Yüzbaşı.

1172 Kelimeler
Yüzbaşı Kaya Erel Gece, hiçbir zaman bu kadar uğuldamamıştı. Rüzgâr, dağın sırtına çarpan bir öfke gibi esiyordu. Kulaklıkta statik uğultular ve bozuk nefesler, kulak zarımı delercesine yankılanıyordu ama ben hepsini bastıran bir gerçeğin içindeydim: Ölüyordum. Bir elim karnıma bastırılmıştı. Sıcaklık eldivenimin içinden taşmış, parmaklarıma dek yayılmıştı. Kan. Hemen tanırım. Kendi kanımın kokusunu, dokusunu, akışını... Daha önce çok gördüm. Ama bu başkaydı. Bu... benim sonumdu. Siper aldığım kayanın kenarında bedenim kayıyor, ama gözlerimi yukarıdan ayıramıyordum. Telsiz cızırtılarla doluydu: “Yüzbaşı’m! Yüzbaşı’m vuruldunuz mu?” “Çekil! Ateş hattı genişliyor!” “Hüseyin düştü komutanım!” Cevap vermedim. Veremedim. Boğazımda bir düğüm vardı, kan değil. Kelimeler. Dile gelemeden içimde çatlayan, boğazımı sıkan, kelime olamayan hisler… Hayır. Onlara korku demem. Kaya Erel korkmaz. Ama... galiba ilk defa "çaresizliği" tattım. Sırtımda gece, göğsümde yük vardı. Telsizden gelen sesler uzaklaşıyordu. Savaşı kaybetmiyorduk belki ama ben kendi bedenimi kaybediyordum. Her zamanki gibi önde yürüyordum. Ama ilk kez, düşüyordum. Karnımdan aşağı doğru bir yanma… Ateş gibi. Sonra titreme. Ellerim, bacaklarım… Benim değilmiş gibi. Solgun ay ışığı yüzüme vururken, göz kapaklarım ağırlaştı. Ama gözlerimi kapatmadan önce tek bir düşünce geçti aklımdan: “Burada ölürsem… bu dağda… bana isimli bir mezar bile kazmazlar.” Ne acı. Bunca yıl devletine, milletine adamış bir yüzbaşı… sonunda taşın bile ismini bilmeyeceği bir toprakta kaybolacak. Kaya, bir dağda toprağa karışacak. Ne ironi. Bir gölge yaklaştı. Tanıyamadım. Sanki biri diz çöktü yanıma. Omzumu tutan eller titriyordu. “Komutanım! Dayan, tamam mı? Helikopter yolda, ne olur dayan…” “Dayan” dediler. Yüzlerce kez başkasına söylediğim kelime. Şimdi bana dönüyor. Ama ben... sadece gökyüzüne baktım. Sessizce. Ve içimden söyledim: "Ben size dayan dedim çocuklar. Ama bana kim dayanacak?" Bir uğultu yükseldi kulaklarımda. Sanki fırtına değil, içimde bir siren çalıyordu. Sonra her şey sustu. Gerçekten, tam anlamıyla… sustu. Nabzım, göğsümde birden kesildi. Bunu bilirim. Bunu tanırım. Çünkü ben defalarca görmüştüm bu anı. Ama hiç bu kadar içeriden bakmamıştım. Son düşüncem şu oldu: “Ben ölüyorum galiba. Sessizce.” * * * Dr. Zeynep Arslan Geceye gömülmüş bir üs hastanesi, aslında mezarlık kadar sessizdir. Herkes nefesini tutar. Çünkü biliyoruz... İçeriye gelen her sedye, bazen bir can taşır, bazen sadece bir isim. Benim görevim, o çizginin tam üstünde yürümek. Ne ağlayacak kadar yakın, ne kopacak kadar uzak. Ve o gece, çizgi yeniden bulanıklaştı. Helikopter sesi yaklaştığında, her şey dondu. Telsizden gelen çatırtılı ses, "Ağır yaralı subay yolda" diyordu. Ama artık kulağım alışmıştı bu cümlelere. Hangi biri ağır değil ki? Koşarak rampaya indim. Kaskımı taktım, gözlüğümü çektim. Kalbimi ise —her zaman olduğu gibi— susturdum. Helikopterin kapısı açıldığında ilk gördüğüm şey... bir çift eldi. Sıkılı, kanlı, titreyen. Sedye aşağı indirildi. Başını çeviren tek bir asker vardı. “Yaşıyor ama nabız sıfıra yakın. Sedyede… Yüzbaşı Kaya Erel.” İçimde bir şey durdu. Adını duymamla birlikte... kendimi tutamadım. Yüzbaşı mı? Kaya mı? O ismi duymak, bir anda yirmi kiloluk bir yük gibi omzuma bindi. Çünkü bu adamı tanımıyordum ama onun efsanesini duymuştum. Soğuk, disiplinli, gaddar denilirdi. Ama askerleri uğruna kurşun yediğini anlatanlar da vardı. Ve şimdi, bu adam… Ölüyordu. Sedye yere bırakıldığında hemen diz çöktüm. Gözlerimle taradım. Karın bölgesi paramparça gibiydi. Derin, geniş bir yara. Tansiyon neredeyse düşmüş. Nabız zayıf. Gözleri yarı açık ama bilinç uçurumun kenarında. Bir elimle bastırdım kanayan yere. Diğerimle stetoskopu taktım. Boşluk. Kalp sesi yok denecek kadar azdı. Hemşire korkuyla fısıldadı: “Dr. Arslan... nabız alınmıyor.” Sessizlik çöktü. Ama içimde bir çığlık yükseldi. Bunu kabul edemezdim. Hayır. Daha değil. Elliklerimi geçirdim. CPR başlatmam gerekiyordu. Ama o an, gözüm onun yüzüne takıldı. Ay ışığı gibi solgun, ama huzurlu. Korkmuyor gibiydi. Sanki “Bırak,” diyordu bana. “Bitsin artık.” Ama ben bırakmadım. Dizlerimin üzerine çıktım. Göğsüne bastırmaya başladım. Saydım. Sessizce. “Bir... iki... üç...” Kalbe giden yol, sadece kanla değil, inatla da çizilir. Sedyeyi çevreleyen askerler bana bakıyordu. Ama o an sadece biz vardık: Ben, o... ve ölüm. “Yaşayacaksın,” dedim. “Kim olduğunu bilmiyorum. Ne yaşadın, ne yaptın, bilmiyorum. Ama burada, bu dağda, böylece gitmene izin vermeyeceğim. Bir. İki. Üç. “Ben yaşatırım. Bu benim savaşım.” Ter içinde, dizlerim titreyerek bastırmaya devam ettim. İçimdeki doktor konuşuyordu, ama kalbim susmamıştı bu defa. Çünkü o yüz, o sessizlik, beni susturamamıştı. Ve sanki... bir anda, göğsünün altından gelen o minik titreşimle... Kalp geri döndü. Elimle boynunu yokladım. Zayıf. Çok zayıf. Ama oradaydı. Bir kalp, vazgeçmişken bile... bir kadının inadıyla yeniden atabiliyordu. Kaya’nın kalbi yeniden atmaya başladığında, ben hâlâ ellerimi göğsünde tutuyordum. Çünkü bazen kalp atsa bile, insan inanamıyor. Çünkü bazen… yaşama dönüş bile güven vermiyor. Bir an bile duraksamadan sedyeyi tuttum, hemşirelere direktifler yağdırmaya başladım. “Kan grubu B Rh pozitif. Üç ünite hazır olsun.” “Travma 1 açılıyor, hızlıca! Cerrahî müdahale başlıyor.” “Solunum desteği, şimdi!” Sedyeyi ittirirken üzerimizden helikopter pervanesinin tozu hâlâ yağıyordu. Ama içimde daha ağır bir şey vardı: Sorumluluk. Onu hayata döndürdüm… Şimdi tutmak zorundayım. * * * Ameliyathaneye girdiğimizde, saat 03.14’tü. Ortam steril ama sıcak değildi. Soğuktu. Buz gibi. Hastanın vücut ısısı gibi düşüktü belki de. O soğuk bana geçti mi, bilmiyorum. Elimi yıkarken, göz ucuyla cama baktım. O sedyede yatan adamın hikâyesini bilmiyorum. Ama yüzündeki ifade… huzursuz bir kabulleniş. Sanki, kurtulmak istememiş gibi. Sanki... ölüme gitmeye karar vermiş de son anda biri kolundan tutmuş gibi. * * * İçeri girdik. Ameliyat başladı. İlk kesiği attığımda kan fışkırmadı. Çünkü basınç çok düşüktü. Bu iyiye işaret değildi. Ama yine de elim titremedi. Titreyemezdi. Asistanım Yusuf, gözümün içine baktı. “Dr. Arslan, çok derin bir iç kanama var. Dalak parçalanmış.” “Çıkartıyoruz. Hayatta kalması için saniyelerimiz var.” Dakikalar ilerledikçe ameliyathane bir savaş alanına döndü. Monitör alarmlar veriyor, sıvılar hızla gidiyor, her dakika bir ihtimal daha azalıyor. Ama ben yılmadım. Çünkü bir kalbi geri getirdim. Şimdi onu burada bırakamam. İç kanama durdurulduğunda, bedeninden neredeyse bir buçuk litre kan boşaltmıştık. Üç farklı noktadan dikiş attım. Organları kontrol ettim. Monitörün çizgileri zayıftı, ama hâlâ oradaydı. Saat 05.42. Ameliyat bitti. Yüzbaşı Kaya Erel, hayattaydı. Şimdilik. Gözlem odasına alındı. Derin bir komaya girmişti. Vücut artık sadece yaşamakla meşguldü. Ama ruhu… bilmiyorum. Belki çoktan başka bir yere gitmişti. Başucuna oturduğumda, elim hâlâ titriyordu. Ama ilk kez. Çünkü savaş bitince… doktorlar ağlayamaz. Ama susunca, vücut konuşur. Bir hemşire battaniye getirdi. “İsterseniz biraz dinlenin, hocam.” Başımı iki yana salladım. “Yalnız bırakmayacağım.” Sabah ezanı okunduğunda, ben hâlâ başındaydım. Başını çevirmemişti. Gözlerini kıpırdatmamıştı. Ama ben yüzünü ezberlemiştim artık. Yaralarını, soluklarını, çizgilerini… Hatta susuşunu bile. “Biliyor musun…” Sesim fısıltı gibi çıktı. “Senin gibi adamlardan korkardım ben. Soğuk, mesafeli, dik yürüyen. Sanki hiç kimseye ihtiyacın yokmuş gibi duran...” Bir an sustum. Gözüm onun kalp monitöründeydi. Düz değil. Ritmik. Zayıf ama dirençli. “Ama belki de en çok yardıma ihtiyacı olanlar… hiç konuşmayanlardır." Elimi yatağın kenarına koydum. Gözlerini açarsa ne yapacağımı bilmiyordum. Ama açmazsa... İçimde bir şey eksik kalacak gibiydi. Dışarıda gün doğuyordu. Ama ben bir adamın gözlerinden gelecek küçük bir kıpırtıyı, güneşten daha çok bekliyordum... Ona doğru eğildim, o, çok yakışıklı bir adamdı. Ve çok güçlü. "Yüzbaşı, lütfen ölmeyin. Size ihtiyacımız var." O gün, onu kurtardım kurtarmasına ama kendime büyük bir kötülük ettim. Çünkü dünyanın en soğuk, en duygusuz adamına âşık olmuştum...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE