların nasıl bir kafaya girdiklerini göstermeye çalışıyor. Ancak hiç oralı olmuyorum. Gözden kaçırmayı tercih etmeyeceğim birine odaklanmış durumdayım. Bakalım beni karşında dans ederken görünce de tanımadan geçebilecek misin bal süzdürmeci adam? Işık’ı bileğinden tutup çekiştirerek ama aslında kendisi istediği için hareket ettiğinin farkında olarak öne ilerliyorum. Adımlarım beni Kuzey’le arkadaşlarının takıldığı bölgeye taşıyor. Romantik bir parçayla başlayan konseri İzmir köftesi gibi düşünüyorum. Sevdiğim ve yerken mızırdanmadığım nadir yemeklerden birisidir. Patatesleri keyifle ağzıma atıp köfteleri de hemen ardından yemenin planını yapıyorum. “Dans edelim canım Işıkçığım,” diyorum kardeşime yüksek sesle. Kollarımı boynuna dolamak için parmak uçlarımda durmaya başlıyorum ve çocuğu buraya geldiğine geleceğine bin pişman olmuş bir surat ifadesiyle yakalıyorum. “Ne zamandır eğlenmiyoruz, değil mi? Tadını çıkaralım. Ne var? Sen de hareket etsen incilerin dökülmez sonuçta.” “Ben gelmeden önce içtin mi sen o fıçıdan?” Işık’ın sorusu gözlerimi beynime erişene kadar devirmek istememe yol açıyor. Fakat kendimi tutup ona tatlı bir gülümseme sunuyorum. “Seni asla duyamıyorum,” diyorum yalnızca dudaklarımı kıpırdatarak. “Müziği dinle sadece. Biraz da adımlarını bana uydur yeter.” Işık kaşlarını çatarak, “Gruptan biriyle mi görüşüyorsun sen?” diye soruyor. Benim aksime sesini yükseltip saçlarıma yaklaşarak konuştuğu için onu duyabiliyorum ama yine de duymuyormuş gibi dudağımı büküyorum. Gözlerimdeki soru işaretlerini görsün diye adeta didiniyorum ve onun sinirlerini tamamen bozuyorum. “Arın gelseydi keşke önce,” diyorum şarkı söyler gibi sağa sola sallanarak. “En azından direk gibi durmazdı karşımda.” “Dudak okuyorum ben dudak!” diyor Işık bu sefer daha yüksek sesle. “Yapmaya çalıştığın şeyi de çok net görüyorum. Sadece henüz karın ağrının asıl nedenini çözemedim. Dur ama. Onu da çözeceğim.” Kesin çözersin canım. Yaşanır yani bu eminim ki. Telefonum çantamın içinde tekrar titrerken kollarımı Işık’ın boynundan çözüp saçlarımı savuruyorum. Evet, saçlarımı savurma eylemeni ciddi ciddi gerçekleştiriyorum çünkü birilerine havalı görünmenin derdine düştüm. Dermanı olmak isteyen kalbi istediği renge boyayarak yüzümü güldürebilir. Arın: Allah’tan arkalarda durun dedim he. Neredesiniz acaba? (21:07) Sare: Büyük merdivenlerden ilerle. Ön taraftayız. Çabuk ol. (21:07) Işık benden kurtulduğu için rahatlayarak sahneye bakıyor. Keyifsizliği yüzünden okunurken kardeşimin neden burada olduğumuzu derinlemesine araştıracağını seziyorum. Açıkçası ben de tam olarak neden burada olduğumuzu biliyor sayılmam. Ona vereceğim herhangi bir cevapla tatmin olmayacağı da gözle görülecek kadar gerçek. Ama şu an aklımdan geçenle kalbimi bir füze gibi ileri attıran şey aynı. Durum böyle olunca da ayaklarım geriye gitmeyi beceremiyorlar. Omzuma dokunan eli hissedince Kuzey’in beni tanıyıp yanıma geldiğini düşünüyorum. Saniyenin yarısı kadar bir sürede yapıyorum bunu tabii. Yüzümü Arın’a çevirince limon yemişim gibi bir ifadeye bürünmem çok sürmüyor. Saçları dağılmış, alnı terlemiş, gömleğinin düğmeleri haddinden fazla açılmış olan erkek kardeşim ise elini yüzüme götürüyor. Burnumu parmaklarının arasına sıkıştırarak ifademi değiştirmeme sebebiyet veriyor hemen. Sesini duyurmak için hayli eğilerek, “Bu adamlar kim canım benim?” dediğinde güleceğimi sanıyorum. “Yoksa arkadaşların mı? Senin gibi işletme bölümünü bitirmiş ama bundan mutlu olamamış başka insanlar yani.” Abartıyla, “Hah,” diye bir ses çıkarıyorum dudaklarımın arasından. Arın ise genişçe sırıtarak göz kırpıyor bana. “İleride bu adamlar çok ünlü olacaklar. O zaman konserlerine gelip en önden seyredebildiğiniz için birilerine hava atacaksınız.” “Boş ver sen öyle şeyleri,” diyerek elimden tutuyor ve beni kendi etrafımda döndürüyor. Fırsat ayağıma gelmişken ben de hemen uyum sağlıyorum. Arın’ın omuzlarına tutunup gözlerimi hafif yukarılara doğru dikerek Kuzey Dağhan ve arkadaşlarını inceden süzüyorum. Bal süzdürmecinin gözleri bir sahneye kayıyor bir de yanında ona ara sıra laf atan arkadaşına. Zahmet edip bir tek benim bulunduğum köşeye değdirmiyor acı bal küplerini. Arın’ın ellerinden tutup daha kıvrak hareketlerle oynamaya başladığımda Işık gözlerini kısarak yine beni inceliyor. “Harika bir parça!” diyorum gaza gelmiş gibi bağırarak. Arın gülerek beni belimden kavrıyor ve dansımızı daha ritimli bir vaziyete getiriyor. “Kimi kıskandırmak istiyorsun sen Çandar sincabı?” diyor dudaklarını kulağımın dibine yaklaştırarak. “Hiç kimseyi,” derken gülüyorum ama planım suya düşecek diye de hafif bir tırsmıyorum değil. “Bira almaya gideceğim. İstiyor musun?” Parça değişiyor, eşlik edenler çoğalıyor ve insanların birçoğu sağa sola sallanarak şarkıya uyum sağlıyorlar. Işık elindeki pet bardaktan ufak yudumlar alarak şarkıyı dinlerken, Arın’ın gözlerinin etrafta tur attığını fark etmem de çok zamanımı almıyor. Kendine farklı, tercihen daha eğlenceli ve aktif bir konser arkadaşı mı arıyorsun sen? Aman da aman! Hiç belli olmuyor be Arıncığım. “Bu bostan korkuluğu benim içkimi yudumluyor,” diyerek sesini duyuruyor Arın. “Sen bekle. Alıp geleyim ikimize de.” “Kalsın canım,” diyorum kaşlarımı kaldırıp indirerek. “Ayaklarının üstünde durabilen, müthiş ve özgüvenli bir kadın birey olduğum için kendim alacağım. Sen buralarda takılmaya devam et.” Arkamı döndüğüm gibi kaşlarımın çatılmasını engelleyemiyorum. Havalara tekme atma arzumu içimdeki odalardan birine kilitlerken ciddi sıkıntılar yaşıyorum üstüne üstlük. Kuzey ismindeki tüm erkekleri geniş bir stadyumda pata küte dövdüğümü hayal ederken rahatlarım zannediyorum. Bira fıçılarının oraya geçip pet bir bardak aldığımda, ağır ağır akan fıçıdan bardağa içkiyi doldurduğumda benliklerimi dinliyorum ve bir tanesinin bile rahatlamadığını hissedip öfkeleniyorum. “Saçmalama Sare,” derken yine bir pet bardağa karşı konuşuyorum fakat zerre kadar umursamıyorum. “Nasıl bir parti olduğu pek de belli olmayan bir ortamda gördüğü, üstelik merdivenlere oturup kalmış sarhoş bir kızı hatırlamadığı için adama kızamazsın. Böyle bir şeye hakkın yok.” Elbette kızarım. İnsan kaç kez baloyu anımsatan bir partiden sıkılmış dışarıya çıkmışken böyle bir şey yaşar ki? Onunla harika olmasa da hatırı sayılacak bir sohbet gerçekleştirdik. Dahası beni otelime kadar bıraktı. Göz göze gelmiş, tek kelime etmeden geçip gitmiş gibi tavırlarda bulunamaz. Valla tutamam kendimi, ayağına basıp onu hafife alınmayacak acılara gark ederim. “Niye tutuyorum ki zaten?” derken ağzına kadar doldurduğum bardağı dudaklarıma götürüyorum. Köpüğünü höpürdeterek alıp ikizlerin beni görmelerine engel olmak için arkadan dolaşıyorum. Bizim durduğumuz alana göre burada daha çok çift var. Rahat rahat şarkılara eşlik ediyorlar, birbirlerine sarılıyorlar, dans ediyorlar ve sıkça da öpüşüp koklaşıyorlar. Yaşasın sevmeyi, sevilmeyi bağrına basan insanlarımız! Yaşasın gözlerden kalpler çıkaran müessesseler! Kuzey Dağhan’ı aynı noktada, iki yanında da arkadaşları varken bulduğumda, “Bir yol verir misiniz?” diyorum kendinden geçmiş insanlara. “Niye kötü kötü bakıyorsunuz? Ben de kendi ekmeğimi yağlayıp fırına atmanın peşindeyim. Herkesin bir hayali olmalı neticede, değil mi?” Kimse ne dediğimi anlamıyor. Ben de anlayıp anlamadıkları bilgisiyle hiç ilgilenmiyorum. Aralarından bir şekilde süzülerek geçip Kuzey’in tam arkasında duruyorum. Onun hâlâ dikkatine mazhar olamadığım için histerik bir gülüşle başımı sallayıp dururken arkadaşı birdenbire dönüp bana bakıyor. Adam doğru görüp görmediğinden emin olmak istercesine tek gözünü iyice kıstığında, “Arkadaşını dürter misin?” diye soruyorum. Fakat duymuyor. Yine de bana bakarak kaşlarını yukarı kaldırdığının farkındayım. “Bak bundan bahsediyorum.” İşaret parmağımı havaya kaldırıp Kuzey’i omzundan dürtüyorum. Selam galaksi örtülü omuzlar. Sizi rahatsız etmeye geldim. Kuzey omzunun üstünden başını hafifçe çevirdiğinde bakışlarını aşağıya düşürmesi gerekiyor. Öyle de yapıyor. Benimle göz göze gelmenin uzun boylu insanlar için başka bir yolu yok çünkü. “Senin peşinde falan değilim,” diyorum adama hiç düşünüp taşınmadan. Biraz yanaklarım yanıyor ama bunun kalabalıktan ve beni anlama gayesiyle bakan acı ballı gözlerinden kaynakladığına inanıyorum. Devam et Sare Mantıklı Çandar. “Bağırarak konuştuğum için kusura bakma. Başka şekilde beni duymayacağın çok belli… Gerçekten peşinde değilim. Seninle duygusal anlamda bir şeyler yaşamak için karşına da çıkmadım. Eğer beni görseydin ya da tanıma zahmetinde bulunsaydın daha basit bir şey isteyecektim.” “Ne anlatıyorsun?” derken omzunun üstünden bakmaya son veriyor. Tamamen bana döndüğünde diğer yanındaki arkadaşının da dikkatini çekiyorum. Genç kadının gözleri merakla üstüme devriliyor. Parmak uçlarımda yükselip sesimin ona daha net ulaşmasını diliyorum. “Diyorum ki ben seninle sevgili olmaya çalışmıyorum. Aşk mevzusu şu anda gündemimde değil.” Kuzey Dağhan dudaklarını birbirine bastırıp bir süre öyle beklemesinin ardından kıvrık kirpiklerini iç içe geçirecek şekilde gülümsüyor. “Buna sevindim,” diyor yüksek sesle. “Sana nasıl yardımcı olabilirim?” “Geçti artık o,” derken geçmediğini çok iyi bilsem de biraz naz yapıyorum. İş konusunda naz yapılmayacağını vakti zamanında öğreten babam şu anda birisi ona tokat atmış gibi hissetmiş olabilir. “Beni tanımadın bile.” “Kızı tanımadın mı?” diye araya giriyor yanındaki genç kadın. “Kuzey sen günden güne yanındaki odun arkadaşına mı benzemeye başladın? Ne demek hatırlamamak?” “Bu hikâyede yine mi ben yanıyorum? Hayırdır?” Adamın genç kadına cevap vermesine aldırış etmeden elimi havaya kaldırıyorum ve onları susturmaya çalışıyorum. “Başta da dediğim gibi benim niyetim çok farklıydı. Ama sen Fransa’da, balodan bozma partide, merdivenlerin ucuna devrilen sarhoş bir kızı hatırlamadığında büyük hayal kırıklığı oldun benim için. Oysa çok umut vaat ediyordun.” Kuzey’in bal küplerinde beliren görüntüler alnıma saplanıyormuş gibi hissediyorum. Hatırlıyor. Şükürler olsun ki hatırlıyor. “Balık yağı tüketseydin keşke biraz,” diye mırıldanıyorum başımı sağa sola sallayarak. “Fransa mı?” diyen yanındaki genç kadın oluyor. “Yoksa sen şey misin?” Heyecanla ileri atılıp çakırkeyif olduğunu belli eder gibi genişçe gülümsüyor. Esmer tenine pek yakışan inci gibi dişleri ortaya çıkıyor saniyeler içinde. “Sezen Aksu şarkısı söyleyerek at arabası arayan kızsın. Hadi be! O musun?” “Ben oyum,” diyorum şevkle bir anda. “Anlattın mı?” Kuzey’e bakarken hevesle iç geçiriyorum. “Bir saniye. Mutlu olabilir miyim yani ben şu an?” “Sare!” Olamazmışım. Arkamdan yükselen sesin sahibi yanıma ışınlanmak suretiyle geldiğinde dizlerimin üzerine çökmeden duruyorum. Yine de biraz alınıyorum açıkçası bahtıma. “Canım Işıkçığım,” diyorum belli belirsiz bir sesle. Gel lütfen gel. Sana çok güzel bir masal anlatacağım ben.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE