Nefes alamıyordum. Göğsümün üstünde atamadığım bir ağırlık vardı. Nefes almamı ve hareket etmemi engelliyordu bu ağırlık. Gözlerimi aralamaya çalışmam; birbirine kaynak yapılmış iki demiri ayırmaya çalışmamla aynı zorlukta geliyordu bana. Ama bunu yapmazsam nefes alamadığım için öleceğimi biliyordum. Kübra beni öldürürdü. Hiç de pişman olmazdı bundan, çünkü üzerimde tepinip beni öldürmeye çalışırken aynı zamanda da bana sayıyordu.
''Bittin sen! Biliyorsun değil mi? Öldüreceğim, kurtuluşun yok! Ne demek benden habersiz İstanbul'a gelmek? Ne demek sabahın köründe eşofmanlarımla dışarıya fırlamama sebep olmak? Üstelik bir şey de yazmamışsın. Konum atıp fotoğraf göndermişsin! Taksiye ne kadar ücret verdim haberin var mı bulamam endişesiyle? Öldüreceğim seni. Muay Thai'ye giderken öğrendiğim teknikleri sende uygulamazsam bana da Kübra demesinler!''
''Yah bıraksana!'' diye bağırdım en sonunda, en dokunulmaz bölgem olan koltukaltlarımdan beni gıdıklamaya başlarken. Bir yandan kahkaha atıyor; üstümdeki ağırlığın verdiği baskı yüzünden zar zor aldığım nefes de böylelikle boşa gidiyor ve ben kıpkırmızı kesiliyordum. Bir yandan da onu üstümden atmaya çalışıyordum, gülmekten gözlerime dolan yaşları daha fazla tutamayıp yanaklarımdan süzülmesine izin verirken.
Bir an nefessizlikten bayılacağımı sandım ama Kübra birden üzerimden çekildi ve gözyaşlarımın arasından ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım, yatakta dirseklerimden yardım alarak doğrulurken. Kendimi yatağa bırakıp nefessizliğimi gidermek istiyordum ama Kübra'yı deli gibi özlemiştim. Tatlı belamı, bela paratonerimi çok özlemiştim.
Derin derin soluklanırken yorganımla gözlerimi sildim ve bir yandan da Kübra'nın birden telefonuna neden bu kadar yoğunlaştığını anlamaya çalıştım.
''Bana olan özlemin gözlerimi yaşarttı! Bu kadar sevildiğimi bilmiyordum. Ahh! Cidden mi?'' Bana eliyle 'bir dakika!' işareti yapınca sinirle soluyarak dizlerimin üstünde doğruldum ve yastığımı kaptığım gibi; ona, tüm gücümle vurdum. Elindeki telefon yere düşüp kayarken; bir iki adım öne doğru sendeleyince yataktan hızla çıktım. Sağ elimde Kübra'ya vurduğum yastık varken sol elimle diğer yastığımı da ona cephane olmasın diye aldım. Kübra'yla arama yatağımı bariyer olacak şekilde kendimi konumlandırıp, hazır bir vaziyette karşı atağı beklemeye başladım. Kübra'ydı sonuçta karşımdaki. Ne yapacağı belli olmayan bir deliydi.
Yastıklardan birini odanın köşesine atıp kendime seçtiğim cephanemi; yani yastığımın ucunu iyice sıktım ve bana, kafasını korku filmlerdeki gibi çevirmesini boğazımda gitgide büyüyen bir yumruyla izledim.
''Bittin sen kızım!'' diyerek yönünü tamamen bana döndüğünde odada gözlerimi gezdirdim kaçacak yer aramak için. Kollarını sıvayıp üzerime doğru atağa geçmesiyle çığlığı basmam bir oldu. Yastığımı sertçe savururken yastık yan tarafına çarptı ve sağa doğru sendelemesine sebep oldu. İkinci atağımı gerçekleştirmek için kollarımı geriye doğru çektiğimde; Kübra kendini hızla topladı ve üstüme atladı. Kollarını bana dolamaya ve hareketsiz kalmam için kollarımı bir araya getirmeye çalışıyordu. Boyu benden uzun olduğu için sol kolunu uzatıp yastığımı kolayca tutup tüm gücüyle kendine çekti.
Yastığı çeker çekmez boynuma doladığı sağ kolunun altından kurtulduğum gibi az önce bir köşeye fırlatmış olduğum yastığıma yöneldim. Sırtıma yediğim darbeyle öne doğru sendeleyip kendimi durduramadım ve yüz üstü yere düştüm çığlık atarak. Halının yumuşak olması ve doğru açıyla kendimi ayarlamam sayesinde sert bir düşüş olmazken; o yastığa ne pahasına olursa olsun ulaşmam gerektiğini biliyordum çünkü Kübra'yla olan bu savaşımdan sağ çıkamazdım.
Yerde emekleyerek yastığıma ulaşmaya çalışıyordum ama Kübra'nın farklı cephelerden gelen yastık darbelerine maruz kalıyordum.
''Nehir, yemin ediyorum öldüreceğim seni! Seni bu yastıkla boğacağım! Dur kız, kaçma!'' Kübra'nın tehditlerinin olasılığını hesaplayıp yastığıma depar attığımda kapıdaki hareketlilik dikkatimi çekti ama önemsemedim. Yastığıma, suya düşmüş yüzme bilmeyen birisinin can simidine baktığı gibi bakıp tuttuğum gibi arkamı döndüm. Yüzüme gelen şeyi fark etmemle donup kalmam bir oldu.
Yastık yüzüme çarpıp kafam sağa doğru savrulurken kendime küfür ettim. Neden bana doğru gelen bir şey gördüğümde donup kalıyordum ki? Dengem iyice bozulup sendelerken elimi destek aramak için uzattığımda Kübra'nın hızlı davranıp beni yakalamasıyla çalışma masama düşmekten son anda kurtuldum.
''Ay! Dayanamadım yemin ediyorum! Benim kardeşime benden başkası vuramaz!'' Barış'ın odaya dalıp Kübra'ya vurmasıyla ne olduğunu anlamadan kendimi yerde otururken buldum. Şaşkın şaşkın birbirine vuran ikiliye bakıp olayı kavramaya çalıştım. Barış, Kübra'ya vurunca Kübra'nın desteğini kaybedip kıç üstü düşmüştüm. Şimdiyse; ikisi birbirine, karşısındakini öldürmek istercesine, yastıklarla vuruyordu.
''Yah! Karışmasana işimize. Bir git ya! Çüş! Öyle vurulur mu? Oğlum yavaş lan! Karşında kız var senin! Bir dursana sen. Nehir!'' Kübra en sonunda Barış'ın ataklarına dayanamayıp adımı seslenince yerdeki yastığımı kaptığım gibi ayaklandım ve Barış'a vurmaya başladım.
''Feminist bir kuzenim olduğunu nasıl da unuttum ben?'' Barış'ın sendeleyip bana öfkeyle bakması üzerine beşlik çakması için elimi Kübra'ya uzattım. Aldığım beşlikle yastığımın iki ucunu sıkıca tutup Barış'ın geri geri adımlamasına gülümsedim. Anlamıştı!
''Feminist olmamın dışında; senden, Kübra'dan ettiğimden daha fazla nefret ediyorum aynı zamanda!'' Dil çıkarıp Kübra'ya göz kırptığımda aynı anda yastıklarımızı havalandırdık ve Barış'a ardı ardına vurmaya başladık. Kübra ile deli gibi kahkaha atıp Barış'ın söylenmelerini önemsemiyorduk.
Bir ara halının kenarına takılıp Kübra sendeleyince onu tutmak için uzandığımda Barış, aradığı açığı bulmuş kaplan gibi saldırıya geçti. Hiç acımadan yastıkla hıncını alırken Kübra'yla iki büklüm olmuş bir şekilde gülmekten başka bir şey yapamıyorduk. Bu döngü Barış yorulup duraksayınca tam tersine döndü.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama Barış'ın halının üstüne kendini atıp 'Ben bittim!' demesi üzerine kollarım iki yanıma düştü.
''Ben de bittim!'' diyerek kendimi Barış'ın yanına atıp uzandığımda Kübra, yastığı kafasının altına koyup ne kadar zeki olduğunu göstererek yanımıza uzandı. Ben niye akıl edememiştim bunu ya? Ne diye Barış'a uyup, yastığı yatağıma fırlatıp halıya uzanmıştım?
''Barış, hayvan mısın acaba?'' Kübra, dirseklerinden güç alıp yastıktan kafasını kaldırıp sorduğunda, uzun zamandır bakıştığım yastığı çekmeye kalktığımda; Kübra ne yaptığımı anlamış bir şekilde kafasını hızla yerine koymaya çalıştı ama geç kalmıştı.
''Ahh! Özür dilerim Barış, bunu sormamam gerekirdi. Nehir'le akraba olduğunuzu unutmuşum!'' Kafasını ovuştururken söyledikleri üzerine gözlerimi kıstım.
''Gülsem mi sinirlensem mi bilemedim.'' Barış'ın dedikleriyle sinir olup yerimde doğruldum ve yastığı kahkaha atan Kübra'ya atıp Barış'ın ayağına tekme attım.
''Barış, kalk bize kahvaltı hazırla.'' Yerden kalkıp doğrulması için Kübra'ya elimi uzattığımda Barış'ı ayağımın ucuyla dürtüyordum. Bana ellerini kafasının altında birleştirip kaşlarını çatarak baktığında, benden dört yaş büyük olduğu aklıma geldi. Bir de sinirlendiğinde ne kadar korkunç olduğunu hatırladım.
''Güzel fikir! Evden direk fırladım, açlıktan ölüyorum.'' Kübra dağılmış atkuyruğunu yeninden yaparken kafasını sallayarak beni onayladığını gösteriyordu. Barış dirsekleri üzerinde doğrulup derin bir nefes verdi ve ardından ayaklanıp kapıya doğru yürümeye başladı.
''Daha iyi bir fikrim var. Size dışarıda kahvaltı ısmarlayayım. Hazırlanmak için yarım saatiniz var.'' Barış odadan çıkar çıkmaz Kübra'ya baktım hemen. O da kapanan kapıdan bakışlarını çekip bana döndüğünde aynı anda çığlık attık ve sıkıca birbirimize sarıldık. Kapının birden açılması üzerine ayrılıp Barış'ın şaşkın yüzüne baktık.
''Delisiniz! Valla bak, delisiniz. Tencere kapak uyumu var sizde. Savaş nidaları atmadan da sarılabilirsiniz. Bunu biliyorsunuz değil mi? İyi be tamam!'' Kübra'nın yatağın üstünde bulunan yastığı ona fırlatmasıyla Barış, son sözlerini edip kapanan kapıya çarpan yastıktan son anda kurtulmuştu.
''Haklı,'' dedim ve banyoya yöneldim.
''Terlediysen dolabımdan sana olabilecek kıyafetlerim var.'' Dolabımı gösterirken banyonun kapısını açtım ve kapıda durup ona baktım.
''Yine bol şeyler mi giyiyorsun? Nehir dellendirme beni, kaç kere bedenine uygun kıyafet giy dedim ben sana?'' Elleri belinde bana söylenince yüzümü astım ve omuz silktim banyoya girip kapıyı kapanmasın diye kenardaki takozu alıp koyarken.
''Rahat hissedemiyorum biliyorsun. Neyse, hadi giyin. Sonra da Barış'a kakalayacağımız harika bir kahvaltı yapalım!'' Banyodan Kübra'yla konuşurken kıkırdadım ve raftaki tarağımı alıp birbirine geçmiş saçlarımı açmaya çalıştım. Banyodan sonra dün akşam saçımı ne taramıştım ne de kurutmuştum. Kıvır kıvır olmuşlardı. Taradıkça kabaran saçlarımı atkuyruğu yapmakta karar kılmıştım son çare olarak. Çıkan birkaç tutam saçımı tel tokalarla tutturup ardından elimi yüzümü sabunlayıp duruladım. Sabunlayınca yüzümde sivilce oluşmuyordu ve üniversitenin ilk gününde yüzümdeki patlamaya hazır yanardağlar olma düşüncesi bile beni deli ediyordu.
Dişlerimi fırçalarken banyoya giren Kübra'ya baktım ağzımda duran diş fırçamla. Üstünde ejderha baskısı olan siyah tişörtümü giymişti ve eşofmanı hala üstündeydi.
Tabi, 1.80 boyundaki Kübra'ya bir 1.70 boyunda olan benim hiçbir pantolonum olmazdı ki! Saçını tekrar çözüp tarağımı aldığında dümdüz beline dökülen siyah saçlarına hevesle baktım. Aynadan kendi saçıma çevirdiğimde bakışımı, yüzümü buruşturdum. Aslan yelesi gibi atkuyruğumdan aşağı tel tel kabarmış ve kıvırcık bir şekilde dökülüyordu. Bir daha saçımı taramadan yatmayacaktım. Dişlerimi fırçalamaya devam edip saçını tekrardan atkuyruğu yapan Kübra'ya baktım gülümseyen gözlerle. Çok özlemiştim onu.
Ağzımı çalkalayıp diş fırçamı yerine koydum ve lavaboyu temizleyip saçları topladım. Tarağımdaki saçları da alıp lavabonun kenarındaki çöp kutusuna attım. Kübra yanağımdan öpüp koltukaltlarımdan gıdıklayıp beni iki büklüm ederken banyo terliğini aldığımı gördüğünde koşarak banyodan çıktı.
''Ben içerdeyim kuzum, giyin gel. Yatağın üzerine bıraktım kıyafetlerini.'' Odamın kapısının açılıp kapanma sesini duydum ve kafamı iki yana sallayarak beni deli eden Kübra'yı hak edecek hangi iyiliği yaptığımı düşündüm. Aynadan son kez kendime baktığımda saçım yine gözüme battı. Sinirle ofladım ve ellerimi saçımın içinden geçirdim. Aklıma gelen fikirler rahatlamış bir şekilde gülümsedim.
Saçımı topuz yapmak için banyo dolabında bulunan toka kutumdan kaptırmalı üç toka çıkardım ve gelişigüzel bir topuz yaptım. Anında kendimi daha iyi hissederken içime sinen saçımı kontrol edip ardından banyodan çıktım. Yatağımın toplanmış olduğunu gördüğümde Kübra'ya sımsıkı sarılmam gerektiğini not ettim aklıma. Üşengeç arkadaşım benim yatağımı toplamıştı. Bu, bana önem verdiğinin en büyük göstergesiydi bana göre.
Gülümseyerek yatağımın üstünde duran kıyafetlerime yöneldim. Sade ve bol siyah tişörtüm ve altına da gri eşofmanımı çıkarmıştı.
Gardırobumun çekmecesinden yeni iç çamaşırları çıkarıp üstümü hızlıca giyindim ve Kübra'nın kirlilerini alıp banyomdaki makineye attım. Kirli sepetteki dün akşamki kıyafetlerimi de attıktan sonra makineyi çalıştırdım.
Odama dönüp kapının arkasındaki askılıktan sırt çantamı aldım ve cüzdanımı kontrol edip akşam şarja koyduğum telefonumu aldığım gibi oturma odasına gittim. Kapının yanına çantamı bırakıp, koltukta oturmuş telefonuyla ilgilenen Kübra'nın yanına oturduğum gibi kollarımı beline doladım. Boyu uzun olduğu için genelde böyle sarılıyorduk ve o, şimdiki gibi sol kolunu omzuma sarıyordu. Kıkırdamasını duyduğumda gülümsedim ve geri çekildim.
''Özledim seni, bela mıknatısım!'' Badem gözlerine bakıp söylediğim şey üzerine sımsıcak gülümsedi ve gözleri iyice kısıldı.
''Bende seni mini boy!'' Söyledikleri üzerine o kahkaha atarken ben de sırıttım. Yemek yemeye gittiğimiz bir gün -daha önceden de dediğim gibi sosyallik konusunda pek bir cahildim- isim yazmamız için verilen kağıda istediğim menü ismi olan 'Mini Boy' yazmıştım. Tezgahtaki adam beş dakika boyunca 'Mini boy' diye bağırmıştı da en sonunda siparişi verdiğim diğer adam beni fark etmişti.
''Mini Boy diye size sesleniyoruz hanımefendi!'' demişti o kadar insanın içinde. O zamandan beri bu lakap takılı kalmıştı üstüme.
''Yarın için heyecanlı mısın?'' Kübra'nın sorusuyla yüzümdeki gülümsemeyi kaybetmemek için büyük bir çaba verdim.
''Biraz,'' diye mırıldandım bakışlarımı Adile Naşit'in gülümseyen yüzüne dikerken.
''Nehir.'' Adımı söylemesiyle ona döndüğümde bana tek kaşını kaldırmış bir şekilde baktığını gördüm.
''Aslına bakarsan korkuyorum. Sen gelmeden önceki okul hayatım gibi olmasından korkuyorum. Sen gittikten sonraki lise hayatım gibi. Tedirginim; beni, ben olduğum için kabul etmemelerinden. Yarından korkuyorum.'' Fısıldar gibi söylediklerimi elbette ki duymuştu. Bazen beni anlaması için sözlere gerek olmadığını düşünüyordum. O benim, sessiz çığlıklarımın tek dinleyicisiydi bana göre.
''Nehir, bu gün sahip olduklarına şükredersen yarın ve yarınlar sana çok güzel şeyler getirir. Hem, kendini yetersiz görmeyi bırak. Seni sen olduğun için sevecek bir sürü insan var ama sen onlara kendini göstermiyorsun ki. Kendine, Ölüm Yadigârları'ndaki Görünmezlik Pelerini'ni öyle bir set çekmişsin ki kimse seni göremiyor. Deli etme beni ve şu saçma okul hayatından bahsetmeyi bırak. Senin önünde güzel bir gelecek uzanıyor ve sen geçmişteki Nehir değilsin artık. Anlaşalım bu konuda!''
Kübra'nın uzun nutuğunun ardında dolan gözlerimi kırpıştırarak ona sarıldım. Ağlamayacaktım. Yeterince ağlamıştım ve artık Kübra'nın dediği gibi, dün akşam karar verdiğim gibi yapacaktım. Çabalayacaktım ve bugünden güç alarak yarın için ayakta duracaktım. Ve Kübra'ya benim yanımda olduğu için ömrüm boyunca minnet duyup, Allah'ıma şükürler edecektim.
* * *
''Görüşürüz kızlar! Nehir eve geç kalma abim!'' Barış'ın arkasından el sallarken kafamı onaylar anlamında salladım. Harika bir kahvaltının ardından Kübra'yla gezmeye karar vermiştik ve Barış, Hakan'la bir işi olduğunu söyleyip ayrılmıştı bizden.
''Eee? Ne yapmak istersin?'' Kübra'nın sorusuyla kahvaltıda ettiğimiz muhabbet aklıma geldi.
''Muay Thai'ye kaydolmak istiyorum. Tekvando üzerinde siyah kuşaktayım zaten. Seninle en azından aynı kursa gideriz. Zaten okullarımız ayrı.'' Hızlı hızlı ve heyecanla konuşurken ellerimi sallıyordum. Çok mantıklıydı Muay Thai'ye gitmek istemem bana göre. Geçen hafta Wushu öğrenmek istiyordum ama Kübra'nın Muay Thai kursuna gittiğini hatırladığımda odağım değişmişti.
''Öncelikle Nehir, sakin ol. Ben Muay Thai'ye bu yakadaki kursta gidiyorum ama üniversitem karşı yakada kalıyor. Bence de senin Muay Thai'ye gitmen harika bir fikir!'' diyerek başparmaklarını kaldırınca bende aynı şekilde kaldırdım ve birbirimize sırıttık.
***
''Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktı değil mi Nehir?'' Kübra'nın sorusuyla üstümüze yürüyen gençlere baktım.
''Haklısın galiba!'' diyerek koşmaya başladığımızda Kübra elimden tutup hızlı koşmama yardım ediyordu. Peşimizden geldiklerini biliyordum ama arkama bakamıyordum. Kübra'nın bacakları benden uzun olduğu için o daha hızlıydı ve ben geride kalıyordum.
Ani fren sesiyle aniden durduğumda öne savruldum ve gözlerimi kapattım korkuyla. Kübra elimi daha da sıkıp beni kendine çektiğinde son anda düşmekten kurtulmuştum. Gözlerimi araladığımda gördüğüm--- Durun bir saniye! Durdurun akışı! Geriye alıyoruz! Biz bu hale nasıl gelmiştik?
Kübra ile kursa yazıldıktan sonra sinemaya gitmiş, alışveriş yapmış ve bir kafede oturup dondurma yemiştik. Fal bile baktırmıştık bir teyzeye. Kübra'ya 'Aşk seni bulduğunda insanların hayatında önemli bir değişikliğe sebep olacaksın. At görüyorum, siyan bir at ve aşık olacağın adam bu atın üstünde!' demişti ve Kübra'yla gülmemek için kendimizi sıkmaktan karnıma ağrılar girmişti.
Benim falıma bakarken yaşlı teyze gülümsemiş 'Geleceğin bir yıldız gibi parlak. Ama unutma yıldızlar da söner. Çok dikkatli seçimler yapmak zorundasın. Dostlarına dikkat et.' Dediğinde Kübra 'Peki ya aşk?' diye sormuştu. Teyze ikimize bakmış ve gözlerini benim üzerinde durduğunda kafasını gülümseyerek iki yana sallamıştı.
'Sırlarınız gibi aşkınızı da paylaşacaksınız. Bir şekilde yaşayacağınız aşklarınız birbirinizle bağlantılı olacak. Ve sen kızım, sen aşkı çok kalabalık bir mekanda bulacaksın!' demişti.
''Sence aşık olacağım adamın at çiftliği mi var?'' Kübra'nın sorduğu soru üzerine ona döndüm şaşkınlıkla. Ciddi ciddi yüzüme bakıyordu ve sorduğu sorunun cevabını merak ediyordu. Yüzündeki ifadenin ciddiliği ve sorduğu sorunun saçmalığı üzerine kahkaha attım.
''Gülmesene be! Nehir, gülme diyorum!'' Durakta bize bakan insanların bakışlarına aldırmadan gülerken gözlerimden yaşlar geliyordu.
''Peki ya ben? Sence ben kalabalık bir mekânda olacak birine mi benziyorum Kübra?'' diye sordum en sonunda durabildiğimde. Kafasını yana eğip bir süre bana baktı ve en sonunda kafasını eğdi pes etmiş bir vaziyette.
''Haklısın,'' diye mırıldandığında klişe lafı söyledim.
''Fala inanma falsız da kalma!'' Bunu dediğim sırada gelen otobüse binen insanlara çevirdim bakışlarımı. Bu da bizim otobüs değildi. Şimdi sadece ben ve Kübra kalmıştık durakta. Akşamın ilerleyen saatleriydi ve eve şimdiden geç kalmıştım gelmeyen otobüs yüzünden.
''Metroyla mı gitsek? Bu saatte baksana, bizim otobüs gelmiyor galiba bu durağa.'' Kübra'nın dediğiyle omuz silkip elimdeki poşetleri sırt çantama koydum ve onun peşinden ben de kaktım. Metroya doğru yürürken ıssızlaşan sokaklarda birkaç insandan başka kimse yoktu. Yarın ki dersim Allah'tan 10.50'deydi de sabah uyanma konusunda sorun yaşamayacaktım.
''Eve gidebilirsin değil mi? Ben metrodan ayrılırım senden.'' Kübra'nın dediği üzerine kaşlarımı çattım.
''Bize geçeriz sonra Barış bırakır seni evine. İçim rahat etmez benim.'' Karşı çıkışım üzerine sağ kolunu omzuma doladı ve beni kendine çekti.
''Asıl benim içim rahat etmiyor ama Perihan Sultan beni kesecek eve gidince. Seni bırakmayı düşünüyordum ama daha da gecikirim ve babamın nöbet bitiş saatinden önce evde olamam ve bu da demek oluyor ki-''
''Tamam, anladım. Anneni öp yanaklarından benim için. Özledim onu, bir gün bize gelin de bu sefer ben yemek hazırlayayım size.'' Hemen hemen dört ya da beş ay evlerinde kalmıştım ve bana Kübra'dan farklı davranmamış, bağırlarına basmışlardı. Minnetimi nasıl öderdim bilmiyordum.
Ani fren sesiyle kafamı sola çevirdiğimde karşı sokakta, nöbetçi eczanenin önünde durmuş olan arabayı gördüm. İçinden bir genç aceleyle inip eczaneye koşarak girdi. Acaba nesi vardı? Birine bir şey mi olmuştu? Aklımdaki soruları kafamı iki yana sallayarak geçiştirirken bir şey duyduğumu sanarak dikkatimi seslere odakladım.
''Yardım edin! Lütfen yardım edin!'' Duyduğum sesle sağımdaki sokağa kafamı çevirdiğimde bize doğru koşan bir kız görmemle durmuş ve tamamen ona dönmüştüm.
''Ne oldu?'' Kübra, serinkanlı bir şekilde sorduğunda kız telaşla ona atıldı. Ben şaşkınlıkla bir ağlayan kıza bir de ardındaki boş sokağa bakıyordum.
''Kardeşim, kardeşimi dövüyorlar! Birden önümüze çıktılar. Hey, yardım çağırmalıyız. Polis bulmalıyız, nereye? Zor kaçtım ellerinden!'' Az önce Kübra'ya serinkanlı mı demiştim? Öfkelenmiş bir şekilde kızı peşinden sürüklerken ben de onu takip ediyordum. Kübra her zaman olaylara bodoslama girerdi ve sonuçlarını düşünmezdi. Ben de o ne yaparsa onu yapar ve sorgulamazdım.
''Neredeler?'' Sorduğum soruyla kız bana dönmüş ve önüne düşen saçlarını eliyle geriye itmişti. Titreyen eliyle önümüzde uzayan sokağı gösterirken titrek bir nefes aldı.
''Sağa dönen sokağın sonundalar, lütfen. Kardeşime bir şey olmasın.'' Ağlayarak söyledikleri üzerine dönemecin önünde geldiğimizde Kübra durmuş ve kızı duvara yaslamıştı.
''Kardeşinin bu tarafa geldiğini görür görmez onu da aldığın gibi kaç ve arkana bile bakma. Eğer sana seslenirsem, adın neydi bu arada?''
''Ye- Yeliz!'' Kızın kekeleyerek adını söylemesi üzerine adrenalinin vücudumda şimdiden yükselmeye başladığını hissediyordum.
''Eğer adını seslenirsem korkma ve yanımıza gel, kardeşini de al ve kaç yine. Tamam mı?'' Kız kafasını sallarken Kübra bana baktı ve kafasını yana eğdi.
''Gel de sana Muay Thai nasıl bir sanatmış göstereyim!''
* * *
''Vay vay vay! Görüyor musun kuzum? Dördü bire karşı. Nerede adalet? Canınız böyle sıkılmıyor mu beyler?'' Kübra sokağın sonundaki gençlere seslenirken ben etrafı inceliyordum. Dövdükleri çocuk duvara yaslanmış bir şekilde ayakta durmaya çalışıyordu ve bir elini vurmasınlar diye uzatmıştı. Onun karşısında kalan duvara iki genç yaslanmış diğer ikisinin çocuğu dövmesini izliyordu. Yanlarındaki kapının koluna çocuğu dövenlerden birinin olduğunu tahmin ettiğim bir ceket asılıydı.
''Aslına bakarsan, benim sıkılırdı. Karşımdaki de bana karşılık verecek ki tadı olsun. Siz böyle nasıl eğleniyorsunuz ki?'' Kübra'nın oyununa kendimi dahil ederken dördünün yüzünde öfkeli bakışlarımı gezdirdim.
''Eğlenmek mi istiyorsunuz kızlar? Biz sizi eğlendiririz merak etmeyin ama önce şu işimizi halledelim bir, sonra size döneriz.'' Bunu diyen genç yaralı çocuğa uzanacağı sırada Kübra ileri atıldı ve çocuğun kolunu tuttuğu gibi kıvırdı. Atağa geçmem gerektiğini anladığım gibi yaralı çocuğa baktım ve yürüyebileceğinden emin olduğum an 'Kaç!' dedim. Sendeleyerek uzaklaşmasıyla sokağın başından gelen Yeliz'in ona yardım etmesi üzerine rahat bir nefes aldım.
Kübra kolunu kıvırdığı çocuğu sertçe duvara iterken Kübra'ya saldırmaya yeltenen çocuğun dizine sert bir tekme atıp yere çökmesiyle dizimi burnuna geçirdim. Kübra, az önce duvara yaslanmış olan ama şimdi ecel terleri döken iki çocuğa tekniklerini gösterirken sırıttım. Kesinlikle Muah Thai'ye gitmeliydim. Attığı döner tekmeyle çocuklardan birinin kafası savrulup duvara çarptı ve ardından yere yığıldı.
Kübra diğer çocuğun attığı yumruğu savuştururken; diz darbemden dolayı yerde yüzüstü uzanan ve burnu kanayan gence baktım. İnliyordu ve bir süre kalkabileceğini sanmıyordum. Az önce Kübra'nın duvara ittirdiği çocuk kendini toparlamıştı ve beni boşta görerek üzerime yürümeye başlamıştı. Savunma pozisyonumu alıp darbesini beklerken attığı yumruğu bloke edip karnına var gücümle yumruk attım. İki büklüm olup geriye doğru sendeleyince aradığım mesafeyi bulduğum gibi kafasına sertçe tekmemi savurdum. Kafası savrulup yere düşünce Kübra'ya baktım.
''Ne dersiniz gençler? Böyle daha eğlenceli değil mi?'' Gülümseyerek yanıma gelirken az önceki çocuğun bacak arasındaki ellerini görüp yüzümü buruşturdum. Acıdım çocuğa ya! Yanımdaki yerini alırken bilincini kaybetmiş iki gence ve inleyen diğer ikisine baktık.
''Siz bittiniz kızım! Öldünüz siz!'' Elleri bacak arasında öfkeyle tıslayan çocukla kahkaha atan Kübra'yla bende sırıttım.
''Asıl senin soyun bitti. Bence bunun için endişelenen!'' Kübra'nın dedikleri üzerine sırıtmam daha da büyürken az önce çocuklardan birinin hırkasının asılı olduğu kapı açıldı ve içeriden beş altı genç çıktı. Önce yerdeki gençlere sonra bize baktılar.
''Abi, yardım et!'' Az önce öfkeyle tıslayan çocuk bir kız gibi yalvarınca Kübra'yla birbirimize baktık. Arkama, sokağa baktığımda Yeliz ve kardeşinin çoktan gittiğini gördüğümde rahatladım. Önüme döndüğümde Kübra elini koluma koyarak beni bir iki adım geriletti.
''Ne oluyor lan burada? Siz kimsiniz lan?'' Aralarındaki en yapılısı bağırarak yutkunmama sebep olurken elinde parlayan şeyle gözlerim iri iri açıldı. Bıçak mıydı o? Adamın arkasındaki gençler öne geçerek bize iğrenç bakışlar atarken Kübra, donup kalmış olan beni bir iki adım daha geriye çekti.
''Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktı, değil mi Nehir?'' Kübra'nın sorusuyla üstümüze yürüyen gençlere baktım.
''Haklısın galiba!'' diyerek koşmaya başladığımızda Kübra elimden tutup hızlı koşmama yardım ediyordu. Peşimizden geldiklerini biliyordum ama arkama bakamıyordum. Kübra'nın bacakları benden uzun olduğu için o daha hızlıydı ve ben geride kalıyordum.
Ani fren sesiyle aniden durduğumda öne savruldum ve gözlerimi kapattım korkuyla. Kübra elimi daha da sıkıp beni kendine çektiğinde son anda düşmekten kurtulmuştum. Gözlerimi araladığımda gördüğüm Yeliz'in yüzüyle rahat bir nefes aldım.
''Hadi binin!'' Kübra arka koltukta Yeliz ve kardeşinin yanına geçerken ben de hızla ön koltuğa oturdum nefes nefese. Gaza hızla köklenilmesiyle öne doğru savruldum ama torpidodan destek alıp olası bir kazayı önledim. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken dirseklerimi dizlerime koydum ve kafamı ellerimin arasına aldım.
''İyi misin Nehir?'' Kübra'nın endişeli sesiyle yüzümü ovuşturdum. Az önce ne olmuştu? Neredeyse bıçaklanacaktık galiba. Bildiğin kovalamışlardı bizi! Bildiğin peşimizden koşmuşlardı. Aklıma küçükken oynadığım kovalamacalar gelirken sırıttım. Sırıtmamın kahkahaya dönüşmesi uzun sürmezken kafamı geriye attım ve nefessizlikten ağlayana kadar kahkaha attım. Kahkahamı sonunda durduğumda ise ağlamaya başlamıştım.
Şu an olası bir sinir boşalması yaşarken arabanın içinden benim hıçkırıklarım hariç ses çıkmaması kendimi daha da kötü hissettiriyordu ve bu daha da şiddetli ağlamama sebep oluyordu. Kübra koltuğumun arkasından uzanıp omuzlarıma masaj yaparken titrek nefeslerim arasında kendimi toparlamaya çalışıyordum ama her bir hıçkırığım kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu.
''Torpidoda su olması lazım.'' Duyduğum sesle kafamı yana çevirdiğimde nefesimi tutarak gözyaşlarım yüzünden bulanık görünen yüze anlamayarak baktım. Dediklerini anlamlandırmam on saniyemi alırken; on saniye boyunca ona görmeyen gözlerle anlamsız anlamsız baktım.
Dediğini idrak ettiğimde titrek bir nefes aldım ve torpidoyu açtım. Dediği gibi bulduğum su şişesini aldım ve suyun bir kısmını içip arkamda bulunan Kübra'ya uzattım. Koltukta yan dönüp su içen Kübra'da gözlerimi gezdirdim bir hasar aldı mı diye. Tek hasar kıpkırmızı olmuş yanaklarıydı ve o da adrenalin ve koşmak yüzünden olmuştu.
''Kardeşin nasıl?'' diye sordum boğuk çıkan sesimle Yeliz'e bakarak. Hıçkırığım az önce nefesimi tutmaktan dolayı kesilmişti. Tişörtümün eteğini kaldırıp gözlerimi ve yüzümü sildim. Yeliz, omzunda uyuyan; sol gözü şişip kapanmış, dudağından ve kaşından akan kanların kurumuş izlerinin eşlik ettiği kardeşinin yüzüne bakıp derin bir nefes alıp bana döndü.
''Ben ne desem bilmiyorum. Kardeşimin hayatını size borçluyum!'' Kübra'yla bana bakıp söyledikleri üzerine Kübra'ya baktım. Kafasını geriye atıp derin bir nefes alırken gözlerini kapatmıştı ve nefesini verdikten sonra sırıtmıştı. Bela mıknatısımla birlikte yine bir belayı atlatmıştık ve bu sefer kendi kıçımız haricinde birilerini de kurtarmıştık.
''Bir de size, bize yardım ettiğiniz için teşekkür ederim!'' Kübra ve benimle konuşmadığını anladığımda bu sefer gören gözlerle yanımda oturan kişiye baktım. Gözünü yoldan ayırmayıp hafifçe kafa sallayarak cevaplamıştı Yeliz'i. Ellerine baktım. Uzun ince parmakları direksiyonu o kadar sıkı kavramıştı ki parmak boğumları beyazlamıştı. Bakışlarımı dikmemin ayıp olduğunu hatırlayıp önüme dündüm. Gördüğüm metro işaretiyle gülümsedim ve derin bir nefes alarak metro işaretini gösterdim.
''Bizi burada indirir misiniz?'' diye sordum adını bilmediğim şoföre bakarken. Gençti. Benden büyüktü, yirmili yaşlarının ortasındaydı büyük ihtimalle. Keskin çene çizgisi ve çıkık ademelmasıyla oldukça sert görünüyordu. Elmacık kemikleri hafif belirgindi ve dudağının bitiş çizgisinde ufak bir ben vardı.
''Nehir, hadi!'' Kübra'nın sesiyle kendime gelirken gözlerimi kırpıştırdım ve duran arabadan inmek için bakışlarımı gençten çektim. Arabayı durdurup park etmişti ama yüzünde tek bir mimik bile oynamamıştı ben onu izlediğim süre boyunca. Kapıyı açıp indikten sonra arkama döndüm ve eğilip Yeliz'e gülümsedim.
''Hastaneye gidiyorsunuz değil mi?'' Kafasını olumlu anlamda sallayınca bizi kurtardığı için gence teşekkür etmem gerektiğini hatırladım ve ona döndüm.
''Bize yardım ettiğiniz için teşekkür ederiz. Size minnettarız!''
''Evet, gerçekten! Çok teşekkürler.'' Kübra'nın da beni desteklemesiyle bize döner sandığım genç, gözünü yoldan ayırmamış sadece kafasını sallayarak cevap vermişti. Doğrulup kapıyı kapattım ve giden arabanın arkasından bir süre sessizce baktık Kübra'yla. Gecenin serinliği ikimize de iyi geliyordu ve bir süre bu nimetten yararlandık.
''Eve gidip sıcak bir duş almak istiyorum!'' Kübra'nın dediğiyle ona döndüm ve yorgun bir şekilde gülümsedim.
''Bende, mümkünse küvette uyumayı düşünüyorum ama önce Barış, ağzıma edecek. Her şeyin bir sırası var değil mi?'' Kübra sırıtıp kolunu omzuma dolarken metroya doğru yürümeye başladık.
''Aynı dert bende de var. Perihan Sultan beni haşlayıp, pilav için incik incik eyleyecek.'' Gülümseyip kafamı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Yıldızlar yine gözükmüyordu ama benim için daima parlayacak olan bir yıldıza sahiptim ben. Kübra vardı hemen yanı başımda.