bc

Hain Ceza (Zamane Aşkları)

book_age16+
68
TAKİP ET
1K
OKU
second chance
loser
witty
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

2000li yıllara yakın yıllarda doğan ve günümüzde "Z Kuşağı" olarak adlandırılan kesimin (özellikle kadınların) yaşamlarında ve ilişkilerinde nasıl oldukları, nedenleri anlatılırken; önceki (Y kuşağı) kuşak ile olan çatışma, uyumsuzluk ve çekimi dile geetiren,

Bu farklılıklara neden olan konu ve nedenleri insanları sıkmadan;

Bir aşk ve seks hikayesiyle anlatan bir hikaye...

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Cezaevi
Cezaevinde en zor durum nedir acaba? Sevdiklerini üzmemek için güle oynaya gelmek mi? Yoksa hüznünü belli edememenin burukluğunu içinde taşımak mı? Acaba sevdiklerimiz bunun farkında mıdır? Onlar üzülmesin diye güle oynaya gelirken biz; Onlar hüzünlenmediğimiz için kendilerini sevmediğimizi düşünürler mi acaba? Yada cevabını bilemediğimiz için; hüznümüzü belli edememenin burukluğu ne zaman geçer? Büyüklerimiz hep ‘’Kaybettikten sonra değerini anlarsın’’ der, acaba kaybettiğimiz zaman ve yaşanamayacak olan hayatlar yüzünden mi zor hapis olmak? Tutuklu olduğum süre boyunca; kaybettiğim zaman, yaşayamadığım aşklar yada yapamayacağım hatalar mı özletiyor özgürlüğü? Bayrampaşa E Tipi Kapalı Cezaevinde uyandığım ilk gece beni karşılayan (geceden fark etmediğim) tavandaki o yazı.. ‘’Ey Özgürlük, seni sen olduğun için değil, sevdiklerim sende olduğu için seviyorum.’’ Haklıydı o mahkum. Çünkü koğuşta sevdiğin (iyi) insanlar varsa; zaman akıp gidiyordu, dışarısı bir nebze de olsa unutuluyordu ve insan anlık da olsa mutlu oluyordu.     O yazı hiç çıkmadı aklımdan. Böyle cezaevine girdiğim zamanlar da değil, hep aklımdaydı, her an. Ne zaman sinirlensem, ne zaman bir hata yapacak olsam veya ne zaman içinde bulunduğum hayattan şikayetçi olsam aklıma getiriyordum. Aslında aklımdan hiç çıkmıyordu. Bana bu hayatta yetinmeyi öğreten ders, o yazı tarafından verilmişti. Ne zaman bu düzene dur diyecek olsam, frenledi beni biraz. Duygusal adamdım sonuçta, aşkı seven, aşk için yaşayan, sevdiği kadını üzmekten çok korkan.. Ama doğrulardan ve doğruları dile getirmekten korkmamalıydım, sevdiklerimin ve sevenlerimin yüzüne bakabilmek istiyorsam; çıkarlarım yada rahatım doğrultusunda değişmemeliydim. Değişmedim de, neysem o oldum hep. Zaten bu yaştan sonra da istesem de değişemezdim. Duvardaki o yazıdan olsa gerek; benim cezaevinde en zor anlarım; ilk gece yatmak ve ilk sabaha uyanmak olur her zaman. Hep ilk yatışlarda üst ranzaya denk gelişimden ötürü; korkarak bakarım tavanıma. Bana mesaj verecek olan o tavana… Neyse ki artık tavanlara ve duvarlara eskisi kadar yazı yazılmıyor. Yada artık ben denk gelmiyorum. Ben denk gelmiyorsam, acaba ilahi güç bana mesaj vermeyi mi bırakmış oluyor?   Kafamda hep böyle sorular… Bitmiyor, dinmiyor, susmuyor.. Yazmak istiyorum; özgürce, sınırsızca ama olmuyor. Ya yazdıklarımdan sorumlu tutuluyordum, yada vakit bulamıyordum. Sorumlu tutulma konusunda korkum olmadığı için; şuan daha iyi anlıyorum aslında vakit ayıramadığımı. Artık vakit var, Silivri Cezaevi Açık İnfaz Kurumunda bekliyorum. Kendim geldim buraya; yazdıklarım için aldığım cezaya, kendi ayaklarımla geldim. Mahkemenin dışarıdan kestiği ceza, sonrasında eve gelen tutuklu çağırma kağıdı.. Sonuç ne olacak bilmiyorum, umursamıyorum da. Sadece buraya geliş hikayemi biliyorum. Şaşırdığım olaylar, değişmeyen hatalar ve yenilenen imkanlar. Dışarıdan bakıldığında; suç işlemiş, kötü insanlar olarak görülüyoruz belki. Çoğunluk af haberleri çıktığında; ‘’Siyasi çıkarlar doğrultusunda, birçok suçlunun dışarıya çıkması saçma. Bu ülke yaşanacak yer olmaktan çıktı, artık suç oranı da artar.’’ diye düşünebilir. Ben bu konuşmalara denk geldim. Durum o kadar da kötü olamaz, olmamalı, sonuçta her mahkum birer insan, bir can. Tutuklanmayan her insanın iyi olmadığını bildiğimiz gibi, hata yaptığı için cezasını çeken insanlarında iyi insanlar olabileceği gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Sistem mağduru tutukluları dile bile getirmiyorum.     Sizin kafanızda cezaevinde olan herkes; çukur traşlı, amatör ve kötü dövmelere sahip, ağzı bozuk ve her fırsatta kavga etmeye meyilli tipler olarak canlanıyorsa… Çok özür dilerim ama siz umudunuzu ve insanlığınızı kaybetmiş yada kaybetmek üzere olanlardan olabilirsi niz. Hayatın bakış açınızı değiştirmesini ümit ederim. İnstagram’da bulunan ve sadece kitap paylaşımı yaptığım ‘’Kitap Muhabbeti’’ sayfasından; kitap isteyen bir tutuklunun gazeteye yazdığı yazıyı paylaşmıştım. ‘’Kim bilir ne suç işledi de orada, bu paylaşım saçma olmuş.’’ ‘’Suç işleyene bir de hediye olarak kitap mı gönderelim, ödül mü verelim?’’ diyenlerden yada diyecek olanlardan olmayalım. ‘’İnsanoğlu şaşar, beşer’’ derler ya hep; her insan gibi bir hata yapmış olabileceğimizi ve bu hatadan pişman olmuş olabileceğimizi, hatta bu ceza sürecinde kendimizi geliştirmek ve iyi bir insan olmak için mücadele içinde olduğumuz gerçeğini kabullenmek bu kadar mı zor? İkinci bir şans sadece dışarıda özgür olanların hakkı mı? Düşünün yaptığınız hataları, affedilmek isteyişlerinizi ve ‘’bir daha aynı hatayı yapma’’ diye kendinizle konuşmanızı. Bizim, sizin bir gecelik aşkınız kadar da mı değerimiz yok bu hayatta? İlle siz de buraya gelip mi anlamalısınız bizi?     Acaba sizin bu hatalara düşmeyeceğinizi ve tutuklanmayacağınızı garantileyen ilahi bir güç mü var? Sizler bu gücün size verdiği garantiye mi güvenip bu kadar acımasız ve bu kadar anlayışsız oluyorsunuz? Acaba siz, şuan burada, benim yerimde olsanız; düşünceniz değişir miydi? İnsanoğlu duygulara sahiptir ama az bir kısmı diğer insanlara göre daha duygusaldır. Bu bahsettiğim duygusallık sadece gözleri dolan ve ağlayanlara yakıştırılmıştır maalesef. Sanki öfke bir duygu durumu değilmiş gibi. Neyse.. Eve gelen o kağıt… Annemin gözlerinin dolması, sesinin titremesi,,, ‘’Yine mi oğlum, yine mi yaşayacağız o günleri?’’ derken; dünya titremişti sanki. Annem olduğu için mi yakıştıramıyordu bana, yoksa başkalarının göremediği beni mi görebiliyordu? Cevabını bilmiyordum, hatta belki de hiç öğrenemeyecektim. Çünkü bunu soramazdım anneme, verdiği cevap belki de beni ağlatırdı, annem beni ağlarken görmemeliydi. Sonuçta aile içindeki imajım; üzülmeyen, her daim mutlu olabilen, hayatı tiye alan, dertsiz kedersiz bir dalgacı davuttu. Bunu bozmamalıydım, beni böyle güçlü sanıyorlardı, güçsüzlüğümü belli etmemeliydim. Ama güçsüzdüm ve bana güç katan ilk şey ailemdi; babam, annem, abim ve kardeşim..   Anneme göre ben; esprili, her daim neşeli, çevremde bulunan herkesin sevdiği biriydim. Duygusal olduğumu biliyor muydu acaba? Eğer biliyorsa, bu yönümü Onlardan saklamaya çalıştığımı fark etmiş midir? Umarım fark etmemiştir, yoksa kırılganlığımı anlar ve birde benim için üzülür. Babam hiçbir şey belli etmedi. Acaba hasta oluşundan mıydı, yoksa (benim hiç kendisinden duymadığım ama anlattığı kişilerin bana söylemiş olduğu) ‘’O ne yapar eder, düzenini kurar. O’nu dert etmeyin.’’ Dediği güvenden miydi bilemedim. Zaten çokta üstelemedim, çünkü biliyorum ki; gelirken bana para verememiş olduğu için üzülüyordu, hem de fazlasıyla… Yasin’e ne demeli, ah be Yasin Durmaz ah. Soy ismini hak eden o adam. Avukat arayışı, moral vermeye çalışması, ‘’hep yanındayım’’ demesi. Yahu daha bir aydır birlikte çalışıyorduk, omuzuma öyle bir yük yükledi ki anlatamam. İnsan olduğumuzun farkında olan kişilerle yaşamak çok güzel bir duygu. Zaten Kevin Dutton bir kitabında ‘’Her insan potansiyel bir suçludur, sadece bazıları gerçekleştirecek kadar cesaretliyken, diğerleri biraz daha bekleyecek kadar korkaktır.’’ Demiyor muydu? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum? Acaba o bekleyenler, bizi beklemediğimiz için mi anlamak istemiyorlardı?   Bir de ben varım bu hikayede; esas oğlan demek isterdim yada kahramanımız ama uymuyor işte.. Ben birinci ağızdan konuşan karakter diyeyim, olayların etrafında döndüğü kişi, hikayeyi anlatan, anlatırken kendi adını kullanan egoist… Ben üç beş eşyamı toplayıp, önce Bakırköy Adliyesine, oradan da aldığım evrakla Silivri Cezaevine yola çıktım. Değişik bir durumdu; bana ceza kesmişlerdi ama tüm işlemleri (cezaevine ulaşım ve teslim olma dahil) benim yapmamı istiyorlardı. Madem bana bu kadar güveniyorlardı neden yazdıklarım için bana ceza veriyorlardı? Anlayamamıştım. Hayat bazen çok karmaşık olabiliyordu. Neyse ki; karmaşayı seven, her olayda mantık aramayan biriydim. Bu tavrım işleri kolaylaştırıyordu. Cezaevine teslim olmam beni şaşırttı, basit bir üst araması ve basit bir kayıt işlemi. Demek ki tüm yazışmalar çok önceden yapılmıştı ve galiba açık ceza bölümü olduğu için ve kendim teslim olmaya geldiğim için böyleydi. Burası diğer gördüğüm cezaevlerine göre en rahatı gibiydi. Geçici koğuşa geçtiğimde sanki cezaevinde değildim de; acemi birliğine erken teslim olan ve serbest zamana bırakılan bir acemi asker gibiydim. Ben yeni ortama adapte olmaya çalışıyordum, bir grup telefon kulübelerindeydi, bir grup voleybol oynuyordu ve kendi içinde sohbet edenler vardı. Bahçenin üstü açıktı, etrafımızda yüksek duvarlar yoktu, kısmen de olsa özgürdük. Gökyüzünü görmek mi, yoksa komple etrafı görmek miydi bizi mutlu eden? Bilemiyordum, bildiğim şey açık cezaevi farklıydı. Burada geçen zaman da kısmen de olsa yaşanılırdı… Burada tanıdık bir yüz görür gibi olmak… Bu duyguyu anlatamam, hele o olmak gibinin ortadan kalkması ve bir tanıdığa denk gelmesi. Yaşamayan bilmez, o yalnızlık hissinden kurtulur, kendinizi daha fazla güvende hissedersiniz. Ucu bucağı görülmeyen o okyanusta, suya atılmış değil de en azından bir sandalda bırakılmış gibi hissedersiniz. Bir güvence olur.. Emrah Özbudak’tı O. Beşiktaş semtinden bir arkadaş; ben O’nu gördüğümde ‘’Kesin tanıdık’’ demişken, O beni gördüğünde ‘’Yine bir profesör düşmüş buralara, buraya ait olmadığı belli.’’ Demiş. Dedim ya size burada herkes farklı, haliyle de farklı gözüküyor. Siyah kumaş pantolon, siyah gömlek, mavi ceket, üzerinde sarı civcivler olan mavi çorap ve mavi papyon kombini ile gelen; beyaz tenli, yuvarlak çerçeveli gözlüklü, top sakallı ben farklı gelmiştim gözlere.. Bırakın sizin önyargılı hayallerinizi şaşırtmayı, burada binlerce farklı insanlar görmeye alışkın olanlar bile şaşırmıştı ve buraya ait olmadığımı düşünmüştü.     Biraz Emrah’ın ricasıyla, biraz da görünüş ile olsa gerek; Aziz Abi’nin, Nida Abi’nin, Mehmet Abi’nin, Müjdat Abi’nin, Altan Abi’nin ve Ali Amca’nın bana olan iyi ve yardım sever davranışlarını anlatmaya kalksam anlatamam. Galiba benim için yeni ve güzel bir hikaye başlayacaktı, hem de hiç ummadığım burada.. Belki de bu davranışların benimle bir ilgisi yoktur, kendileriyle ilgilidir. İnsan oldukları için; iyi ve iyilikleri görmelerindendir. Bazılarının aksine, bana bir şans vermişlerdir.   Gerek tahsilleri, gerek meslekleri, gerek çevrelerini öğrendiğimde çok şaşırdım. İçimden ‘’sizin burada ne işiniz var’’ dedim. Kendi hallerinde takılan (öyle racon olmadan, ağır abilik olmadan, kural koymadan ve gülerek konuşan) ama saygı duyulan ve sevilen bir ortama denk gelmiştim. Bu da yetmezmiş gibi beni her tanıştırdıklarına ‘’yazar kardeşimiz’’ diye takdim ediyorlardı. Unutmadan biraz bahsedeyim; açık cezaevlerinde üç ayda bir yedi günlük bir izin ile evinize gidebiliyorsunuz, bahçeden gökyüzünü ve çevreyi görebiliyorsunuz. Her daim açık (bir bakkal edasında) bir kantininiz var (kapalı cezaevlerinde bu konu farklı oluyor) ve sayımlar gardiyanlar tarafından değil, parmak okutularak yapılıyor (tabi bu durum belki de ilerleyen teknoloji yüzünden de olmuş olabilir ve kapalı cezaevleri de bu sayım şekline geçmiş olabilir). Tabi bu imkanların bir bedeli, çalışma esası. Herkes bir bölümden yada bir bölümün temizliğinden sorumlu ve bu isteğe bağlı bir durum değil. Güzel abilerim sayesinde görünürde yemekhane temizlik ekibinde olan ben; bol bol düşünme, yazma ve okumadan sorumluyum. Şakayla karışık ‘’Siyasi mahkum sayılırsın’’ deseler de, sevdikleri için benim yorulmamı istemediklerini anlıyorum. Her ne kadar burada iş çok olsa da; insanın fazlasıyla düşünme zamanı oluyor. İşte aldığı ceza ile düşünceleri birleşince, kaderinin devamı az da olsa belli oluyor. Hangi düşünceyi ne kadar düşünüp irdelediği; ileri de ne yapacağını yada geçmişten ne aklında kaldığını gösteriyor. Benim aklımda kalan, yani benim cezam AŞK.. Bugüne kadar hep aşklarım incitti beni, hep sevdiğim kadınlar vurdu sırtımdan, ben bunun için mi geldim bu dünyaya yoksa yaptığım bir hata mı var acaba? Ne İstanbul’a cezaevine girmek için döndüm, ne de Amasya’ya terk edilmek için gitmiştim. Sevdiğime kavuşmak için mücadelenin ilk adımı olan Amasya’da terk edildim, hem de iki defa…

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.2K
bc

evli kadın evli adama aşık oldu

read
10.2K
bc

ALFABETA (+18)

read
29.2K
bc

Tutku'nun Esiri

read
23.4K
bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
4.1K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
24.6K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook