8. Bölüm Anneye Yakalanmak

1137 Kelimeler
8. Bölüm Anneye Yakalanmak Efe Kılıç Asker gecesinin olaylı dağılmasının ardından bir hafta izin almıştım. Akşamki kız vahşetinden sonra Eylem bana ilaç gibi gelmişti. Sakinliği ve halden anlaması beni çok rahatlatıyordu. Nazı, niyazı, tribi yoktu; beni çok iyi tanıyordu. Neye kızacağımı bildiği için ona göre davranıyordu. Ona güzel bir sürpriz gezi ayarlamıştım. Ihlara’yı merak ediyordu. Anneme, "Bizimkilerle son kez gezeceğiz," dedim ve harçlığımı da aldım. Ama kadın, hafiye gibi, hepsine ayrı ayrı mesaj atmış: "Nereye gidiyorsunuz?" Tabi annemin huyunu bildiğim için her şeyi önceden ayarlamıştım. Canım anam… hayallerine biraz daha var. Eylem’i daha iyi tanımak istiyordum; hemen evlilik deyip gözünü korkutmak istemiyordum. Eylem, "Öğlene hazır olurum," demişti, bu yüzden biraz vaktim vardı. Evde vakit geçiriyordum; kimse yoktu. Annem ve babam kendi işlerine dalmıştı. Annem çocukluğundan beri bir şeyler dikmeyi severdi. Elinden iğne-iplik düşmeyince rahmetli anneannem onu terzi olsun diye her kursa göndermiş; işe yaramıştı. Kendini geliştirmeye başarmış ve kendi iş yerini açmıştı. Babam muhasebeciydi; boş kaldığında ona yardıma gidiyordu. Annem direk eline ütüyü verirdi. Evde yaptıramayınca iş yerinde acısını çıkarıyordu. Annem her istediğini bize bir şekilde yaptırırdı. "Nasıl beceriyorsun bilmiyorum," derdim. Babam ne kadar “yok” diyorsa da günün sonunda annemin dediği oluyordu. Hiç ısrar etmezdi ama annem beceriyordu bir şekilde. Eylem’den hazırım, telefonunu bekliyordum. Balkona çıkıp bir sigara yaktım, vakit geçsin diye. Yedek telefonum elimdeydi; malum, diğerini annem kurcalayıp didik didik ettiği için, Eylem’i yakalatmamak amacıyla kendime yedek telefon almıştım. Genelde kız çocukları yapardı ama tek çocuk olmanın dezavantajı. Uğraşacak başka evlat olmayınca gözler hep benim üzerimde haliyle. Eylem; Efe uzun zamandır izinsiz çalışıyordu; sırf bugün rahat gezelim diye. Onun gözüne güzel görünmek için yeni bir kıyafet almıştım ama kestirmeyi unutmuştum. Nedense terziler de kapalıydı. Gerçi pazar günü niye açılsın ki? Neyse ki kıyafeti aldığım mağaza açıktı, onlardan yardım istedim. Kıyafeti satan abi, tanıdık bir terzinin olduğunu, genelde fason iş yaptığını, rica edersek belki araya alabileceğini söyledi. Selamımı ilet deyince, adresini alıp koşar adımlarla oraya gittim. Baya uzakmış ama dükkân açıktı. Öyle sevinmiştim ki, içeri girerken “Selam” yerine “Çok şükür” diyerek girdim. Sanırım karı koca çalışıyordu. Terzi olan abla makinedeydi, kocası ütüde. Abla sesimi duyunca tebessüm etti. “Şükrünüz daim olsun dedi.” Bana bakmadan. Makineden kafasını kaldırıp tebessüm ederek “Buyur kızım,” deyince biraz utanmıştım. “Kusura bakmayın, bir ricam olacak. Beni İbrahim abi gönderdi; pazar günü her yer kapalı olunca rica edersen yapar, zor durumda bırakmaz seni,” dedim. Beklediğim yaşlı birisiydi, ama oldukça genç ve yaşını göstermeyen biriydi. “Ver bakalım,” dedi, kıyafete baktı ve kabini gösterdi. Üzerimi hızla değişip ölçümü verdim. Beklerken çay ikram etti ve sohbet ettik, sohbeti çok tatlıydı. İkiletmeden işi bitirdi; farkında olmadan hakkımda ne kadar bilgi varsa sohbet sırasında anlatmıştım, neden, nasıl yaptım anlayamadım. Sohbet adeta bir girdap gibi çekmişti beni içine. En sonunda telefonlarımızı verdik birbirimize. “Böyle acil işin olursa ara, yardımcı olurum,” dedi. Hiç yapmadığım bir durumdu ama abla çok sıcak kanlı gelmişti. İsmini sormayı unuttum; terzi abla diye kaydettim. Hızlı girip çıktığım için camda yazan isme de bakmamıştım. “Neyse, ayda yılda bir işim düşer,” diye düşündüm. Nereden bilebilirdim ki Efe’nin annesinin radarına girdiğimi… Efe; Beklediğim telefon nihayet gelmişti. Eylem, “Hazırım,” deyince ben de hızla toparlanıp evden çıktım. Babamdan arabayı zor bela almıştım. Her anı değerlendirmek istiyordum. Aslan babam, kızarak vermişti arabayı ama benzini fullemiş. Kralsın babam! Eylem’i alıp Ihlara Vadisi’ne götürdüm. Biraz gezdik, dolaştık, resimler çektik. Ben haliyle paylaşmadım; Eylem de akrabalarını gizleyip fotoğrafları paylaştı. “Neden paylaşıyorsun, o an bize özel. Kimse görmese de olur,” dedim. Ama karışmadım; yabancı erkek yoktu, diğer kayıtlı kişiler de engel koymuştu. Ama kız gurubu illâ görecekti. Vadide bulunan belisırmaya geçtik. “Baya pahalıya patlıcak diye düşünmüştüm,” içimden, ama Eylem, “Ben akşamdan senin sevdiğin poğaça, kek ve kurabiyelerden hazırladım. Onları çantama koydum,” deyince kendimi evlilik teklifi etmemek için zor tuttum. “İşin zor, lokantaya para vermeyelim. Beraber suyun kenarında oturalım, semaverde çay içsek yeter,” dedi. “Bu gün sana özel ne istersen yapalım,” dedim, ama Eylem gülerek, “Beraberiz ya, daha ne isterim?” dedi. O an gerçek aşkı bulduğumu hissettim. “Annem duysa şu söylediğini, ertesi gün gelinliğini kendi elleriyle dikerdi.” “Annen terziydi, değil mi?” diye sordu. “Evet,” dedim, “ama kıyafet dikmez. İnce iş diye sevmez, mağazaların perde ve nevresim işlerini alıp diker.” “Keşke kıyafeti de dikse, bugün çok yoruldum, terzi arayacağım diye.” Kahkaha attım, “Bilsede seni anneme yollamazdım, hemen seni bana yakıştırır,” dedim. Farkında olmadan pot kırmıştım. Yüzü düştü; “Niye yakışmıyor muyum?” diyerek yanıtladı. Efe; “Öyle demek istememiştim. Yanlış anlama, annem hemen evlenmemi istiyor. Ben de borçlar bitsin, paramı biriktireyim, onlara yük olmadan evlenmek istiyorum.” Baktım yüzü hâlâ gülmüyor. Elimi suya batırıp yüzüne sıçrattım: “Tebessüm etmezsen kıyafetle birlikte suya atarım, bak!” Tebessüm etti; etmesine rağmen biraz kırılmıştı. Gönlünü almak için poğaçaları afiyetle yedim. “Ellerinden öptüm, ellerine sağlık, senin gibi güzel olmuşlar,” dedim. Ardından cebimden küçük bir kutu çıkardım ve uzattım. “Bu ne?” diye sordu. “Aç bakalım, beğenecek misin?” Kutuyu açtığında içindeki tek taşı görünce şaşırdı. “Bu ne?” dedi. “Taşı biraz ufak, ama sana söz: Düğünde istediğini alacağım. Bu yüzükle bana bir söz vermeni istiyorum; gönlüne benden başka kimse düşmesin. Olur mu bu yüzük senin için? Okulun bittiği gün annemle konuşacağım. Tabii, sen de istersen.” Eylem’in gözleri dolmuştu. Bu, demek oluyordu ki affetmişti beni… Eylem; Telefonum titrediğinde kalbim hızla çarpmaya başladı. “Hazırım,” dedim. Biliyorum, Efe her anını planlamak istiyordu; bu yüzden hızlıca toparlandım ve çıktım evden. İçim kıpır kıpırdı; Efe’yle geçireceğimiz vakitleri düşünmek bile heyecan vericiydi. Ihlara Vadisi’ne vardığımızda etrafı izlerken kalbim Efe’nin yanında olmanın verdiği güvenle hızla çarptı. Birlikte resimler çektik; o paylaşmadı, ben de akrabalarımızdan uzak kalmaya özen gösterdim. Ama içimden, “Ne kadar özel bir an,” diyordum, biraz kıskançlık da yok değil. Vadide otururken çantamdan poğaçaları, kekleri ve kurabiyeleri çıkardım. Hazırladığımı söyleyince hem şaşırdı hem de gözlerime çok mânalı bakıyordu. “İşin zor, lokantaya para vermeyelim, beraber suyun kenarında oturalım, semaverde çay içelim,” dedimiştim. Ama o kadar tatlı ve samimiydi ki, içimden “Beraberiz ya, daha ne isterim?” diye söyledim. Poğaçaları yerken bana gösterdiği küçük şaka ve suyla yaptığı oyun, kalbimde sıcak bir tebessüm bıraktı. Onunla beraber olmanın verdiği mutluluk, yüzümde istemsiz bir gülümseme yaratıyordu. Ve sonra cebinden küçük bir kutu çıkardı. Açtığımda içindeki tek taşı görünce gözlerim büyüdü. “Bu ne?” diye sordum. “Taşı biraz ufak, ama sana söz: Düğünde istediğini alacağım. Bu yüzükle bana bir söz vermeni istiyorum; gönlüme başka kimse düşmesin. Olur mu bu yüzük senin için?” Gözlerim doldu. Kalbim, onu affettiğimi ve sevgimi kabul ettiğimi biliyordu. “Evet, senin için…” diye düşündüm, dudaklarımda hafif bir gülümsemeyle. Hayatımın aşkı Efe Kılıç… Annesi tüm paylaşımlarıma kalp atmıştı. Bende terzi abla diye kayıtlıydı. Ah Efe ellerimle seni ifşa etmiştim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE