Ertesi gün, Müge sabah hastalarına bakarken sekreteri kapıyı araladı.
“Doktor Hanım, dışarıda bir beyefendi sizi görmek istiyor. Mimar Erhan Öztürk’müş. Mert Bey’in ofisinden geldiğini söyledi.”
Müge, elindeki dosyayı kapatırken kaşlarını hafifçe çattı.
“
“Evet… Yeni yapılacak bir projeyle ilgili sizinle görüşmek istiyorlarmış.”
Müge, aynadaki yansımasına baktı, saçını düzeltti. İçinde hafif bir şaşkınlık vardı ama aynı zamanda başka bir şey:
İlgiyle karışık bir sezgi.
“Alın içeri,” dedi.
Erhan Bey, güleryüzlü ama mesafeli bir şekilde projeyi anlattı. Planlanan sağlık birimlerinden, ticari alanların yerleşiminden, kliniğin potansiyel konumundan bahsetti. Konuşma tamamen profesyoneldi.
Müge, dikkatle dinledi, notlar aldı ama zihninin bir köşesinde hep aynı düşünce vardı: Bu gerçekten sadece iş mi?
Gün, yavaş yavaş akşama dönüyordu. Klinik sessizleşmişti; Müge, masasında hâlâ dosyalarla uğraşıyor, ara sıra pencereden dışarı dalıyordu.
Bu mimarlık işi gerçekten tesadüf müydü? sorusu kafasında dönüp duruyordu.
Tam o sırada kapı sessizce aralandı.
İçeri giren adamın elinde kahve vardı.
“Şu an bir klinik baskını mı yapıyorsun?” dedi Müge, kaşlarını kaldırarak.
“Hayır,” dedi Mert, gülümseyerek. “Bunu daha çok… kahveyle barış teklifim olarak düşünebilirsin.”
“Biz kavgalı mıydık ki?”
Mert hafifçe omuz silkti. “Seninle henüz yeterince yakın olmadığım için emin değilim ama… tedbirli davranmakta fayda var.”
Müge, kahveyi alırken dudaklarının kenarı kıvrıldı.
“Bu kahveyle beni projeye ikna etmeye mi çalışıyorsun, yoksa… başka bir şeye mi?”
Mert, masanın kenarına yaslandı.
“Her ikisine de olabilir. Belki de önce projenin sunumunu yapar, sonra seni akşam yemeğine davet ederim. Yani ‘iki kuş, bir taş’ stratejisi.”
Müge kahkaha attı. “O söz öyle değil.”
“Benim versiyonum böyle. Daha… kibar.”
“Bence senin versiyonun biraz kurnaz.”
“Olabilir,” dedi Mert, gözlerinde hafif bir ışıltıyla. “Ama kurnazlık doğru kişiye yapılınca, adı sadece… ilgi olur.”
Müge başını sallayarak gülümsedi.
“Kahveni bırak, dosyayı al, git. Yemeği düşüneceğim.”
Mert kapıya doğru yürürken arkasını dönüp ekledi:
“Ben zaten düşündüğünü biliyorum.”
Kapı kapandığında Müge, kahve fincanını eline aldı. Kokusu güzeldi… ama kokudan da çok, o anki gülümsemesi aklında kaldı.