Sabah kalktığımda tepemde bekleyen bir Kerem beklemiyordum.
"Günaydın. Neden evdesin hâlâ?" diyerek Kerem'e baktım. Yataktan kalkmayı istesem de üzerimdeki gecelikle doğrulamazdım bile.
"Eve bakacaktın ya unuttun mu?"
"Yok, akşam bakarız sanmıştım."
"Akşama kadar eşyaları halledip eve geçelim dedim, hadi hazırlan." diyerek odadan çıkan Kerem'in arkasından bakakaldım. Benimle birlikte aynı odada yatmaktan rahatsız olduğunu bu kadar belli etmesine gerek yoktu bence.
Giyinip odadan çıkarken, uyanmış olan Eren'i kucağıma alıp kahvaltı yapmaya başladım.
"Dün gece geç geldiniz galiba, yorgun görünüyorsun." diyen Rabia teyzeye bakıp "Biraz." diyerek kahvaltımı etmeye devam ettim. Aslında yorgun falan değildim, sadece moralim bozulmuştu ama bunu söyleyecek yüzüm yoktu. Ne diyecektim, Kerem benimle bana acıdığı için evlendi şimdi de beni istemiyor diye üzüldüm mü? Hah!
"Hadi çıkalım bir an önce, daha eşya bakacağız." diyen Kerem'e bir şey söylemeden sofradan kalkarak çıktım evden.
"Sanırım hâlâ geçmedi başının ağrısı." Sadece bakmakla yetinip arabaya bindim.
"Bir an önce neye bakacaksak bakalım. Ne alacaksak da alalım. Olsun bitsin."
"Tamam ya, ne diye sinirleniyorsun?" Cevap vermeyerek yola bakmaya başladım. Sinirli falan değildim ben, istemiyorsa istemesindi bana neydi canım? Meraklısıydım sanki ben de beyefendinin!
"Burası." diyerek arabayı durduran Kerem'le arabadan inerek binaya baktım. Hep bahçeli evler görmüş olduğum için biraz değişik gelse de sesimi çıkarmayarak yanıma gelen Kerem'le birlikte binaya girip asansöre yöneldim. Asansörde kalırsam büyük bir ihtimalle kalp krizi geçirebilirdim, daha önce hiç binmemiş olsam da kutu gibi bir şeyin içinde kalmak şimdiden korkutmaya başlamıştı beni.
Eve girince boş olan evin güzel olup olmadığı hakkında hiç bir fikrim olmasa da boş boş bakmaya devam ettim. İçinde sevdiklerin olmadıktan sonra evin güzelliği ne işe yarardı ki?
"Nasıl? Beğendin mi?" Kerem'e bakıp kafamı salladım. Evdi işte.
"Hadi eşya bakmaya gidelim o zaman." diye kapıya yönelen Kerem "Herhangi bir sözleşme falan imzalamayacak mısın evle ilgili? Sonuçta kiralayacaksın." dememle bana doğru döndü.
"Satın almıştım zaten dün. Ayrıca evimiz diyeceksin, ev değil." diyen Kerem'le evden çıkarken "Madem satın aldın ne diye beni getirdin ki beğendin mi diye?" diyerek ona baktım.
"Çünkü her ne kadar tersini düşünsen de senin düşüncelerin benim için önemli."
Hah! Onun için mi bana sormadan apar topar almıştı evi? Benim hiçbir şeyim onun için önemli değildi, o her ne kadar tersini iddia etse de. Zaten öyle olması için herhangi bir sebep de yoktu.
***
"Bu nasıl olur?"
Kerem'in gösterdiği koltuk takımına bakıp omuz silktim. Eşyaydı işte, yok o toz tutmaz yok bu bilmem ne tüyü ne anlardım ki ben?
"Eşiniz eşya seçme işini pek sevmedi sanırım." diyen satıcıya baktım. Başka birinin ağzından o kelimeyi duymak garip gelmişti.
"Tamam, en azından sevdiğin renklere göre falan alalım."
"Tamam, hepsini yeşil al çıkalım o zaman. Bunaldım ben ya."
"Evin kapısına da türbe girişi falan yazdıralım istersen." diyen Kerem'e bakıp güldüm. Ne var? Sevdiğin renge göre alalım diyen kendisiydi.
"Ama sen de ya. Tamam, ciddi ciddi beğeniyorum bak. Almazsan bozuşuruz." diyerek gerçekten eşyalara bakmaya başladım Kerem'in gülüşleri arasında. Tamam, her kadın gibi alışverişi severdim ama yeni bir evi bir günde kurmaya çalışmak sandığımdan daha zor ve sıkıcıydı.
Eşyaları seçip de arabaya binerken "Havlu falan." diyen Kerem'e attığım bakıştan sonra susmak zorunda kaldı.
"Elini yüzünü nereye sileceğin beni hiç alakadar etmez, bir kaç ay alışveriş deme bana." diyerek arkama yaslandım. Yorgunluktan ölmek deyimini an be an yaşıyordum şu an.
"Büyük eşyalar bitti en azından, tabak çatal falan da var. Idare ederiz tamamlanana kadar." diyen Kerem'e bakıp "Okul işi nasıl olacak?" diye sordum.
"Kayıtlar başlayınca kaydolacaksın."
"Sağ ol ya. Ben de bilmiyordum." diyerek alayla ona baktım. "Eren'i diyorum."
"Ev anneme yakın, kimseye bırakacağını sanmam."
Evet Rabia teyzenin Eren'e herkesten güzel bakacağını biliyordum ama kimseye yük olmak da istemiyordum. Kerem'e yeterince zararımız dokunuyordu zaten, bir de annesini katmak istemezdim işin içine. Yine de bir şey demedim. Kerem'i her seferinde istemeden de olsa kırdığımın farkındaydım, Rabia teyzeyle konuşmaya karar verdim bu yüzden. Zaten henüz isteyip istemediğini bile bilmiyordum.
Eve gelince benimle birlikte arabadan inen Kerem'e baktım, bu çocuk işe ne zaman gidiyordu acaba? Kocamı ne kadar da iyi tanıyordum değil mi?
Eve girerken, bana bakıp kollarını uzatan Eren'e gülerek, kucağıma aldım. Uyuklamaya başlayınca odaya geçerek yanına uzandım ben de. Eren'i her öptüğümde annem gelse de aklıma, daha çok öptüm. Annemi daha çok hatırlamak için kokusunu içime çeke çeke... Annem gibi kokmuyordu ama çok da güzel kokuyordu. Cennet de bu kadar güzel kokuyor muydu acaba? Eren cennetten yeni geldiği için mi hâlâ taşıyordu kokusunu üzerinde? Annem ve babam Eren'in kokusunu cennetinkiyle doldurabiliyorlar mıydı? Eren için güçlü durmaya çalışıyor olabilirdim ama o uyuduğunda ağlayabilirdim. Uyanınca tekrar gülümsemeye devam ederdim kaldığım yerden.
Eren derin bir uykuya dalarken, göz yaşlarımı silerek çıktım odadan.
"Eşyalar gelmiş, ben gidip bakayım da yerleştirelim." diyerek evden çıkan Kerem'in arkasından bakıp hiçbir şey demeden koltuğa oturdum.
"Ne bunun bu acelesi böyle?" Rabia teyzeye bakıp bilmiyorum anlamında dudağımı büzdüm.
"Ben de anlamadım ki? Gelin olan ben, evden kaçan o." deyince güldük ikimizde.
"Seninle çok baş başa kalamıyor, ondan sanırım." Kahkaha atmamak için dudağımı ısırdım. Kerem, benden kaçmak için yer arıyordu resmen. Ne baş başa kalmak istemesi?
"Sanırım." diyerek yalandan gülümsedim. İnsan yalandan gülümsemeyi de öğreniyordu, gülmeyi unutunca.
Akşam olurken, "Her şey tamam." diyerek Kerem girdi eve. "İstersen bu gün gidelim, istersen yarın."
"Ay ne bu acelen? Kocaman oğlan oldu demem iyi bir sopa çekerim artık ama." diyen Rabia teyze bizi bırakmayınca yorgun olan Kerem, Eren'in yanına gidip uyudu. Uyurdu tabii. Uyuyunca daha çabuk geçerdi zaman ne de olsa.
******
Kerem'i uyandırmak için odaya girince gördüğüm manzara çok güzeldi. Kerem’in hiçbir zorunluluğu yokken Eren’i kabullenip bu kadar çok sevmesi ise daha güzel. Gülerek ikisini izlerken kafasını kaldıran Kerem'le biraz daha ciddi durmaya çalışarak "Yemek hazır." deyip Eren'i alacaktım ki, Kerem'in beni çekmesiyle birlikte yatağa yapıştım.
"Eren, ablan gülmeyi unutmuş sanki değil mi? Hadi gel hatırlatalım." diyerek kolumu tutan Kerem'e bakakaldım. Eren'i üzerime oturttuktan sonra, elleri karnımı bulurken "Manyak mısın sen be?" diyebildim en son. Daha sonra gülmekten konuşamadığım için içimden sövmeye devam ettim.
"Ay ölüyorum." diye kesik kesik bağırınca içeri dalan Tuba, beni kurtaracağına gülerek çıktı odadan. Resmen nefes alamıyordum artık gülmekten.
"Bu günlük bu kadar gülmek yeter." diyerek beni bırakan Kerem'e bakıp nefesimin düzene girmesini bekledikten sonra "Bu bana birkaç yıl yeter bence." diyerek ellerimle yüzüme yelpaze yapmaya başladım.
"Bence sürekli gülmelisin. Sadece şu an acını yaşamana izin veriyorum, bunu bil. Zamanı gelince konuşacağız." diyen Kerem'e şaşkınlıkla bakarken, o Eren'i de alarak çıktı odadan. Ne yani, bu yüzden mi benden uzak duruyordu? Zamanı gelince ne demekti hem? Neyin zamanı gelecekti? Hem yalandan da olsa gülüyordum ben, hiç belli etmiyordum geceleri ağladığımı. Nasıl olmuş da anlamıştı?
Düşündükçe hiçbir şey anlamadığımı fark ederek çıktım odadan. Sanırım Kerem oturup da bana kendini anlatana kadar onun ne demek istediğini anlamayacaktım, ya da onu çok iyi tanımam gerekiyordu ama ben onun hakkında adı ve soyadı hariç doğru düzgün hiçbir şey bilmiyordum. Nikah kıyılırken öğrendiğim soyadı!
Yemeğe oturunca yorgunluktan kapanan gözlerime direnmeye çalışarak yedim yemeğimi. O kadar alışverişten sonra yaşamam bile mucizeydi bence.
"Firdevs, sandalyeler oturmak içindir." diyerek gülen Kerem'e döndüm.
"Biliyorum. Bugün alışveriş yaparken yeterince öğrendim." Gözlerimi devirerek masadan kalkarken, "Bu yüzden artık yatmalıyım bence." deyip Eren'i kucağıma aldım.
"O yeni uyandı, uyumaz şimdi. Hadi sen yat." diyen Rabia teyzenin kucağına Eren'i koyduktan sonra odaya giderek üzerimi değiştirmeden yatağa attım kendimi.
Ona anne demem gerektiğinin farkındaydım, belki annem yaşıyor olsa derdim de. Ama şu an anne kelimesi canımı yakmaktan başka bir işe yaramıyordu ne yazık ki. Sanki başka birine anne dersem kendi annemin yerine koyup, onu unutacakmışım gibime geliyordu. Yapamıyordum... Ama öyle iyi kalpli birine hak ettiği gibi anne demeyi çok isterdim acılarım geçince. Eninde sonunda geçerdi nasılsa. Geçerdi değil mi?
Kerem odaya girince biz de son kez mecburen yan yana yatmak zorunda kaldık.
"İnşallah bir gece daha sabredebilirsin. Yarın kurtuluyorsun." diyerek ışığı kapattım.
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Hiç."
Üzerimi değiştirirken, Kerem çoktan yatağa yatmıştı. Ben de yatağa girerken, yatağın diğer ucuna gidip kafamı yastığa koydum. Saçma sapan geceliklerden kurtulup, pijama takımı aldığım için biraz daha rahattım. Ama yine de Kerem'in tavrı sinirlerimi bozuyordu.
"Sen az önce ne demek istedin?" diyerek bana dönen Kerem'e baktım. Sokak lambasından az da olsa içeri sızan ışık, her ne kadar gözlerini göremesem de yüzünü görmemi sağlıyordu. Gözleri kapkara olduğu için karanlıkta kurt adamları andırıyordu zaten. Özellikle de sinirlenince.
"Bir şey demek istediğim yok. Yat uyu artık, yarın gideceğiz eve işte." Ne kadar sabit tutmaya çalışsam da sesimin sitemli çıkmasına engel olamamıştım.
"Firdevs." diyen Kerem tek elini başının altına destek yaparken, diğer elini benim saçlarıma geçirdi. "Saçma sapan ne düşünüyorsan unut. Ben sadece evde daha rahat edersin diye acele ediyorum, anneme yalan söylerken nasıl rahatsız olduğunun farkında olmadığımı mı sanıyorsun?"
"Tamam." diyerek gözlerimi kapattım. Ne ben başımı geri çektim, ne de o elini... Ama uykuya dalarken gülümsediğime emindim.