Otelin barıyla ilgili tartışmanın üzerine eklenen piyasa gidişi, sohbeti neredeyse çıkış satine kadar uzatmıştı. Öğle yemeğini de Timuçin'in isteğiyle geçiştiren ekip, Selçuk Bey'in yemek teklifiyle gizlice rahatlamıştı.
Ali, hazırlanması için Asya'yı evine bırakırken Timuçin'den bahsediyordu. Yol boyunca ağzını toplamda bir dakika kapamış olan genç adam patronunu yermekten çekinmiyordu.
"Adam ne kadar genç değil mi? Bu yaşta büyük başarı doğrusu!" diyerek göz ucuyla genç kadına baktı. Onun sessiz kalışıyla konuşmayı sürdürdü. "Bu kadar parayı nasıl bulmuşta almış oteli? Gerçi babasının parası var diyorlar, o yardım etmiş olabilir." Ona cevap vermemekte ısrarcı olan Asya'ya iyice gıcık olan adamın sesi sertleşti.
"Yatırım falan bahane, asıl para mafyacılıktan geliyormuş. Uyuşturucu, kaçakçılık, adam kaçırma, hatta öldürme... Ama kimse ispatlayamamış. Zaten genelde ispatlanamaz ya böyle şeyler. Kirli parayla almıştır bu otelleri de. Bakalım ne yapacağız bu adamla, çok kalmasa bari. Zaten akşam bir yemek yeriz, bir daha da işte falan görürüz. Sonra da gider, kurtuluruz."
Sonunda onun ithamlarına dayanamayan kadın gözlerini devirip başını sola yatırarak adama baktı. "Ali attın da attın... Nereden duydun ki adamın mafya olduğunu? Babası yardım etmiş olabilir. Hem aile şirketleri hep gündemde biliyorsun. Onlar da birlikte çalışıyorlar işte... Adamın babası koskoca Halil Gündoğan. O kadar yatırım falan yapıyorlar, mafya diye iftira atılıyor olabilir. Sosyete camiasına dedikodu olsun yeter. Sen de biliyorsun insanlar dedikoduyu ve abartmayı çok severler... Hem niye taktın sen şimdi durduk yere bu adama?"
"Ne takacağım ya! Ben güvenilir yerlerden duyduğuma eminim kızım. Fazla yüz göz olmayalım, nasılsa gidecek birkaç güne."
"Senin şu güvenilir yerlerini çok merak ediyorum! İki günde bir tuhaf dedikodularla geliyorsun bana. Umurumda mı diye hiç merak etmiyorsun mesela!"
Uzun kirpiklerini kırpıştıran genç adamın sesi masumca dudaklarından fırladı. "Umurunda değil mi yani?"
Karşısındaki yola dönen genç kadın eve varmak üzere olduklarını fark ederek konuyu kapattı. "Tanımadığım insanların özel hayatlarını düşünmüyorum. Öyle olsaydı, şimdiye çatlayıp ölmüştüm herhalde!" dedi ve kıkırdadı.
Onun kıkırdayışını duyan adam rahatlayarak dikkatini yola verdi. Timuçin ve Asya'nın kaçamak bakışlarını yakaladığında hırsından yarılacak duruma gelmişti Ali. Adamın ne kadar yakışıklı ve karşı konulamaz şekilde zengin olduğunu biliyordu. Üstelik çok çapkındı. Asya ile birkaç günlük kaçamak için harekete geçebilirdi. Neyse ki duyduğu ve biraz abarttığı bilgilerle kadının ilgisiz olduğunu görerek feci rahatladı.
Asya eve girer girmez yatağa attı kendini. Bugün hiçbir şey yapmasa da, bu eğlence merkezi olayı yormuştu onu. Dün gecenin zorlu geçmesinin de etkisi vardı bunda... Kabuslar ruhsal anlamda boğuyordu onu.
Ali'nin söyledikleri doğru mu acaba? diye düşündü sonra. Adam belki de mafyaydı, belki de pis işlere bulaşıyordu kim bilebilirdi? Kimse ispatlayamamıştı ama böyle olduğunu da... Gerçi hayatta tam olarak ne doğru oluyordu ki? İyi olana atılan leke, kötü olanın üzerine sinmiş kadar tereddüte düşürüyordu insanı. Timuçin Gündoğan'a bakıldığında beyaza bulaştırılmış bir çamur değil; aksine bulanık suların çalkalanışı görülüyordu. Acaba söylenen kadar şer içinde bulunmuş muydu? Yoksa iftira mı atılıyordu?
Neyse ne sana ne be kızım? diye düşünerek kalktı yataktan. Akşam yemeği için ne giyseydi acaba? Başka zaman olsa pantolon ve tişört geçirirdi üzerine ama o gece özel bir konuk vardı. Hem de kadının kalbini gizliden gizliye yerinden oynatacak kadar özel... Acı ya da tatlı, Asya'nın kıpırdayan kalbinden henüz haberi yoktu.
Tek tek elbiselerine bakıp, hepsini yatağına fırlattıktan sonra; kırmızı, sırtından hafif dekolteli elbisesini eline aldı. Bunu daha önce hiç giymemişti. Elbiseyi kendine yakıştığını düşünerek almıştı. Biraz inceledikten sonra yüzüne kararlı bir gülümseme oturdu.
Akşam yedi gibi Ali geldi. Her fırsatı yanında geçirmek için değerlendiren adamı kırmamaya çalışan Asya gülümseyerek apartmanından çıktı. Dizlerinin hemen üzerindeki elbisesi, ince bacakları sayesinde hareketleniyordu. Düz siyah saçlarını tepesinde toplamış, güzel koyu kahve gözlerini ortaya çıkaran bir makyaj yapmıştı. Yüzünde de gülleri andıran güzel bir duruş vardı.
Ali, arabaya binene kadar gözlerini ondan ayıramadı. Genç kadına biraz takıldı. "Prenses hazretleri bu ne güzellik!" deyip minik esmer ellerini alarak dudaklarına bastırdı.
Kadın kıkırdadı. Aslında bu çok severek yaptığı bir şey değildi; ama iltifat ruhunu okşamıştı ya da güzel olmayı başardığına sevinmişti. "Teşekkür ederim beyefendi, siz de çok yakışıklı görünüyorsunuz." deyip ışıl ışıl gülümseyince, adamın gözlerindeki şey bir arzuya dönüştü. Bunu fark eden Asya bakışlarını hızla çevirip arabaya geçti. Görmezden gelmek, karşıdakinin cesaretini kırabilirdi.
Neredeyse yol boyunca düşünceleriyle baş başa kaldı. Ali'nin gözlerindeki arzu, yine üzmüştü onu. Ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Ali'yi arkadaşı olarak çok seviyordu. Çok sık görüşüyorlardı ve Ali için iyi olmayacağını düşünüyordu artık. İkisi de yetişkin insanlardı. Üniversite'deki o uçarı halleri yoktu. Okuldan kaçmalar, sabaha kadar arkadaşlarıyla dışarıda dolaşmalar, kafayı bulana kadar içmeler... Tamam bunlar güzeldi; ama artık genç adam hayatına yön vermeliydi. Onun güzel bir aile kurmasını istiyordu. Çocukluğunu yaşayamamıştı, en azından değerli bir eşi olmasını diliyordu.
Babası, annesine sürekli şiddet uygulamıştı. Daha fazla dayanamayan Ali'nin annesi, başka bir adamla evden kaçmıştı. Babası durumu öğrenince, onları bulmuş ve ikisini de birer kurşunla öldürmüş, sonra da intihar etmişti. Ali bu olaylar olurken henüz on iki yaşında bir çocuktu... Yakınları ona bakmak yerine, yetiştirme yurduna bırakmayı tercih etmişlerdi. Zaten psikolojisi bozuk olan Ali, orada da ufak çaplı şiddet görmüştü. Sonra Üniversite'yi kazanarak, gözünü açtığı gibi Asya'yı tanımıştı. Onun için hayata dair bir umut olmuştu sanki kız. Ona gösterdiği anlayış, sevgi ve sıcaklıkla kendine ilk kez ılıman bir iklim yakalamıştı ve onu bırakmak istememesi gayet doğaldı.
Hiçbir insanda görmediği samimiyeti ve değer verilmeyi sadece Asya'da tatmıştı. Güzel hisler beslemeyi öğrenmişti Ali. Dünya denilen gezegende sadece nefes alarak yaşanmıyordu. Gülmeyi, eğlenmeyi, en önemlisi kalpten sevmeyi öğrenmişti. Karanlık yurt odasında dizlerini kendine çekerek titrediği o günlerden kurtulmuş, geceleri erken yatıp sabahları kalkar olmuştu. Saçlarını tarayıp kendine aldığı ucuz parfümleri sıkmaya başlamıştı. Okulun kapısında, yağmur demeden, kuru soğukları yiye yiye bekledi Asya'yı. Kışına, soğuk gecelerine ışık ve ısı olsun diye... Ona bir gülüşü, tek bir tatlı kelimesi çakıyordu Ali'yi olduğu yere. Gözlerini dahi ayırmadan, dünyada olmayan ve sadece onun görmesine izin verilmiş bir şeymiş gibi bakıyordu kadına o zamanlarda.
Öyleyse nasıl kızılırdı Ali'ye? Sevmek onun da hakkıydı. O da kandan, etten yaratılmış; onun da bedenine atan bir kalp yerleştirilmişti. Ona ait olduğuna inandığı bir şey verilmişti, belki de doğduğu günden beridir ilk defa... Sevebilecek, bakabilecek, gizlide olsa koklayabilecek ve canı sıkılınca derdini açabilecek...
Asya çok fazla şeydi Ali için. Arkadaş, uzaktan bir sevgili, hatta bir anne... O yüzden kopamıyor, bu yüzden başkalarına veremiyordu onu. Paylaşmak çok zordu Ali için. Yoktu çünkü, olmamıştı bir şeyi. O saatten sonra ne arkadaşını ne sevgilisini ne de annesini paylaşabilirdi. Kısacası Ali için Asya başkasının olamazdı.
Bunları bilmeyen, tek bir kelimesini bile açamadığı için hiç duymayan Asya ise farklı şeyler düşünüyordu. Yirmi sekiz yaşına gelmişlerdi ve Ali hala onunla beraberdi. Yıllardır karşılık vermese de yanında duruyordu. Kalpten bakınca fazlasıyla romantik, mantıken yaklaşınca fazlasıyla ürkütücüydü. Henüz evlenmeyi düşünmese de Asya bir gün kendine uygun bir erkekle olmak istiyordu. O zaman geldiğinde Ali'nin ona, "Yıllarca seni bekledim, gidemezsin!" diye bağırarak vicdanını yırtıp atmasını istemiyordu. Yavaş yavaş uzaklaşsa iyi olacaktı aslında.
Neydi birkaç saat içinde Asya'nın düşüncelerini kesine erdiren şey? Belliydi esasen. Timuçin'i gördükten sonra tekrar heyecanlanabileceğini ve sevebileceğini hatırlamıştı kalbinin en derininden.
*******
Tek ses, tavandan damlayan su sesiydi. Şıp şıp şıp... Üst kattaki tuvaletin musluğu açık kalmıştı ya da adamlardan biri çişini yanlış yere yapmış, o pis çiş bir delik bulup aşağıya akmaya başlamıştı. Yüzünü buruşturdu. Şiddetten çoğu zaman haz alsa da, çiş, kaka ve kan kokusu midesini bulandırıyordu. Onu görünce sık sık altına kaçıran insanların pisliklerini burnundan içeriye çekmek iğrenç bir durumdu. Kan kokusu ise... Sadece sevmiyordu.
Kutular, plastikten kasalar ve işe yaramayan eşyaların konduğu depoda hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Depoyu birkaç günlüğüne, mal koyacağını söyleyerek kiralamıştı. O akşam ellerinde iz bırakmak istemiyordu; fakat öfkesini kontrol edememişti. İşine çomak sokmaya çalışanın çomağını alıp kendine bir güzel soktururdu!
Elleri ardından bağlanmış, ağzı sıkı sıkıya bantlanmış yerde yatan adamı görünce bağırdı.
"Kaldırın şu piçi!"
Başında bekleyen iki adamı onun sesini duyar duymaz ayaklandılar ve hızlı bir ceket ilikleme hareketinden sonra yerdekini uyandırmak için üzerine su döktüler.
İniltiyle gözlerini açmaya çalışan adama baktı tiksinerek ve bir el işaretiyle ağzındaki bantı çözdürdü. Onu görebilsin diye dibine kadar yaklaştı ve "Beni iyi görebiliyor musun?" dedi morarmış ve şişmiş yüzüne bakarak. Çaresiz adam cevap veremeden şaşkın ve pörtlemiş gözlerini dikti. Belli ki onu tanımıştı.
Genç adam usulca, "Beni görebilmene sevindim. Hiç karşılaşmamış olsak bile böyle tanınmak gururumu okşamıyor desem yalan olur." Sırıttı. Ama saniyesi geçmeden hiddete büründü. "Patronun kim? Otelin etrafında dolaşıp istihbarat verdiğin kişi kim?"
"Ben-Ben-"
"Kekelemeyi bırak lan!" diye bağırdı. "Bana anında cevap vereceksin!"
"Ver-veremem..."
Kaşlarını alaycı bir merakla havalandı. "Neden veremezsin?"
"Çünk-çünkü öldürürler beni."
Bir süre yüzünü inceledikten sonra gülmeye başladı. Adamlarına döndü ve onların da gülmesini sağladı. Birkaç saniye sonra başını çevirince adamları sustu. Yerdekinin yakasına sarılarak öfkesini kusmaya başladı.
"Ulan susunca seni sağ bırakacağımı mı sanıyorsun ha, köpek! Eğer hemen konuşmazsan altına sıçtırana kadar sana işkence eder, sonra da öldürüp leşini yem ederim, yem!" dediyse de iğrendiği o kokuyu hissetti. Titreyen adamın idrarı paçalarından süzülüyordu.
Yüzünü buruşturarak başını çevirdi. Neyse ki tekrar ona bakmasına gerek kalmadı; çünkü adam konuştu. Marmaris'teki otel sahiplerinden birinin ismini söyledi. Kim olduğunu bilmiyordu; ama elbette bulacaktı.
Genç adam ayağa kalktı ve ardına bile bakmadan ilerlerken tek cümle kurdu.
"Bitirin işini."
Çok geçmeden tavandan damlayan sıvının sesine acı bir çığlık karıştı.
Depodan çıkarak arabasına binen Timuçin telefonunu eline aldı ve İzmir'deki sağ kolu Kemal'i aradı. İçeri sızıp oteli batırmaya çalışan adamın sülalesine kadar her şeyi bilmek istiyordu. Böylece ona zarar verirken kolay yolu bulacağına inanıyordu. Adamı kaçırmadan indirmek bazen iyi oluyordu. Temiz iş, diye düşünüyordu. Eğer kuyruğuna basıldıysa kimse Timuçin'i dizginleyemezdi. Gerekirse kendi bulur getirirdi canını keseceği adamı!
Kuyruğuna basacak kadar ilerlememişti bu adam. O yüzden biraz ağırdan alabilirdi işlerini. Bu sırada kendi barıyla ilgilenebilirdi. Bir de şu güzel Asya ile...
Oteldeki odasına ilerlerken yüzüne garip bir gülümseyiş oturdu. Asya'yı ilk gördüğü anda çarpılmıştı. Hemen kolları arasına alıp dudaklarıyla pürüzsüz ve esmer yüzündeki her bir noktayı sıkıştırarak ona sahip olmayı diledi. Çapkın ve istekli bakışlar attı; ama ilginç bir şey oldu. Hayatı boyunca ilk defa bir kadın onun bakışlarına farklı cevaplar verdi.
Gündelik ilişkilerde takılmadığını, çapkınlarla uğraşamayacağını ve gerçekten kalpten masum olduğunu anlatan bakışlardı bunlar. Evet Timuçin anlardı. Hem şiddetten hem de kadınlardan. Çünkü her ikisiyle de çok yakından ilgileniyordu uzun süredir.
Kanı fokurdadı. Arzuladığı bir kadının peşinden koşabilirdi. O güne değin her şey ayağına getirilmişti. Öyle ki bazen parmağını bile oynatmasına gerek kalmadan isteği olmuştu. Arabalar, evler, gece hayatı, kadınlar... Her ne isterse, adeta onun için hazırol da bekliyordu. Bir tek şey görmüştü ondan geride durmaya çalışan. Bir tek kişi... Ve Timuçin Gündoğan ne hissetmesi ve ne yapması gerektiğini bilemiyordu.
*********
Asya ve Ali, müdürlerinin evine vardıklarında kapıyı Selçuk Bey'in eşi Hülya Hanım açtı. Hülya Hanım sarı saçlı, mavi gözlü, bakımına verdiği özeni, evine de verebilen bir kadındı. Bu gece siyah, kalın askılı, boyu dizlerinde biten bir elbise giymiş; elbisesini topuklu ayakkabılarla kombinlemeyi unutmamıştı. Dış görünüşü kadar, içi de gerçekten güzeldi bu kadının. Güleryüzlü, tatlı, neşeli... Selçuk Bey, göbekli, esmer ve hiçbir albenisi olmayan bir adamdı. Asya bazen, Bu adamlar nasıl bu kadar şanslı olabiliyor? diye düşünmeden edemiyordu.
"Hoşgeldiniz." diyerek sarıldı Hülya Hanım. "Asyacım bu ne güzellik böyle, kırmızılar ne kadar yakışmış sana." derken elinden tutmuş, onu çevresinde döndürmeye başlamıştı bile. Genç kadın, sırt dekolteli, diz üstü elbisesiyle gerçekten harika görünüyordu. Esmer tenini ve vücut hatlarını ortaya çıkarmıştı.
Tekrar bulunduğu konuma gelince, "Siz de çok güzel görünüyorsunuz Hülya Hanım, her zamanki gibi çok şıksınız." dedi.
Yaşlı kadın elini havada sallayarak, onu geçiştirir gibi konuştu. "Biliyorum, biliyorum." Fısıldadı. "Zaten Selçuk o göbekle beni hiç hak etmiyor da, kaç yıllık kocam işte, bırakamıyor insan." dedikten sonra kıkırdamaya başladı.
Selçuk Bey yanlarına gelip, dedikodusunu kestiğinden habersiz gülümsüyordu. "Hülya sıkıştırmasana artık çocukları. Timuçin Bey içeride kaldı adama ayıp oluyor. Siz fısıldaşıp gülünce üstüne alıyordur adam. Yemeğe oturalım hadi."
"İşimiz gücümüz yok hep onu konuşacağız!" Hülya Hanım bir dirseğiyle Asya'yı dürtükleyerek, "Çok yakışıklı ama çok da kibirli duruyor. Hiç sevmem böylelerini. Sırf Selçuk'un hatrına kabul ediyorum evimde."
"Hülyaa!" diye sert çıktıysa da yaşlı kadın gülerek kocasının göbeğini okşadı.
"Kıskanma kocacığım. Senin göbeğin olsa da için güzel. Her şey ambalaj değildir ya!"
Selçuk Bey kendini tutamayarak güldü.
"İlahi Hülya!" Karısının havalı yürüyüşüne gülerek baktı ve onun ardından salona girdi.
İçeri girdiklerinde, Timuçin koltuğa iyiden iyiye yayılmıştı. Rahat tavırlarına karşılık vermemeleri onun patron oluşundan geliyordu. Göz göze geldiklerinde Asya'ya olan keskin bakışları, kadını alev alev yaktı. Genç adamın mavi gözleri, esmer teniyle fazlasıyla uyumlu bir elbise giyen kadını inceledi. Yanakları hafiften kızarmıştı. Utanmış olmalıydı. Bir insana utanmak bu kadar mı yakışırdı? O an Timuçin'in kalbini saran kalın ve karanlık zırhta bir çatırdı oluştu. Bunu sıradan bir beğeni olarak algılayan genç adam, hayatının tamamen değişeceğinden habersizdi.
Masaya geçtiklerinde, Timuçin'in müdürüyle ettiği sohbet sırasında onu inceledi. Televizyonda görünenden daha yapılıydı. Giydiği beyaz ve dikine mavi çizgili gömleği altındaki kaslı vücudu kadınların ilgisini çekecek kadar iyi görünüyordu. Mavi gözleri en deerin okyanuslar kadar ürkütücüydü. Dalgalı saçlar ise adeta dokunulmak için yaratılmıştı.
Ali, kadının dikkatli bakışlarından delicesine rahatsız oldu. Kalbi içinde hem acı hem de öfkeyle çarpıyordu. Kendine engel olamayarak Timuçin'e sataştı. "Yakında temel atmak için bir açılış yapacağız. İşlerinizi engelleyip dönüşünüzü geciktirmemek adına birkaç tanıdıkla irtibata geçtim. İnşaatı geciktirmeyeceğiz." derken onun gideceğinden emin olmak istiyordu. İçgüdüleri ise, fazlasıyla iyimser davrandığını fısıldıyordu.
İş mevzusu gündeme geldiğinde kendini asla tutamayan Selçuk Bey hemen atıldı. "Evet, en azından gitmeden görmenizi isterim Timuçin Bey. İşleriniz yoğunlaşmadan öne çekelim istedik."
"Bana Bey demeyin lütfen. Yaş olarak benden büyüksünüz. Timuçin demeniz yeterli..."
Her ne kadar havalı tavırlar sergilese de Selçuk Bey onu sevmişti. "Açıkçası Bey sözcüğünü kaldırırsak ben de çok sevinirim. Oğlum yaşındasın. Yakın olalım ama, değil mi?"
"Bence de yakın olalım," diyerek gülümsedi ve gözlerini bir kez kapayıp yavaşça araladı. Kirpikleri arasındaki mavisini genç kadına yöneltti. Bakışını şaşırtmadan, santimini ayarlamışcasına buldu gözlerini hızlıca.
Ağzına sokuşturduğu kaşığı bir an çıkaramayan Asya hafifçe öksürüp başını eğerek bakışlarını kaçırdı. Adamın etkileyici bakışlarını göremiyorsa da, sesinin duyabiliyordu. Yeni avı kendisiydi yani öyle mi? Hiçbir zaman ünlü ve çapkın bir erkeğin tercihi olmamıştı. Kendi halinde yaşayan biri için öncelikle verdiği ilk his: ürkeklikti...
"Ayrıca ben biraz daha kalmayı düşünmüştüm. Beni istemiyor gibisiniz."
"Aaa öyle mi! Estağfurullah Timuçin, sen temel atımından sonra gideceğini söylemiştin o yüzden..."
"Ben de öyle düşünmüştüm; ama buranın havası çok iyi geldi bana."
"Kavurucu Temmuz sıcağı mı?" diyerek iğneleyen Ali'yi aldırış etmez bir tavırla cevapladı. "Özellikle kavurucu sıcağı..."
Kısa bir kahkaha atan Hülya Hanım'a döndüler ve kadının sözleriyle keyiflendiler. "Marmaris böyledir işte. Ay sıcak diye hayıflanır, ama bir kez sevdin mi daha da kopamazsın."
"Ben de mi öyle olacağım acaba? Yani kopamayacak mıyım?" diyerek sorduğu masum soruda şeytanlık arayan tek kişiydi Ali.
Hülya Hanım kısacık saçlarını eliyle sıvazlayıp havayla arkasına doğru savurdu. "Bence sen de öyle olacaksın. Hatta İzmir'in o kalabalığından bunaldığını anlayacak ve aşık olacaksın!"
"Benim gibi adamların İzmir'in kalabalığından sıkılması zordur," derken sırıtıyordu.
"Asıl senin gibi çapkın erkeklerin sıkılmasından daha doğal ne var? Marmaris'te biraz soluklanman iyi olacak yakışıklı oğlum." diyerek bir kez daha kahkaha attı. Onun neşeli kıpırtılarına Selçuk Bey sevgiyle bakarken, diğerleri hayranlık duyuyordu.
Geceyi sonlandırana dek sadece iş konuştular ve birkaç kaçamak bakışla Asya'yla Timuçin kendi çaplarında o geceye heyecan kattılar.
Ali eve gidene dek kadının başını yedi. "Bu adamı hiç sevmedim ben. O hareketler ne öyle? Parası var diye, başkasının evinde öyle oturmak zorunda mıydı? Patron diye bu yaptıklarına saygı bekliyorsa, daha çok bekler! İnsanda biraz utanma olur. İlk kez geldiğin evde artistik tavırlara ne gerek var?"
Gözlerini devirip, yanaklarını sertçe şişiren genç kadın, onun başını yeme işlemini yarıda kesti. Sözlerine başlarken yolda olan bakışlarını birkaç sözcüğün ardından inanamaz halde adama çevirdi. "Ali yine gerçekten abartmıyor musun? Görmedin mi Hülya Hanım bile sonradan sevdi adamı. Kolay kolay kimseye ısınamaz bilirsin. Hem karakteri öyle. Alışmış bir kere o duruşa, o tarz konuşmalara."
Onunla bu konuda tartışmayı deli gibi istese de yapmadı Ali. Farklı bir taktikle dikkatini başka yöne çekti. "Tamam susuyorum.Sonuçta bir iki haftaya kalmaz gidecek, nasılsa bir daha görmeyiz." Asya'yı kaybetmek istemiyordu, biraz geri çekilmenin bir zararı olmazdı. Nasılsa genç kadın bir gün onun olacaktı. Sevgisini anlayıp kabullenecekti. Emekleri boşa çıkmayacaktı. Bundan emindi.
Asya ise ona cevap vermek yerine kendi düşüncelerine dalmıştı, o da aynı kişiyi düşünüyordu. Tek fark, onun düşünceleri biraz daha ılımlıydı.
Birkaç gün aynı rutinde geçti. Timuçin sadece bakışlarıyla kadını okşuyor, Asya'nın kiraz rengini alan yanaklarında sevimli bir edayla dolaşıyordu. İş haricinde bir araya gelmemişler, kelimeler özel anlamlar içermemişti onlar için.
Araya giren haftasonu ve temel atma töreninin yaklaşmasıyla Asya'nın hislerindeki yükseliş inişe geçti. Kavuşamayacağı bir aşk, acı çekeceği bir ten olacağını düşünerek kafasından adamı atmaya karar verdi. Küçük heyecanlar insanı zinde tutuyordu çoğu zaman. İşinde, dersinde, yaşamında... Ama heyecana belirsizlik, bir tutam sızı, biraz şüphe karıştığı anda işler sarpa sarıyordu. Bunun bilincindeydi. Uzun ilişkiler yaşayamamış olsa da farkındaydı. O halde mantığını devreye sokma vakti gelmişti.
Kafasını dağıtmak için haftasonunu dışarıda geçirmesi gerektiğini bilse de, kendini televizyonunun karşısındaki koltuktan kaldırıp üzerini giyinemiyor ve adımını atamıyordu. Elma suyu ve pijamalarıyla görünüşe göre rahattı. Aklı, baktığı yerde olamasa da...
O sırada Ali'den telefon aldı. Neredeyse her haftasonunu birlikte değerlendirmek isteyen genç adamı o gün ekecekti. Telefonu açar açmaz, "Hayır Ali!" dedi. "Dışarı çıkmayacağım, sakın ısrar etme! Çünkü canım istemiyor. Yorgunum ve dinlenmek istiyorum."
Birkaç saniyelik şaşkınlıkla susan Ali, isyan etti. "Hava çok güzel! Bütün hafta çalıştık. Muğla'ya geçer sevdiğimiz kafede bir yemek yeriz. Hem akşama misafirimiz var."
Asya'nın hızlanan kalbiyle bedeni yükseldi. "Ne misafiri?"
"Ne misafiri mi? Genelde kim diye sorarız. Biliyorsun misafirler genelde insan olurlar."
"Of Ali! Kim öyleyse?" Beklediği cevap Timuçin'di. Akşam ona gelip oturacaklarını söylemesini istiyordu. Ali'nin adama beslediği nefrete göre bu düşüncesi imkansıza kaçıyordu; ama umut ediyordu. Hem hayatta olmayacak ne vardı ki?
"Ankara'dan Sinan gelecekmiş. Haftasonunu bizimle geçirmek istiyormuş."
Üniversite'de aynı sıralarda oturmuşlardı Sinan'la. Birkaç defa yakınlaşmaya çalışsa da Ali'nin engellemeleriyle başaramamıştı. Birkaç aydır f*******: ve telefon üzerinden mesajlaşıp konuşuyorlar ve geleceğini söyleyip duruyordu. Asya sevindiğini söyleyemezdi ama belki de değişiklik iyi gelirdi.
"Eh bana gelin o zaman. Size yemek yapayım."
Hemen kıskançlık antenlerini uzattı Ali. "Sende ne yapacağız ki? Boşuna yorma kendini. Dışarıda ağırlarız ne güzel işte. Çok istersen bir çayını içeriz."
"Aman Aliiii!"
"Ne amanı? İnsan sevdiği insana aman der mi, çok ayıp!"
Onun sözlerini duymazdan gelerek sözlerini noktalayıp telefonu yüzüne kapadı.
"Ben şimdi evden çıkmıyorum Ali. Kapıma dayanıp zorlama beni. Sinan gelmeden haber verirsin hazırlanırım. Haydi sana iyi günler!"
Telefonunu bir kenara fırlattıktan sonra öfledi. Bazen üzerine çok gelip onu deli ediyordu. Üstelik sevdiği kişi diyor, her gününü onunla geçirmeyi isteyerek ısrarcı oluyordu. Asya bir önceki düşüncelerini tekrarladı. Ali'den uzaklaşmalıydı. Kendine bir hayat kurması için önünde yürüyeceği başka bir yol olmalıydı. Asya onun için onarım gören, tıkalı bir yol gibiydi. Üstelik hiç bitmeyecek bir onarım...
Akşam vakit geldiğinde Asya Muğla otogarında Ali'yle arabada oturmuş; ona telkin vermişti. "Bak sakın eski günleri açma!"
"Hangi eski günleri?" diyen adamın her şeyden habersiz ifadesi kızı gıcık ediyordu.
Maziyi hatırlatıp Ali'yi sinirlendirmek ve Sinan gelmeden bir gerginlik yaratmak istemiyordu.
"Biliyorsun işte önceleri kavga ettiğimiz olmuştu."
"Ben o günleri sildim attım." Derken bakışlarını kadından başka yöne çevirmişti. Elbette unutmuş değildi; fakat uzun süredir böyle yaklaşımlar içine girmeyen ve kısa zamandır da arkadaşça arayıp soran Sinan'a kötü bir şey yapacak değildi.
"Unutmana ve arkadaşça olmana sevindim."
Ona tehditkar şekilde bakan bu küçük kadının yanında bakışları, sevgi isteyen köpek yavrusu kadar ürkekti. Kıskançlığını belli ederse ondan kaçabileceğini düşünerek gülümsemeye çalıştı. Asya'nın ondan uzaklaşması demek, ölmek demekti.
Sinan'ın gelişi ve onları neşeyle karşılayışı Ali'nin aklındaki tereddütleri süpürdü. Okulda turizm girişimciliğinden çok ingilizcesiyle ön planda olan genç adam Ankara'da tercümanlık yaparak hayatını sürdürüyordu. Açık buğday saçları, yeşil gözleri ve güzel görüntüsünün üzerine geliştirdiği diliyle kolay iş bulmuştu.
Sosyal medya üzerinden Asya'yla tekrar yakınlaştığında Marmaris'e gelmeyi çok istemişti. Sonunda başardığına inanarak sarılmıştı kadına. Sinan'a Marmaris'i köşe bucak gezdirdiler, sonra hoş bir restoranda yemeğe getirdiler.
"Muğla'da iş bulmanız sizin için büyük şans gerçekten! Ankara'nın ismi ve büyüklüğü beni bu kadar çekmeseydi keşke diyorum." diyen Sinan'ın ela gözleri ilerdeki denizin temiz görüntüsünden ayrılmıyordu. Birkaç göz kırpış arası verdi ve dönüp Asya'nın esmer tenine bakarak gülümsedi.
Genç kadın merakla sordu. "Ankara'da çalıştığın için mutsuz musun?"
"Aslında mutsuz sayılmam. Ama insan okulu bitirirken küçük şehirden kaçıp kendini geliştireceği yerlere gitmek istiyor. Yine de büyükşehir yoruyor adamı. Buranın huzurunu özlemişim. Yeşille mavinin uyumu, renkli hayatını, bunaltsa da sıcak havasını..." Derin bir nefes çekti içine. Sanki küçük ilçenin tuzlu havasını ciğerlerine doldurabilecekti. Psikolojik olsa da başardığını düşündü. Özlem, insana her şeyi yaptırıyordu. Gözleri kapayıp, hayallerine dalıp sadece o ana odaklanmak insanı birçok yere götürebiliyordu. Öyle ki, bulunduğunuz yeri bile birkaç dakikalığına silebiliyordunuz zihninizden. Sinan da bunu yaptı. Gözlerini kapatarak eski günleri yad etmek adına Marmaris'i kokladı.
Ali de söze girdi. "Sinancım güzeldir buralar gerçekten. Asya ayarlamasaydı, ben de gelemezdim buraya belki. Sağ olsun." Gülen gözlerle baktı kadına. Siyah gözlerinde her zaman saklı bulunan aşk dolu giz, hafifçe göründü ve yok oldu. Teni okşayan hafif bir dokunuş gibiydi. Belli belirsiz, ama hoş hissettiren...
Asya kafasını sallayarak tatlı sert azarlamaya başladı adamı. "Başımın etini az yemedin beni de aldır, yapamıyorum Afyon'da, hem sen yalnızsındır, diye."
Ali küçük bir kahkaha attı. "Kötü mü oldu, buralarda yalnız kalmadın. Bir sorun olduğunda kapısını çalacağın bir arkadaşın, bir yakının oldu." Gözlerindeki imayı bir tek Asya görebildi. Sinan gülerek tabağındaki etleri didiklemekle meşguldü.
"Ben de mi gelseydim buralara diye düşünmeden edemedim yani. Ankara'nın kuru havası şimdi hayli itici göründü gözüme," Suratını şakacıktan buruşturup gözlerini kıstı.
Onun bu düşüncesini yumuşak bir edayla tutan Ali rahat davranıyordu. "Aa ne güzel olur aslında buraya gelirsen, hep birlikte takılırız."
"Doğru diyorsun Alicim; ama işte bende bir düzen kurdum orada. Her şeyi bir anda bırakması çok zor. Ama yeni kapılar açılırsa neden olmasın?" Gözleri Asya'nın yüzünde dolandı. Sonra sohbetlerine Sinan'ın yaptığı işle devam ettiler ve kendilerini oranın en ünlü gece kulübüne attılar.
Ellerine aldıkları biralarla, kendilerini müziğe bıraktılar. Sinan, Asya'yı kolundan tutup dans pistine götürdü. Hareket ettikçe, siyah elbisesi dalgalanıyor, farkında olmadan frikik veriyordu genç kadın. ‚Bu gece gerçekten de iyi oldu.' diye düşündü. Ali'yle bir yerlere gitmek çoğu zaman işkence oluyordu. Onun aptal kıskançlıkları ve yoğun ilgisi boğuyordu.
Elindeki birayı bir dikişte içti. Salık saçları terledikçe boynuna yapışıyordu. Rahatsız olunca elini boynuna attı. Gözlerini kapayıp terini silmek için ovalarken bakışlarını araladı ve ona bakan bir çift mavi göz ile karşılaştı. Merak ve heyecanla gözlerini oraya diktiğinde, Timuçin'in yanında bir kızla oturduğunu ve elindeki içkisiyle onu izlediğini gördü. Olduğu yerde durdu. Kalbinde bir sıkışmayla gerçek olup olmadığını anlamaya uğraştı. Evet, karanlıkta da olsa silüeti, çekici yüz hatları ve koyulaşan mavi gözleriyle oradaydı. Kımıldamadan bakışlarını dikmiş bakıyordu.
Dans eden birkaç kişi görüşünü kapadı. Birkaç saniyelik afallamanın ardından toparlanıp kafasını iki kişinin arasından çıkardı, ama Timuçin yoktu. Yanında gördüğü kız ise, başka biriyle sohbete başlamıştı. Bir an duraksadı ve etrafını kolaçan etti. Yoktu. Hayal mi görmüştü? Kabuslarından sonra şimdi de halüsinasyon mu rahatsız edecekti? Elini başına dayayıp şok bakışlarını yere dikti. Deliriyor muydu? Hayır! İçkiyi fazla kaçırmıştı, başı dönüyordu ve birazdan da midesi bulanmaya başlayacaktı. Ama yine de zihni hayal görmeyecek kadar açıktı. En azından o öyle düşünüyordu. Sinan'ın kolundan destek alınca, adam onu Ali'nin yanına götürdü.
Ali ise onları izledi. Kıskanıyordu, hem de çok... Ama aptallık yapmak yerine oturup, kendi sırasını bekliyordu işte. Bu bir dans sırası olabilirdi ya da herhangi bir şeyin... Zamanı gelecekti. Onun da mutlu olacağı, içinde coşkuyla etrafta dolanacağı, bir aile kuracağı zaman gelecekti.
Asya biraz toparlandığında sohbete devam ettiler. Gece ilerledikçe Sinan içkileri yuvarladı. Genç adamın gözleri kızarmıştı. Hareketlerini düşünmeden yapar olmuştu. Bunu fark eden Asya sakince, "Daha fazla içmemelisin Sinan. Hayli sarhoş oldun," diyerek gülümsedi.
"Ben iyiyim!" dedi ve kayan bakışlarını Asya'ya dikti.
Ali bir içki daha almak için biraz uzaklaştığında, Sinan kadına yaklaşıp kulağına fısıldadı. "Asya... Güzelim... Hiç değişmemişsin."
Asya kafasını çevirip ona baktı. İçki, yüz kaslarını gevşetmişti; fakat bakışları uyanıktı.
Genç kadın tavrını arkadaşça sürdürmeye çabaladı. "Görüşmeyeli uzun yıllar olmadı, sen de aynısın."
"Öyle, ama ben artık daha sık görüşmek isterim seninle."
"Arada al gel çocukları da, ben buradayım biliyorsun. İstediğiniz zaman kalabilirsiniz. Hem sizler için büyük bir organizasyon ayarlarım bizim otelde!"
"İstediğim zaman kalmak isterim; ama yalnız seninle... Çok güzelsin Asya, okulda bana neden şans vermedin sanki? Neden bizim için çabalamadın? Seni gerçekten mutlu edebilirdim, şimdi başka bir durumda olabilirdik." derken Asya'ya biraz daha yaklaşmıştı. Neredeyse kapanan gözlerinde cevap bekleyen bir ifade vardı. Bu denli samimi olması genç kadını afallattı.
"Üstünden zaman geçti biliyorsun, geçmişte yapılan şeyler şimdi çocukça geliyor bana. Hem bak her şeye rağmen güzel bir arkadaşlığa sahibiz. Boş ver şimdi bunları, Ankara nasıl anlatsana biraz daha? Müsait bir zamanda bende gelmek istiyorum." dedi samimiyetle. Konuyu değiştirerek, dolandıkları tehlikeli sulardan kaçmak istiyordu.
"Ankara güzel. Tıpkı senin gibi... Esmer tenin burada daha da esmerleşmiş sanki..." Saçlarına dokundu hafifçe. Konuşurken kelimeler boğazına takılıyor gibiydi."Benimle gelmek ister misin? Ankara'ya..."
Genç adam daha önceleri ısrarcı olmamıştı. Birkaç haftadır yaptıkları telefon görüşmelerini yanlış anlamış olabileceğini düşündü Asya. Demek ki buraya gelme amacı farklıydı. Peki Asya geride dururken neden üstüne geliyordu? Adam düşüncelerini okumuş gibi, "Seni hep sevdim Asya. Olgunlaştığını ve güzelleştiğini görünce de durmak istemedim. Mesafelerin önemi yok, ben senin için sık sık buraya gelirim... Asıl gelme amacım sensin... Yeter ki bana bir şans ver..."
Rahatsız oldu. 'Hoşlanmadığınız biri sizden hoşlanabilirdi; ama size sülük gibi yapışıyorsa, ya uzaklaşın ya da polis diye bağırın!' sözlerini içinden tekrarladı. Her zaman söylediği şey buydu. En azından kendini rahatlatıyordu. Cevap vermek yerine bakışlarını başka yöne çevirdi. Sinan içkiliydi, alttan almalıydı.
Adam onun bu hareketinden cesaret almış ve bir istek olarak algılamıştı. İçkinin vücuduna yaydığı sıcaklığı nefesine vererek zaman kaybetmeden ona sokuldu ve tam boynundan öpecekti ki, Ali kolundan tutup adamı durdurdu. Beş dakikadır onları takip ediyordu. Siniri tüm vücudunu sarsa da, Asya'nın yapacağı reddetme hareketini bekledi. Ama Sinan'ın ısrarıyla son sabır kırıntısı da üzerinden döküldü.
İki erkeğin de gözlerinden ateş fışkırıyordu. Onu tiksinç bir bakışla süzen Sinan kolunu hızla kurtarıp bıraktığı işe döndü ve Asya'ya tekrar sokuldu. Ali var gücüyle itti onu. İçki, bazı zamanlarda aptallığa sebep olabilirdi. Fakat öfkeyle birleşince tüm insanlığı bir felakete hazırlardı!
Ve ortamda hepsi vardı!
İlk hamle Sinan'dan geldi.Avı elinden alınmış bir aslan kadar öfkeliydi. Burnundan soluyarak yumruğunu Ali'nin gözüne indiriverdi. Kulüpten çıkan çığlıklarla, genç adam yere savruldu. Afallayan gözlerle etrafına bakındı bir süre, yumruğun etkisi beklenenden büyük olmuştu. Bu sefer öfkeyi açığa çıkarma sırası ondaydı. Kendini toparladı ve ayağa kalktı. Çılgına dönmüştü. Adamı oracıkta öldürebilirdi! Sinan'a atacağı pençe hiç beklenmeyen biri tarafından engellendi.
Timuçin, Ali'yi durdurduğunda herkes nefesini tutmuş olanları seyrediyordu. En çok Asya... Timuçin iri bedenini saran beyaz bir tişört giymişti. Kolundaki siyah saat teniyle uyumluydu. Saçlarının dalgası asiydi.
Timuçin, loş ışıkların altında insanın gözünü alıyordu.
Genç kadın bunca karmaşanın içinde, onu gözleriyle yemeye zaman ayırmıştı. Demek ki gördüğü hayal değildi. Gerçekten de az önce onu izlemişti. Dans ederken rezil hareketler yapıp yapmadığını bile düşündü. Her konuda ondan çok yukarıda bulunan bu adam kanına nüfuz ediyordu.
Gözlerini ondan ayıramayan bir Asya olduğunu fark ettiğinde, Timuçin ona kısa bir bakış attı. "Bu kadar insanın içinde yapılan rezalet yeter artık." diye otoriter bir sesle konuştu. Onun bu tavrı Ali'yi daha da kızdırdı.
"Timuçin Bey lütfen siz karışmayın. Bu sizi ilgilendirmez." diye bir hamle de Timuçin'e yapacaktı ki, Asya susturdu onu. "Ali yeter, rezil olduk."
"Yaptığını görmedin mi, ne rezil olacağız be! Arkadaş diye yanımıza aldık seni bir de!"
Sinan ona doğru bir adım attı. Ağzını açtı; ama sarsılan bedeni fazla adrenalini kabul etmedi. Gözleri gözkapakları altında kayboldu ve olduğu yerde sallanıp yere düştü. Baygın hali geceye tuz biber oldu.
On beş dakika sonra, Sinan'ı uyandırma çabaları başarıya ulaşmıştı. Ali burnundan soluyordu. Asya'da adamın kabalığından dolayı öfkeliydi. O yüzden eve gitmeyi kabul etti. Çantasını kaptığı gibi dışarı attı kendini. Kulübün önündeki taksilerden birini çevirmek üzereydi ki adını duydu.
"Asya Hanım?"
Genç kadın ardındaki kişinin genç patronu olduğunu gördüğünde heyecanlandı. Sesinin öfke ve heyecandan titreyeceğini bildiğinden sustu.
Timuçin, kadına yaklaşırken baştan ayağıya acele etmeden onu inceledi ve tam karşısında durup delici bakışlarını kadının dumanlaşan gözlerine dikti. Öfke, onu çekici kılmıştı. Gecenin karmaşasından saçları dağılmış, ruju uçmuş ve yanakları kızarmıştı. Adam bedenindeki ihtirasa yenilmemek için bir süre savaştı.
"Saat hayli geç oldu. Sizi eve ben bırakayım."
"Şey, teşekkür ederim ama gerek yok. Bu aylarda etraf kalabalık oluyor, korkmuyorum. Hem taksi evime kadar bırakır."
Genç adamın aklından geçen tek düşünce, Beni reddeden bir kadın, oldu. Timuçin Gündoğan'ı reddeden, evine atmak için uğraşmayan, farklı yöntemlerle kur yapmayan bir kadın vardı. Kendine engel olamayarak kadını dirseğinden yakaladı.
"Aklım sizde kalacak. Lütfen, benimle gelin."
Asya'nın dudakları hafifçe açıldı. Birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından başıyla evetledi.
Kadın ev adresini verdikten sonra sustular ve yol boyunca konuşmadılar.
Genç kadın kendini küçücük hissetti. Adamın heybetli duruşu, kendinden emin araba kullanışı, yüzündeki duvar gibi ifade Asya'yı koltuğa gömdü. Bu adam para babası, birçok kadının hayaliydi ve ondan hoşlanıyordu. Büyük bir aptallıktı. Timuçin Gündoğan'ın ona karşı hissedebileceği tek şey, tutku olabilirdi. Yatağında misafir eder ve çok geçmeden kadına yol verirdi. Eğer böyle bir şey isteseydi, onu arzulayan her erkeği maddi ve manevi yönden kullanırdı. Asya gerçek duyguları tadabileceği ve geleceği tereddütsüz karşılayabileceği bir aşk istiyordu. Hayallere kapılmanın anlamsız olduğunu bilerek, adamın her hareketini sakince tutup geçicilikle kavuracaktı.
Timuçin ise, yanındaki kadının düşüncelerini okumayı diledi. Ona yanaşsa belki gizemini bir nebze çözerdi. Ama bu çok zordu. Bakışlarındaki anlamı tam olarak açığa çıkaramıyordu. Ondan hem hoşlanıp hem de kaçıyordu. Çekingen biriydi. Ve hayli duygusal. Ve bu durum kadına olan arzusunu kamçılıyordu.
"İlerdeki sarı apartman,"
Timuçin arabayı gelişi güzel park edip kadına baktı. "İyi misiniz?"
Bakışlarını çantasına indirdi. "Teşekkür ederim iyiyim. Sizin de eğlencenizi berbat ettik, kusura bakmayın."
"Çalışanlarımın başı dertteydi ne yapsaydım? Siz olsaydınız, şöyle bir bakıp başka bir mekana gidip göbek mi atardınız?" deyince, genç kadın elinde olmadan güldü.
"Ha şöyle, size somurtmak hiç yakışmıyor." Gevşeyen ruhuyla koltuğa iyice yayıldı.
Genç adamın gösterdiği sıcak girişimle ısınan genç kadın kirpiklerinin altından ona doğru baktı ve yüzünde gizleyemediği bir gülümseme oluştu.
"İyi geceler."
"Şunu söylemek isterim ki, bu geceyle alakalı konuşmak istiyorum. Ama şimdi evinize girip dinlenin."
Genç kadın telaşlandı. "Ali'nin kabalığıyla ilgiliyse..."
"Takıldığım şey o değil Asya Hanım. Lütfen düşünmeyin. Sadece dinlenin."
Adamın üzerine gidip onu iyiden iyiye kızdırmak istemiyordu. O yüzden tekrar iyi geceler dileyerek arabadan indi. Sırtını dikleştirdi ve mankenlere has yürüyüşü taklit ederek evine yürüdü. Arkadan onu izlediğini biliyordu. Acele etmedi. İçeri girer girmez pencereye koşturdu. Nefes nefese bakarken araba çalışıp yola koyulmuştu bile. Kalbinin atışı, yüzünde bir gülümseyişe neden oldu.