Şilan pijamalarını giymiş, yatağına uzanmıştı. Tavanı izliyor, bir yandan da zihninden geçenleri susturmaya çalışıyordu. Telefonunu eline aldı, ekranı açtı, sonra tekrar kapattı. Adar’dan bir mesaj yoktu. Zaten olmasını da beklememişti.
Ama kalbinin içinde bir yerde, o sessizliğin neden bu kadar ağır geldiğini sorguluyordu.
İç ses – Şilan:
“Onunla baş başa kalınca zaman duruyor gibi. O anlarda gülümsediğimde, o da fark ediyor sanki. Ama… her seferinde geri çekiliyor. Profesyonel. Soğukkanlı. Dokunmuyor ama varlığı yetiyor. Bu ne demek?
Birini sadece gözlerinle sevebilir misin?
Sadece araya mesafe koyarak mı yakın hissedersin?
Yoksa bu da geçici bir heves mi?”
Yastığına biraz daha gömüldü. Gözlerini kapatmadan önce aklında Adar’ın o akşamki bakışı vardı. Onunla sohbet ederken, gözlerinin kenarındaki çizgilerden ne kadar içten güldüğünü fark etmişti.
Bir gülümseme yayıldı dudaklarına.
Ama hemen ardından bir cümle fısıltı gibi doldu odanın sessizliğine:
“Adar… Seninle aramızda kelimelerden daha fazlası var, ama biz hâlâ cümle kurmaktan korkuyoruz.”
Sabah
Şilan mutfağa girer, kahve makinesinin başında beklerken gözleri hâlâ uykulu ama aklı bir hayli açıktır. Kahve dolarken arkadan tanıdık bir ses duyulur.
Adar:
— “Bu şirkette en iyi kahve sabah yedide olur. Sonrasında herkes tadını bozuyor.”
Şilan arkasını döner, Adar kahve kupasıyla karşısındadır.
Şilan:
— “Demek CEO’muz kahve konusunda da iddialı.”
Adar (gülümser):
— “İyi kahve, iyi işin habercisidir. Özellikle gün, seni kahve kokusuyla karşılıyorsa.”
Bir anlık sessizlik olur. Göz göze gelirler. Şilan kaşlarını kaldırır, gözlerini kaçırmadan sorar:
Şilan:
— “Bugün zor bir gün mü olacak yani?”
Adar:
— “Eğer seni başka biri fark ederse… olabilir.”
Şilan bu söz karşısında irkilir. Ne bir bakış ne de bir dokunuş vardır, ama sesi derinlere dokunmuştur. O an geri adım atar gibi yapar:
Şilan:
— “O hâlde dikkat ederim. Kahvemi, çizgimi, mesafemi…”
Adar (yavaşça):
— “Ama bazı çizgiler… insanın kendi kalbinde başlar.”
Kahve bardağını alır, gözleri Şilan’da kalır bir an. Sonra ofise döner.
Şilan ise oracıkta kalakalır. Elindeki kupaya bakar. Kahve sıcaktır… ama içindeki his çok daha yakıcı.
Şilan elinde dosyalarla ofis katından aşağı inmiş, yemekhaneye geçecektir. Merdiven başında Yağmur’la karşılaşır. Yağmur’un gözlerinde alışıldık gülümseme yoktur. Sesi düz, ama alt metni dikenlidir.
Yağmur:
— “Merhaba Şilan. Seni Adar Bey’le birkaç kez aynı sunumlarda gördüm. Epey birlikte çalışıyorsunuz sanırım.”
Şilan (temkinli ama kibar):
— “Evet, departmanım gereği bazen aynı projelerde yer alıyoruz. Sıradan bir ekip işi.”
Yağmur (dudak büker):
— “Tabii… Sıradan olan şeyler bazen özel görünür. Özellikle biri fazla dikkat çekiyorsa.”
Şilan kaşlarını hafif kaldırır. Ne demek istediğini açıkça sormaz ama gözleri ciddileşir.
Şilan:
— “Ben işimi yapıyorum Yağmur. Öyle görünüyorsa da, niyetim hep profesyonel.”
Yağmur (yaklaşır, sesi alçak):
— “Sadece şunu bil. Adar’ı herkes uzaktan izler, ama yanına yaklaşan olursa bu şirket çok küçük.”
Şilan birkaç saniye bakar, sonra başını hafifçe sallar.
Şilan:
— “Ne kadar küçük olduğu, insanların bakış açısından çok, kalplerinin darlığına bağlı.”
Ve geçip gider. Yağmur, gözleriyle arkasından bakarken, dudaklarını sıkar.
Asansör kapısı yavaşça açılır. İçeriye önce topuk sesleri yayılır. Ardından göz alıcı zarafetiyle Ece belirir. Siyah sade ama şık bir elbise, kusursuz bir makyaj ve göz kamaştırıcı bir duruşla herkesin bakışlarını üzerine çeker.
Resepsiyonist:
— “Merhaba, yardımcı olabilir miyim?”
Ece:
— “Ben Adar’ın konuğuyum. Haberi var.”
Resepsiyonist hemen telefonu kaldırırken, birkaç çalışan Ece’yi dikkatle süzer. Aralarındaki fısıltılar duyulur:
— “O mu?”
— “Evet, Ece. Adar Bey’in yıllardır birlikte olduğu…”
O sırada Şilan, elinde evraklarla resepsiyona yaklaşır. Ece’yi görür görmez gözleri büyür. Çünkü o kadını tanıyordur… bir zamanlar sadece uzaktan gördüğü, “bu kadar güzel biri Adar’a yakışır zaten” dediği kişidir.
Göz göze gelirler. Ece göz ucuyla Şilan’ı süzer, nazikçe gülümser.
Ece:
— “Merhaba. Adar’ın yeni çalışanı sen olmalısın.”
Şilan (bir an duraksar):
— “Evet… Merhaba. Şilan.”
Ece:
— “Endamını beğendim. Ama unutma, her zarafet içten gelmez. Bazen sadece duruş meselesidir.”
Bu söz üzerine Şilan gülümser ama gözleri dalgındır. Ece geçip asansöre yönelir. Şilan arkasından bakarken iç sesi konuşur:
İç ses – Şilan:
“İşte o kadın… Hep onun varlığını bildim. Ama karşısında durmak… başka bir şeymiş.”
O sırada Adar, asansör kapısında belirir. Ece’ye gülümsediğini, onun elini tuttuğunu gören Şilan hemen başka yöne yürür. Elindeki evrakları sıkar.
Adar, Şilan’ın gidişini görür. Ama Ece konuşmaya başlar. Arada kalmıştır
Şilan elinde evraklarla ofise doğru yürümektedir. Kafası hâlâ biraz önce Ece ile olan karşılaşmada takılı kalmıştır. Merdivenlerden dönerken Adar’ın ve Ece’nin kahkahaları yankılanır.
Bir köşe başında istemeden durur. Sesleri dinlememeye çalışır, ama kalbi kulaklarından önce duymaya başlar.
Adar (gülerek):
— “Bu sabah kahveyi sen yapsaydın, toplantıya bile gerek kalmazdı. Herkesin keyfi yerine gelirdi.”
Ece (gülümseyerek):
— “Bunu fırsata çevirebiliriz. Belki şirkette bir ‘Ece köşesi’ açarız.”
Adar kahkaha atar. Sonra Ece’ye dönüp ceketinin yakasını düzeltir. Elini Ece’nin beline hafifçe koyar, birlikte asansöre yönelirler.
Şilan köşeden sadece izler. Gözlerini kırpmadan. Ellerini kenetler. İçinde kıpırdayan o tanıdık boşluk hissi… işte yine orada.
Ama yüzüne bir maske takar, kendini toparlar. Derin bir nefes alır, sırtını dikleştirir ve yürümeye başlar.
İç ses – Şilan:
“O sadece patronum. Ötesi yok. Olmamalı da.”
Ama her adımda içinden bir cümle daha dökülür, duyamadığı bir fısıltıyla:
“Keşke kahkahasını paylaşmak istediği ben olsaydım…”
Adar kahkaha atar. Sonra Ece’ye dönüp ceketinin yakasını düzeltir. Elini Ece’nin beline hafifçe koyar, birlikte asansöre yönelirler.
Şilan köşeden sadece izler. Gözlerini kırpmadan. Ellerini kenetler. İçinde kıpırdayan o tanıdık boşluk hissi… işte yine orada.
Ama yüzüne bir maske takar, kendini toparlar. Derin bir nefes alır, sırtını dikleştirir ve yürümeye başlar.
Çay molasından dönen birkaç çalışan masaların etrafında toplanmıştır. Kahkahalar, fısıldaşmalar… konuları aynıdır: Ece.
Tuğba:
— “Ya bugün Ece Hanım’ı gören oldu mu? Gerçekten dergiden fırlamış gibiydi.”
Serhat:
— “Sadece güzel değil, etkileyici de. Adar Bey’in onun gibi biriyle birlikte olması şaşırtıcı değil. Çok güçlü bir kadın.”
Gülşah:
— “New York’ta bir marka danışmanlığı yapmış, öyle duydum. Türkiye’ye onun için dönmüş. Hayran kaldım.”
Şilan başını evraklardan kaldırmaz. Duyar, ama dinlemiyormuş gibi yapar. Her övgüde kalbinin bir yerine sanki bir iğne saplanır gibi olur.
Tuğba:
— “Gerçekten biriyle ciddi bir ilişki yaşıyorsa Adar Bey, bu kesinlikle Ece Hanım’dır yani. Hem kültür, hem zarafet, hem görünüş…”
Gülşah (Şilan’a dönerek):
— “Değil mi Şilan? Ece Hanım’a bayıldık valla. Sen de karşılaştın mı?”
Şilan (yüzünde hafif bir tebessüm):
— “Evet… çok zarif bir hanımefendi.”
Sessizlik. Sonra tekrar evraklarına döner. Ama iç sesi orada kalmaz:
İç ses – Şilan:
“Ben sadece işimi yapmaya geldim. Kimsenin gölgesine değil… ama bu kadar parlak bir ışık karşısında insan kendi siluetine bile yabancılaşıyor.”
İç ses – Şilan:
“O sadece patronum. Ötesi yok. Olmamalı da.”
Ama her adımda içinden bir cümle daha dökülür, duyamadığı bir fısıltıyla:
“Keşke kahkahasını paylaşmak istediği ben olsaydım…”