Tanıdık Bir Yüz

1597 Kelimeler
Agrej de duşunu alıp, üzerini giyinince, odadan çıktık. Yine elimi tutmuştu sıkı sıkı. Aslında merak ettiğim, sormak istediğim çok şeyler vardı ama o kadar yakınlaşmanın ardından, şimdilik keyif kaçırmamak için susuyordum. Gerçi susmasam da bir şey anlatmayacaktı bana. Arabanın yanına vardığımız zaman, benim için yolcu kapısını açtı ve elini elimden çekerek, binmemi bekledi. Düz bir ifadeyle arabaya binip, o kapıyı kapatırken, kemerimi bağladım. Arabanın ön tarafından dolanıp, sürücü koltuğuna bindi. O da kemerini bağladıktan sonra arabayı çalıştırdı, yola çıktık. “Önce güzel bir kahvaltı yapalım, sonra avukatla buluşacağız. Anne ve babanın davası için.” Yutkunarak başımı Agrej’e çevirdim. Dün Şeref ağabeye araştırmasını söylediğini duymuştum ama bu kadar hızlı davranmasını beklemiyordum. “Ben, teşekkür ederim, Agrej. Çok teşekkür ederim.” Gülümseyerek bana döndü. Elini uzatıp elimi tuttu. Kalbim mutlulukla atıyordu. Anne ve babamın katillerini bulacaktık sonunda. Tuttuğu elimi, dudaklarına götürüp öptü. Beklemiyordum. “Senin için her şeyi yaparım, Asmin. Sen üşüdüm de, bütün Mardini yakayım.” Beni bu kadar seviyor muydu gerçekten? “Beni bu kadar seviyorsan, Nurbanu gelin ağayla evlendikten sonra mı aşık oldu? Çünkü ondan önce sevseydin, ilk karın ben olurdum.” Çenesi kasılırken, dişlerini sıktığı belli oluyordu. Normal bir soru sormuştum sadece. “Yakında tek karım sen olacaksın, zaten.” Bu sefer de ben dişlerimi sıktım. Kaşlarımda çatıldı. “Anlamıyorum, Agrej. Biraz daha anlaşılır konuş. Ne demek istiyorsun? Nurbanu gelin ağayla ayrılacak mısınız? Aşiret buna izin verir mi ki?” Ağır ağır başını salladı. Boşanacağım demek istiyordu. O ne kadar istese de aşiretin kararı da önemliydi bu konuda. İstediği kadar ağa olsun, Nurbanu gelin ağa da köklü bir aileden geliyordu. İki tarafda bu boşanmayı onaylamazdı. Güzel bir restoranın önüne geldiğimizde arabayı durdurdu. Soruma sesli bir yanıt vermemişti. O kendi tarafından inerken, kapımı açıp bende arabadan indim. Yanıma gelip, elimi tuttu. Restorandan içeri gerdiğimizde hemen yanımıza bir adam geldi. “Hoş geldiniz, ağam sefalar getirdiniz. Buyurun şöyle, en güzel köşeye geçin.” Önümüzde ilerlerken, elini de öne doğru uzatmış bize yol gösteriyordu. Boydan boya cam olan bir yere doğru gittik. En köşedeki masaya ilerletti beni, Agrej. Sandalyelerimize yerleşince bize yer gösteren adama baktı. “Kahvaltı getir.” Sonra bana baktı. “Özel olarak istediğin bir şey varsa söyle.” Adamla konuşurken sert olan sesi benimle konuşurken yumuşacık oluyordu. Başımı hayır anlamında salladım. Adam olumsuz cevabımla yanımızdan ayrıldı. Camdan dışarı baktığımda, güzel bir bahçe olduğunu gördüm. Rengarenk çiçekler vardı. Bir süre orayı izledikten sonra önüme dönerken, Agrej ile göz göze geldik. Beni mi izliyordu hep? “Beni mi izliyordun?” Usulca başını salladı. Bu haliyle o kadar insanın canını yakan, zalim birine benzemiyordu hiç. “Neden ki?” Güldü önce. Sonra gözlerini gözlerimden çekmeden konuştu. “Bazen hala bir rüya gibi geliyor seninle evli olduğum. Yanımda olduğun zaman da senden başka bir manzara dikkatimi çekmiyor. Ondan sürekli sana bakıyorum.” Söyledikleriyle, yanaklarımın kızardığını hissettim. Hafifçe başımı eğip, gözlerinden kaçındım. “Hele böyle utandığında çok daha güzel oluyorsun.” Masada bana doğru eğildi. “Ama yatakta, arsız olman da güzel geliyor şimdi. Yalan söyleyemem.” Dedikleriyle daha da çok utandım. “Sus lütfen. Utanıyorum.” Kısık sesle güldü. “Dün gece içime gir diye yalvarışların halen kulağımda. Daha hızlı demelerinde.” Alt dudağımı ısırdım. Başımda gittikçe eğiliyordu. Birden çenemde bir el hissetmemle başımın kaldırılması bir oldu. “Utanman hoşuma gidiyor dedim ama bu kadar da utanma. Başını eğersen, güzelliğini nasıl görürüm?” Ne diyeceğimi de bilmiyordum. Öylece yüzüne baktım. Üzerime doğru biraz daha geldi ve dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Gözlerim irileşirken, sağa sola bakındım hemen. Çok kalabalık değildi zaten, restoran ve neyse ki bizden tarafa da bakan yoktu. “Ne yapıyorsun ya? Ya birisi görseydi!” Kaşları çatıldı ama sinirli değildi. “Görürlerse görsünler. Karım değil misin? İstediğim yerde öperim.” Gözlerimi devirdim. Evet karısıydım, ikinci karısı. “Aynen ikinci karınım. Beni bugün buraya getirdin ya, yarın da Nurbanu gelin ağayı mı getireceksin? Eşit davranman gerekiyor ya.” Bu sefer kaşları sinirle çatıldı. Masanın üzerindeki eli de yumruk olmuştu. Kötü bir şey de dememiştim halbuki. Neden böyle tepki verdiğini anlamadım. Cevap vermek için ağzını araladığı vakit, iki tane garson ellerinde kahvaltı tepsileriyle gelince sustu. Garsonlar masaya tek tek kahvaltı tabaklarını yerleştirip, gittiler. Önümdeki servis tabağına kahvaltılıklardan koymaya başladım. Az önceki sorum halen aklımdaydı ama cevap vermiyorsa da üsteleyecek değildim. “Nurbanu’yla bir kere bile böyle yerlere gelmedik. Götürmeyi de düşünmedim hiç.” Başımı kaldırmadan, gözlerimi yüzüne diktim. “Geçen de tatile gittiniz. İki gün bir şey yemediniz mi?” Elini masaya normal bir hızla vurdu. Korkmam için yaptıysa korkmamıştım. “Biz o zaman tatile gitmedik. Sadece anamın öyle bilmesi gerekiyordu. Bulmamız gereken biri var. Onu aradık.” Kaşlarım çatılacak gibi oldu ama son anda kendimi durdurup, gülmeye başladım. “Allah aşkına, herkesin çekindiği Agrej ağa annesinden mi çekiniyor? Güldürme beni!” Yumruğu indi bu sefer masaya. Öyle yüksek bir ses çıktı ki, masa kırıldı sandım. Başımı kaldırıp ona bakmadan önce etrafa baktım, üç dört kişi bize doğru bakıyordu. Gözlerimi ona çevirdim bu sefer. “Ben kimseden korkmam. O zaman öyle olması gerekiyordu sadece, öyle oldu.” Otoriter sesiyle konuşmasına kaşlarımı alnıma doğru kaldırarak başımı salladım. “Aranızdaki ilişki nasıl bir şey, inan artık merak etmiyorum. Umurumda da değil gerçi. Okulumu bitirdikten sonra bu evlilikten de kurtulacağım, o konaktaki çekilmez insanlardan da.” Bu son dediğimi demeyecektim ama ağzımdan kaçmıştı. Şimdi bir de okula göndermek istemezse ne yapardım? Hoş, mehrimdi o benim gerçi. Hafif bir endişeyle yüzüne baktım. Kaşlarını çatmıştı. O kadar korkunç bir ifade vardı ki yüzünde, biraz korkmuştum açıkçası. “Sen, benden ayrılabileceğini mi sanıyorsun gerçekten? Bunca yıl sonra almışım seni, bırakır mıyım lan? Ben söyleyeyim, bırakmam. Padişahı gelse alamaz kimse seni benden!” Sürekli bir bunca yıl sonra deyip duruyordu. “Ne kadar yıl sonra almışsın beni? Sürekli bunu söyleyip duruyorsun.” Gözlerime bakarken, eskiye gitti sanki. Bir kaç dakikalık, dalgınca baktı. “On yıl. Ben sana on yıldır aşığım.” On yıl mı? Ben daha on beş yaşındaydım o zaman. Ya da bunu boşver bu adam ilk karısıyla üç yıla yakındır evliydi. “Yalan söyleme! Bana aşıksan bu kadar yıl boyunca, neden Nurbanu gelin ağayla evlendin?” Sorduğum soruyla, omuzları düştü. “Öyle gerekti. Anlatamam şu anda sorma!” Onu anlatamam, bunu anlatamam. Boş boş konuşuyordu. Masadan kalktım hızla. “Eh yeter be, sana da, on yılına da, öyle gerekmesine de başlayacağım şimdi. Riya tenim. İştah falan da kalmadı. Sen ye yemeğini ben arabada bekliyorum.” İçimden küfürler ederek restorandan çıktım. Arabanın yanına geldiğimde, içimden ettiğim küfürlere rağmen sinirim geçmemişti. Diğer arabanın yanına doğru ilerledim. “Sigara ver!” Sert sesimle adam kısa bir an bana baktı. Elimi uzatmış açıp kapatıyordum. Cebinden çıkardığı sigara ve çakmağı bana uzattı. Bir dal alıp yaktım. İçime bir nefes çekerken paketi ve çakmağı geri uzattım. Sigaramı içerek arabanın yanına geri gelip, onun çıkmasını beklemeye başladım. Şu avukatla da bir görüşelim, bakmayacaktım yüzüne. Ulan hem anlatmaya başlıyorsun, hem de yarıda kesiyorsun. Sinirlerim altüst olmuştu. Bir kaç nefes daha çektiğim sırada arka arkaya, restoranın kapısından hınçla çıktığını gördüm. Oldukça sinirli görünüyordu, mejiye tenim. İyice yaklaşınca sigaramı yere eğilip, söndürdüm. Onun geldiği yöndeki olan çöp kovasına doğru giderken, yanından geçtim. Elimdeki izmariti atıp, geri döndüm. Arabanın içine geçmiş, sinirli sinirli bana bakıyordu. Normal bir hızla yürüyüp arabaya bindim. Hiç konuşmadan arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Camdan dışarı bakıyordum bende. “Sen az önce bana orada küfür mü ettin?” Nihayet sessizliği bozduğunda ona dönmeden sorusunu cevapladım. “Aynen, zoruna mı gitti?” Cevap vermedi. Ona bakmadığım için yüz ifadesi nasıldı onu da bilmiyordum. Yeni bir sessizlik araya girerken, öfkeli bir sesle aldığı soluklarını duyuyordum. “Asmin bak güzelim, bana az önce senin dediğin o kelimeyi başka biri deseydi eğer, şu anda yaşamıyordu. Sana kıyamadığımı bildiğin için mi böyle yapıyorsun?” Ne kıyamamak ama uzun yıllar sevdiğini söyleyip kuma diye alıyordu beni. Çok güzel kıyamıyordu gerçekten. Başımı çevirip yüzüne baktım. “Yani hoşuna gitsin gitmesin, ben böyleyim. Bundan sonra daha çok küfür edeceğim.” Kaşları çatıktı. Başını bana çevirdi. “Demek öyle. Bundan sonra daha çok küfür edeceksin bana, ha?” Başımı salladım. Dudakları iki yanına kıvrıldı. “Öyle olsun. Küfür seviyorsun demek.” Ne demek istediğini anlamadım açıkçası. Şaşkınca baktım suratına. Adama küfür etmiştim, gülüyordu. Büyük bir binanın önüne geldiğimizde durdurdu arabayı. Hızlıca indim. Kocaman harflerle Borotan yazıyordu. Arabadan inip, yanıma gelen adam elimden tuttu yine. Çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Başımı başka tarafa çevirdim. Yürüyüp, binadan içeri girdik. Lobi gibi bir yerdi. Bizim girmemizle, çalışan çalışmayan herkes saygıyla Agrej’e baktı. Agrej de kısaca onlara bir göz atıp, işlerine devam etmelerini belirtti. Hafiften beni çekiştirerek, asansöre doğru ilerleyip, içinde geçtik. Yanında sessizce duruyordum. Konuşmak istemiyordum. Asansör durunca açılan kapıdan önce o, sonra da ben çıktım. Biraz ilerleyince adının yazılı olduğu bir kapı gördüm. Hemen kapının yanında da bir sekreter masası vardı. Sandalyede de benim yaşlarımda bir adam vardı. Bizi görünce hemen ayağa kalkıp, yanımıza geldi. “Agrej bey, günaydın efendim. Az önce avukatınız geldi. Odanızda sizi bekliyor.” Agrej başını salladı. “Tamam, çay getir bize.” Sekreter başını sallayıp, yanımızdan ayrıldı. Odanın kapısına vardığımızda kapıyı açtı ve içeri girdik. Kırklı yaşlarda bir adam masanın hemen önündeki koltukta oturmuş, elindeki dosyaya bakıyordu. Kapının sesiyle bize döndü hemen. “Agrej bey, bende sizi bekliyordum. Dün akşam Şeref bey beni aradı Asmin hanımın ölen anne ve babasının dosyasıyla ilgilenmem için.” Agrej bana avukatın karşısındaki koltuğu gösterirken, kendisi de koltuğuna oturdu. “İyi yapmış. Asmin bu Mirhan bey, iyi bir avukattır.” Başımı sallayıp, adama döndüm. Hafiften gülümseyerek bana baktı. Kaşlarım tanıdıklık hissiyle çatıldı. Daha önce görmüştüm sanki bu adamı. Saçları hafif kırlaşmıştı. Ama ben gördüğümde daha gençti sanki. Bir yerde gördüğüme kesinlikle emindim bu adamı ama neresi olduğu aklıma gelmiyordu. Onlar, kendi aralarında bir konuşmaya dalarken, kaşlarımı çatmış, adama bakarak bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE