Tanıtım
Babamın sesi, içerideki gergin havayı daha da ağırlaştırıyordu. Salona doğru yürürken, içeride bir yabancı olduğunu fark ettim. Ama bu adam, sıradan biri değildi.
Simsiyah takım elbisesi, bileğine kadar sıyrılmış gömleğinin altından görünen pahalı saati ve soğukkanlı bir ifadeyle bana doğru bakan gözleri… Onun kim olduğunu bilmiyordum ama tehlikeli biri olduğu belliydi.
“Kim bu adam?” diye sordum, kapının eşiğinde durarak.
Babam gözlerini kaçırdı. Ama adam… Adam bana doğrudan baktı. Gözleri, içimi ürperten bir şeyle parlıyordu.
“Kızın mı?” dedi, babama dönerek.
Babam hemen cevap verdi, sesi titrek ve panikle doluydu. “Ona bulaşma, Emir. Ne istiyorsan hallederim ama kızım bu işe dâhil değil.”
Adını o an öğrendim. Emir. Şimdi her şey daha netti. Bu adam, İstanbul’un en tehlikeli mafya patronlarından biriydi.
Emir hafifçe gülümsedi ama o gülümsemenin altında ölüm vardı.
“Borcun borç, İsmail. Ödeyemiyorsan, karşılığını ver.”
Babam başını iki yana salladı.
“Bunu yapamam. O benim kızım!”
O an anlamıştım. Babam yine bir bataklığa saplanmıştı ve bu kez beni de beraberinde sürüklemeye çalışıyordu.
Bir adım öne çıktım, gözlerimi Emir’e diktim. “Ben bir eşya değilim. Senin gibi adamlara verilecek bir şey değilim. Mal değilim ben!”
Emir başını hafifçe yana eğdi. Gözleri bana odaklandı. Sonra yanındaki adamlardan birine kısa bir işaret verdi.
O adam, kolumu aniden kavradı. Ama ben öylece durup bekleyecek biri değildim. Dirseğimi hızla kaldırıp adamın suratına geçirdim. O sendeleyerek geri çekilirken, Emir gözlerini kısıp bana baktı.
Sonra yavaşça başını salladı. “Hoşuma gitmeye başladı.”
Babam çaresizce koltuğa çökerken, Emir ellerini cebine soktu ve umursamaz bir ses tonuyla konuştu.
“Sana sormadığımı anlamamışsın, Ela. Artık bana aitsin.”
Bütün kanım dondu. Ama bir şey biliyordum… Eğer gerçekten beni almaya kalkarsa ona cehennemi yaşatırdım.