Engo ve İlk Aşk
Tarihin en önemli sayfalarında yer alan Galie ülkesi, dört mevsimin yaşadığı bin bir çeşit meyve ve ağaçlarının bulunduğu, en önemlisi de kutsal şövalyelerin yetiştirildiği bir ülkedir. Her zaman daha fazlasını isteyen Kral Heroks Pauperes tarafından yönetilir. Gösterişi fazlasıyla seven kral, dünyanın diğer ucundan getirtiği ejderhalarıyla kalesinin güvenliğini sağlıyordu. Yaşının fazla olmasına rağmen taht sevdası çok baskındı. Bu yüzden oğullarının üçünü idam ettirmişti. Annesine benzerliğinden dolayı en küçük oğlu olan Ayka' ya kıyamamıştı ve yaşamasına izin vermişti. En büyük zevki ülkenin değerli elmasları ve altınıyla süslettiği tahtında oturup şövalyelerine fetih konuşmaları yapmaktı.
Kralın en güvendiği kişiler 'a*s' şövalyeleriydi. Bu şövalyeler Kutsal kılıcı büyük bir ustalıkla kullanabilen, krala ebedi hizmetle bağlı olanlardı. Şövalyeler kendi aralarında üçe ayrılıyorlardı. Asslar, Venotlar ve Starinler. Starinler çaylaklar olarak anılıyorlardı ve halk üzerinde pek bir etkileri yoktu. Genellikle getir götür işlerini yaparlardı. Venotlar kutsal kılıcı kullanamaya hazır olmayan fakat bir dağı rahatlıkla delebilecek güce sahip olan askerlerdi.
Kral Heroks dünyanın çoğu topraklarını ele geçirmişti. En büyük arzusuda tüm dünyayı yönetmekti. Önünde tek bir engel vardı İblisler ülkesi olan Avinia'yı kendi topraklarına geçirmekti. Avinia İblis kraliçesi olan Vexana tarafından yönetiliyordu. Oldukça korkunç olmasına rağmen bir o kadar da güzel bir kraliçeydi. İnsan ruhu ve korkularıyla beslenmeyi severdi. Çoğunluğu İblis olan bu şehirde insanlar ırgat olarak çalıştırılıyordu. Kral Heroks, Avinia'ya her ay haraç olarak insan vermek zorundaydı. Haraçları geciktirme durumda baş büyücü tarafından öldürülmekle tehdit edilmiştir. Bu durum oldukça sinirlerini bozuyordur ve bunun için planlar kurmaya başlamıştır.
Heroks, gül kokusunun dört bir yanını sardığı o muhteşem güzellikte olan bahçesinde kısa yürüyüşünü yaparken bir yandan da planlar yapıyordu. Aklına birden tanrı melez olan atalarından kalan tapınak aklına geldi. Bu tapınak tanrılar ve insanlardan doğan melezlerin korunması içindi. Belki de onun da baş büyücünün lanetleri ve kara büyülerinden korunması için bir şeyler olabilirdi. Bunun için Galie'nin en yüksek dağı olan Engo'nun tepesine ulaşıp zorlu soğuğu yenmesi lazımdı. Bu onun için çocuk oyuncağıydı çünkü kalesini koruyan o muhteşem ejderhaları sayesinde oraya çıkabilirdi.
Heroks, bahçeden çıkıp kaleye doğru yöneldi. Tam kaleye doğru yönelirken 'a*s' rütbesinde olan oğlunu gördü ve ona seslendi;
''Ayka! a*s ordusunun yönetimi bundan sonra sende. Sana bu konuda güveniyorum.''
Yoluna devam eden kral Doğru bir karar verdiğine emindi. Ayka zeki, kuvvetli kralına da sonsuz bir yeminle bağlıydı ne de olsa, tabi güzeller güzeli olan Lia'ya benzerliği.
''Ah Lia... Benim beyaz gülüm. '' içinden bu kelimeleri söyledi.
Kral ne kadar kibirli bir insan olsa da eşine sonsuz bir aşkla bağlıydı , Kraliçenin amansız bir hastalığa yakalanıp hayata gözlerini kapamasına kadar. Sonunda ejderhaların yanına gelen kral en sevdiği olan Fix'e binip Engo'ya doğru yola koyuldu. Fix safir rengindeydi. Büyük savaşta çok derin yaralandığı için sol kandının uç kısmında kesik vardı ve pullarının çoğunu bu savaşta kaybetmişti. Kral için bu çokta önemli değildi çünkü Lia'nın en sevdiği renk safirdi. Fix Engo'nun tepesine doğru yükseldikçe güneşli hava birden soğumaya başladı. Çise olarak başlayan yağmur yerini şimşek ve gök gürültüsüne bıraktı. Yağmurun şiddeti arttıkça Heroks Fix'e bağırdı.
''Hadi oğlum! Daha yükseğe.'' Daha da...
Gözlerini tepeye odaklanan Heroks hiç ummadığı bir hayvanla karşılaştı. Şahmeranı andıran bu yaratığın bedeni yılana benziyordu ve kanatları olmaması rağmen havada durabiliyordu. Rengi geceden daha siyahtı bu yüzden ayırt edilmesi oldukça oldu zordu. Canavar birden konuşmaya başladı;
''Ey insan kral buraya geldiğine göre gerçekten canının senin için hiç bir değeri yok. Hemen geri dön!''dedi.
Bu korkunç canavarın karşısında Kral çaresiz kalmıştı ama kesinlikle o tapınağa girecekti, asla geri dönmeyecekti. Şahmeran görünümlü canavar kuyruğunu salladı ve gökyüzünden aldığı güç ile ağzında bir plazma topu yaratarak Fix'e doğru yolladı.
Fix büyük olmasına rağmen oldukça zeki ve sinsi bir ejderhaydı. Bu özelliği sayesinde plazma topundan kıvrak bir manevrayla kurtuldu ve Şahmeran görünümlü canavarın arkasına geçerek kuyruğunu kopardı. Canavar acılar içinde kıvrandıktan sonra büyülü gücü sayesinde kopan kuyruğunun yerine yenisini çıkardı ve seslendi;
''Beni yenebileceğini mi sandın? Seni aciz.'' dedi.
Fix bu sözleri duyunca Kralına baktı ve izin istedi. Kral ;
''Saldır Fix!'' diye bağırdı.
Ejderha ağzını komple açtı ve ülkeden daha büyük güneşten daha sıcak bir alev topu yaratarak canavarı küle çevirdi. Kral;
''Şimdi söyle bakalım kim geri dönecekmiş?''dedi.
Dağın zirvesine ulaşan kral tanrıların heykelleriyle dolup taştığı tapınağı gördü. İçinden tüm her şeyi bırakıp buraya yerleşebilir miyim diye düşündü. Kelimelerle anlatamayacak kadar muazzam bir yerdi burası. Kendi kalesi bile buranın yanında adeta çöplüktü. Fix' den dikkatli bir şekilde inip, kanatlarını sever ve şöyle söyler;
''İyi işti Fix.''
Tapınağın kapısından içeri adımını attığında yüze yakın melez tanrı ile karşılaşır. Melez tanrılar uzun zamandır insan görmedikleri için krala kin dolu bakışlarla bakarlar. Kin dolu bakışların arasından geçen kral ileride oymalı büyük sütun direğine yaslanmış olan ve Ayka'ya çok benzeyen bir melez fark edip yanına yaklaşır ve konuşur;
''Melez tanrım, buraya koruyucu büyülerin olduğu kitabı aramaya geldim. Lütfen bana yardım edin.''
Kralı baştan aşağı uzunca süzen melez;
''Senin gibi kibirli bir Kralın ne gibi bir korunmaya ihtiyacı olabilir? Tapınak koruyucu olan Lala' yı bile on dakikaya yakın bir sürede öldürdün. Tanrı anne ve babalarımız bizi yeterince koruyamıyor demek ki. Seni korumalarını nasıl beklersin?''dedi.
Kral buna yanıt olarak;
''Siz bana yine de yardım edin. Sizden yardım isteyen insanı kıracak mısınız hemde sizin gibi yüce bir melez tanrı. ''
Melez bu sözler karşısında böbürlenir ve sol eliyle üst katı göstererek;
''Üst kata çık merdivenlerin baş tarafına gelince sağa dön önüne uzun bir koridor çıkacak koridorun sonunda istediğin oda bulunuyor'' dedi.
Melezlerle dolu olan bu tapınakta sorun çıkmaması için kral saygıyla melez tanrının önünde eğilir ve merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başlar. Merdivenlerin sayısı yukarıya doğru çıktıkça artıyordu bu işte bir terslik vardı yoksa lanet olası onu kandırmış mıydı. Aşağıya doğru baktı ve melezin kahkaha attığını gördü. İçinden;
''Lanet olası melezler. Bir gün hepinizi kılıcım'dan birer birer geçireceğim'' dedi.
Eğlenmesi biten melez parmağını şıklatıp büyüyü bozdu ve merdivenler eski haline döndü. Kral merdivenlerden çıkmaya devam etti, sonuna geldiğinde is sağ tarafa yöneldi uzun ve camdan yapılmış koridoru gördü. Koridordan değilde sanki araf''ta yürüyormuş gibi hissediyordu çünkü koridorun sağ tarafı cenneti sol tarafı ise cehennemi gösteriyordu. İçi ürpermişti, adımlarını hızlandırarak yürümeye başladı ve odaya ulaştı.
Aslan başı şeklinde olan kapının tokmağından tutarak kapıyı itti ve içeriye girdi. Buradaki kitaplar bir hayli ilginçti. Dev ve elma büyüklüğünde kitaplar bulmak mümkündü. Altın, Kristal, Gümüş, Elmas ve hatta daha korkuncu olan insan derisinden bile yapılmış kitaplar vardı. Odanın sağ köşesinde asılı olan asma merdivende oturan kişi dikkatini çekti. Bu kadar ilginç ve güzelliklerle dolu yerde böylesine berbat birisinin ne işi olabilir diye düşündü. Üzerinde siyah pelerin bulunan bu kişinin saçları o kadar uzundu ki merdivenin başında oturuyor olmasına rağmen saçları yere kadar uzanıyordu. Çok yaşlı olmalıydı elleri baya buruşuk ve zayıf gözüküyordu. Kral başıma daha fazla ne kötülük gelebilir diyerek ona doğru yürümeye başladı ve gördüğü şey karşısında dona kaldı. Bu varlığın sol tarafı erkek bedenine sağ tarafı ise kadın bedenine sahipti bu nasıl mümkün olabilirdi? Şaşırdığını belli etmemesi gerekiyordu. Kendini topladı ve sordu;
''Koruma büyülerini hangi kitapta bulabilirim?''
Gizemli olan bu kişinin ilk sağ tarafındaki beden konuşmaya başladı;
''Hım. Demek koruma büyüsü. Kendini ne için koruyacaksın bakalım kibirli kral.''
Kral;
''Vexana'nın baş büyücüsünün lanetlerin'den '' diye cevap verdi.
Sağ taraftaki bedenin sesi gerçekten de kadın sesi kadar naif ve inceydi. O konuşurken her kelimesinde kral daha fazla şaşırıyordu. Ne de olsa o bir insandı ve kendi dünyasında böyle bir durum olması imkansızdı.
Sol taraftaki beden ;
''Boşuna bu kadar yolu geldin. Aradığın kitap yıllar önce melez tanrı tarafından çalındı. Kitapla birlikte buradan kaçtı. Ona dair hiç bir iz bulamadık. Onu sen bulmak istersen melezin adı Eric. Şimdi güzelim tapınağımız'dan defol''dedi.
Kral bu kadar yolu boşuna gelmesine ve girişteki melezin ona oynadığı oyun sonucunda tüm öfkesini dışarıya kusmak istiyordu. Uzun koridordan heybetli bir şekilde geri yürümeye başladı. O kadar öfkeliydi ki cennet cehennem umurunda değildi. Dışarıya çıkıp Fix'in üzerine bindi ve kalesine doğru yön almaya başladı ve bağırdı;
''Vexana o kellen'den kendime kadeh bardağı yapacağım.''
Kutsal savaş artık kaçınılmazdı. Heroks Pauperes'in önünde artık kimse duramazdı.
Kalesine geri dönen kral Heroks tüm kutsal şövalyelerin büyük salonda toplanmalarını emretti. Şövalyeler rütbelerine göre Kralın karşısında dizildiler. En ön sırada a*s'lar vardı. Arkalarında Venot ve Starinler bulunuyordu. Kral nacizane tahtında oturdu ve bağırarak askerlerine şöyle seslendi;
''Galie'nin Kutsal şövalyeleri! Yıllardır topraklarımızı büyütmek ve Galie'yi dünyanın merkezi yapmak için zaferler kazandık. Önümüzde büyük bir savaş var. Bu diğer savaşlarımıza benzemiyor bu savaşta tüm benliğinizle savaşmanız gerekiyor. Ey savaşçılar! Bu vakitten sonra size Ayka yol gösterecektir! Onun sözü benim sözümdür bunu aklınızdan çıkarmayın. Eğitimleriniz daha da ağırlaşacaktır. Dört mevsim, açlık, susuzluk ve ölümün kıyısında bile olsanız bu uğurdan vazgeçmeyeceksiniz. Bu çabalarınızın karşılığını elbette alacaksınız.''
Bu konuşma şövalyeler için çok bir şey ifade etmiyordu çünkü kral ne zaman sefere çıkacak olsa neredeyse aynı kelimeleri söylüyordu fakat Ayka'nın başa geçmesi ve onlardan sorumlu olması a*s'ların oldukça sinirini bozmuştu. Askerler büyük salonu terk ederken Ayka babasının yanına doğru yaklaşır' Kralım' diyerek selamını verir ve sorar;
''Kralım siz bu zamana kadar ne istediyseniz almışsınızdır ama bu sefer oldukça ciddi ve sinirli gözüküyorsunuz. Bunun sebebi nedir?''
Kral tapınağa olan yolculuğunu en ince detayına kadar oğluna anlatır ve ;
''Ben öldüğümde bu Krallığı sen yöneteceksin bunu sakın unutma. Benim şanıma yakışan bir kral olman için dünyanın tüm topraklarını ele geçirmemiz lazım. Şövalyeler ile ilgilenir iken sana bir görev daha vereceğim. Eric adında melez tanrıyı bulman gerekiyor. Bu savaşı kazanmamız için elimizdeki en büyük koz'' diyerek cevap verir.
Ayka babasının huzurundan ayrılarak Galie'nin merkezinde olan ve sadece şövalyelerin bulunabileceği bir meyhaneye gider. En sevdiği içkiyi söyler ve uzun uzun düşünmeye başlar. Aklında sürekli şu sorulara yer vermektedir.
''Eric? Nasıl bulacağım ben onu. Bir melez tanrı sadece ismiyle nasıl bulunur? Yetmezmiş gibi bir de a*s'ların eğitimi var dimi. Başımı alıp çekip gitsem mi acaba?''
Genç adam annesine olan benzerliği yüzünden babasının ona bu kadar merhametli davrandığını biliyordu bu yüzden babasına içten içe öfkeliydi. Kardeşleri olmasına rağmen yalnız bir çocukluk geçirmişti. En yakın arkadaşları annesi ve kılıç ustası sör Artal idi. Annesine olan özlemi günden güne artıyordu. Geri gelemeyeceğini bilmek kalbinde derin yaraların açılmasına sebep oluyordu. Annesinden ölümünden sonra kılıç derslersine fazlasıyla yoğunlaşmıştı çünkü tek arkadaşı sör Artal kalmıştı. Artal, onu kendi oğullarından ayırt etmiyordu. Ayka için örnek bir baba figürüydü aslında. Bu ustalığa gelmesi, onun emeklerine borçluydu. İçkisi biten Ayka ikinci bir bardak istedi ve kendisini kutsal savaşa odakladı. İblis krallığını nasıl yeneceklerdi. Kraliçesi ayrı, baş büyücüsü ayrı dertti. Hele kale savunmasından bahsetmek bile istemiyordu.
On beş yaşlarında iken gece şafak vakti Fix ile uçarken kaybolmuş ve İblisler ülkesi olan Avinia'ya gitmişti. Ülkede kuraklıktan başka bir şey yoktu adeta çöl gibiydi tek farkı etrafın sürekli sisli ve kan kırmızı rengi de olmasıydı. Olayı sonradan anlayan Ayka kraliçenin ziyafet çektiği sofrasının üzerinden geçtiğini anlar. Vexana ülkenin bir bölümünü diğer ülkelerden haraç olarak aldığı insanlara eziyet edip ruhlarını ve korkularını yiyebileceği bir sofra yapmıştı. Ayka aşağıya uzun uzun bakınca, bedenleri ortadan ikiye ayrılmış, ruhu emilmiş yüzü adeta çürümüş ağaca benzeyen yaşlısı genci fark etmeksizin bir sürü insan görmüştü. Hatta kalan leşleri yiyen Ayakçı İblisler de oradaydı. Ayka'nın kanı çekilmişti. Şimdi bu zalimliği yapan kraliçeye savaş açacaklardı.
Bir kadeh, iki kadeh derken şarabı fazla kaçıran genç, meyhanenin sol köşesinde duran eskitme masanın üzerinde sıza kaldı. Bu kaçınılmaz sorumluluk ve düşünceler onu fazlasıyla yormuştu. Rüyasında annesinin kucağına yatmış, sevgiyle okşanan saçları ve kulağında ise bir zamanlar annesinin ona söylediği şarkı vardı.
''Benim güzel meleğim, parlak güneş altında oynar, koşar kılıcıyla minik prens olan Ayka. Korkmaz o dünyadan çünkü annesi yanında.''
Şarkının verdiği huzur yerini bir anda ince bir ses tonunda bıraktı.
''Merhaba ben Kris. Pardon. Hey bayım, uyanmanız lazım meyhanemiz'in kapanma saati geldi. Beni duyuyor musunuz? Bayım size söylüyorum. Hey!''
Ayka o kadar fazla içmişti ki kafasını masadan zar zor kaldırdı ve saçları ırmak gibi uzanan altın sarısı, dişleri inci gibi beyaz, yüzü ay ışığı kadar güzel olan Kris'i gördü. Gözleri dudaklarından önce konuşan birine ilk defa rastlıyordu. Nacizane güzellik karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Dili dönmüyor bacakları titriyordu. Dünya ve zaman tam orada onun için durmuştu. Kalbi yerinden çıkacaktı, bir türlü kendine hakim olup cevap veremiyordu. Kris tekrar sordu;
''Bayım iyi misiniz? İsterseniz patrondan sizi eve bırakmasını isteyebilirim meyhanenin arkasında bir at arabası var.''
Genç hala daha cevap veremiyordu. Kris;
''Bayım cevap verecek misiniz? Sağır herhalde beni duymuyor.'' dedi.
Ayka tabi ki sağır değildi lakin hayatında ilk defa aşık olan bu genç adam ona tutulduğu için kızın kelimeleri ona masal gibi geliyordu. Tutulmak ne kelime adeta mühürlenmişti. Kris daha fazla dayanamayıp yavaşça Ayka'ya tokat attı ve ;
''Size söylüyorum anlamıyor musunuz? Of gerçekten çok yoruldum. Kendime artık gerçekten yeni bir iş bulmalıyım.'' dedi.
Ayka bir anda kendine geldi ve kekeleyerek;
''Elini başına atarak,E..Efendim. Çok özür dilerim. Hayır sağır değilim sadece şarabı biraz fazla kaçırdım.'' dedi.
Kris tekrar sordu;
''İsterseniz patron sizi evinize bıraksın. Yürüyecek vaziyette değilsiniz.'' dedi.
Ayka biraz düşündükten sonra ;
''Teşekkür ederim ama kendim gidebilirim. Çabalarınız için teşekkür ederim .''dedi.
Bu teklifi red etmişti çünkü aklında bir plan kurmuştu. Kris işten çıktığında onu takip edecekti ve yaşayacağı yeri öğrenecekti. Böylelikle her gün meyhaneye gidip, çıkış saatine kadar kalıp, meyhane kapandıktan sonra sanki oda o yönde bir evde yaşıyormuş gibi Kris ile birlikte yürüyecekti. Ayka büyük bir sevinçle masadan kalktı ve içtiği şarapların ücretini masaya koydu. Hemde fazlasıyla. Dışarıya çıktı ve meyhanenin karşısında duran çınar ağacının arkasında beklemeye başladı. Hava kararmıştı, bu bir sorun teşkil etmiyordu, ay ışığı insanların yüzlerini ayırt etmeye yetecek kadar etrafı aydınlatıyordu. Meyhaneden çıkalı yarım saate yakın olmuştu. Genç kız hala daha çıkmamıştı acaba temizlik uzun mu sürmüştü.
Ayka neredeyse bayılacak duruma gelmişti ki meyhanenin kapısı açıldı ve kırmızı elbisesiyle Kris göründü. Kris'in çıkmasıyla sanki ay ışığı yerini güneşe bırakmıştı. Genç kızın uzaklaşmasını bekleyen Ayka saklandığı çınar ağacının arkasından çıkıp onu takip etmeye başladı. Kız o kadar hayat doluydu ki karşısına çıkan her hayvana, büyük ihtimalle meyhaneden kalan yemek artıklarını vererek yoluna devam ediyor ve yine tüm çiçekleri koklayıp okşuyordu. Böyle bir insanı sevmemek nasıl mümkün olabilirdi. Epeyce yürüdükten sonra genç kız harabe denilecek kadar eski olan bir evin önünde durdu. Ev o kadar eski ve kötü durumdaydı ki üflesen uçacak tabiri tam bu eve göreydi. Rutubet kokusu yüz metre öteden alınabilirdi ve pencerelerin çoğunun camı kırıktı. İnsanın böyle bir evde yaşayıp hayatta kalması bir mucizeydi. Kız paslanmış demirden olan giriş kapısını açtı ve bahçeye girdi. Kapının önünde duran büyükçe bir taşı kaldırdı ve altındaki tıpkı ev gibi eski olan anahtarı aldı. Anahtar deliğine anahtarı soktu ve kapı kolunu aşağıya doğru indiriyordu ki kapı kolu bir anda kızın elinde kaldı. Kris isyan ederek ;
''Nasıl bir günah işledim. Nasıl berbat bir gece bu böyle, sarhoşu ayrı, kapısının kolu ayrı.''dedi ve içeri girdi.
Ayka o kadar utanmıştı ki. Kendi kendine bir daha o kadar çok içmeyeceğine söz verdi. Yolu geri yürümeye başladı. Bu gece yaşadıklarını aklından çıkaramıyordu. Bir insan nasıl bu kadar hızlı bir şekilde başka bir insanın yaşam merkezine yerleşebilirdi ki? . O başarmıştı. Savaşmış, Babası, Vexana, Baş büyücü, Eric... Ve daha niceleri artık hiç birini umursamıyordu. Yarı sarhoş sırıtarak yürümeye devam etti, az önce saklandığı çınar ağacına vardı. Kendini sanki yatağa bırakıyormuş gibi çimenlerin üzerine bıraktı. Gökyüzüne uzun uzun baktı. Bir an önce yarın olsun istiyordu. Yıldızlara bakıp Kris'in hayalini kurarken genç adam oracıkta derin bir uykuya daldı.
Çimenler üzerinde uyuyan Ayka derin bir uykudaydı. Güneş ışığı tenine vuruyor ve onu ısıtıyordu. Geceden kalan bu genç yüzünde sert ve ıslak bir şey hissetmeye başladı, gözlerini yavaşça araladığında küçük ve beyaz renkte olan bir kedinin onu yaladığını gördü. Yavaşça kalkıp çınar ağacının gövdesine sırtını verdi ve minik kediyi kucağına alıp sevmeye başladı. Kedi bu sevgiye karşılık verip mırlamaya başladı bu durum Ayka'nın oldukça hoşuna gitmişti. Hayvanları çok seviyordu özellikle de Fix'i. Gerçi o biraz aşırı büyük ve tehlikeliydi ama küçüklüğünden beri yanındaydı. Saraya geri dönmesi gerekiyordu. Kediyi yavaşça kucağından indirdi. Ayağa kalktı ve üzerini düzeltti. Berbat bir haldeydi ve tam anlamıyla leş kokuyordu. Başını meyhaneye doğru çevirdiğinde Kris'in kapının önünü süpürdüğünü gördü sanki oda kötü gibiydi. Dünkü neşesi yokmuş gibi gözüküyordu. Yanına gidip neyi olduğunu sormayı çok istiyordu ama hem saraya dönmesi gerekiyordu hemde nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Nasılsa akşam yine gelecekti ve planını uygulayacaktı bu yüzden saraya dönmeye karar verdi. Yolun karşısında duran at arabasına bindi ve saraya geri döndü.
İlk işi banyo yapmak olacaktı. Hizmetkarlarına banyoyu hazırlanmalarını emretti. Banyo hazırlanırken ufak bir işi vardı. Sarayın anlatılmakla bitirilmez, bin bir marifeti olan zanaatkarına bu zamana kadar yaptığı en güzel kolyeyi akşamına hazır etmesini söyledi ve banyoya geri döndü. Sıcak su ile dolu olan küvetine girdi ve güzelce yıkandı. Temiz ve hoş kokan kıyafetlerini giydi ve zırhını kuşandı. Artık 'a*s'ları o eğitecekti. Eğitim alanına doğru ilerlerken kılıç sesleri etrafı inletiyordu. Şövalyeler kendinden geçerek dövüşüyorlardı adeta, aslında hepsi çok potansiyelli şövalyeler idi ama zekalarından daha çok bedenlerine güveniyorlardı bu yüzden Ayka'nın gözünde düşük beceriye sahiptiler
''Günaydın Şövalyeler.' ' diyerek salona giriş yaptı.
Sör Artal'dan öğrendiği ilk savaş taktiği olan 'Daima arkanı ve yanında ki savaş arkadaşını kolla' ilk ders buydu. Şövalyeleri ikişerli gruba ayırdı ve tek bacaklarını birbirlerine bağladı. Böylelikle birlikte hareket etmeyi öğrenecek ve bencilce davranmayacaklardı. Zora düşseler bile ya o yanındakini ya da yanındaki onu her daim kollayacaktı. Böylelikle ilk ders başlamış oldu. Şövalyeler oldukça gülünç gözüküyorlardı. Tahmin ettiği gibi kendinden başka kimseyi düşünmüyorlardı. İçlerinden birisi;
''Böyle saçma bir eğitim mi olur! Bize erkek gibi savaşmayı öğret korkak gibi değil!'' diyerek sitemde bulundu.
Ayka;
''Benim emirlerime karşımı geliyorsun?'Kralının dediğini unuttun galiba benim sözüm onun sözüdür! ''dedi.
Sitemde bulunan şövalyenin bu sözler karşısında ağzı bıçak açmamıştı. Eğitime devam eden Ayka bir önce Kris'e kavuşmayı diliyordu. Sabırlı olması gerekiyordu ama elinde değildi. Zaman yavaş ilerliyordu. Şövalyeler bayağı yorulmuştu ve eğitimin artık bitmesini istediler tabi buda Ayka'nın işine gelmişti.'Eğitim bitti dağılın',diyerek emir veren Ayka soluğu zanaatkarın yanında buldu. Emrettiği gibi gerçekten de eşi benzeri bulunmayan bir kolye idi. Ne çok abartı ne de çok sadeydi, gümüşün içine işlenmiş inci taneleri parıl parıl parlıyordu. Kolyeyi kırmızı bir kutuya koydu ve meyhaneye doğru yola koyuldu. Acaba Kris bunu beğenecek mi. Ona fazlasıyla yakışacaktı. Gerçi ona ne taksa yakışır diye düşünürken meyhaneye vardı. Şansına dün oturduğu yer boştaydı hemen eski yerine oturdu. Gözü Kris'i aramaya başladı. Dalgınca etrafına bakarken bir ses;
''O kimler gelmiş. Bu akşam sakın şarabı fazla kaçırmayın çünkü sizi eve bırakmak için at arabamız yok Bu akşam mekanı ben kapatıyorum, haliyle sizi sırtımda da taşıyamam bu yüzden çok içmemeye dikkat edin.'' dedi.
Kris'in sabahki üzüntüsünden eser kalmamıştı. Genç adam buna çok sevindi çünkü eğer üzgün olsaydı hediyeyi ona veremezdi. Ayka;
''O zaman ben bir kadeh şarap alayım.'' dedi.
Kris;
''Dün içtiğiniz şarap orta seviye bir şarap neden dünyanın en güzel olan şarabı Revoc'u denemiyorsunuz? 'Hem de ilk kadeh benden olsun.''dedi.
Bu teklif bile Ayka'nın kalbini yerinden çıkarmaya yetmişti. İçinden sen istersin de içmem mi diyesi geliyordu ama dudakların sadece;
''Tabi ki olur.'' kelimeleri döküldü.
Kris ,bir hayli çelimsiz gözükse de aynı anda tepside on bira bardağını taşıyabiliyordu. Ayka onu büyük bir hayranlık ile izliyordu. Masalar etrafında servis yaptıkça yeşil eteğinin pileleri uçuş uçuş oluyordu. Genç adamın masasına yanaşarak;
''Al bakalım.''dedi.
Meyhanenin kapanmasına az kalmıştı ve henüz sadece bir kadeh içmişti nede olsa çok fazla içmemeye hem dün akşam kendine hem de bu akşam sevdiğine söz vermişti. Birden bire oturduğu masanın yanındaki cama sabah ki beyaz kedi geldi ve patilerini cama dayayarak miyavlamaya başladı.
Camın diğer tarafından kediyi seven Ayka;
''Eğer bu akşam hediyemi kabul ederse yarın sana kocaman bir balık alacağım.'' dedi.
Meyhanenin kapanma saati gelmişti. Kris masaların üzerinde kalan boş bardakları topluyordu. Etrafı iyice düzelten Kris ;
''Kapatıyoruz. Sarhoş da değilsin. Bu akşam beni çok yormadın ,bunun için teşekkür ederim. Dün akşam adeta cinnet geçiriyordum senin yüzünden.'' dedi.
Ayka'nın yüzü kızarmış bir şekilde;
''Gerçekten çok üzgünüm o kadar çok bunalmıştım ki kadehlerin nasıl gelip geçtiğini görmedim. Seni bile beni uyandırmaya çalışırken fark ettim şimdi ise aklımdan çıkmıyorsun.'' dedi.
Kris gergin bir şekilde;
''Aklından mı çıkmıyorum?'' diye sordu.
Eyvahlar olsun o son kelimeyi içinden söyleyecek iken kelimeler dilinden dökülüvermiş. Ayka cesaretini toplayarak ;
''İstersen, tabi yani of... Eğer istersen bu akşam evine giderken sana eşlik etmek isterdim.''dedi.
Aptal. Ne diye heyecanlanıyorsun biraz karizmatik olsana diyerek içinden söylendi ve sözüne ekledi;
''Evin ne tarafta kalıyordu?''
Kris gülümseyerek cevap verdi;
''Çokta uzakta değil. Bel sokağının yakınlarında oturuyorum.''
Ayka;
''Ne tesadüf benim evimde oranın çok yakınında. Peki sana eşlik edebilir miyim? ''diye sordu.
Kris;
''Eğer çok konuşup beni rahatsız etmeyecek isen olur. Sen dışarıda beni bekle on dakika'ya geliyorum. ''dedi.
Heyecandan ayakları titreyen Ayka bir koşu dışarı çıktı ve hediyesini ona nasıl vermesi gerektiğini düşündü. Kafasında bir sürü plan kurarken, Kris omzuna yavaşça dokundu ;
'Ben geldim, hadi gidelim.'' dedi.
Tıp ki dün akşamki gibi elinde bir sürü poşet vardı. Ayka poşetlere yardım etii ve birlikte yürümeye başladılar. Yürürken Kris yıldızları çok sevdiğini söyledi ve Ayka'ya bildiği bütün yıldız takımlarını öğretti. Beraber hayvanları beslerlerken minik beyaz kedinin onları takip ettiğini fark ettiler. Kris yavru kediyi kucağına aldı ve ;
''Seni hınzır seni, aç olmadığın bir gün var mı senin.''.dedi.
Birlikte yavru kediyi severlerken Ayka sağ cebinde bulunan hediyeyi yavaşça çıkarttı ve ;
''Bugün pazarda dolanırken bunu gördüm. Dün akşam seni çok yorduğum için kendimi kötü hissediyorum bunu bir özür hediyesi olarak kabul edersen çok mutlu olurum.'' dedi ve kutunun kapağını açtı.
Hediyeyi gören Kris çok şaşırdı. Kolye tam da onun zevklerine göreydi. Abartıyı hiç sevmezdi ama bu kolye o kadar zarif ve naifti ki bayılmıştı. Saçlarını topladı ve beyaz boynu ortaya çıktı. Arkasını dönerek;
''Lütfen takar mısın.'' dedi.
Ayka'nın elleri terden sırılsıklam olmuştu. Boynuna doğru yanaştı ve kolyeyi taktı. Saçları o kadar güzel kokuyordu ki, kalede çiçek dolu bahçede uzun yürüyüş yapıyormuş gibi hissettiriyordu. Kris bu güzel hediye için eve gidene kadar teşekkür etti, en nihayetinde yolun sonuna geldiler. Genç kız Ayka'ya dönerek;
''Yarın yine gelecek misin ?'' diye sordu.
Ayka ;
''Elbette.'' diyerek cevap verdi.
Kris paslı kapıyı açtı ve bahçeye girdi. Bir anda arkasına döndü ve Ayka'ya uzun uzun baktı, koşmaya başladı. Yanağına kocaman bir buse kondurdu ve tekrar koşarak hızlıca eve girdi.
Ayka için bu akşam cennetten bir gün gibiydi. Yanağını asla yıkamayacak idi. Sevdiğinin dudaklarının ısısı hala daha yanağında idi...