LUNORA

1569 Kelimeler
Lior’un Anlatımı İpek hiçbir şey hatırlamıyor. Zihni bomboş. O yaşadıklarını unuttuğuna sevinsem mi, yoksa her şeyden korkan ürkek haline üzülsem mi bilemedim. İpek uçakta gözlerini açtığında dünyalar benim oldu. Ama sonra acı gerçekle yüzleştim. İsmini bile hatırlamıyordu. Unutmadığı tek şey var: Aramızdaki kader bağı. Kader bağından dolayı bana karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyuyor. İpek’in daha önce bana söylediği "Kader bağını aşk sanıyorsun" sözü şu an onun için gerçek olarak yaşanıyor. İşte şimdi hayat benim için çok daha zor. Kalbim ona sonsuz aşk ve sevgiyle doluyken, şimdi o da bana karşı aynı hisleri besliyor. Buna rağmen eminim ki hatırladığında bu davranışları için çok pişman olacak ve üzülecek. O yüzden de elimden geldiğince, hatırladığında üzülmeyeceği şekilde davranmaya çalışıyorum. Ama bazen elimden gelmiyor. İçimdeki onu seven tarafımı dizginleyemiyorum. Bana aşkla bakan gözlerinde kaybolup onunla aynı sularda yüzüyorum. Cihat’ı ne kadar sevdiğini biliyor olmasam, bu durumda hayat benim için cennet olurdu. İkisi de birbirine deli gibi aşıktı. Bu durum bana şunu öğretti: Dualarımızı çok dikkatli yapmalıyız. İpek’in beni sevmesini sabırla bekleyip dua ederken, bilemezdim duamın bu şekilde kabul olacağını. Artık sınavım eskisinden de ağır. Bazen kendi dilimizle ettiğimiz dualar, en büyük sınavımız olur. O benim elimi tutmak isterken elini bırakmak zorunda kalmak… O beni öpmek isterken kendini tutmak… Onu deli gibi isterken ona dokunamamak… Ne kadar zor, anlatamam. O hatırlayana kadar bu anları hafızama kazıyorum. Ömür boyu hatırlayıp mutlu olabilmek için. Ben İpek’i sevmeye iki yıl önce başlamıştım. Babam, İpek’i koruması için Sude ve Ege’yi görevlendirmişti. Onlar İpek’i ona görünmeden, gölgesi gibi takip ediyor; babama ve İpek’in annesi Gül Abla’ya resimlerini gönderiyorlardı. Kader ikizim olma ihtimalinden dolayı ben de İpek’i merak ediyordum. Babama gelen resimleri açtım ve baktım. O masum gülüşüne ilk görüşte âşık oldum. O gülen gözlerinde kayboldum. Sonra her gün İpek’in resimleri geldi. O resimlerle dertleştim. O resimlere aşkımı itiraf ettim. O resimlerle uyudum, o resimlerle uyandım. Babam ısrarla kader bağını görev olarak düşünmemi ve aşk olarak görmememi söylüyordu. Ama ben çoktan İpek’in gülüşüne ömrümü vermeye hazırdım. Belki beni ayıplarsınız. “Evli bir kadına nasıl âşık olursun” diyebilirsiniz. Ben İpek’e âşık olduğumda onun hayatında kimse yoktu. Onu göreceğim günü sabırsızlıkla bekliyordum. Bilemezdim benden önce hayatına başkasının girebileceğini… Sonra bir mucize oldu ve iki yıl sonunda İpek Mısır’a getirildi. Babam, yeteneklerini tamamen öğrenene kadar onunla karşılaşmamam gerektiğini söylese de ben gizlice onu uzaktan izlemek istedim. Sonra yanında Cihat’ı ve bebekleri gördüm. Üstelik birbirlerine büyük bir aşkla bakıyorlardı. İpek evliydi ve bebekleri vardı. Bunu gördüğümde beynimden vurulmuşa döndüm. Bana kimse İpek’in evlendiğini söylememişti. İpek’in yanına gitmek istediğimde de hep aynı şeyleri duyuyordum: "İpek, yeteneklerini öğrenmeden karşılaşamazsın. Kader bağı sadece iki taraf da yeteneklerini tamamen kullanmayı öğrendiğinde ortaya çıkar. Aksi takdirde kader bağı oluşmaz." derdi babam. Şu an o beklediğim her dakika için kendime kızıyorum. İpek benim "keşkem" olarak kaldı. Keşke babamı dinlemeyip gitseydim. Keşke onunla bir şekilde tanışıp ona açılsaydım. Keşke onu uzaktan sevmek yerine dibinde olsaydım. Bu böyle sürer gider… Şimdi siz merak ediyorsunuz: Lior kim? Kader bağı ne demek? İpek unuttu ama ben her şeyi hatırlıyorum. Ben de unutmak isterdim. İpeğimi o halde gördüğüm tüm sahneler zihnimden silinsin isterdim. Ahh İpeğim. Benim güzel ruhum… Keşke sen de beni kader bağından değil de gerçekten sevseydin. Ben Lior… Kahire Üniversitesi Jeofizik Profesörü Kassem Nassar’ın ve Nour’un biricik oğluyum. Mısır’da herkes tarafından bilinen bir şirketler grubunun sahibiyim. Henüz 26 yaşındayım ama yaşadıklarımla kendimi 50 yaşında hissediyorum. Hele İpeğimi o halde gördükten sonra, sanki 10 yıl daha yaşlandım. Benim hikâyem, babamın Lunora gezegeninden dünyaya gelip anneme âşık olmasıyla başladı. Lunora… Babam orayı hep cennet gibi anlatırdı. Ama orası cennet değil, tıpkı dünya gibi bir gezegen. Babamın anlattığına göre Lunora’nın teknolojileri oldukça gelişmiş. Bu nedenle gezegenler keşfediyor, keşfettikleri bu gezegenlere seyahat edebiliyorlarmış. Lunora, sevginin ve iyiliğin ön planda olduğu, kötülüğün hor görüldüğü bir enerji gezegeni. Oradaki enerji, yaşayanlara özel yetenekler kazandırıyor. Onlar da bizim gibi yemek yer, su içer, uyur, sevinir, üzülür, âşık olur. Fiziksel olarak da bizimle hiçbir farkları yok. Dünyalılarla farkları, çok hızlı öğrenebilmeleri, güçlü hafızaları ve sahip oldukları özel yetenekler. Ben ise dünyalı bir anneden ve Lunoralı bir babadan doğan bir melezim. Melez de olsam, Lunora’lı birinden doğduğum için yetenekli olarak dünyaya geldim. Yetenekler ise genetik mirasa göre şekilleniyor. Sizden önceki soyunuzun yeteneği ne ise ancak onu alabiliyorsunuz. Lunora’da ayrıca herkesin bir şifa yeteneği vardır. Bu yetenek bazı kişilerde çok güçlüdür, bazılarında ise sadece kendini iyileştirmeye yeterlidir. Benim yeteneğim mi? Hem zihin okuyabiliyorum hem de yüksek şifa yeteneğim var. Zihin okumak; anılarınızı görmek, sizi ikna etmek, telepatik bağ kurmak ve kendi anılarımı size gösterebilmek demek. Yüksek şifa yeteneği ise, hayatta olduğu sürece her hastayı iyileştirebilmek demek. Lunora’dan gelen enerjiyle, ağır kanamalı bir hastayı saatler içinde tedavi edebilirim. Elbette ardından kan takviyesi gerekir. Şifa enerjisi hastalığı yok eder ama eksikleri tamamlayamaz. Bu yetenekler sadece Lunora memurlarına verilir. Her iki yeteneği de yüksek seviyede taşıyanlar Lunora’da üst düzey görevli olanlardır. Tıpkı İpek ve ben gibi. Ayrıca babam gibi bir kapı nöbetçisi olduğum için, portal açma yeteneğim de var. Lunora’ya açılan kapı benim tarafımdan açılacak. İpek ise o portalın anahtarı. Peki İpek bu hikâyenin neresinde? İpek benim kader ikizim. Kader ikizi kavramı Lunora’ya özgüdür. Her memurun yanında onu koruyacak bir kader ikizi vardır. Kader ikizleri farklı annelerden aynı saatte, aynı dakikada doğabilir ya da aynı anneden. Birbirlerine içgüdüsel bir kader bağıyla bağlanırlar. Bu bağ inkâr edilemez. Birbirlerine zarar veremez, sonsuz şefkat ve koruma duygusu beslerler. Ayrıca kader bağı olan kişiler, birbirlerinin acılarını hisseder. Birinin eli kesilirse, diğerinin elinden kan akmaz ama aynı acıyı hisseder. İşte ben, İpek’e zaten çok âşıkken bir de onunla kader bağım oluştu. Şimdi siz düşünün, içimdeki fırtınaları. Ondan başkasını sevemeyişimi. İpek’i uyuttuktan sonra bir süre masum yüzünü izledim. Alnına bir öpücük kondurup aşağı indim. Cihat, az önce zihnimde gördükleriyle yıkılmış, yaşayan bir ölü gibiydi. Bu onun kendi tercihi. Ona, tehlikede olduklarını ve bebekleri Gül Abla ile Yakup Abinin getirmesi gerektiğini defalarca söyledim. Ne kadar ısrar etsem de beni dinlemedi. Eğer o gece İpek ve Cihat dışarı çıkmasaydı, Gül Abla bebekleri getirecek, herkes burada güvenle kalacaktı. Ama Cihat kıskançlığına yenildi, hepsi birlikte gitti. O yaşananlardan sonra Cihat’a hiç üzülmedim. Az kalsın ölüyordu. İpek ise... Ölmekten beter oldu. Bunların hepsi onun suçu. O sırada bana doğru endişeyle koşan Gül Abla’yı gördüm. Bana sarıldı: — Lior, neler oldu? Anlat lütfen. Bebekler nerede? İpek neden bu halde? — Otur Gül Abla. Hepsini anlatacağım. Sakin ol. — Tamam, sakinim. Ne olur anlat. dedi gözleri ağlamaktan şişmiş halde. — Sizin arkanızdan korumaları göndermiştim ne olur ne olmaz diye. Siz gittikten bir saat sonra pusuya düşürüldüğünüzü haber verdiler. Sonrasında bir patlama sesi geldi ve bağlantı kesildi. Hızla olay yerine gittim. Vardığımda İpek ve bebekler yoktu. Seni ve Yakup Abiyi arabada baygın buldum. Cihat ise yerde, kanlar içindeydi. Yaklaşık yirmi adam da yerde etkisiz hale getirilmiş bir şekilde yatıyordu. Cihat üç yerinden vurulmuştu. İpek, kaçırılmadan hemen önce kurşunları çıkarmış ama devam edememiş. Cihat’ı ve sizi buraya getirdim. Cihat’ı tedavi ettim. Durumu stabil hale geldiğinde, İpek’i kurtarmak için harekete geçtim. İpek’i gizlice izlettiğim bir adam vardı. Ama adamı fark etmişler ve İpek’i oradan gizlice kaçırmışlar. Ben zaten İpek’e hediye ettiğim kolyeye bir takip cihazı yerleştirmiştim. Bu sayede konumunu tespit edebildim. İpek’in Tilan Adası’ndaki eski bir askeri üsse kaçırıldığını öğrendim. Evden çıkmadan önce başım dayanılmaz şekilde ağrımaya başladı. Bayılmışım. Kendime gelir gelmez ekibi topladım ve yola çıktık. İpek’i kurtarmaya gittiğimde oradaki adamlardan birinin zihnine girdim. Bebeklerin İpek’in eski kocası tarafından alındığını ve o adamı da "İpek’i sonra getireceğiz" diyerek kandırdıklarını öğrendim. Tam bu noktada Cihat lafa girdi: — O zaman beni vuran Gökhan’dı. Biz İpek’le bebekleri korumaya çalışıyorduk. Herkes maskeliydi. Karışıklık sırasında bir adam bebekleri alıp arabaya götürdü. Adamların sayısı çok fazlaydı ve baş edemiyorduk. Ben de İpek’e sarıldım, kalkanımı aktif ettim. Bebeklere zarar gelmesin diye. Patlamayı bebeklere gelmeyecek şekilde belirledim. Biz dışında herkes bayıldı. Enerjim tükenince diz çöktüm. Bebeklere bakarken biri bize silah doğrulttu. İpek’i korumak için üzerine kapanınca ateş etti. İpek ağlayarak şifa enerjisini kullanmaya başladı. Her şeyi görüyor ama hareket edemiyordum. Adamlardan biri İpek’in boynuna iğne batırdı ve İpek bayıldı. Tam o sırada benim gözlerim kapandı ama hala duyabiliyordum. Sonra biri başıma geldi "Artık herkes hak ettiği yerde" dedi. Sonrasını hatırlamıyorum. Tam bu anda ben lafa girdim ve anlatmaya devam ettim. — Evet, muhtemelen seni vuran Gökhan’dı. Sen diğer adamları saf dışı bırakınca işini kendisi bitirmek istemiş. Bebekler onda. Nerede olduğunu bilmiyoruz. İpek’i bulduğumda, saçları kazınmıştı. Kafasına kablolar yerleştirilmişti. Bir koltuğa bağlanmıştı. Vücudunun her yerinde kesikler ve morluklar vardı. Onun çektiği acıları ben de hissettim. Gördüklerim hala canımı acıtıyor. İpek’i kurtardıktan sonra uçakta onu şifa enerjisiyle tedavi ettim. Sonra neler yaşadığını görmek için zihnine baktım ama zihni bomboştu. Hafızası tamamen silinmişti. Neden, nasıl bilmiyorum. Tekrar nasıl hatırlayacak, onu da bilmiyorum. Şu an kader bağından dolayı bana âşık olduğunu sanıyor. O yüzden, İpek size emanet. Benim görevim ise bebekleri bulmak. — Onların babası benim, Lior. Onlar benim bebeklerim. Ben kurtarırım. Belki İpek bebekleri görünce her şeyi hatırlar. Hem Gökhan’la hesaplaşmam da bitmedi. Onu elime geçirdiğimde ölmek için bana yalvaracak. dedi Cihat. — Emin misin? Henüz tam olarak iyileşmedin. dedim — Sen yokken dayım da beni tedavi etti. Şu an iyiyim. Bebekleri bir an önce geri getirmemiz lazım. — Tamam, o zaman Ethem’le görüşüp uçak ve ekip ayarlayalım. Bebeklerin kimliği yok, başka türlü buraya getiremeyiz. dedi Yakup Abi. — Olur dayı. Gidelim konuşalım. Ama önce İpek’i görmem lazım. Uyuyor mu? Hangi odada? Dedi Cihat bana bakarak. — Evet, uyuyor. Soldan ikinci oda. Dedim. Cihat İpek’in yanına giderken içim içimi yiyordu. Ama kıskanma hakkım yok. O onun kocası. Bu hikâyede fazlalık olan benim. Bakalım beni daha ne zor sınavlar bekliyor...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE