O sabah uyandığında hayatının tamamıyla değişeceğini tahmin bile edemezdi. Boş boş tavanla bakışırken ve mesanesini zorlayan çişi tutarken sadece kalkmaya üşeniyordu. Nihayetinde idrarı galip geldi ve koşa koşa banyoya gitti. Bir süre sonra tuvalet ihtiyacını gidermiş, gece üşendiği için olmadığı banyosunu olmuş, işe gitmek için giyinmiş ve filtre kahvesini eline almıştı. Kahvaltı etmedi. Uyguladığı aralıklı oruç diyeti sadece iki öğüne izin veriyordu. Çantaları ve montuyla kapıdan çıktı ve ardından kilitledi. Asansör beklerken yanında bir bey belirdi. Güçlü bir bakma içgüdüsü duydu. Gözleri sanki adama çekiliyor, görmek istiyordu. İçgüdülerine yenildi, başını yanındaki adama çevirdi ve göz göze geldiler.
“Hımmm. İlk gün için harika bir giriş. Ama şu esas konuyu bağlama kısmını biraz daha düşünmeliyim. Daha sansasyonel bir sahne olsa daha iyi olur sanki.” Duvara yapıştırdığı akıllı şeffaf kağıtlara çizdiği şemaya, notlara ve dipnotlara baktı. Kore’den Türkiye ye gelen bir adamla, iş dünyasını kasıp kavuran bir kozmetik şirketinin CEO’su bir kadını yazıyordu. Koreli Kim, bizim CEO kızın şirketinde gençlik iksiri dedikleri bir maskeyi geliştirecek mühendis olarak işe başlayacaktı.
Kasıklarındaki ağrıyla iki büklüm oldu. Ara ara gelen ve ara ara giden bu sancılar için ünlü bir doktordan randevu almış, rahim kanseri olduğunu hemen ameliyatla rahminin alınması gerektiğini öğrenmiş sonra teyit ettirmek için gittiği ... Hastanesi’nde taş düşürdüğü iddia edilmişti. O da devlet hastanesinden randevu almış ve gününü bekliyordu. Sancılar yoğun değildi ama adet gecikmesi çok canını sıkıyordu.
Önce gri gözlerini örten, yazarken kullandığı okuma gözlüğünü çıkarttı. aslında gözleri elaydı. Güneşe çıkınca yeşile dönüyordu. Bir kalemle tepesine topuz yaptığı ve karman çorman olmuş saçlarını açtı. Saç diplerine masaj yapmak için parmaklarıyla kafa derisini ovaladı. Şuan bunu yapan yakışıklı, bol kaslı, ateşli bir sevgilisi olsa ne hoş olurdu. Masaj vücuduna devam ederdi ve belki sonrasında alt yanlarına sihirli dokunuşlar yapıp mutlu sonla bitirirdi. Ama yoktu. İç çekti. Sevgili yapmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki kadınlığını unutmuştu adeta. Çalışmaya ara vermeli ve biraz bedenini mutlu edecek duygusal olmayan bir partner bulmalıydı galiba.
Su almak için kalktı ve dolu bir bardak suyla geri döndü. Göz göze geldikleri kısımdan sonrasına devam etmeliydi. Belki kendi iç sesi gibi cinsel çekimin başladığı bir sahne hoş olurdu. Telefonunun ışığı yanınca devam edemeyeceğini anladı. Annesi arıyordu.
“Selam tatlım,” diyerek neşeli bir gülüşle başlayan konuşması, görünen yüzü kızının soluk tenini, çökmüş göz altlarını ve darmadağınık saçlarını görünce bir anda eksilere indi. “Neyin var senin? Hasta falan mısın? Yemek yemiyorsun değil mi doğru dürüst? Zayıflamışsın sanki? Sıkı da giyinme olur mu? Ayaklarını üşüt bakalım.”
“Anne hasta falan değilim. Sadece yorgunum biraz. Fuar var biliyorsun ve ben yeni kitap müjdesi vereceğim bunun içinde kafamda bir kurgu oturtmaya çalışıyorum. Yayınevinin işleri. Kurgu müjdesi vermesem ne olacak sanki?”
“Fuardan önce bir bakıma gitsen iyi olur aslında. Şu yüzünün haline bak. Eşekten düşmüş karpuz gibi dağılmışsın.” Annesi olabildiğince ışıltısıyka kameranın ardından kendisine bakıyordu. Kadın güzeldi. Güzel de laf mı afetti. Üstelik bakımlı, zevkli giyime sahip bir kadındı ve bu üçü sarsılmaz bir öz güvenle sarmalanınca ortaya annesi çıkıyordu. Esra hiç annesi kadar bakımlı olmamıştı. Jilet gibi giyinmek, saçlarını sabah erkenden kalkıp yapmak ya da ayaklarını gebertecek topuklu ayakkabılar giymek gibi istekleri olmamıştı. Halası da yoktu ki çeksin.
“Sağ ol ya çok iyi moral verdin.”
“Biraz bakımlı olmanı istemek suç mu may doder(daughter)? Biraz cildine yatırım yapsan sen de daha mutlu bir insan olacaksın.”
“Ne alaka ya? Ben şimdi de mutlu bir insanım. Ayrıca bakımsız da değilim. Sadece günlük hayatımda makyaj yapmayı ya da aşırı kimyasal içerikli makyaj ürünleriyle bütün gün dolaşmayı doğru bulmuyorum. Esas yatırım bu bence cildime. Ayrıca biraz düzenli uyursam göz altlarım da geçer.”
“neyse neyse. Sen beni ne için aradın? Toplantım vardı dönemedim.”
“ya şey,” diyerek yerinde yaylandı Esra. “Benim biraz nakit ihtiyacım var. Kitaplardan birisi üçüncü baskıya girecek, bir tanesiyle de film anlaşması yapmak üzereyim sosyal medyada da bir reklam anlaşması yaptım para gelince veririm hemen geri. Bana biraz borç gönderir misin?” Şirin şirin gülümsemeyi de ihmal etmemişti. Annesine nazlanmayacaktı da kime nazlanacaktı.
“A tabi kuzum. İki bin dolar yeter mi? Hesabına atarım, yarın gelmiş olur en geç. Başka bir şey yoksa ben bir toplantıya gireceğim.”
“Tamam anne,” telefonu kapattılar. Esra son parasıyla internetten yemek söyledi. Yarın fuara kendi arabasıyla gidecekti ve en son benzini fullemişti. Yemeğini yedi, bütün gece kurgu üzerinde çalıştı.
Aynı saatlerde Alparslan da oyun odasına kurduğu araba simülasyonuyla NASCAR oynuyordu. İkisi de gecenin geç saatlerine kadar uyanık kaldılar. İkisi de bilgisayardan gözlerini ayırmadı ve ikisi de sabah erken saatte zombi gibi uyandı. On birde fuara gidecekti. Bu yüzden sabah erkenden uyanmış, trafiği de hesaplayarak dokuzda evden çıkmıştı. Göz altları dahil bütün kusurlarını kapattığı bol fondötenli bir makyaj yapmıştı. Kıvırcık saçlarının doğal görüntüsünü daha güzel gösterebilmek için bir sürü uğraş vermiş, bir lokma yiyemeden kendisini evden dışarı zor atmıştı. Lüks aracıyla trafiğin azalmaya başladığı sokaklarda ilerlerken zincir bir kahve dükkanının önünde durdu. Biraz kafein almazsa imza sırasında bayılırdı ya da uyuklardı. Aracını düzensiz park ederek ve çalışır halde bırakarak indi. Kilitledi ve ardından bir adamın söylediğini duydu.
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Sözde İki binli yıllardayız, şu ikinci park sırasına bak.”
Umursamadan koşa koşa dükkana girdi, istediği filtre kahveyi söyledi. Yanına da birkaç çörek söylemişti. Ardında bir siluet hissetti. Sıra olmaya başlamıştı anlaşılan. Kahvesini aldı, kartla parasını ödedi, uçmuş olan ekstreleri düşünmemeye çalıştı. Ardını döndü ve bir çift amberle göz göze geldi. Kurtların gözleri de amber rengi olur diye okumuştu bir kitabı için araştırma yaparken. Aklına gelen ilk şey o oldu. “Kurt bakışlım,” diyerek güldü. Sonra tanımadığı bir adama böyle seslendiği için utandı ve daha çok gülmeye başladı. İkinci aklına gelense hayal ettiği yakışıklı ve ateşli sevgiliydi. Alparslan kriterlerini karşılamakla kalmıyor hayal etmeyi düşünmediği nefes kesici detaylar ekliyordu. Yüzünü unutana kadar fantazilerini süsleyecekti.
Adam kaşlarını çatmış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ve kıvrık kirpikleri kaşlarına değiyordu. Açık kumral teninde görünen Viva magenta rengi dolgun dudakları büzülmüştü. Dünyanın en yakışıklı adamı karşısında salak bir şaka yapmıştı az önce. Kendi aptallığına gülerek uzaklaşırken ardında kalan adamın bütün gün kendisini düşüneceğini tahmin bile edemezdi.
Üstelik hayal bile edemeyeceği detaylar yakında daha da netleşecekti.