Bir Nefes Kadar Yakın

1412 Kelimeler
Gözlerimi açtığımda, odama dolan kahve kokusu burnuma doldu. Başımı yastıktan kaldırıp etrafa baktım, camdan süzülen ışık odamı altın rengine boyuyordu. Birkaç saniye, dün gece yaşadıklarımı hatırlamaya çalıştım. Film... krep... Mirza’nın kollarında odama taşınışım... ve o fısıldadığı cümle. İç sesim hemen devreye girdi: “Hehehe, yakalandın hanımefendi... Adam sana ‘İyi ki geldin’ dedi, sen uyuyorum numarası yaptın. Bak bak, bu koku bile sana kahvaltı hazırladığını söylüyor olabilir.” “Saçmalama,” dedim kendi kendime, yastığı kenara atıp kalkarken. Ama içten içe merak ediyordum. Lavaboda yüzüme soğuk su çarptım, saçlarımı hızlıca topladım. Üzerime rahat bir şeyler geçirip merdivenlerden aşağı indim. Mutfakta Mirza vardı, siyah tişörtü ve hafif dağınık saçlarıyla, elinde kahve kupası. Sanki filmlerdeki o sabah sahnelerinden fırlamış gibiydi. “Günaydın,” dedi bana dönüp gülümseyerek. “Kahvaltı hazır.” “Günaydın mı? Bu ne tatlı bir ton... yok yok, sakin ol Gardenya. Sadece kibar davranıyor, o kadar. “Günaydın,” dedim ben de hafif gülümseyerek. “Sen mi hazırladın?” İç sesim hemen atladı: “Yok cinler hazırladı. Kızım sen saf mısın ne alık alık sorular soruyorsunn. Karşında mükemmel yağuşukluluğa sahip bir adam olabilir. Anlıyorumm heycanını, ama bu kadar belli etme bu ne ilk günden yelkenler fora... Aaaa” “Evet. Dün bütün günü ayakta geçirmişsin, en azından sabah rahat başla istedim.” Bir sandalye çekip oturdum. Önümde kahve, peynir, zeytin, omlet... İç sesim durur mu? Durmaz tabii... Yine atladı: “Bu adam tehlikeli... Böyle giderse hem miden hem kalbin doyar. Hehehe” Kahvaltı sırasında Mirza bana pek soru sormadı, ama ara ara gözlerimin içine bakıp gülümsedi. Bu, nedense sessizliği daha yoğun hissetmeme sebep oluyordu. Tam sofrayı toparlarken telefonum çaldı. Arayan Marya’ydı. “Canım, bugün buluşuyoruz. Bahane yok, iş çıkışı direkt bizimle geliyorsun.” dedi. Ben de: “Bugün izinliyim tatlım. Bana saat netleşince haber verirsiniz.” dedim. O sırada Mirza gözlerini gözlerime kitlemiş dikkatle bana bakıyordu. Ama kızlar bakın bu şekilde bir bakmak yok. Gözleri gözlerimin en içini görmeye çalışıyor sanki, hal böyle olunca akıl mantık kalıyor mu? Kalmıyor tabikii... Napim kalbimin ritmi yönetimi benim dışımda bir şekilde hızlanıyor.” İç ses: “Valla bende heycanladım hee.” Marya’yla anlaşıp kapattıktan sonra. Gözlerini benden bir türlü uzak tutamayan beyfendi konuşmaya başladı, “Akşam geç gelme, mahalle geceleri çok tenha oluyor,” dedi. Tonunda hafif korumacı bir hava vardı. İç sesim: “Bak bak, kıskançlık mı, koruma içgüdüsü mü bilemem ama bana mısın demiyor hee. Aman dikkat.” “Neden öyle dedin ki? Mahalle tenha gibi durmuyor,” dedim. Sorgularcasına. O ise bakışlarını hiç çekmeden hafifçe yana eğildi. “Bazı şeyler gündüz belli olmaz. Gece ortaya çıkar.” Bir an duraksadım. “Ne gibi şeyler?” Gözlerinden gözlerime geçti bakışları. “İstemeyeceğin türden,” dedi, sesi alçaltıp sertleşerek. O an, sanki odadaki hava değişti. Bir adım geri çekilmek istedim ama yerimde kaldım. İç ses: “Çünkü oturuyorsun... Hehehe” Dudaklarım kıpırdadı. “Beni mi korkutmaya çalışıyorsunuz?” Gözlerinde kısa bir parıltı belirdi. “Hayır. Ama ciddiye almanı istiyorum.” Sözleri hala kulaklarımda çınlarken, bakışlarını üzerimden çekmedi. Sanki söylediklerinin altını gözleriyle de çizmek ister gibiydi. “Peki...” dedim, sesimi fazla belli etmeden. “Uyarını dikkate alırım.” O an dudaklarının kenarında hafif, neredeyse fark edilmeyecek bir gülümseme belirdi. “İyi olur.” dedi Mirza. Ben hafifçe gülümsedim. “Bu arada... kahvaltı için teşekkür ederim, gerçekten çok güzeldi.” “Rica ederim,” dedi, masadaki bardağı eline alırken. Tabağımı toplayıp kalktım. “Ben hallederim.” Sansalyeyi geriye iterek o da kalktı. “O zaman birlikte yapalım.” Mutfakta tabakları tezgaha bırakırken sordu: “Bugün çalışmıyor musun?” “Hayır, bugün izinliyim,” dedim, lavabodaki suyu açarken. “Demek öyle...” diye mırıldandı ve sessizlik ikimizin arasında asılı kaldı. …Sessizlik, mutfağın içinde ince bir tel gibi gerilmişti. Lavabodaki suyu kapatırken farkında olmadan gözüm ona kaydı. Mirza, tezgâha yaslanmış, kahvesini yudumluyordu. Hiç konuşmuyor, ama bakışlarını benden çekmiyordu. İç ses: Bu adamın gözleri cümle kursa, ben kitabını alır, yastığımın altına koyarım. Dolaptan tabak almak için uzandım. Hafifçe dirseğim çarptı, kenarda duran bardak “tık” diye sallandı. Mirza göz ucuyla baktı, dudak kenarı belli belirsiz kıvrıldı. İç ses: O gülümseme, “daha neler olacak” fragmanıydı. Sonra gözüm en üst raftaki cam kavanoza takıldı. İçinde çikolata parçaları… “Biraz alayım” dedim kendi kendime. Tabureye çıkıp parmak uçlarımda yükseldim. Tam kavanozu çektim ki kapağı elimden kaydı. Kavanoz öne doğru devrildi, ayağım taburenin kenarından kaydı. O an her şey ağır çekime geçti. Bir çarpma sesi beklerken, belimde sert bir tutuş hissettim. Mirza, kavanozu tek eliyle havada yakalamış, diğer eliyle beni kendine doğru çekmişti. Vücudum onun göğsüne çarptığında, nefesim kesildi. Bakışları gözlerime saplandı. Aramızda sadece birkaç santim vardı. “Düşecektin,” dedi, sesi derin ve alçak. İç ses: Yok, ben çoktan düştüm… o konu kapandı. Elini çekmedi. Parmaklarının sıcaklığı belimden yayılıyordu. Nefesim hızlandı, dudaklarım aralandı. “Teşekkür ederim…” Mirza, gözlerini bir an bile benden ayırmadan, kavanozu tezgâha bıraktı. “Elimde olduğun sürece düşmezsin,” dedi. O an mutfak küçüldü sanki. Sadece o vardı, ben vardım, bir de atışlarını susturamayan kalbim. O cümleyi söyledikten sonra, parmakları yavaşça belimden ayrıldı… ama geri çekilmedi. Aramızda hâlâ o birkaç santimlik mesafe vardı. Nefesim, onun göğsüne çarpıyor; gözleri gözlerimden hiç ayrılmıyordu. Bir an, kavanozun soğuk camı tezgâhta, onun bakışının sıcaklığıysa tenimdeydi. Zamanın akışı yavaşlamış gibiydi. “Artık…” diye başladı, sesi neredeyse fısıltı, “…daha dikkatli olacaksın.” İç ses: Bu bir uyarı değil, resmen anlaşma maddesi gibi. O an hafifçe yana eğildi. Kulağımın yakınından geçen sesi, dudaklarının mesafesi… hepsi, yere düşmekten çok daha tehlikeliydi. “Çünkü seni hep yakalayamam,” dedi. Ama tonu, sanki “yakaladığımda bırakmam” demek gibiydi. Gözlerim istemsizce dudaklarına kaydı. Bunu fark ettiğinde, bakışları derinleşti; bir adım daha yaklaşmadı, ama geri de çekilmedi. İç ses: Bu adamla nefes almak bile tehlikeli. Sonunda hafifçe gülümsedi, kavanozu eline aldı ve tezgâha koydu. Ama yanımdan geçerken, omzuma hafifçe dokundu. O dokunuş bile, bütün vücudumda yankılandı. Bir süre mutfakta kalıp derin bir nefes aldım. Kahve makinesini çalıştırdım, fincana kahvemi doldururken gözüm tezgâhtaki çikolata kavanozuna takıldı. Bunu da yanıma alayım… Elimde kahvem ve kavanozla salona geçtiğimde, Mirza çoktan kanepeye yerleşmişti. Kumanda elinde, ekranda tanıdık bir sahne… Birkaç saniye bakınca ne olduğunu anladım. “Bu… dün geceki maç mı?” dedim, heyecanım birden sesime yansıdı. Mirza başını bana çevirdi, kaşları hafifçe kalktı. “Evet. Gece izleyemedim, kayıttan açtım.” Kahvemi masaya bırakıp çikolata kavanozunu kucağıma aldım, gözümü ekrandan ayırmadan yanına oturdum. “İnanamıyorum, ben bu maçı kaçırdım!” dedim, sanki günlerdir beklediğim bir fırsatı yakalamış gibi. Mirza bana kısa bir bakış attı. “Sen… futbol mu izliyorsun?”diye sordu, kaşları hafifçe kalkmış bir ifadeyle. “Evet,” dedim gülerek. “Ama bu maçı izlemeyi unuttum, iyi oldu açtığın.” Ekranda hızlı bir atak gelişti. Ceza sahasına giren oyuncu pas vermek için mükemmel pozisyondaydı. “Hadi ver artık!” diye heyecanla söylendim. Ama oyuncu pas yerine kaleye vurdu, top defansa çarptı ve uzaklaştı. Sinirle, farkında olmadan elim Mirza’nın omzuna hafifçe vurdu. Mirza başını bana çevirdi, gözlerinde tatlı bir şaşkınlık… sanki “Az önce bana mı vurdun?” der gibiydi. Ama hiçbir şey söylemedi.Ben ise ne yaptığımı fark edince bir an donakaldım. “Ah, şey… pardon,” dedim aceleyle. Elim refleksle kavanoza gitti, bir çikolata aldım ve düşünmeden Mirza’nın dudaklarına doğru uzattım. Tam o an ne yaptığımı fark edince yüzümdeki sıcaklık arttı. İç ses: Bravo Gardenya! Omzuna vur, sonra da adamın ağzına çikolata tık… Sen bu hızla giderse yakında kahveyle dudak nemlendireceksin. Mirza bakışlarını benden ayırmadan, dudak kenarı hafifçe kıvrılmış bir gülümsemeyle çikolatayı aldı. “Teşekkür ederim,” dedi, sesi hem yumuşak hem de hafif meraklıydı. Tam o sırada ekranda yeni bir atak başladı. İkimiz de aynı anda öne eğildik, top ağlara gidince refleksle ayağa fırlayıp birbirimize sarıldık… İç ses: Vay anam vay… gol falan hikâye, aklın hâlâ az önceki sarılmada. Yüzün de pancar tarlası gibi olmuş. Sen pozisyon mu izliyorsun, yoksa adamın nefesini mi sayıyorsun, belli değil. Mirza, yan koltuğa yaslanıp gözlerini ekrandan ayırmadan hafif bir gülümseme yakaladı. “Seninle maç izlemek… düşündüğümden daha eğlenceliymiş,” dedi, sesi yumuşak ama içinde başka bir şey saklı. Ben, gözlerim ekrandaymış gibi yapıp gülümsedim. “Ben de bayağı keyif aldım… ama uğursuzluk yaparsan yine omzuna dokunurum, bilgin olsun.” Mirza göz ucuyla bana baktı, dudak kenarı kıvrıldı. “Bir daha öyle bir pozisyon olursa… uğursuzluğu göze alırım,” dedi, bakışlarını hemen ekrana çevirip sanki hiçbir şey dememiş gibi davrandı. Maçın sesi salonda yankılanırken, ikimiz de bakışlarımızı saklamaya çalışsak da birkaç kez aynı noktada yakalandık. Spiker son düdüğü anons ettiğinde, koltuklara yaslandık… Ama tabeladaki skordan çok, az önceki gol sevincinde geçen o birkaç saniye hâlâ ikimizin aklındaydı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE