Bölüm 1

1076 Kelimeler
2 Sene Sonra Yaşadığın duygu selini tarif et deseler. Tek bir kelime söyleyebilirim. Düşüş. Düşmek. Düşürülmek. Bu düşüş öyle ki nefesini kesiyor. Beynin uğulduyor. Kalbin sıkışıyor. Ben, ben, ben şimdi ne yapacağım diyorsun. Bunların peşi sıra çaresizlik ekleniyor. Elin kolun bağlı. Ne yapabilirsin ki? Kime gidersin? Kimse dinlemiyor. Dinleyen hak veriyor, üzülüyor, arkasını dönünce unutuyor. Onlara kızmıyorum. Kızamam da. Neden? Çünkü ben de öyleydim. Üzülüyordum evet. Evet canı gönülden bir şeyler yapmak istiyordum ama… Yaşamadan anlamadım nasıl bir duygu olduğunu. Bu girdap insanı içine çekiyor. Kendime kızıyorum. Hem de çok kızıyorum. Bilseydim böyle olduğunu, gece gündüz kapılarında yatardım yardım için. İşte ben de şimdi onlardan oldum. Herkesin yaşadığı hazin sonu ben de yaşadım. Sıram geldi ve aynı acıyı ben de tattım. Gün gelecek arkamda bıraktıklarım, bırakmak zorunda kaldıklarım, da yaşayacak ve beni o zaman anlayacak. Tıpkı benim gibi. Tıpkı ben gibi. Gözlerini açmak isterdim. Körsünüz demek isterdim. Demek için bir çaba sarf etmedim. Dinlemeyeceklerini biliyordum. Tüm dünyayı avucunun içinde tutanlar bana izin verir miydi? Ellerindeki güç iliklerine kadar korkutur insanı. İliklerime kadar korkuyorum. Eskiden korkmuyordum. Korkmam gereken bir durum da yoktu. İstenilen şeyleri yaptığım müddetçe onlar benim dostumdu. Ben onların içindeydim. İstanbul bizimdi. Her şehir her ülke bizimdi. Gittiğim her ortamda derecesine göre bir sürü kardeşim vardı. Bağlıydık ya hani, birdik ya, güçlüydük ya… Anlıyorum ki sadece güç varmış. En en en en tepedeki. Seninle karşılıklı konuşmak isterdim ama sen de sorularımı cevaplayamazsın. Biliyorum ki sende benim gibi bir maşasın. “Hülya, Hülya.” Yazmaktan korktuğum için düşüncelerim işgal etmeye başladı beni. Serkan’ın dükkana girdiğini bile duymadım. “Hoş geldin.” Gülümseyerek yerimden kalktım. “Dalmışım. Dün gece pek uyuyamadım. Yeni gelen konuklar biraz gürültücü çıktı.” Gözlerimi devirerek yanından geçtim. Küçük bir demirci dükkanı… Serkan’ın yanında dükkanda durmam karşılığında bir miktar para kazanıyor annesinin konağında yemek yapmasına yardım ettiğimde de barınmamı karşılıyordum. Safranbolu’nun restore edilmiş çoğu konağı butik otel olarak hizmet veriyordu. Buraya kaçarak geldiğimde pek bir şeyim yoktu. İlk olarak onların otelinde kalmam ve akabinde arkadaş olmamız hayatımı büyük ölçüde kolaylaştırmıştı. Serkan’ın bana olan ilgisinin de farkındaydım. Onu kullanmak istemiyordum ama bazı durumlarda durumu aleyhime çevirmek için içini ısıtacak gülümsememi sunmak zorundaydım. “Annem söyledi sabah. Turistler öyle olabiliyor maalesef.” Masanın üzerine koyduğum anahtarları fark ederek elini aldı ve soru dolu bakışlarını bana çevirdi. “Bunlar neden burada?” “Ben satın almak istiyorum. Bazılarını seçtim.” Gelen yerli, yabancı turistler seviyordu bu büyük anahtarları. Duvarda güzel dekor oluyordu. Bana ise geldiğim yeri hatırlatıyordu. Kabul törenimin yapıldığı Anemas Zindanlarını… “Satın almak mı?” Eliyle oturmamı işaret etti. “Benim aptallığım. Bunları seveceğin aklıma gelmedi. Sana hediye ediyorum tamam mı?” Az önce düşündüklerimin etkisinden henüz çıkamadığımdan olsa gerek bakışlarımı donuk bulmuştu ve bunu söylemekten geri durmadı. “Sen iyi misin Hülya?” Sorguluyordu. Kafam o kadar doluydu ki ağzımı açsam her şeyi anlatacakmış gibiydim. Başımı salladım. “Uykun varsa konağa geç istersen. Biraz dinlendikten sonra anneme yardım edersin. Akşam ben de uğrarım.” Yerinden kalkarak elindeki anahtarları paketledi ve bana uzattı. “Teşekkür ederim.” Özledim. Kızgınlık ve kandırılmışlığın yanı sıra özlem duygum da en üst seviyedeydi. Özlem… Ve en önemlisi belirsizlik. İki senedir ne yapacağımı bilemeden burada saklanmam ne kadar doğruydu. İstanbul’dan ayrılırken ne yeminler içmiştim. Barut gibiydim. Sonradan sakinleşmek istedim. Öfkeliyken kolay kolay bir şey yapan biri olmadım. Mantık çerçevesinde hareket etmek benim fıtratım. Ama bu da fazla olmadı mı? “Akşama istediğin bir yemek var mı? Sana bu şekilde teşekkür edeyim.” Bana karşı oldukça kibar ve anlayışlı adama haksızlık etmek istemezdim. “Yok. Listede ne varsa yerim.” Tam bu sırada dükkana, aramızda buraya atölye derdik, biri girdi. Üzerinde iki yıldız olan resmi üniformasıyla ilçemizin yeni komiseri olmalıydı. Yaşı da oldukça vardı. Muhtemelen önceden polis memuruydu. Sonradan sınava girerek komiser yardımcısı ve akabinde komiser olmuştu. “Selamün aleyküm. Kolay gelsin.” Serkan adamın selamını alırken bende arkadaki çantamı almak için hamle yaptım ama komiserin gözleri üzerimdeydi. Hissedebiliyordum. “Hoş geldiniz komiserim. Hayırlı olsun.” “Teşekkür ederim. Dükkanın sahibi siz misiniz?” Konu nereye gidecek merak etmiştim ama en önemlisi Serkan’ı yalnız bırakmak istemediğim için onlar gidene kadar buradan ayrılmamaya karar verdim. “Evet benim. Bir durum mu vardı?” “Yok hayır. Sadece tanışmaya geldim. Bir de alışverişe. Karakoldan sizin adınızı verdiler.” Serkan rahat bir nefes vermişti ve bunu bir tek ben anlayabilirdim. Artık birbirimizi tanıyorduk. Tanıdığımızı sanıyorduk… O beni tanımıyordu. “Ben gideyim mi Serkan?” Komisere tebessüm ederek çıkmayı planlıyordum. “Eşiniz mi?” Serkan’la göz göze geldik. Yüzündeki ifade inşallah bir gün anlamı taşıyordu. “Arkadaşıyım komiserim. Yeni görev yeriniz hayırlı olsun.” Elini uzatan adama ben de bir hamle yaptım ve o an elektrik çarpmasına tutuldum. İki senedir bu dokunuşu hissetmediğim için olsa gerek acemiliğime geldi ve istemsizce bakışlarımı birleşen ellerimize indirdim. Belli belirsiz hareket eden başparmağı tamda olması gereken yere baskı yapıyordu. Karşımda kesinlikle bir çırak vardı. Bu onların selamlaşmasıydı ve aynı zamanda yeni tanıştığı insanların kendisinden olup olmadığını anlamak için kullandıkları bir şifre. Bizimkiler daha farklıydı ama bunu merteben arttıkça öğrenirdin. Bir sonraki kainatın şifresini ve sırlarını öğrenebilmek için derecenin yükselmesi gerekiyordu. Her geçtiğin kapıdan sonra başka bir sır veriliyordu. Gerçi çırakken de sorgulama yapmazdık. Merak duygumuz oradan içeri adım atana kadarmış. Öncesinde kardeşliğe katılmak için neler yaptığımı düşünürsem… “Teşekkür ederim…” Elimi çekerken kendime gelmeye çalıştım. Adımı öğrenmek istiyordu. “Hülya.” Demek zorunda kaldım. “Teşekkür ederim Hülya Hanım.” Soru dolu gözlerini önemsememeye çalıştım. Daha fazla açık verirsem kardeşliğin üyeleri beni eliyle koymuş gibi bulurlardı. İki senenin sonunda taktik değiştirmiş olmalılardı. Beni bulabilmek için her ilçeye her köye adam mı yerleştiriyorlardı. “Ben de siz gelmeden önce çıkıyordum. Size iyi sohbetler.” Cevap vermesini beklemeden Serkan’a döndüm. “Bir şeye ihtiyacın olursa ararsın.” “Anneme selam söyle.” Serin havaya adım atınca her zaman kullandığım sokaklara ardıma bile bakmadan yürüyemeye başladım. Selam veren dükkan sahiplerini gülümsememle karşılık verdim. Aklım dükkanda bıraktığım adamdaydı. Hepsinin elinde fotoğrafım var mıydı? Beni tanımış mıydı? Tanıdıysa… “Kardeşliğin tüzüğü, kavga etmek yasaktır. Öç almak için birini yaralamak yasaktır. Bir kardeş bir tutsağın kaçmasına izin veremez. Öfkelenip karşı tarafa geçemez. Üstadın mührünü kıramaz. Öfkelenip cübbesini yere çalamaz…” Geçmişin düşü zihnimden silinmiyordu. Silinmesini istemediğim için kafamın içinde dans ediyor bana acı veriyorlardı. Sessizce çekip gidebilirdim. Yemin eder ve kendi hayatıma dönerdim ama bunu istemedim hiçbir zaman. Elimdeki belgeleri çıkartmamın vakti ve zamanı değildi. Şimdiki hükümetten yardım almak akıl karı değil. Kime güvenebileceğimi bilmediğim için oluyordu tüm bunlar. Doğru zaman ve doğru kişi çok önemliydi. Sadece kendi hükümetimiz de değil, özellikle İngiltere…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE