6. BÖLÜM *RENK OYUNU

3235 Kelimeler
Uyanmamak için normalde kırk dereden su getirten ben alarmı uyandıran kişi olmuştum bu sabah. Alarmımdan iki saat önce uyanmıştım resmen. Yatakta kalmaya devam etmeyi seçerek gözlerimi tavana diktim ve dün geceyi düşündüm. Kübra ile ayrıldıktan sonra eve gelmiş, Barış'ın azarlamasına maruz kalmış ve duş alıp hemen yatmıştım. Dün o kadar çok şey olmuştu ki! Muah Thai'ye yazılmıştım annemlerden habersiz. İstanbul'daki ikinci günümde bir kavgaya karışmıştım ve tanımadığım insanların hayatını kurtarmıştım Kübra ile birlikte. Ahh! Bir de kavga ettiğimiz kişilerden kaçarken hiç tanımadığım birinin arabasına binip hem ağlayıp hem gülmüştüm. Utanç verici anılarım yüzünden; ellerimi yüzüme kapatıp unutmaya çalıştım ama nafileydi. Dün ki rezilliğimi ben unutsam Kübra unutturmazdı bana. Tüm simalar bulanıktı zihnimde, sadece olaylardan ibaretti anılarım. Arabanın sahibi o çocuk çok kabaydı bir de. Tek bir kelime bile etmemişti doğru düzgün. Aslında şu an farkına varıyorum da ben o çocuğa ait elle tutulur hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Yüzü, sesi, siması her şeyi tamamen bulanık bir haldeydi anılarımda. Oysa dün gece onu incelemiştim ben. En azından onun yüzünü hatırlamam gerekmez miydi? Adrenalin yüzünden miydi acaba? Neyse ne! Sanki koskoca İstanbul'da onu bir daha görebilecektim de. Oflayıp yatağımda doğruldum ve telefonuma baktım. Saat daha altı olmamıştı bile ve ben çok az bir uykuyla bu kadar dinç olmama şaşırıyordum. Yatağımdan çıkıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Kişisel ihtiyaçlarımı gördükten sonra banyodan çıkıp üstümdeki pijamalarımı çıkarıp yerine lacivert eşofman takımımı giydim. Saçlarımı dün akşam banyodan sonra kurutup düzleştirdiğim için kabarmamışlardı. Önceki günden dersimi almıştım ne de olsa. Saçlarımı gevşek bir şekilde at kuyruğu yaptım ve yatağımı düzeltim ardından da pijamalarımı katlayıp odadan çıktım. Kapıyı kapatmamla açmam bir olurken yatağımın kenarındaki komodinin üstünden telefonumu aldım. Çalışma masamın çekmecesindeki bluetoothlu kulaklıklarımı alıp kulağıma yerleştirdim ve tekrar odadan çıktım. Telefonumla kulaklıklarımı senkronize edip mutfağa geçerken bana ilham veren, en sevdiğim şarkılardan olan BTS'in 21st Century Girls adlı şarkısını açtım. Şarkı bir kızın kendisi olmasını, kendisiyle barışık olmasını ve doğal olduğu için özel ve güzel olduğunu anlatıyordu. Bu grubu gerçekten çok seviyordum. Farklı ülkeden, farklı ırklardan olsalar bile tüm insanlık için aynı anlamı taşıyan şarkılar yazabiliyorlardı. Şarkının ritmiyle mutfağa seke seke giderken Barış'ın hala uyuyor olmasından yararlanarak ona sürpriz yapmaya karar verdim. Ona mükellef bit kahvaltı hazırlayacaktım. * * * ''Nehir, sen beni öldürmeye mi çalışıyorsun? Bu ne? Yaktın beni!'' Barış, soğuk su doldurduğum bardağı hızla elimden alıp içerken, ben onun kızarmış suratı yüzünden gülmemek için kendimi zor tutuyordum. ''Barış abartıyorsun bence. Az bir şey doğradım acı biber. Hem ben o kadar uğraşmışım sabahtan beri. Göz yumup yemen lazımdı ayıp olmasın diye! Minnettar olman lazımdı öğrenci evinde sabah yemek pişiyor diye.'' Sandalyeme somurtarak otururken kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Çok az doğramıştım menemene acı biberi. Neden bu kadar büyütmüştü ki? ''Nehir Mira BÜYÜKYILDIZ! Çok az mı doğradın? Ölüyorum lan ben burada. Dilimi hissetmiyorum! Yok! Pişti, kavruldu. Isırıyorum can gelmiyor. Acımıyor artık, hissetmiyorum.'' Barış'ın abartarak söyledikleri üzerine masanın ortasındaki menemene baktım. Gerçekten o kadar acı mıydı? Tabağımın yanındaki çatalı alıp menemene uzatırken Barış'a kısa bir bakış attım. ''Nehir, yeme bak güzelim. Ben yandım sen de yanma.'' Barış'ın dramatik uyarısını göz ardı ederek çatalımdaki menemeni ağzıma koydum. Barış'la gözlerimiz kesişirken büyük sözü dinlemememin acısını çekmeye başladım. Sofradan fırlarken Barış'ın kahkahasını duydum ama ona kızacak kadar vaktim yoktu. Ağzımdakini yutmadan çıkarmam gerekiyordu. Lavabonun üstündeki kağıt havludan kopardığım gibi ağzımdakinden kurtuldum. Masaya ağzım açık, dilim dışarda döndüğümde Barış hala gülüyordu halime. En azından kahkahası durmuştu. Uzattığı ekmek içini ağzıma atarken gözlerimin yaşlanması yüzünden bulanık görüyordum her şeyi. ''Ben demiştim sana. Nimet ama dök şunu da; ben, bize söğüş hazırlayayım.'' Barış, masadan kalkıp yanıma gelirken omuzlarımı düşürdüm. Hala dilim yanıyordu. Üstelik ben yutmazken Barış kaşığına çok aldığı için yutma yutmuştu menemeni. Bir işi de doğru düzgün yapsam ne olurdu ki? Neye özensem elime yüzüme bulaştırıyordum. ''Hey, hadi ama! Üzme kendini, alt tarafı basit bir menemen. En azından zehirlemedin beni, bir de bu açıdan bak!'' Barış, ellerini omzuma koyarak benle aynı hizaya gelmek için eğilirken gülmek için kendimi zorladım. ''Hah, şöyle! Bugün okulun ilk günü, günün güzel geçmesi için gülümsemelisin.'' ''Haklısın, neyse olmuş bir kaza. Bundan sonra daha dikkatli olurum.'' Gülümseyerek söylediklerim üzerine ağzımda varlığını sürdüren ateşi söndürmek için bardağıma su doldurdum Barış beni onaylamak için baş parmağını kaldırırken. ''Aynen kardeşim. Şey, bence sen bundan sonra kahvaltı hazırlama ama. Ölmek için çok gencim ben!'' Elimde bardak öylece kalakalırken Barış, karnını tutarak kahkaha atmakla meşguldü. Sırıttım ve mutfakla odam arasındaki mesafeyi ölçtüm gözlerimle. Suyum yüzüyle buluştuğunda koşarak mutfaktan çıktım ve odama girmeden önce bağırmayı da ihmal etmedim. ''Ben hazırladım, sen topla masayı!'' * * * Çalan telefonumla sabahın bu saatinde arayan kişinin kim olduğu merak ederek, kulaklığımın düğmesine bastım siyah tişörtümü giyerken. ''Efendim?'' ''Aklında olan tüm salaş tişört ve eşofman kombinlerini çıkar. Dün sana aldığımız ince kazakla koyu kotunu giy. Saçlarını sal ve azıcık makyaj yap. Belki biraz ruj, gül kurusu far da olabilir. Allık sürmesen de olur. Yeterince kızarırsın sen zaten. Saçını sakın toplama, bak uyarıyorum baştan.'' Duyduklarımla giyinme işlemim yarım kaldığı için aynadan kendimi gördüğümde; bir kolumu havada tişörtün koluna sokarken; diğer kolumla da tişörtümün eteğini çekerken kalakalmıştım. Kendime gelebildiğimde derin bir nefes alma ihtiyacı duymuştum. ''Sana da günaydın kuzum!'' İmayla dediklerim üzerine hattın karşı tarafından Kübra'nın kıkırdamasını duydum. Deli diyordum da kimse inanmıyordu bana. ''Günaydın 'Mini Boyum'. Benim şimdi kapatmam gerek; hazırlan ve fotoğrafını çek ardından da bana at olur mu? Seni seviyorum!'' Kübra tüm enerjisiyle şakırken gülümsedim. Düşünce akışı neden bu kadar hızlıydı ki bu kızın? ''Ben de seni seviyorum. Tamam, atarım. Dikkat et kendine, başına dert alma 'Bela Paratonerim'!'' Bende hızla onu cevaplarken cümlelerimin birbirinden kopuk olmasını önemsemedim. ''Dediğin gibi, ben çekiyorum belaları. Arasam bulamam valla. Neyse hadi ben kapattım. Akşam kursta görüşürüz.'' ''Görüşürüz. Allah'a emanet ol kuzum.'' ''Sende Allah'a emanet ol biriciğim. Bu sefer gerçekten kapattım. Cevap verme!'' Telefonun sonunda kapanması üzerine gülümsedim ve Kübra'nın dediğini yapmak için dolabıma yöneldim. Hazırlanırken BIGBANG'den Fantastic Baby adlı şarkıyı açtım. Şarkının İngilizce kısımlarına kusursuz bir şekilde eşlik ederken, Korece kısımlarının telaffuzunda zorlanıyordum. Sonunda hazır olduğumda aynadan kendime baktım. Makyaj olarak sadece hafif bir göz kalemi çekip, biraz da rimelle gözlerimi belirginleştirmiştim. Kazağımın eteklerini kotumun içine sokup ardından kemeri taktım ve saçlarıma elimle şekil verdim. Saçımın bu hali çok uzun sürmeyeceğini bildiğim için çantama, not defterimle kalemliğimin yanında saç lastiği de koydum. Telefonumu elime alırken saate baktım. Saat sekiz buçuğa geliyordu. Kampüse yürüyerek gitmek istediğim için şimdiden çıkmam lazımdı. Annemi aramak için rehbere girerken bir yandan da hala kulağımda olan bluetoothlu kulaklıklarımı çıkarıp masanın üzerine bıraktım ve normal kulaklıklarımı alıp çantama koydum. ''Alo kızım, nasılsın gözümün nuru? Ben seni uyandıracaktım sen niye uyandın? Dersin 10.55'de değil miydi?'' ''Günaydın annem! Evet, o saatte ama erken kalktım. Ben iyiyim annem, siz nasılsınız?'' Yatağımın ucuna otururken boğazıma oturan yumruyu gidermek için yutkunuyordum iki de bir. Sesim titriyordu ama ağlamayacaktım. Burnumun sızlaması da cabasıydı. ''Biz iyiyiz kızım sen merak etme bizi. Ee? Nasıldı dün? Gezebildiniz mi kankinle?'' Babamım imayla kanki kelimesini vurgulamasını üzerine kıkırdadım. ''Güzeldi babam, merak etme daha önce de geldiğim için yabancılık da pek çekmedim bu sefer. Bu arada benim size söylemem gereken bir şey var.'' Derin bir nefes alıp annemlerden habersiz yazıldığım Muah Thai kursunu tepkilerinden biraz çekinerek anlatmak için hazırladım kendimi annem cevap verirken. ''Ne oldu kızım? Bir şeyin yok ya? Hastalandın mı yine? Ne olduğunu anlat istersen Nehir!'' Annemin çıkışmasıyla gözlerimi yumdum ve açtım ağzımı. ''BensizdenhabersizbirişekalkıştımveMuahThaikursunayazıldım!'' Bir nefeste her şeyi söylerken tüm nefesimi tüketmiş olduğum için tekrar derin bir nefes aldım. ''Nehir Mira BÜYÜKYILDIZ! Şimdi tekrar ve tane tane bir daha söylüyorsun. Sen o kadar sertifikayı boşuna mı aldın? İçlerinde diksiyon da vardı hem!'' Annemin ani çıkışmasıyla yatağımda hafif sıçrarken dediği gibi yaptım. ''Ben sizden habersiz bir işe kalkıştım ve Muah Thai kursuna yazıldım, dediydim anne.'' Tepkilerini merak ederken ayaklarımın benden habersiz sallanmaları üzerine ayağa kalktım. Normalde benim hiçbir girişimime kızmazlardı ama onlardan habersiz de hiçbir işe girişmezdim ki ben. ''Nehir, öncelikle bizden habersiz böyle bir iş yapman...'' Bir sessizlik olurken annemin böyle deyip susması üzerine üzüntü ve utançla az önce kalktığım yere geri oturdum. Haklıydı annem. Her zamanki gibi. Alt dudağımın titremeye başlamasıyla burnumdaki sızının da eş zamanlı büyümesi bir oldu. Onları hayal kırıklığına uğratmıştım ilk günden. ''Neyse bunu sonra konuşuruz, bir daha bizden habersiz bir iş yapmayacağına söz verirsen niye olmasın. Yazılmışsın bir kere, BÜYÜKYILDIZ soyundan biri söz vermişse bunu her zaman tutar. Şimdi kursa gitmezsen ayıp olur.'' Babamın dedikleri boğazımdaki yumrunun daha da büyümesine sebep oldu. ''Ben, özür dilerim.'' Ağzımdan çıkan sadece bu cümleydi. Üç kelimeden ibaretti ama sesimin çatlaması ve gözyaşlarımın etkisiyle bendeki etkisi çok büyüktü. ''Kızım yapma! Ben seni her şeyde desteklerim biliyorsun. Sadece senden böyle bir şey beklemediğimden şaşırdım, o kadar. Ağlama kızım, kahretme beni burada!'' Annemin isyan dolu sesiyle hıçkırırken kesik kesik nefeslerim yüzünden tuhaf sesler çıkarıyordum. ''Kapat telefonu ve elini yüzünü yıkayıp sakinleş. İki dakika içinde arayacağız seni.'' Babamın dedikleri üzerine boşluğa kafamı sallayabildim yataktan kalkarken. Kapanan telefonu yatağımın ucuna bırakıp elimi yüzümü yıkamak için banyoya ilerledim hıçkırarak. Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırsa da başarılı ve hasarsız bir şekilde girebilmiştim banyoya. Elimi yüzümü soğuk suyla yıkayıp titrek bir nefes aldığımda kendime geldiğimi hissettim biraz daha. Birdenbire neden böyle olmuştum ki şimdi ben? Aynaya baktığımda azıcık sürdüğüm makyajımın da akmış olduğunu görüp iyice temizlemek için güzelce yıkadım yüzümü bir daha. Yüzümü kurulayıp odaya döndüğümde telefonumu elime alıp tekrar annemi aradım. ''Kızım iyi misin? Bak, ben kızmadım sana. Aslına bakarsan gurur bile duydum. Sadece şaşkınlığımdandı o tepkim.'' Annenim açıklaması üzerine buruk bir şekilde gülümsedim. Sabah sabah annemi de babamı da üzmüştüm. ''Sizi çok seviyorum!'' ''Biz de seni çok seviyoruz. O kadar çok seviyoruz ki, ne derdin sen? Hah! Lügatlerde bu sevginin karşılığı olabilecek tek bir kelime bile bulunmuyor!'' Annemin dedikleri üzerine buruk gülümsemem daha da büyüdü. Bu söz... ''Hatırladın mı? Evlilik yıldönümümüzde annenle bana, ellerinle hazırlayıp verdiğin aile albümünün üstüne yazmıştın bunu.'' ''Hatırladım babam, ne zaman çıktı ki aklımdan ve kalbimden size olan sevgim?'' ''Seni çok seviyor ve seninle gurur duyuyoruz kızım! Daima arkandayız!'' * * * Kampüsten içeriye adımımı atar atmaz elim kulağımdaki kulaklıklara gitti. Burası ilk geldiğimin aksine o kadar kalabalık ve rengarenkti ki! Her insanın vardır bir rengi. Capcanlı bir sarı. Ya da soluk bir gri. Benim rengim neydi hiçbir zaman bilemedim. Ama insanların renklerini tahmin etmede hep iyi olmuştum. Mesela... Hemen girişte, güvenlik kulübesinin yanındaki otoparktan çıkan bir grup gencin renkleri bana göre parlak gümüş rengiydi. Bu renk bana her zaman özgüveni anımsatırdı. Onlara bu rengi yakıştırmamın sebebi yürüyüşleri, giyim tarzları ve bakışlarıydı. Birbirinin yansımasıydı bu grup bir bakıma. Yürümem gerektiğini bana hatırlatan sebep, birinin omzuma çarpması değildi; hala elim kulağımda öylece dikildiğimi fark etmemdi. Kulaklığımı katlayıp çantama koyarken bir yandan da yürümeye başladım. Yürürken etrafıma bakınıyordum, renk tahmin etme oyunumu oynamaya devam etmek için. İleride kamelyada oturan bir grup gencin rengi bana göre pembeydi. Pembe bana neşeyi çağrıştırırdı hep. Ve onların şen kahkahalarından, şakalaşmalarından hissettiğim renk buydu. Her insanın ayrı bir rengi olsa da bir araya geldiklerinde insanlar; birbiriyle senkronize olur ve yeni bir renk oluştururlardı bana göre. Kendilerinin ortak noktalarının birleşmelerinden gelirdi bu yeni renk. Telefonumun saatine baktığımda derse yarım saatimin kaldığını gördüm. Konservatuar binasının bulunduğu tarafa doğru yönümü çevirirken gözlerimle etrafı hafızama kazımaya başladım. Ne olur ne olmazdı. Koskoca kampüs! Kaybolma ihtimalim vardı benim. Öyle bir potansiyele sahiptim ben. Konservatuarın önüne geldiğimde gördüğüm manzarayla bir an duraklasam da devam ettim yürümeye. Bir grup genç konservatuarın yüksek rampası üzerinde akapella yapıyorlardı. (Enstrüman olarak insan sesinin kullanıldığı çok sesli bir müzik türüdür) Konservatuar binasının önünün bu kadar kalabalık olması beni gererken Sia'nın şarkılarını remixleyip, akapella olarak sunan gençlere odaklanmamı zorlaştırıyordu. Kollarımla kendimi sararken gözlerimi kapatıp müziğe odaklanmaya çalıştım. Birkaç akapella çalışmam vardı ama tek başıma ve tek tek kaydetmek zorunda kaldığım için sesleri çok zorlanmıştım. Bu yüzden akapella çalışmayı bırakmıştım. Gayet iyilerdi ama arka plandan beatbox daha kuvvetli ve sert gelseydi daha güzel olabilirdi. Tiz sesler tok sesleri fazlasıyla bastırdığından bunu dengelemek için beatboxun tokluk derecesini arttırabilirlerdi. Ama yine de çok iyiydi. Uyumları, kimin nerede ve nasıl başlayacağı... Büyük bir başarıydı. En azından benim gibi pes etmeyip insanlar önünde gösteri yapabiliyorlardı. Asıl alkışı bence cesaretleri ve özgüvenleri hak ediyordu. Onları alkışlarken düşündüklerim bunlardı. Alkış tufanı son bulduğunda gülümseyerek rampada ikiye ayrıldılar ve mikrofonla gelen kişiye yol verdiler. ''Merhaba arkadaşlar! Yeni gelenler için söylüyorum, üst devreler alışkın böyle gösterilere. Nasıldı, beğendiniz mi?'' Tekrar bir alkış tufanı koparken yüzümdeki gülümsemeyle etrafımdaki insanlarda gezdirdim bakışlarımı. Şu an bizim rengimiz maviydi. Gök mavisi. Mutluluğun rengi. ''Beğendiğinize sevindim. Şimdi birinci sınıf konservatuar öğrencilerinin; bölüm fark etmeksizin kantinin hemen yanındaki konferans salonuna gitmelerini istiyorum. Oryantasyon konuşmasını yapmak için dekanımız sizi bekliyor. Rektörümüz de birazdan size katılır. Yeni bir okul dönemi... Bu dönem ve diğer dönemler hayallerini gerçekleştirebilmeniz için birer basamak. Başarı için çabalamanız gerekir. Bunu unutmamanız dileğiyle. Şimdi konferans salonuna. Hadi!'' * * * Oryantasyondan çıkıp kantine ilerlerken dekan ve rektörün üniversite ve bölümler hakkındaki bilgilendirmesinin vakit kaybı olup olmadığını düşünüyordum. Ben derse girip heyecanımın yatışmasını istiyordum ama oryantasyon bunu daha da katlamıştı. Kantin konservatuar binasıyla konferans salonu arasındaydı ve şu an öğle arasına az kalmıştı. Barış'ın bana attığı mesajda; onu kantinde beklememi söylemesi üzerine şu an kantinden içeri adımımı atıyordum. Kantinin girişinde bir süre duraksayarak etrafımı inceledim. Duvarlarda plaklar, posterler, notalar, maskeler; kısaca konservatuardaki tüm bölümlerle ilgili, bölümleri temsil eden şeyler asılıydı ve bu çok hoş bir ortam yaratmıştı. L tarzı koltuklar, puflar, büfe tarzı masalar... Bir kantinden çok birçok ortamın birleşmesinden meydana geliyormuş gibi bir izlenim bırakmıştı bende. ''İzin versen de artık geçsek diyorum!'' Kulağımın hemen dibinde duyduğum erkek sesiyle yerimde sıçrarken hızla arkamı döndüm. ''Ta-tabi buyurun.'' Kekelerken içimden kendime küfür ettim ve kenara çekilirken kafamı yere eğdim. Kanın yanaklarımda toplandığını hissederken önümden geçip gidiyorlardı. Bakışlarım yerde olduğu için sadece ayaklarını görebilmiştim kızlı erkekli grubun. Kantine olan tüm hayranlığım birden solup giderken dışarı çıktım ve saçlarımı geriye attım. Ellerimle yanaklarımı yellerken ilk rezilliğimi yapmış olduğum için kendimi tebrik ettim. Aferin bana! Neden yalı kazığı gibi girişte dikiliyorum ki ben? Çocuk haklı! Of Nehir ya! Çalan telefonumla kendimi azarlama işime ara verdim ve arayanın kim olduğuna baktım. Barış'ın ismini gördüğümde rahatlamayla derin bir nefes aldım. Beni buradan almaya geliyordu. Buradan ne kadar çabuk uzaklaşırsam o kadar iyiydi. ''Efendim kuzenlerden en çok sevdiğim kişi!'' Sesime şirinlik katarak söylediklerim üzerine Barış'ın kahkahasını duydum. ''Ben senin tek kuzeninim. Benden başka kuzenin yok ki senin geri zekalı!'' ''Ahh! Doğru, unutmuşum. Olsaydı seni sevecek değildim ya! Senin sevilir bir yanın mı var ha?'' Hemen lafı yapıştırırken Barış'a karşı olan bu yeteneğimin, az önceki kekeleme rezilliğimi unutturmasına izin verdim. ''Nehir!'' Barış'ı duymamla telefonu kulağımdan çektim ve etrafıma bakındım. Barış, bu kadar yakında mıydı ya? Bilseydim sinirlendirmezdim. Ben mesafe var sandıydım. Mesafeyle siniri yatışır diye düşünmüştüm. Yanılmıştım. Bunu bana doğru gelirken yüzündeki sinsi gülüşten anlamıştım. ''Sabah zehirlemeye çalış, temizliği bana yükle, şimdi de bu! İstanbul'daki üçüncü gününde ölmek mi istiyorsun sen?'' Kolunu omzuma dolarken söyledikleri üzerine gergince sırıttım. Öldürmezdi ama süründürürdü. En azından bana, kaldığımız tüm apartmanın içini dışını temizlettirirdi. Yapardı. Deliydi. Annemin kardeşinin oğluydu. Anneme çektiğini söylerdi herkes. Annemden tahmin edebiliyordum işkence planlarını. Kendisi planlayamazsa annemi arar onunla komplo kurardı. ''Kız, ben şaka yaptım. Sil şu çirkin ifadeyi yüzünden. Nasıl bir sırıtıştır bu Ya Rabbi! Acilen insan gibi gözükmen lazım. Seni arkadaşlarımla tanıştıracağım. Maymunlardan geldiğimizin kanıtı olduğu söylemedim onlara.'' Barış'ın dediklerini takip edemezken kaşlarımı çattım. ''Bir cümlede; hem Müslüman hem ateist nasıl olunur gösterdin, tebrik ediyorum seni.'' Kolunun esaretinden kurtulurken ona alaycı bir bakış attım. Barış'ın bu sefer koluma girmesiyle beni yönlendirmesine izin verdim. Çıkışa doğru ilerlemek yerine yönümüzü az önceki rezilliğimin ev sahibi kantine çevirdiğimizde gerildim. ''Nereye? Yemek yemeyecek miyiz?'' diye sordum hızla adımlarımı yavaşlatırken. ''Obur kuzenim. Ne dedim ben az önce?'' Barış'ın tek kaşını kaldırması üzerine kaşlarımı tekrar çattım. ''Şaka yaptığını, Allah'a ne kadar çirkin biri olduğumu ima edişini, bir de maymunlardan gelmemden falan filandan bahsettin. Yani, ben bunlara odaklanmışım sadece.'' ''Geri zekalısın diyorum eniştem kızıyor sonra. Seni kendi bölümümden sınıf arkadaşlarımla tanıştıracağım.'' ''Ne?! Ben istemiyorum!'' Duyduklarımla hemen karşı gelirken Barış kaşlarını çattı dediklerim üzerine. ''Nehir, ne zamandır onlara senden bahsediyorum. Merak ettiler seni.'' İşte, bu kadardı. Barış'ın dedikleri anında yumuşamama sebep olurken gülümsedim. Benden bahsetmişti arkadaşlarına ya! ''Tamam, tanışayım. Ama neden burada? Kendi bölümünüzün kantini yok mu? Orada tanışalım.'' ''Nehir'im. Her bölümün kantini var ama biz burada takılıyoruz. Diğer kantinler çok kalabalık oluyorlar. Gerilmene de gerek yok. İyi insanlar hepsi.'' Barış'ın dedikleriyle gülümsememi yüzümde sabit tutmaya çalışırken gerginliğim çakmak çakılsa alev alacak türdendi. Barış'ın amacını biliyordum. Alışma sürecimi benim için kolay hale getirmek istiyordu ama ben insanlara öyle çabuk kaynaşan biri hiç olmamıştım ki. Hem az önceki kişilerde bu kantindeydi. Kantinden girerken kafamı eğdim ve Barış'ın kolumdaki eline güvenerek ilerledim masalar arasında. İstanbul'a geldiğim ilk gece kendime verdiğim sözü tutmaya çalışmamın vakti gelmişti. Hem ne kadar kötü olabilirdi ki? * * * ''Bu bizim kekeme değil mi?'' Duyduğum tanıdık sesle olduğum yere çakılırken evrene okkalı bir lanet okuyordum. Cidden mi? ''Siz tanışıyor musunuz?'' Barış'ın saçma sorusuyla kafamı duvarlara vurma isteğimi bakışlarımı yerde sabit tutarak bastırdım. ''Kantinin girişinde ufak bir muhabbetimiz olmuştu. Ben Şahin!'' Görüş alanıma giren eli istemeye istemeye tutarken el sıkışına karşılık verdim. ''Nehir.'' Diğerleriyle benzer bir şekilde tanışırken kahve içme kararıyla kantinde oturmaya karar verdiklerinde Barış'ın hemen yanındaki yere oturdum ve bana soru sorulmadıkça konuşmama kararı aldım. Zaten sorulmadı da. Barış halimi anlamazken, arkadaşlarının beni görmezden gelmesini de anlamadı. Benden kaynaklanıyor olduğunu düşünüyor olmalıydı. Ne de olsa yabaniydim ben. Dediklerini duymamaya başlarken bakışlarımı kantinde dolaştırdım. Bakışlarım bir yere odaklanırken hangi rengi gördüğümü tespit etmeye çalıştım, hemen karşımda bulunan masada tekli koltukta; yüzü bana karşı dönük oturan gençte. Sıkılıyordum, bari renk tahmin etme oyunuma devam edeyim. Kulağında kül rengi kulaklığı, taktığı kemik çerçeveli gözlüğü, ısırdığı kurşun kalemiyle; sanki önündeki duran defterle kavga edecekmiş gibi duruyordu yüzündeki ifade. Ağzındaki kalemi çıkarıp bir süre öylece durduktan sonra kalemini kotuna silip kağıdın üstüne bıraktı. Hemen sonra gözlüklerini çıkarıp masanın üstündeki kutusuna koydu ve bir süre burun kemerini sıktı. Ardından masada bulunan, yeni fark ettiğim içeceği eline aldı ve gözlerini kapattı pipeti dudaklarına yaklaştırırken. İçtiği şeyin çikolatalı süt olduğunu görünce gülümsedim. En sevdiğimdir süt çeşitleri arasında. Çilekli ve muzludan nefret ederim. Sütü içerken, yüzündeki o ciddi ifade yerini yumuşamaya bıraktı ve sütün hepsini bitirene kadar da yüzündeki ifade aynı kaldı. Biten paketi, gözleri kapalı masaya koyduğunda daha da büyüdü gülümsemem. Bende tek seferde bitirirdim çikolatalı sütü. Paketten gözlerimi çekip gence tekrar baktığımda göz göze geldik. Bir süre öylece gözlerine bakakaldım. Bana doğru gelen bir cisim de yoktu ama araba farı gören masum hayvan gibi kalmıştım yine. Düşünme yetimi geri kazandığımda ilk gözlerini kaçıran ben olmuştum kızaran yanaklarımla birlikte. Bakışlarımı ilk önce masanın üstündeki soğumuş kahveme diktim. Onun hala, hareketsiz bir şekilde öylece durduğunu, ona bakmasam da görüş açımdan anladığımda; bu sefer kucağımdaki ellerime diktim bakışlarımı. Kalbim hızla çarpıyor ve kanımın yanaklarıma daha hızlı pompalanmasına sebep oluyordu. Domates halt etmiş benim yanaklarımın yanında be! Onun oturduğu tarafta bir hareketlilik hissederken derin bir nefes aldım ve kafamı hafifçe kaldırarak kirpiklerimin arasından ona baktım. Siyah sırt çantasına defterini, gözlüğünü, kalemini koyarken giydiği kıyafetlerin onu asil gösterdiğini fark ettim. Basitti üstündekiler; siyah düz atletinin üstüne giydiği mavi kot gömleği vardı. Pantolonu da koyu renk bir kottu. Benimkinden de koyuydu hatta. Onu asil gösteren tüm bu basitlikleri taşımasıydı herhalde. Bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdiğimde yine göz göze geldik ama bu sefer ilk kaçıran o oldu. Bu tepkisi beni şaşırtırken; hızla masadaki çöpünü de aldı ve insanlardan uzak durarak, slalom yaparak kantinden çıktı. Tüm bu olanların ardından tek düşünebildiğim 'Onun rengi neydi?' Asil demiştim onun için. Asilliği benim için siyah simgelerdi ama asil değildi. Gözlerini kaçırmıştı. Asil olmak için özgüven bir önkoşuldu benim için. Özgüvenli olan herkes asil olamaz ama her asil özgüvenlidir bana göre. Baştaki sert yüz ifadesi bana katılığı, laciverti hissettirirken; ardından sütü içerken ki ifadesi moru yani çocukluğu hissettirmişti bana. Kafam karışmış bir şekilde hala kantinin kapısına bakıyordum. Sol omzumda hissettiğim el ve duyduğum cümleyle soluma döndüm. ''Rahatsız ediyorum ama Nehir? Sen misin?''
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE