0.1
Geçmiş kilitli bir kutuydu, anahtarı ise geçmişte saklıydı. Bütün anılarım, bütün acılarım o kutudaydı. Kendime sakladığım anılarımı hatırlamak istediğimde bulamadığım kilit gibiydi şu yaşadıklarım. O hazin son bir başlangıca yol vermişti. O başlangıçta ise bir kaçış vardı. Kaçışımın planladığını saklanarak yok etmeye çalışıyordum. Şu an ise yaşımın verdiği yaşanmışlıklara perde çekemiyordum.
Daha beş yaşındaydım ailem ölürken. Annemin dilinden düşen sayha, babamın ise çıkar yolu bulmak için çabaları... Hepsi gözlerimin önündeydi. Oysa beş yaşındaki bir çocuğa göre unutulması gereken bir görüntüydü ama ben unutamamıştım. Her gece rüyamda görmeye devam ediyordum. Simanen anımsayamadığım ama bir toz bulutu gibi kâbus olup uykularımı kaçıran bu ânı ne yapsam da unutamazdım zaten.
Peşimizdeki insanlar kimdi bilmeden koşuyorduk, abimin babama sanki bir büyük insan gibi destek vermesi babamın hiç olmadığı kadar kendini çaresiz hissetmesine neden oluyordu. Oysa ben, beşken abim on yaşındaydı ama o akşam yaşımızdan büyük olmak zorundaydık. Fakat hiçbiri işe yaramamıştı. Çıkan çatışma ne bizi ne de ailemizi korumuştu.
O gece annemle babamın ölümüne şahit olmuştum, abimle ben ise başka insanlar tarafından ayrı yerlere götürülmüştük. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, arkamda bıraktığım iki ceset, bir de abimin kayıp olan bedeni vardı. Gittiğimiz yol, hiç ummadık şekilde başka tehlikelere yol vermiş, çıkan yeni bir çatışma beni bir şehrin girişinde yapayalnız bırakmıştı. Önümüzü kesen adamlar arabaya saldırmış, minik bedenim bu korkuyla bir köşeye sinmişti. Beni bu durumda görememeleri bu ölümden kıl payı kurtarmıştı. Oysa yaşadıklarım benim için hafif sayılmazdı.
Geçen giden arabalardan birkaçı bu kanlı meydana toplanırken korkudan ne yapacağımı bilmez bir vaziyette sindiğim yerde ağlamamı sürdürdüm. Birinin beni görmesini bekiyordum. İstediğim olmuş kırmızı arabadan inen genç bir adam beni görmüştü.
Uzattığı eline minik elimi uzatmıştım. Beni kucağına alarak şefkatle, "Korkma!" dedi. Sesi sıcacıktı, korkan bedenim bedeninde güven bulurcasına küçülmüştü. Ona güvenmiştim, güvenmemek daha ufak kalbime tezat durum olabilirdi.
Bindiğimiz araba, büyük bir evin önünde durduğunda beni getiren adamla içeriye girmiştik. Evde bir kadın vardı, beni getiren adamın karısıydı. Aynı şefkat onda da vardı. Bir anne gibi, bir abla gibi sarmalamıştı minik bedenimi. Günler geçmiş, bu adamla kadının yanında kendimi bir yuvada gibi hissetmiştim. Zamanla öğrenilen acı gerçekle bu aileye evlat olmuştum.
Talat babamla Feride annem beni hiçbir zaman evlatlarından ayırmamış, zamanla onların çocuklarıyla aynı sevginin içerisinde olmuştum. Her ne kadar kan bağı olmasa da çocukları kardeşim gibi olmuştu. Yıllar sonra gerçek akrabalarımı bulmalarına rağmen ben bu aile ile yaşamak istemiştim. Yirmi yaşıma değdiğimde hepsini bir kazada kaybetmiştim. Yine bir kaybın büyük mirasçısıydım. Şimdi ise kimsesizliğim ve geçmişten kalan husumet hayatımın payı olmuştu.
...
Küf kokusunun ciğerlerime dolması, karanlık odada öksürük krizine sokmuştu beni. Aralanan gözlerim karanlığı zar zor hazmederken aklımdaki bilinmezliği hâlâ toparlayamadım. En son beni buraya getirdikleri an hayal meyal canlandı zihnimde, ardından bütün güçsüzlüğümle kalkmak istedim. Faydasızdı, elim kolum bağlanmış, güçsüz bedenim buna itaat etmişti. Yok yere savaştığım şu durum birinin içeriye girmesini beklemekle çözüm bulmak istedi. Ne kimse geliyordu ne de bir ses duyabiliyordum. O an güçsüz sesimdeki sayha pek de duyulacak gibi değildi. Çaresizce beklemek küf kokan odada boğulmak gibiydi. Olduğum izbe yer ise bütün korkularımı gün yüzüne çıkarıyordu zira ufak bir ışık huzmesinden başka bir aydınlatma yoktu odada.
Kurumuş dudaklarımı yaladım, karnım açtı. Uzun zamandır yemek yemediğimi varsaydım. Üşüyen bedenim kıvrılırken kendine üzerimdeki koku rahatsız ediciydi. Vakit hangi vakitti bilmiyordum. Biraz daha kıvrandım, elimdeki ipi çözme adına harekette bulunsam da pek başarılı olduğum söylenemezdi bilakis bileklerim büyük hasar görmüştü. Uyuşmuş gibi bileklerimin acısını hissedemiyordum bile. Bedenimle beraber zihnimde uyuşmuştu adeta.
Ahşap kapı açıldığında büyük bir ışık huzmesi de yanı başında girdi içeriye. Önce gözlerim kısıldı akabinde yakınımda bir ses işittim. Zorla araladığım gözüm ışığa alıştı fakat karşımdaki adamı tanımıyordum. Orta yaşlarda olan adam oldukça dinçti. Kiloluydu, başının ortasında saç yoktu ve yüzünü kaplayan kirli sakalı onu daha çok yüzündeki yaralardan kaçındırıyordu. Önüme yemek tepsisini koyup ellerimi çözmeye yeltendiğinde, "Neredeyim ben?" diye sormama neden oldu. Adam konuşmak yerine ellerimi çözüp, "Zıkkımlan şu yemeğini," diye söylendi. Sesindeki korkunç tını ile beraber bana bakan siyah gözlerinin koyulaşması kaç gündür onlara verdiğim yorgunluğun temsili gibiydi. Kimden emir aldıklarını bilmesem de kendilerini aciz bir varlık gibi bu işe hizmet etmeye adamışlardı. Kalkmaya yeltenmek istediğim an da beni omzumdan itekleyip, "Otur oturduğun yere," dedi. Emredici tavrı kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Sanki karşısında bir insan değil, değersiz bir varlıktım.
"Kimsiniz dedim?" diyerek adama tekrar bağırdım. Adam yine kapıyı örterek çıktı. Tuttuğum bileklerimi irkilerek serbest bıraktım. Yaram büyüdükçe dokunmak can acıtıcıydı. Yemek tepsisine yeltendim ama yaramdan ötürü zorlanıyordum. Adamların kim olduğunu bilmesem de benden ne istediklerini biliyordum; geçmişim... Yıllarca sessizliğini korumaları şimdi beni büyük ağa düşürmüştü. Midemin bulanması ile yemek yiyemedim, küf kokusu başlı başına berbat bir durumdu.
Tepsiyi köşeye koyup ayaklandım. Yukarıdaki ufak pencereye ulaşıp dışarıya baktım. Ortalık kararmaya yüz tutmuştu. Binanın etrafında ne bir ev vardı ne bir yol. Bir ormanın içinde her şeyden uzak bir yerdeydi. Geri aşağıya indim. Kapıyı zorladığımda açılmadı. Nefesimi sertçe soludum. Buradan kurtulmalıydım, hatta buraya getiren her kimse bir an önce onu görmeliydim. Tekrar köşeye oturup olacakları beklemeliydim. İllaki buradan çıkacaktım en azından uysal davranarak işi öne çekebilirdim. Kollarımı birbirine dolayıp bacaklarımı karnıma çektim. Beklemeli, aklımı biraz zorlamalıydım. Hiç değilse neler yapabileceğimi sakin kafayla düşünürsem karşımdakileri daha da kolay alt edebilirdim.
...
Günlerce buradaydım. Yemek dışında içeriye kimse girmiyor, her defasında odanın kokusunun ağırlaşması aç kalmama neden oluyordu. Boş midemden ötürü koku istifra etmeme neden oluyor, bedenim günden güne güçsüzleşiyordu. Birinin benim kaçırıldığımı fark etmesi gerekiyordu.
Hayatım öyle bir yalnızlıkla doluydu ki, amcamdan başka kimsem yoktu. O da kilometrelerce uzağımda yaşıyordu. Burada ise babamın akrabası Yunus amca ve en yakın arkadaşım vardı. Kaçırıldığımdan haberleri bile yoktu anlaşılan. Sevdiğini zannettiğim adamın beni nasıl yalnız bıraktığına şahit oldum. Beni buraya getiren oydu, bu adamların ellerine teslim eden kendisiydi. Beni öyle bir aldatmıştı ki bu ihanetini asla affetmeyecektim. Yıllardır tanıdığım Semih artık benim için ölüden farklı değildi.
Belki de sessizce bir kıytı köşede ölecektim. Ölümü bile bulamayacaklarına emindim. Bu acı gerçek ağlama hissimi dürtüklediğinde yine yıllarca tuttuğum gibi gözyaşlarıma yeniden engel oldum.
Ailem ölü, abim ise kayıptı. Babam işi nedeniyle katledilmişti. Kendisi vatanını seven fedakâr bir polisti. Küçükken hatırladığım abime ise ne olmuştu bilmiyordum. Ya ölmüştü ya da başka bir hayatı mutlu olarak yaşıyordu. Oysa ben yapayalnızdım. Gidecek bir yerim olsa da o yer yine bir yalnızlığı bana sunuyordu.
Başımı karnıma çektiğim dizlerime gömdüm. Kaç gün geçmişti ve ben bu bilinmezlikte kafayı yemek üzereydim. Ölümün ucunu görmek gibiydi, ölümü yaşamak ise uzaktı. Olduğum yere yan yatıp kıvrıldım. Bileklerimdeki sızı ve kurumuş yerin tekrar kanamaya başlaması hissizleştiriyordu. Kapanan gözlerim ve ağırlaşan bedenim uykunun hükmü altına girdi. Uyumak istiyor uyuyarak her şeyin bir an önce bitmesini istiyordum.
Dudaklarımın arasından çıkan kuru öksürük ve üşümem şiddetlendi. Kıvranan bedenim titriyor, biraz sonra ölecekmişim gibi hissettiriyordu. Yarı açık bünyem kapının açılmasını duyduğunda kapalı gözlerimi araladım. Farklı bir adam başımda dikelip, "Kalk," dedi. Gür sesi, emrediciydi. Oysa kalkabilecek kadar iyi hissetmiyordum, kolumu dahi kıpırdatacak hâlim yoktu. Tekrar, "Duymuyor musun?" sorusuna maruz kaldım. Midem kasıldıkça adama itaat etmekte zorlanıyordum. Kolumdan tutup hiç nazik olmayacak derecede beni yattığım yerden kaldırdı. Başımın dönmesi ve midemin kasılması ile adamın üstüne kustum. Öfkeli yüzü kıpkırmızı kesildi. "Ne yaptın lan sen?" diye kükredi. Nefesi yüzümde yakıcı tek etkiydi. Oysa şu hale gülmem gerekiyordu ama ben olduğum yere tekrar düştüm.
Adam yanımdan ayrılıp kapıdan koridora doğru seslendi. "Buraya gel," diyerek el işareti yaptı. Kapıya ulaşan gençten bir adama, "Şununla ilgilen," dedi. Bakışlarını diğer tarafa çevirdiğinde, "İkinizde emaneti sağlam ele teslim edeceksiniz?" demesiyle buradan kaçıp kurtulma hissiyle dolup taştım. Neden buradaydım, benden ne istiyorlardı bilmiyordum. Şimdide nereye gideceğimizden habersiz adama bakıyordum. "Emredersiniz," diyen karşısındaki adamla üstüne kustuğum adam çoktan burayı terk etti. İki genç yanıma geldiğinde, "Ne yapacaksınız bana?" diye sordum geriye sürünerek. Adamlar beni dinlemeyip kollarımdan tuttular. "Söylesenize," dedim. Sesimdeki sayha adamları etkilemiyordu bilakis umursamaz tavırları peşlerinden sürüklenmeme neden oluyor daha çok soru sormamı sağlıyordu. Koridorda ilerlememizle etrafı inceledim. Taştan yapılmış bina buz gibiydi. Etrafın ışığı pusluydu bu yüzden pek aydınlık yoktu. Adımlarımız hızlandığında dizlerimin üstüne düştüm. Adamın acelesi varmış gibi ben kollarımdan tutarak hızla kaldırdı. "Yürüsene kadın." Sesi, aceleci tavrının bir parçasıydı. Acıyan dizlerimi hareketlerimizden ötürü düşünemiyordum. "Bırak," dedim kolumu adamın elinden kurtarmak istercesine. Adam, beni dinlemeyip çekiştirmeye devam etti. Yaralı bileklerim sızım sızım sızlarken hiçbir atakta bulunamamam kendimi hiç olmadığım yere sürüklemelerine müsaade etmemde büyük etkendi. Şu da vardı; iki adamın gücüne ben güç yetiremiyordum. Binadan çıktığımızda temiz hava karşıladı bizi. Ciğerlerim temiz havanın etkisiyle öksürüğü genzimde kuruttu. Sahi kaç gündür buradaydım onu bile hesap yapmamıştım. Neredeyse beş güne ya da daha fazlasına tekabül ediyordu. Küf kokusundan sonra temiz hava bana çok iyi gelmişti.
Önümüze gelen büyük siyah Mercedes ile içeri itildim. Zoraki yerimden doğrulup köşeye sindim. Bileklerim sert ellerden kurtulunca sızladı. Yara biraz daha kanarken hırsla adamlara baktım. "Beni nereye götürüyorsunuz?" Sesimdeki tını adamın sertçe bakmasını sağladı. "Konuşsanıza ya, ne istiyorsunuz benden?" Adam yaramın üstüne baskı uygularken hiç de sorumdan memnun kalmış değildi. "Susmazsan yaran iyileşemeden ellerin kopar." Tehditkâr sözlerini umursamadım. Yol boyunca etrafı inceledim ama pek de bildiğim yollar değildi buralar. Şehir merkezine geldik zannederken orayı da geçip başka bir ıssız yere geldik. Şehir merkezinden epey uzaklaşmıştık yine.
Vakit, akşam vakti olduğu için göz gözü görmeyen karanlığa kaldık. Etrafta ne bina vardı ne de aydınlatacak sokak lambası. Sertçe yutkundum, gördüğüm manzara beni korkutmaya yetiyordu. Kolumdan tutulup ittirildim. Yorgun bedenim, aç karnım her saniye biraz daha hâlsiz düşürüyordu bedenimi. Gözlerimi açmaya dermanım yoktu. Birbirine giren adımlarım adamın tutmasıyla düşmekten beni koruyordu. Çekiştirilmem sanki bir ölüme gider gibiydi. Ölümün ucu bana dokunursa, başında benden alacaklarını gösteriyordu. Büyük bir arazinin önüne diz çöktürüldüm. Beklemeye başladık ve ben sanki bu bekleyişin bir kurbanıydım. O ara bir adamla göz göze geldim. Uzun uzun bana bakıyordu. Diğer hiçbir adamla hiç göz göze gelmediğimiz için bu adam tuhafıma gitti. Kısa boylu, sıska biriydi. Bakarken yanındaki adama bir şeyler diyordu. Şüphem korkumu biledi.
Etrafta böcek sesleri, içimde biriken serzenişlere karışıyordu. Başımda izbandut gibi bekleyen adamlara baktım. Hepsi de ellerini önünde bağlamış bekliyorlardı. Acıyla yüzümü buruşturup, "Artık bir cevap verin," dedim. Arkadan gelen adam elindeki bezle gözlerimi kapatmaya başladı. Çırpındım lakin bir başka adamın beni tutmasıyla gözlerim bağlandı. Yüzüme değen ıslaklığın artmasıyla yağmur yağdığını anladım.
"Benden ne istiyorsunuz ya, bırakın beni." Konuşmamı kesen arabanın motor sesi oldu. Gözlerim ne kadar kapalı olsa da başımı o yandan bu yana çevirmeye devam ettim. Şu an için bana biçilmiş karar ölüm gibi duruyordu. Ama neden? Tek isteğim buradan kurtulmaktı lakin beni kurtaracak tek bir kimse yoktu. Dudaklarımdan çıkan duaların fısıltısı sesli çıkmaya başladı. O an tenimde bir soğukluk hissettim. Yüzüme değen metal ürpertti. Başımı geri çekip, "Bana bir şey deyin," dedim öfkeli sesle. Artık sesimdeki öfke değerini yitirdi. Kimse beni umursamıyordu bile. Metal olarak algıladığım silahtı, büyük ihtimalde bana dokunan beklenen kişiydi. Silah yüzümde dolanıyor, bana cevap niteliğinde, "Bekle sabırsız kız," diye cevap veriyordu. Davudi ses hiç de tanıdık değildi ya da gözüm kapalı olduğu için tanıyamıyordum. Kaşlarımı çatıp tekrar çırpınma girişiminde bulundum. "Açın gözlerimi," diyerek sesimi yükselttim. Bu sefer hiç nazik olmayan tavırla silahı yüzüme bastırdı.
Şaşırtıcı derecede dediğimi yapıp gözlerimi açtılar. Kapalı gözlerime diken gibi batan acıyla açmam zor oldu. Önce karanlığa alışmam gerekiyordu değil mi! Gayriihtiyari bir şekilde açtığım gözlerimle tepemde duran adama baktım. O an fark ettiğim ise tam uçurumun dibinde olduğumuzdu. O kadar yüksekteydik ki aşağıyı görmek imkânsızdı. Adamın yaralı yüzü çarptı gözüme. Diğer yanağında ise kocaman yanık izi vardı. Boynundan kıyafetine kadar uzuyordu yanık. Anladığım kadarıyla sol tarafı tamamen yanıktı. Uzun boyluydu, iri cüssesi ise korkutacak kadar devdi.
"Kimsin, ne istiyorsun benden?" Alnımın ortasına dayadığı silahla irkildim. "Geçmişi." Bağırdı. Eliyle sol tarafını gösterip, "Yüzümü," dedi. Sesindeki hınç bir an beni geçmişe götürdü. Ama geçmişte kalan tek şey ölen ailemdi ve ölen ailem için zaten bitmiş bir hayatım vardı. Bu yüzden benden geçmişle alakalı hesap soramazdı. Kapandı gözlerim ardından canlandı geçmiş. Daha çok küçük olduğum için çoğu şeyi hatırlamıyordum. Sadece sesler canlandı kulaklarımda ve anlatılanlar yerleşti hafızama. Sokak sokak dökülen feryatların sebebiydi karşımdaki adam. Öfkem bilendi, şu an alnımın ortasındaki silahın, elimde olmasını ne çok isterdim.
"Geçmişimizi yok eden sizlersiniz. Asıl sizin bize vermeniz gereken bir geçmiş var." Adam hırsla bana bakıp önüme diz çöktü. Hiç beklemediğim an da yüzümü parmakları arasına alıp sıktı. Gözleri öyle boğuk bakıyordu ki kasılan midemle kusma isteğim dürtükleniyordu. Masmavi gözleri vardı, öyle soğuk öyle keskin... Kaçırdım gözlerimi, bir tenin bir tenime değmesi kadar yaktı bedenimi. "Ölüler geçmişini isteyemez," dedi aniden. Hayır, bu o geçmiş değildi, başka bir şey vardı ama neydi? Bu adam benden başka bir şey istiyordu, ya da onun cezasını kesiyordu. Yüzümü ellerinden kurtarıp suratının ortasına tükürdüm. Saçlarımı tutup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Psikopatlaşmış hareketlerine direndikçe beni alt etmeyi başarıyordu. Kadın hâlimle bu iri cüsseye söz geçiremezdim ki! Tekrar alnıma dayanan silahla yağmur şiddetini artırdı. Kapanan gözlerim duanın mırıltısını dudaklarıma emanet etti. Tetiği çektiği an da bir patlama meydana geldi. Bütün sessizlik şehre karışırken yağmur bu sessizliğin şiddetini teslim aldı. Yere düştü bedenim, ardından sessizliği bozan karşıdan gelen topluluk oldu.
Yaralı mıydım bilmiyordum ama bedenim uykunun kollarına teslim etmişti kendini. Korkunun ve bilinmezliğin birbirini seyretmesiydi bu. Kuruyan dudaklarımı ıslatan yağmura hasretmişim gibi yüzümü gökyüzüne çevirdim. Hayır, yaralı değildim fakat iyi de değildim. Kapanan gözlerimle beraber bir ses başucumdaydı. Gözlerimi aralamam bulanık bir görüntüyü önüme serdi. İsmimi dudaklarından döken adamı tanımıyordum fakat o beni tanıyor gibiydi. Gözlerimi kapattım tekrardan, şu an ölüyorsam bile nasıl öldüğümü düşünmekten uzaktım. Kollarımdaki iplerden kurtulduğumu hissettiğim an da bedenim yerden kaldırıldığı ana kadar bünyem yerindeydi. Kucağında olduğum adamın kokusu ilişti burnuma. Sonra gözlerini gördüm. Gece kadar karanlık ama gökyüzü gibi berraktı. Kimdi bu adam, beni kurtaran bir kahraman mıydı? Ya da beni yeniden katillerin arasına bırakacak cani mi? Ama bu güzel yüzde katilliğin izi yoktu. Kasılan bedenim gevşedi. Sadece gözlerimi açmaktan acizdim. Kapandıkça kapandı gözlerim. Gerisi ise sessizlik ve karanlıktan öteye gidemedi.