bc

Yasemin Kokusu

book_age16+
434
TAKİP ET
2.8K
OKU
others
second chance
friends to lovers
drama
comedy
no-couple
first love
spiritual
love at the first sight
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Onu sevdim.

Ama kabul etmem gereken tek gerçek vardı; Aras başkasının vahasıydı. Onda hüküm süren, onda çiçek açacak olan başkasıydı. Aras bana çiçek açtıramazdı, Aras ruhumun çölünü yeşile bürümekten uzaktı. Çünkü o bütün suyunu, tüm havasını tek bir çiçeğe heba etmişti. İşte bu onun için direnen yanlarımı bile kana buluyordu. Ummak samanlıkta iğne aramaktan farksızdı. Aras Yasemin’i asla unutamayacaktı. Yasemin onun topraklarında açmış tek çiçekti ve daima öyle kalacaktı.

Ama onu sevdim.

O ise başkasını sevdi. Ölüm onları ayırsa bile sonsuza kadar da onu sevecekti. Çünkü ölüm sevdiklerimizden ayırıyordu bizi belki, ama sevgilerimizden koparamıyordu. Ve bazen kendi kalbiniz de dahil olmak üzere hisseden her şeyi ellerinizle parçalama arzusuna kapılıyordunuz. Bazen her şeyi yok etmek istiyordunuz, bir tek onun dışında. Yalnız o hariç.

Ben onu çok sevdim!

Birini çok sevdiğiniz zaman, birini kendinizden geçecek kadar çok sevdiğiniz zaman bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmazdı. Olamazdı. Adı aşk olan bir yaranız varsa daima kanardı. Durmazdı.

“Bazı yaralar ömrümüze nakış gibi işlenmiştir.” dedim yavaşça. “Onlar ne yaparsak yapalım hep aynı yerdedir.”

Aras benim ömrümün tek nakışıydı. O benim hep aynı yerde kalacak yaramdı.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
O İlk Görüş, O İlk Ölüş
Ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata. İnsan olmuştum ilk o zaman Ya da bozmuşlardı beni yenidoğandan. Kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım, Ölünmüyordu, hatırladım.   Birhan Keskin   2016 / Mayıs  Gökyüzündeki yıldızların bazı günler diğerlerine nazaran daha parlak, daha aydınlık, daha yakın olduğunu düşünmeyi seviyordum. Sanki çok üzüldüğüm ya da acımın varlığımı dağıttığı günlerin sonunda yıldızlar bana teselli vermek istercesine yaklaşırdı pencereme. Odama ruhumun eksik, yitik, tükenmiş yanlarını telafi etmeye azmetmiş gibi cesurca dolardı. Öyle ki karanlık çarşafa serpiştirilmiş minik çiçekler gibi görünen bol yıldızlı geceler ruhumda hem derin yaralar açar hem de azimle onları sarardı. Hançer gibi saplanırdı. Çünkü yadıma düşen her çiçek yalnızca birine varıyordu durmadan. Bir yasemin çiçeği… Genzime dolan keskin yasemin kokusu. “Bence bu konuyu bir daha düşünmelisin, Katre.”  Ömrümün kırıklığının mihenk taşları… Bir kadın. Bir koku. Bir çiçek. O olmasaydı, hiç olmasaydı; bu denli incinmiş, böylesine yıpranmış olabilir miydi ruhum merak etmeden duramıyordum. Kendime bu kadar hiçleşmiş, bu kadar yabancı; tüm bunların sarsıcı ritmine, çılgın akışına rağmen her an Aras’a biraz daha yakın olabilir miydim? Yasemin hayatımızın hiçbir anında boy göstermeye bile yeltenmemiş olsaydı Aras’ı yine böylesine kendimi yerden yere vurarak sevebilir miydim? Bilemiyordum. “Hem bizce de son derece uygun.”  Kaşlarımı kaldırıp annemin masaya eğilmiş yüzüne baktım. Saçından bir tutam alnına dökülerek burnuna doğru kıvrılmıştı. Bana hiç benzemeyen gözleri yemeklerin arasından istemediklerini dikkatle ayıklıyordu.  “Hem de senin için hepsinden iyi olacak bir tercih.” “Evet,” diye mırıldandım, dinlemediğimi anlamayacağını umarak. Neyden bahsettiğini gerçekten bilmiyordum.  Başını kaldırıp duyduğuna inanamıyormuş, hatta inanmaya korkuyormuş gibi gözlerimin içine baktı. Yüzünde sanki ona intihar etmek üzere olduğumu söylemişim gibi bir ifade vardı. Dudağının kıyısına imalı bir tebessüm hafifçe mayalandı. “Ya beni başından savmaya çalışıyorsun ya da başından beri dinlemiyorsun, Katre.” Kaşlarımı kaldırıp alt dudağımı ısırdım. “Sanırım bir kısmını kaçırdım. Neyden bahsediyorduk?” “Yavuz’dan.” Gözlerimi onu çıldırtacağını bildiğim bir yavaşlıkta devirirken “Anne lütfen,” diye haykırdım, “Öyle bir ihtimal olmadığını daha önce de söylemiştim.”  Dudaklarını büzdü. “Biraz mantıklı düşün kızım. Yavuz senin için oldukça iyi bir aday. Hem babasının mal varlığı da iyi.” Neşeli bir tavırla göz kırptı. “Yavuz’la aramızda bir şey olamaz anne. O benim arkadaşım. Bunu sen de biliyorsun.”  “En azından tekrar bir görüşürsünüz. Ne kaybedersin ki? Yazlığa gittiğimizde yemeğe davet ederiz. Belki aranızda bir etkileşim olur.” “O kadar sene boyunca olmadıktan sonra bir yemekle olacak yani?” Yeniden gözlerimi devirdim. “Hem Yavuz Bodrum’da değil anne, Almanya’dan dönmedi daha.” Annem tabağını doldurduktan sonra içini çekti. “Peki. Başka biri de olabilir Katre. Kimsede diretmiyorum.” Buğulanan gözleri kirpiklerinin üzerinden yüzümde gezindi. “Sen de kimsede diretme istiyorum.”  Başımı eğdim. Uzun saçlarım yüzümün kıyılarından yavaşça döküldü. Annem elini omzuma koyup hafifçe sıktı ardından yanımdan uzaklaşmaya başladı. Beni anlamıyordu. Anlamasını da beklemiyordum. Eğer dediği adımı atmaya kalkarsam sahip olduğum, şimdiye kadar sahip olabildiğim her şeyi yitirirdim. Zaten o kadar azdı ki. Öylesine kırılgandı ki tutunduğum bağ. O da zedelenirse, onun da gölgesine halel gelirse yaşayamazdım. Kendimin olmayan düşlere sığınamazdım. Varlığımdan göğe renkli uçurtmalar salamazdım. Ona defalarca durmadan anlatmış olmama rağmen hala bu denli ısrarcı olabilmesi canımı sıkıyordu. Moralimi bozuyordu. Başka birini aklımın ucundan bile geçiremiyordum işte. Öyleyse nasıl hayatıma alabilirdim? Özellikle de aşkımın tek öznesi bahçenin ortasına kurulmuş masada diğerleriyle sohbet ederken. Düşlerimin hiç mi olur yanı yoktu sahi? Bakışlarım ona değdiğinde her zaman olduğu gibi kalbim yeniden yerinde döndü. Göğüs kafesim heyecanımın etkisiyle şeffaf bir balon gibi şişti, şişti. Gözlerim biraz daha üzerinde kalsa o balon patlayacaktı, biliyordum. Ona biraz daha bakacak olsam nefesim kıt kalacaktı yangınıma. Aras bakışlarımın hizasında bu kadar göz kamaştırıcı durdukça kendi kıyametime bir adım daha yaklaşacaktım. O hiçbir şey yapmazken hem de. Bana ufacık bir güzel sözü bile çok görürken anın bu kısacık diliminde. Gel dese, önümde ve arkamda ne varsa yıkar ona giderdim. Durma gel dese, kendimi yıkar koşup ona giderdim. Ah Aras! Ah gönlüme düşen ateşin bir çiçeğe bahşedilen neşesi. Ah ruhumun daimi sesi. Hayatım ona bağlılığımın kıskacında başlamıştı ve bu şekilde son bulacaktı. Ama o, asla benim onu sevdiğim gibi sevemeyecekti beni. Asla öyle göremeyecekti. Gözlerine aşk ateşi düşmeyecekti asla, benimle ilgili. İşte asıl bu kanımı donduruyor, varlığımı onulmaz kıskaçlarda parçalıyordu. Ruhum kör kuyularda işkenceler altında yıpranıyordu. O benim değildi. Hiç olmamıştı. Olamazdı da. Gözlerim yeniden parmağındaki yüzüğe kaydığında nedenini ve getirdiği sonuçları daha iyi anladım. Her yanım ayazda kalmış küçük bir kuş gibi buz kesti.  Ah Aras!  “Ne kadar inanılmaz öyle değil mi?” Yanıma gelip benimle birlikte Aras’a bakan Tuna’ya dönüp gülümsedim. Hepimiz için felaketle eş değer olan onca zamandan sonra şimdiki halimiz gerçekten de inanılmazdı. Onun bu enkazdan, o kadar hasardan sonra böylesine dik durabilmesi inanılmazdı. İşin aslı benim nezdimde Aras zaten inanılması güç bir imtihandı. “Sana böyle olacağını söylemiştim.” diye mırıldandım. Lakin hiç kimse bana birinin bu kadar çok ölebileceğini söylemedi, Tuna. İçimden geçenler içimde kalmaya mahkumken Tuna da bana bakıp güldü. “Evet, sen hep başarabileceğine inandın.” Sonra yüzünü buruşturdu. “Ama o hali o kadar…” Gözlerini yavaşça kapatıp başını iki yana salladı. Ne düşündüğünü biliyordum. Şu an gördüğü hayalin hepimizi ne kadar incittiğinin farkındaydım. Sözlerine devam etmedi. Her anını hafızamdan silmek için defalarca yalvarıp hemen ardından vazgeçtiğimi söyleyemezdim. Koluna girip ona yaslandım bunun yerine.  “Artık acısıyla yaşaması gerektiğini öğrendi. Çünkü bunun başka yolu yok. Ne kadar istesen de, tüm kalbinle arzulasan da, gecelerce uykusuz kalsan da gideni geri getiremezsin. Alışmak zorundasın. Alışmaya mecbursun. Aras da öyle olduğunu gördü.” Ona dönüp hafifçe gülümsedim. “Aksi takdirde herkesi ne kadar çok üzdüğünü, kendisiyle birlikte nasıl yıprattığını da gördü.” Tuna başını salladı belli belirsiz. “Evet, uzun zaman sonra.” Kolunu sıktım destek vermek istercesine. Belki de daha çok tutunacak bir şeylerin hala var olduğunu kendime hatırlatmak istercesine. “Onun için de çok zordu Tuna.” Bunu söylemek öyle güçtü ki. Bunu kabul etmek o kadar incitici bir şeydi ki. İnsanüstü bir çaba sarf ettim. Ruhum bedenimden çekiliyor gibiydi. Varlığım kainata isyana sürüklenir gibiydi.  “Biliyorum ve sandığının aksine onu anlıyorum. Hiçbirimiz buna dayanamazdık. Ama Aras hepimizden güçlü. Ben asla toparlanamazdım.” Derin bir nefes alıp verdi. Ve o son, o öldürücü darbeyi acımasızca yüreğimin tam ortasına, hani o beni yaşatan, bende Aras’ı yaşatan o en narin bölgeye indirdi. “Hele ki onun kadar sevseydim.”   2014 / Nisan   Nefesim göğüs kafesimi delip geçmek isterken ona bakmak imkânsızdı. Ona gitmek affedilemez bir hata olurdu. Benliğimi hapseden kasırgalar eşliğinde adını anmak parçalanmakla eşdeğerdi. Onsuzluğu kabul edemezdim. Ama onunla da devam edemiyordum. Bu amansız ikilem içinde tükeniyordum.  Oysa ne kadar küçüktüm aşkı ruhuma değdiğinde ve ne kadar büyüdüm acısı varlığımı böldüğünde.  Kendimi derin bir nefesi ciğerlerimde tutmaya zorladım. Kapıya dayadım yılların yorgunu bedenimi. Acı çekiyordum. Ah hayır, bundan daha fazlası ben her gün damla damla ölüyordum. Onunla birlikte, onun kadar… Hatta ondan bile fazla. Defalarca, asırlarca ölüyordum. Bitiyordum. Yavaş yavaş yok olup yeniden ete kemiğe bürünüyordum. Ve bu sadece onun aşkının mucizesiydi. Onun aşkı… Asla anlayamadığı… Asla kabul etmeyeceği bir aşktı.  “Katre hoş geldin. Neden burada duruyorsun böyle?”  Sımsıkı kapattığımın daha yeni farkına vardığım gözlerimi araladım. Birden ışığa bulanan gözlerim yandı, yandı. Onun için yanan ruhumun yanında bunun lafı bile olmazdı.  Kendimi gülümsemek için zorladım. Bu öyle tüketici bir icraattı ki günün sonuna kadar bir daha denemeyeceğimi biliyordum. Bu evden çıktıktan sonra bitecekti. Gülümseme devri geçecekti. Dicle ablanın tedirginliğini gizlemeye çalışan yüzüne baktım uzun uzun.  “Hoş bulduk Dicle abla.” Sesim ahenkli tonuna bürünmüşken rahat bir nefes aldım. “Biraz yoruldum.” dedim ardından yavaşça. Artık çok yoruldum. Hafifçe başını salladı. “Aras’ı görmek ister misin?” Sesindeki acı elle tutulacak kadar yoğundu. Sanki elimi uzatsam acısına dokunabilecektim sadece. Öyle ki tenime çarpıyor onu parçalıyordu. O paslı sancıyı ta içimde hissettim. Ah Aras! Ah deli yangınım. “Salonda.” Dicle abla gülümsemeye çalıştı. “Bahçeyi izliyor. Çiçekleri…” Gözlerinden iri bir damla yanaklarına düştü. Dişlerimi sıktım sertçe. Bunu neden yaptığını biliyordum. Anlamının ayırdına varıyordum. “Anladım.” dedim yavaşça. Sesim bu kez bana ihanet edip ayaklarımın dibine düştü. Dağıldı, parçalandı. Sesim bile ayakta kalamadı. “Ben bir bakayım ona.” “Ben mutfaktayım güzelim. Gitmeden uğra.” O gözyaşlarını silerek uzaklaşırken göremeyeceğini bilsem de başımı salladım. Daha çok kendimi ikna etmek içindi uğraşım. Çünkü o salona girmek ıstıraptı. Onu öyle görecek olmak her şeyden beterdi. Gözlerimi kapatıp o paslı tadın geçmesini bekledim. Onu gülerken hayal ettim. Yeniden hissederek gülerken… Gözlerinin her haresinde neşeli parıltılar dans ederken düşledim. Bakışlarındaki o yok olmuşluk hissini artık görmediğimi hayal ettim. Aras’ı mutlu canlandırdım gözümde. Yeniden mutlu. Daha mutlu. Hep mutlu. Eskiden acı çektiğimi biliyordum. O acıysa şimdiki neydi? Şimdi hissettiğim bu berbat şey de neydi? Geçmişime acılı denirse bugünüme sarf edilecek kelam yoktu hiçbir dilde. Bu beter sancının sözcüklere yansıması yoktu. Geri koşmak isteyen ayaklarımı sürükleyerek salona girdim. Aras bahçeye çevrilmiş koltuğun üstünde heykel gibi duruyordu. Kıpırdamayı geçtim, nefes aldığından dahi şüphe ettim. Allah’ım onu ne kadar da çok seviyordum. Onun için nasıl da yok oluyordu ruhum. Sessizce yaklaşıp yanındaki boş koltuğa oturdum. O da aynı onunki gibi bahçeye bakıyordu. Bütün güzellikleriyle serpilmiş çiçekleri ayrıntı kaçırmadan görebiliyordu. İkimiz yan yana onun çiçeklerini izledik. Her yere yayılmış, rengarenk çiçeklerini. Bundan birkaç yıl öncesinde bu tabloya bakabilme şansım olsaydı ne kadar mutlu olduğumuzu düşünürdüm. İkimiz yan yana, öylece çiçekleri seyrederken. Öyle çok severdim ki çiçekleri elimi uzatıp fotoğraf karesinde dahi okşayasım gelirdi. Oysa şimdi kokuları genzime dolup içimi çürütürken tüm çiçeklerden kaçmak istiyordum. Çok uzaklara, hiçbirinin yetişmeyeceği kurak topraklara kaçabilmek…  Koltukta hafifçe kıpırdandım. Burada muhtemelen annesi oturuyor olmalıydı. Ya da ablası belki… Başka kimler geliyordu acaba? Onu böyle görmeye hangisi dayanabiliyordu?  Aras sanki yokmuşum gibi, daha gelmemişim gibi hiçbir hayat belirtisi göstermeden orada öylece oturmaya devam etti. Ben de hiç konuşmadan onu izledim. Uzun bir süre. Hayli uzun süre. Ne kadar zayıfladığını yeniden acı içinde fark edecek kadar uzun bir süre. “Çiçeklere bak Katre.”  Sesini duyduğumda adeta olduğum yerde sıçradım. Konuşmamasına bu denli alışmışken, böyle kabul etmişken arada bir sesini duymak içimdeki tüm taşları yerinden oynatıyordu. Güzel sesi ise bütün duygulardan arınmış bomboş çıkıyordu. Tıpkı gözlerinin baktığı gibi…  Aras bana hiç bakmadan konuşmaya devam etti.  “Çiçekler açtı.” Başını sallayıp hafifçe güldü yürek ağrım. Çiçekler sen gittikten sonra hiç açmadı, demek istedim. Benim çiçeklerim seninle soldu, Aras. Kelimeler boğazımda düğümlendi. Sözcüklerim alıp başını Kaf Dağı’na gitti. “Ne kadar güzel olduklarını görüyor musun? Eskiden fark etmemiştim.” diye devam etti Aras benden bir tepki bekleyerek.  İçim acıyor, yüreğim kanıyor, gözlerim yaşlarla perdeleniyordu. Dudaklarım titrerken yutkundum. Kendimi kontrol altına almalıydım. Onu ayakta tutabilmek için kendiminkilerden vazgeçmem gerekecekse seve seve gönüllü olabilirdim. Derin bir nefes alıp gülümsedim. “Çok da güzel kokuyorlar.” dedim yavaşça. Aras bir an başını çevirip bana baktı. Ardından buruk bir tebessüm yüzünde çölde kaybolmuş bir bedevi gibi kalakaldı.  Elimi uzatıp ona dokunmak istedim. Acılarını çekip almak, onu bir nebze olsun aydınlığına kavuşturmak için kıvrandı ruhum. Neşeli iç çekişlerimi saklandıkları yerden çıkarmak istedim. Çıkarıp ortalığa saçmak… Eskisi gibi gülebilmeyi arzuladım. Kahkahalarımı hediye etmek ona. Ama hiçbirini yapmadım. Yapamadım. Lanet olsun ki yine hiçbir şey yapamadım.  Sadece bahçeden esen ılık bahar meltemi saçlarımla oynaştı.  “O da çok severdi biliyor musun?” Sesi yalpalayarak odaya dağıldı. Sesindeki göçmen kuşlar uzaklara gitmek için gönlümün göğünden havalandı. Sesi geceler boyu uykuyu bana haram kılan tüm şarkılardan daha dokunaklıydı. Tek nefeste içine çekti çok sevdiği tek kokuyu. Uzun bir nefeste. Geri vermediğini duyuyordum. Geri vermek istemediğini biliyordum. Ruhundaki çalkantıları hissedebiliyordum. Yeniden gidecekti. Bitmeliydi. Gözlerim yanmaya başladı. Aksak soluklarım ellerime çarptı. Elimi uzatıp hafifçe sıktım buz gibi elini. “Biliyorum Aras.” Yeniden bana baktı. Bu kez gözlerinde o derin boşluk değil keskin bir acı, koyu bir özlem vardı. Beni kahırdan öldürebilecek kadar büyüktü. Beni günlerce ağlatabilecek kadar aşk yüklüydü. Dehlizlerde boğulmak gibiydi gözlerine bakmak. Kör kuyulara hiç düşünmeden atlamak. Dolan gözlerimi ondan saklamaya çalışmadım. Eli bana uzanmak ister gibi usulca hareketlenip vazgeçti. Bakışları eski kimsesizliğine kavuşurken başını çevirdi. “Bana bu kokunun adını söyle.” Bunu yapma diye haykırmak istedim. Bunu artık kendine yapma. Bunu bana yapma. Bize bunu yaşatma artık. Dayanamıyorum, Aras. Hıçkırıklarım boğazımda düğümlenip kocaman oldu. Ağzımı açsam dışarı fırlayacaklarından korktum. Aralasam dudaklarımı tüm dünyanın hıçkırıklarımı duyacağından korktum. Göğsüme hapsettim onları binbir zahmetle. Öyle bir şişti ki göğüs kafesim kainatı içine sığdırmaya muktedirdi.  “Yasemin.” Sesim kontrolünü sağlamaya çalışarak titredi. Ardından içine çektiği havayı iniltiyle bırakışını izledim. Kalbime hançerleri saplayarak verdiği nefesi seyrettim. Acıyla karışık soludu. “Yasemin kokusu.” dedim hafifçe.  Aras gözlerini kısıp onu işgal eden yaşları frenlemeyi denedi. Ama söz dinlemez bir damla bütün gayretine rağmen akıp gitti. “Onu öyle çok özlüyorum ki Katre.” Ben de, demek istedim. Ben de seni öyle çok özlüyorum ki Aras. Sensiz o kadar yitiğim ki. Ama dudaklarımdan dökülenlerin içimden geçenlerle en ufak bir ilgisi yoktu. “Biliyorum canım.” dedim elini daha çok sıkarken. “Biliyorum.” Daha da kötüsü; görüyorum. Aradan geçen iki ayda nasıl çöktüğünü düşündüm. Ne kadar çok değiştiğini… Artık başka biri olduğunun ayrımına vardım yeniden. Onu bu kadar mı sevmişti sahi? Kendinden geçecek kadar… Bütün dünyaya bir anda sırtını dönecek kadar. Yasemin onda bu denli devasa bir yere mi sahipti yani? İçim kendi çaresizliğinde bir kez daha parçalandı. Beynimin kıvrımlarında dönüp durdu aşkımın imkânsızlığı. Beni asla sevemezdi. Hele ki onu böyle sevdikten sonra. Asla benim olamazdı. Hiçbir zaman gelmeyecekti. Elinde değildi Allah’ım, gelemezdi. Bedenim kuvvetli bir titremeye daha fazla karşı koyamadı. Kollarımla sardım kendimi. Aras orada olduğumu unutmuş gibi bahçedeki yasemin çiçeklerini izliyordu. Sanki… Sanki her çiçek onu Yasemin’e bir adım daha yaklaştırıyor gibi. Bedeni burada, yanı başımda gibi görünse de ruhu kilometrelerce uzaktı varlığımdan. Oysa eskiden hiç bu kadar ırak olmamıştı bana. Hiç bu kadar yabancı kalmamıştık. Bakışlarım uzun parmaklarına kaydığında kalbim kızgın hançerlerle dövüldü. Yüzüğü hala duruyordu ve ben asla çıkarmayacağını bilerek nefes alamıyordum. Yaşayamıyordum. Onu unutmayacak ve unutturmayacaktı. Onsuz bir günümüz olmayacaktı ve Aras daima ona ait kalacaktı. Ruhum bu düşünceye inanmayı reddediyor ama mantığım bunun doğru olduğunu biliyordu. Katlanılmaz bir ikilemde boş yere kürek çekiyordum. Kendi içimde ikiliklere bölünüyordum. “Hala bir gün şu kapıdan girip hepsi şakaydı diyeceğine inanıyorum. Her şeyin bir rüya olmasını istiyorum.” dedi Aras yavaşça. İçimde yaşadığım depremlerden zerrece haberi olmadan. O kendi dünyasında kendi hülyasına dalmıştı. Ben kendi kıyametimde cehenneme bir adım daha yaklaşmıştım. “Kendine bunu yapmamalısın.” Aras başını salladı yorgun hareketlerle. “Aksi takdirde nefes alamıyorum.” Ve ben boğulmamak için bir neden bulamadım.  Onu yasemin çiçeklerinin kokusunda, o çiçeklerin gölgesinde, en rahat nefes alabildiği yerde kendi aşkının yoğun, yakıcı varlığında yalnız bıraktım. Yasemin’le baş başa… Kendimi bölüp onu orada bıraktım. Mutfağa doğru yürüdüm bacaklarım titreyerek. Gözyaşlarım yüzümü yıkıyor, benliğimi arıtıyordu. Mutfağın kapısına geldiğimde derin bir nefes alıp yüzümü kuruladım. Dudaklarıma içten olmayan bir gülümseme sabitleyip içeri girdim. “Katre çay içer misin?” Dicle abla tezgâhtan bana dönmeden hızlıca sordu sorusunu. Başımı salladım göremeyeceğini bile bile. “Hayır, teşekkürler.” Gözlerim geniş mutfağın köşesindeki masada oturan Derya teyzeye kaydı. Yanına oturup elini tuttum. “O iyi olacak biliyorsun değil mi?” İyi olacak.  Yaşlı gözleriyle başını salladı. “Ama ne zaman Katre? Ne zaman oğlumun yeniden güldüğünü görebileceğim? Ne zaman yeniden dokunacak piyanosuna?” Hıçkırığı omuzlarını sarstı. “Onu böyle görmek öyle zor ki…” Dicle abla iki bardakla masaya oturdu. Birini annesinin önüne koydu, diğerini ise elinden hiç bırakmadı. Boş bir noktaya dikti bakışlarını. Üzerimizde öyle yoğun bir hava asılı kalmıştı ki kahrediciydi. “Yasemin’le tanıştığında öyle kabına sığmaz bir hale gelmişti ki, hepimiz onun sevinciyle deliye döndük adeta. Aras o kadar mutlu, öyle hayat doluydu ki. Eskisinden ne kadar da farklı biri haline gelmişti hatırlasana.” O günleri asla unutamadığımı, hatta bir an bile gözümün önünden gitmediklerini söylemedim. Buna gerek yoktu. Yasemin’in Aras’a ne yaptığını biliyordum. Onu nasıl alıp götürdüğünü hatırlıyordum. Geri verdiğinde ise bu asla tam bir iade sayılmazdı. Çünkü Aras asla ondan gelmiş değildi. Hala Yasemin’in gölgesinde sadece onun kokusunun rayihasıyla yaşayabiliyordu. “Mutlu olacağını biliyorduk. Çünkü Aras zaten mutlu görünüyordu. Onun adını anmak bile adeta mutluluktan deli olmasına yetiyordu. Sonra o haline o kadar alıştık ki hep öyle gideceğine inandık. O ümide sarıldık. Aras çok mutlu olacaktı ve biz de onunla bunu paylaşacaktık.” diye devam etti Dicle abla. Derin bir nefes alıp gözlerini sildi. “Böyle olacağını hiç düşünmemiştik. Hiç birimiz buna asla ihtimal vermezdik.” Boğazımda düğümlenen yalnızca onların da hissettiği acı değildi. Bahsettiği günlerin kâbusu koyu bir karanlıkla birlikte çöktü üzerime. Onları yeniden birlikte hatırlamak bugün yaşadığım acılarla eşdeğerdi. Hepsi farklı bir kulvardan üzerime saldırıyor, pençeleriyle beni parçalamak için yarışıyorlardı. Konuşmak için ağzımı açtım ama sesim çıkmadı. Her yanım çepeçevre onun anısıyla sarılmıştı. Yasemin yine bu mutfakta, kapının dibinde elinde fincanı bütün yüzünü aydınlatan bir tebessümle ışıldıyordu. “Senden başka kimseyle konuşmadığını biliyor musun?” Yasemin’in hayali yavaşça dağılırken Derya teyzemin sesindeki o şey yaralarımı dağladı. Yavaşça yutkundum. “Hala mı?” Dicle abla başıyla onayladı annesini. “Defalarca denedik. Hepimiz… Ama ağzını bile açmadı.” Başını iki yana salladı canlanan görüntüleri kovmak için. “Tuna hiç kalkmadan saatlerce yanında oturdu. Ama hep elimiz boş döndük. Her seferinde daha fazla kanadı yaralarımız.” Gözyaşlarım yanaklarımı hızla yalayıp geçerken deli gibi bağırmak istedim. Gidip Aras’ı sarsmak, kendine getirmek istedim. “Ender Bey ne diyor?” diye sordum bunun yerine, korkarak. “Onunla da konuşmuyor.” Anne kız bakışıp aynı anda gözlerini birbirlerinden kaçırdılar. Aralarında garip bir elektrik yanıp yok oldu. “İyileşeceğine inanmak zorundayız.” dedi Dicle abla sonunda. “Ben zaten inanıyorum.” Bu yalan değildi. Asla bir an bile aksini düşünmedim. Belki zor olacak, sancılı olacaktı ama Aras iyileşecekti. Kendine gelecekti. Onu hiç silemeyecek olsa bile yeniden hayata dönecekti. Derya teyze elini yüzüme değdirip yanağımı okşadı. “Senden bunu istememem gerekiyor belki. Belki bencillik ediyorum ama onu her gün görmeye gelmekten vazgeçme Katre.” Hıçkırmak için durdu. “Oğlumun sesini sadece o dakikalarda duyabiliyorum. Hem de ona görünmekten korkarak.” Başını iki yana sallayıp yeni bir hıçkırıkla sarsıldı omuzları. “Onu yalnız bırakma.” Ruhumdaki her kale sanki kumdanmış gibi dağılırken elini avuçlarımın arasına aldım. Onu istesem de bırakamazdım. Ben Aras olmadan varlığımı sürdüremiyordum ki. Onu görmeden yaşayamıyordum. Git dese bile gidemezdim. “Her zaman yanında olacağım Derya teyze. O istemese bile ben hep burada olacağım.” Yıllardır tanıdığım, adeta elinde büyüdüğüm kadın başını eğip yüzünü avuçlarıma sürdü. “Sana öyle minnettarız ki Katre. Bunu asla bilemezsin.” Bu kez hıçkırığını tutamayan bendim. Ve ikisi de bana bakana kadar bunu fark edemedim. “Yalnız neden sadece benimle konuştuğunu merak ediyorum.” Dicle abla uzun süre annesine baktıktan sonra bana döndü. “Bu konuda bir fikrim var.” Söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmış gibi gidip geldi sesinin yüksekliği. “Nedir?” Parmaklarıyla oynamaya başlayıp gözlerini de onlara dikti. Sesi bir kuşun kanat çırpışı kadar hafifledi. Söylemek istediği şeyin güçlüğü onu yıpratıyor gibiydi. “Aras hala Yaseminle yaşıyor. Hala onlu günlerde kalmakta direniyor. Bize gelmek istemiyor.” İçini çekip gözlerini kuruladı. Yaşlı bakışları yüzüme, gözlerime değdi. Hafifçe, olmaması gerekirmiş gibi gülümsedi. “Sense hep Aras’a çok yakındın. O günlerde dâhil. Bir tek seninle onun hakkında konuşabiliyor, onu hatırlayabiliyor. Sen o günleri unutmamasını sağlıyorsun. Anılarını canlı tutuyorsun. Aras Yasemin’den başka bir konu hakkında konuşmayı ısrarla reddediyor ama onu da bir tek seninle konuşmakta diretiyor.” Bu kez koyu bir dalga vurup her tarafımı içine aldı. Dipsiz bir uçurumda boğulmadan önce son düşündüğüm sadece Aras’tı. Onu silemeyecekti. Demek ben hayatında olduğum sürece onu unutamayacaktı. Peki, ben sonsuza kadar hayatından çıkmayı göze alabilir miydim? Ya bana her baktığında onu hatırlamasına katlanabilir miydim? Neden her cevap beni öldürecek kadar acımasızdı? Allah’ım ne amansız bir çelişki içinde kalakalmıştım. Ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma bakındım. “Belki de Milano’ya dönmeli.” dedim çaresizce. “Unutmak istemiyorsa daha iyi hatırlayacağı bir yerlere gitmeli.” Söylediklerime inanmıyordum. Cümleler anlamsızca dökülüyordu ve ben tutamıyordum. “Onu bırakamayız. Bu halde olmaz.” Derya teyze şiddetle karşı çıktı fikrime. Zaten ben de buna dayanabileceğimi sanmıyordum. Gitmesine tahammül edemezdim. Başımı salladım. Sonra beni yerle bir eden o teklifi yaptı. Başım deli gibi dönmeye başlamadan önce sesini zar zor duyabildim. Bu felaketimdi. Kaldıramayacağım kadar ağır bir yüktü. Bir insan kaç kere ölürdü? Derya teyzenin uzaklardan gelen sesi beynimde bir kez daha yankılandı. “Ona Yasemin’i anlat Katre. Aras’a ondan bahset.” 2016 / Mayıs Tuna kolumu sıkıca tutup beni kendime getirdi. Yılların derin kasveti, aşılmaz esareti beni farklı iklimlere savururken onun orada olduğunu dahi unutmuştum. Yine o günlerden birinde, bizi parçalayan o unutulmaz zamanın içinde kaybolmuştum.  Hafifçe gülümsedim. “Burada kendi kendime mi konuşuyorum ben Katre? Nerelere gittin yine?” Azarlayan ses tonuna karşı tek kaşımı kaldırdım. “Demin bahsettiğimiz günlere kısa bir gezi.” Yavaşça göz kırpıp kolundan çekiştirmeye başladım. “Hadi ama Tuna gidip şu olağanüstü gruba katılalım.” Titremeye can atan bacaklarıma güçlükle söz geçirip ikisini de adeta sürükledim. Aras bizi görünce başını eğip gülümsedi. Öyle bir gülümsedi ki ruhum bedenimden çekildi. Kalbim göğüs kafesimi saldırgan çırpınışlarla döverken dudaklarım ona karşılık vermek için çabaladı. Tuna da elini saçlarının arasından geçirdi, tek varlığımın yanına çökercesine otururken. “Gençler ne kaynatıyorsunuz bakalım?” Sorusunu muzır bakışlarla dillendirirken Aras’ın omzuna hafifçe vurdu. Aras omzunu oynatıp ona karşılık verdi. İkisi çocukluğumun unutulmuş masallarından çıkıp gelmiş efsanevi kahramanlar gibiydi. Derya teyze oğullarına bakıp yaşla perdelenen gözlerini gizledi. Ama ben gördüm. Yıllardır olduğu gibi hepsinin her hareketini kaçırmadan izledim. Aras’ın her şeye rağmen atamadığı tutukluğunu, Tuna’nın eski Aras’a duyduğu özlemi, Derya teyzenin acısını, Dicle ablanın umutsuzluğunu. Hatta annemin hırçın öfkesini. Müge’nin dalgınlığını. Duygularım dörtnala koşturdu yeniden. Dicle ablanın yanına geçip oturdum. “Yazlığa ne zaman geçsek karar veremedik de onu tartışıyoruz.” diye cevap verdi Dicle abla. Tuna’ya anlatmak istediklerinin tümünü belirtircesine göz kırptı. Annem başını arkaya atıp yavaşça güldü. “ Evet, Dicle Kasım en iyisi olur diyordu en son.” Yazlık lafı bana bile böylesine garip gelirken Aras’ın nasıl olupta bu kadar rahat olduğuna hala şaşırıyordum. Şaşırmaktan da öte bir şeydi hissettiğim. O yazlık bu kadar çok şey anlatırken, bu kadar çok anıyı tek elinde toplarken, en çok Yasemin’den kalanları barındırırken o nasıl tepkisiz kalabiliyordu? Öyle hiçbir şey demeden bakabiliyordu? Hayatımı uğruna harcadığım adam sol elini kaldırıp çenesinde dolaştırdı. Yüzük parmağında parlayan alyans yeniden gözlerimi aldı. Yaşlarım oradan kalbime doğru süzülürken dişlerimi sıktım. Çaresizliğimin son deminde burkulan hislerime ad koyamazdım. Aşk demek yetmezdi onu anlatmaya. Bu ondan kat be kat üstteydi. Bedenim acının en koyu dalgası tarafından yutuldu. Kurtulmak için çabalayan yanlarım o halkanın ağırlığıyla en dibe gömüldü yeniden. Kesik nefeslerim aşkının tanımıydı. Ama tariften yine de uzaktı. Gözlerim gözlerine değdiğinde binbir ışık huzmesi dolandı ela bakışlarında. Bu kez gücümün son kırıntılarını da harcayıp ona gülümsedim. Anladığımı biliyordu. Bunu çok açık görüyordum. Başını salladı ruhumun varlık sebebi. Hüzün kokan tebessümü asılı kaldı yüzünde. “Sen ne diyorsun Katre?” Kirpiklerim bir sinekkuşunun kanat çırpışı gibi hareketlendi. Dudaklarımı açıp kapattım. “Neye?” diye mırıldandım kendimden korkarak. Sesimi saklandığı yerden bulup çıkarttığımda dahi herkes bana bakıyordu. Annem öfkeli bakışlarını yüzümde dolaştırırken halimden hiç hoşlanmadığını haykırıyordu bana. “Yazlığa çocuğum. Ne zaman geçelim diyoruz?” Bir an önce çekidüzen vermemi istiyordu halime. Onu önemseyemedim. Şu an en büyük problemim bu değildi. Aras’ın benden istediği şeyi okumuştum bakışlarında. Bu bana acı veriyordu, bu beni öldürüyordu. Ama eğer o istiyorsa… Gerçekten istediği buysa… Kahretsin! Hala onun için her şeyi yapabilirdim. Her şeyi yapıyordum. “Haziran ortası çok uygun…” dedi tanıyamadığım yorgun sesim. Masadakiler hayretle hiddet karışımı bakışlarını üzerime doğrulttular. Bir tek Aras hariç… Yalnız o kararımı memnuniyet yüklü buruk bir gülümseme eşliğinde dinledi. Neden olduğunu bilmese de onun için her şeyi yapabileceğimin farkındaydı. Ki Haziran ortası, yazlıkta olduğumuz o yaz Aras’ın Yasemin’le tanıştığı tarihti. Yani ecelim. *** “Bunu neden yaptın?” Senem’in öfkeli sesi, içimdeki kıyametin nelere mal olduğunu anlayamayan sesi, hani o sadece kendine has bir görüşle yargılayan insanlara mahsus sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi kapadım. Odamın güvenli sığınağında yalnız kalmak istiyordum. Yaralarımı yalnız sarmak istiyordum. Günler ve gecelerce avutmak için biriktirdiğim acıların viran hallerini tek başıma okşamak istiyordum. Kimse olmasın. Beni kimse görmesin. Yitikliğime hiç kimse tanık olmasın istiyordum. Aras olmadıkça, o gelmedikçe nasıl tükendiğimi bir tek ben göreyim istiyordum. Ondan başka hiç kimseyi isteyemiyordum. Yoruldum! Öylesine içten bir hiçlikle yorgunum ki anlatacak kelimelere bile güç yettiremiyordum. Yorulduğumu kimsenin anlayamaması daha fazla yoruyordu beni. Binyılların hasret dolu çöllerinde yorgun ve aç bir bedevi gibi kalıyordum. Kendi hiçliğimde, içimin yabansı kuraklığında tükeniyordum. Varlığımın hicran yaralarını sarmaya güç yetiremiyordum. İçimden zerrece konuşmak gelmese de sözcüklerimi birbiri ardına dikip mırıldandım. “Öyle gerekiyordu Senem.” Senem yataktan fırlayıp odanın ortasına dikildi. Patlamaya hazır yarı öfkeli bir yanardağ gibi homurdandı başta. Ellerini beline yerleştirdikten sonra gözlerini benimkilere dikti. “Ne demek öyle gerekiyordu? Neden gereksin ki? Yani ne diye böyle bir şeye ihtiyaç duyabiliriz?” Anlamsız sorular topluluğundan ibaret olan monoloğuna kısa bir ara verip gözlerini kıstı. “Bence gerekmiyor. Gerekmediğini sen de biliyorsun.” Bakışları yüzümdeki anlamları anlamaya çalışır gibi üzerimde gezindi. Onunla aynı fikirde olmadığımı muhtemelen okuyabiliyordu. “Saçmalama lütfen, Katre.” diye söylendi bıkmışçasına. Gürültülü bir iç geçirdim. Ona cevap vermeyeceğimi bariz şekilde anlatarak omuz silktim. Ne söylesem sadece kendi yangınıma odun atmama sebep olacaktı. Ne söylesem nasıl olsa anlamayacaktı. “Zaten yazlığa gidilecek olmamız bile yeterince mantıksız. Aras yeniden o…” Gözlerini kapatıp başını salladı, kötü görüntüleri kovmak ister gibi. Sanki git denildiği zaman hemen gidiyorlarmış gibi. “Yeniden o hale gelebilir. Ama gitmek için ısrar etti. Herkes yine de eskisi gibi olmasından deli gibi korkarak yaz bittikten sonra gidelim en azından diyor. Sen de çıkmışsın aynı o seneki gibi…” Elini dağınık saçlarının arasına daldırıp bana doğru yürüdü. Gözleri acı çeker gibi bir hal aldı yavaş yavaş. Istıraba ramak kalan yüzünü bana daha fazla yaklaştırıp gözlerimi kaçırmama neden oldu. “Aynı Yasemin’i tanıdığı sene olduğu gibi Haziran ortasını seçtin.” “Benden bunu istedi.” diye haykırdım dayanamayarak. Ben bu kadar tükenirken istedi. Benden kendimi hazana sürüklememi istedi. Yeniden ruhumu azaplarla yok etmemi istedi. O istedi. Aras ne isterse başım gözüm üstünedir benim. Bunu bilir gibi istedi. Gözlerimden engelleyemediğim damlalar süzülürken dudaklarımı ısırdım. Hıçkırıklarım içimde hapsolup göğsümü dağladı. Kalbim çatlayacakmış gibi ağzına kadar acı doldu. Anılar bir bir zihnime doluşurken hiçbirinden kaçamadım. Hiç birinden kaçamazdım. Hepsi kızgın hançerlerini farklı yerlerime saplayıp kanattı. Kan revan içinde kalmışken dahi tek düşündüğüm yine Aras’tı. Kendinizi hiçe sayarak sevdiğiniz zaman birisini, yani kendinizi sevemediğiniz kadar sevdiğinizde o birini, ondan mühim hiçbir ayrıntı kalmıyordu hayatınızda. Ne yazık. Ne acı. Senem yanıma oturup kollarının kıskacına hapsetti bedenimi. Uzun parmakların süslediği güneşte yanmış elleri saçlarımda dolaştı uzun uzun. Ağlamam gittikçe şiddetli bir hal alırken hıçkırıklarımı zapt edemedim içimde. Kendi mahkûmiyetime saklayamadım hiçbirini daha fazla. “Tamam canım. Tamam güzelim.” Senem yaptığı çıkıştan pişman olmuş bana teselli vermeye çalışırken derin bir nefes alıp kollarından ayrıldım. “Gözlerindeki isteği görmeliydin Senem. Benden sadece bunu istiyordu. Ona yardım edeceğimi biliyordu. Anlamıyorsun, ona hayır diyemezdim. Bunu yapamazdım.” Başımı ellerimin arasına alıp hıçkırdım. Alt dudağımı dişlerimin arasına kıstırdım sertçe. Senem yaşlı gözleriyle başını salladı. Havada öylece asılı kalmış eli saçlarıma değdi yeniden. “Katre lütfen böyle yapma. Ben… Özür dilerim. Yani…” Elini sıktım şefkatle. Hafifçe gülümsemeye çalıştım. Sol elimin tersiyle çabucak kuruladım yüzümü.  “Üzülme ben onunla yaşamaya alıştım.” “Bak öncesini bilmiyorum. Ama onu tanıdığımda Yasemin vardı ve sonrasında hep oldu. Kurtulmak istediğini gördüm ama yapamadı. Yapamayacak Katre. Aras bundan kurtulamayacak. Kurtulamadı.” diye mırıldandı Senem. Başımı yukarı doğru kaldırıp salladım. “Biliyorum.” Sesim duvarlara çarpa çarpa bana geri döndü. Kabuk bağlamış yaralarım kanamaya başladı yeniden. Asla gitmeyecekti. Bitmeyecekti. Aras daima onunla, onda kalacaktı. Ve bende ömrüm boyunca bununla yaşayacaktım. “Aras hep onun olacak. Aras hep bir ölüyle yaşayacak. Hiç kimse bir ölüyle savaşamaz, Senem.”

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.9K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
223.9K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook