Elif Yılmaz
Hayatımda yaşayabileceğim en utanç verici anın içindeydim sanki. Az önce öfkeden beni çıldırtmak üzere olan askerin, şimdi kucağındaydım.
İri kolu düşmemem için belime dolanmışken yüzünü daha yakından görmemden ötürü mü bilmiyorum ama bir an aptal gibi heyecanlandım.
Çünkü yakışıklıydı.
“B-ben özür dilerim.” diyerek hızla kucağından kalktığım gibi öne doğru tekrar sendeleyince bu sefer beni kolumdan tutup düşmemi engelledi.
Rezillik üzerine rezillik yaşıyordum. Neyse ki onu bir daha görmeyecek olmanın verdiği bir rahatlama da mevcuttu.
“Daha ayakta duramıyorsun, bir de bunca insanı mı sakinleştireceksin?” diye sert bir şekilde konuşunca ürpererek etrafıma baktım ve insanların paniklediğini gördüm.
Kabin amirimiz de işin içine girip herkesi sakinleştirmeye çakışırken kolumu onun sert ve nasırlı ellerinden kurtardım. Sanki taş dövmüş kadar sertti elleri.
“Dengemin bozulmasına neden olan sizsiniz.” dedim hala daha sakin kalmaya çalışırken. Aksi takdirde zaten sallantı da olan işim, hepten elimden gidecekti.
“İşine bak hostes hanım.” diyerek o sert tavrından ödün vermeden konuştu. Bana bakmıyordu bile. Gözleri çantasındaydı.
Bu kadar önemli ne olabilirdi ki içinde? Ya da bu kadar değer verdiği?
“Ben işime bakacağım elbette! Siz de öyle yapın.” dedikten sonra arkamı dönüp ondan uzaklaştım ve paniklemiş olan yolcuları hemen sakinleştirmeye koyuldum. Ceren ve Merve de aynı şekilde herkesi sakinleştirmeye çalışıyordu.
Kısa süre sonra türbülans etkisinden nihayet yolcuları çıkardık ama adeta pilim bitti desem yeridir. Bir çocuk en az yirmi dakika boyunca ağlamıştı korkudan.
İnişe geçtiğimizde Ceren, “Oh be! Bir an hiç bitmeyecek sandım. Şu asker de durmadan sana bakıyordu bak, ayar mı oldu ne sana.” diyince dediği yöne baktım.
Asker, o mühim çantasıyla birlikte yolcuların arasından bana bakıyordu.
Onu görünce tüylerim ürperdi. Yolcuların inmesini beklerken hemen yanımdan geçmeden önce devasa cüssesi ile yanımda durdu. Ben de uzun boylu bir kadındım ama benden epey uzundu. Üstelik ayağımda topuklu olmasına rağmen.
“Fazla inat, ayağına bağ olur inatçı hostes. Bir daha diklendiğin kişilere dikkat et.” diye alt yazı geçmeyi de ihmal etmedi tabii!
Ona sahte bir gülümseme ile baktım.
“Tavsiyeniz için teşekkür ederim ama ben bağcıklı ayakkabı tercih etmiyorum asker bey. Topuklularım ve ben oldukça mutluyuz.”
Onunla dalga geçtiğimi anlayınca gözleri kısıldı. Sert bir şekilde yüzüme baktı.
“Umarım bir daha karşıma çıkmazsın!” dedikten sonra daha cevap vermemi bile beklemeden yanımdan çekip gitti. Arkadaşı da arkasından çıkarken o sert ifadesiyle baş selamı verdi.
İkisi de oldukça katı ve soğuktular. Genel olarak tüm askerler böyle miydi?
Gerçi babamdan daha donuk biriyle karşılaşmamıştım ya orası da ayrı konu.
Ama yine de canım babam... O olmasa ne yapardım bilmiyorum...
Askerin arkasından kısa bir süre daha baktıktan sonra bizim ekibe döndüm.
“Kızlar ben gidiyorum. Size bol çalışmalar!”
Merve yüzünü buruşturdu. “Mümkünse asıl mesleğini yap ve buralara dönme geri Elif. Babanı dinle!”
Onlara dil çıkarıp sarıldıktan sonra yanlarından ayrıldım.
Ben asıl mesleğime küsmüştüm. Abim sağ olsun!
...
Hostes kıyafetlerimle birlikte babamın özel gönderdiği adamla birlikte karargâhın yolunu tuttuk.
Her zaman babamın mesleğinden ötürü endişelerim olsa da Hatay’a gelmesinden sonra daha da endişeliydim.
Sınıra yakın olması ve sık sık operasyonlara dahil olması nedeniyle son zamanlarda hep kaygılıydım.
Eskiden bu kadar göreve gitmiyordu, şimdi işin boyutu iyice büyümüştü.
Karargâha geldiğimde bahçe kısmında birkaç ekip oturmuş çay içiyor ve hararetli bir şekilde konuşuyordu. Beni mini etek gömlek ve topuklu ile görenler tabii istemsizce bakıp beğeniyle süzüyorlardı.
Buraya ilk kez geliyordum. Babam birkaç kez İstanbul’a, yanıma gelmişti. Orada Merve ve Ceren ile ortak tuttuğumuz ev vardı ve onlarla yaşıyordum.
Önümden yürüyen adamın geniş omuzlarına bakarken sivil olmasına rağmen asker olduğunu anlamıştım. Babam beni özel olarak aldırdıysa muhakkak bir korkusu ya da başka bir şey vardı.
Daha önce gittiği şehirlerde hiç böyle yapmamıştı.
İyice gerilmeye başlıyordum.
Umarım her şey benim kuruntumdur.
Büyük karargahın merdivenlerinden çıktıktan sonra bir kapının önünde durdu ve kapıyı tıklattı.
Kısa süre içinde gel emrini alınca ise adam içeriye girip selam verdi ve, “Kızınızı getirdim komutanım.”
“Sağ ol Yavuz. Çıkabilirsin.” dedikten sonra adının Yavuz olduğunu öğrendiğim adam bana da selam verip çıktı.
Omuzlarımı dikleştirip topuklularımın üzerinde daha sağlam durarak içeri girdim.
Babam ayağa kalkmış camın kenarındaydı.
“Ne zamandır askerlerini özel güvenliğin yaptın Albay İlyas Yılmaz!”
Sesimi bilerek tıpkı onun gibi sert tutmuştum.
Kafasını usulca çevirdi ve göz göze geldik. “Ben kimseyi özel güvenliğim yapmam. Onlar izinli olsa bile benim için ne yapabileceklerini sorarlar Hostes Elif Yılmaz!”
Dayanamayıp gülümsediğimde onun da dudağı hafifçe kıvrıldı ve birkaç büyük adımda yanıma gelip beni kendine çektiği gibi sıkıca sarıldı.
Çok özlemiştim onu çok.
En son altı ay önce görmüştüm.
İkimizin de mesleği el vermiyordu bazı şeylere.
Gözlerimi kapatıp dolu gözlerimle ona sımsıkı sarıldım. “Babam...” diye fısıldadığımda aylar sonra ilk kez saçlarımı okşadı.
Çok zordu bazı şeyler, en çok da babasına aşık bir kızın babasından ayrı kalması.
Anneme de zor gelmişti asker eşi olmak zamanında, babam öyle söylerdi. Ama ne yazık ki trafik kazasında kaybetmiştik onu da. Abim desen... O zaten ayrı mesele. Ama o da askerdi, en son yıllar önce nefretimi kazandığında görmüştüm onu.
O günden beridir de görüşmedik. Yıllarca bana ulaşmaya çalışsa da hiçbir şekilde buna müsaade etmedim.
O benim en sevdiğim şeyimi elimden almıştı, aşkla okuduğum bölümümdrn nefret ettirmişti.
Ben yazılım mühendisiydim.
Tabii bir zamanlar!
O günden sonra mesleğime küsmüştüm.
“Çok özletiyorsun kendini baba.” diye mırıldandığımda daha da sıktı beni.
“Vatan için kızım, vatan için.”
Bir şey diyemedim.
Ben de vatan aşkıyla büyümüş bir kızdım. Ama zordu bazı şeyler, en çok da ayrılık.
Ondan ayrılırken o sert tavrı az da olsa yumuşamıştı. Fakat mesleği gereği üzerine yapışmıştı bu sertlik, alışmıştım.
“Çok yorgunum baba. Bir an önce lojmana geçmek istiyorum.” diye mırıldanırken bir yandan da topuklularımı çıkarıp ellerime aldım. Ta m o esnada kapı tekrardan çalınınca şaşkınca kapıya doğru baktım.
“Gel!”
Babamın komutuyla birlikte kapı açıldı ve kesinlikle bir daha asla görmeyi beklemediğim o yüzün sahibiyle göz göze geldim.
Bu uçaktaki uyuz askerdi!