Kör istek 🌙
Ben Ahu. Mahmut'tan olma, Adile'den doğma solmuş bir çiçektim. Özel üniversiteyi dereceyle kazanarak robotik mühendisliği bölümünde, ikinci sınıfta okuyordum. Hayatta en parlak dönemlerimdi. Kendi ellerimle, dünyamı karanlığa boyarken aldığım bütün yanlış kararlar yavaş yavaş ışığımı söndürdü.
Annem mükemmeliyetçi bir rektör ve babam adliyede memurdu. Ve benim geleceğim için bütün desteklerini hiç kısıtlamadan ayaklarımın altına sermişlerdi. İkisi de emeklerinin karşılığını aldıkları için çok mutlulardı. Evleneceğim diye ailemin karşısına, elini sıkı sıkıya tuttuğum adamı yanımda görene dek ailecek çok huzurluyduk.
Çevremde çok sevilen, etrafından asla arkadaş, dost ve akraba eksik olmayan biriydim. Üniversitedeki yakın arkadaşlarım, o zamanlar benimle vakit geçirmek için adeta yarışırlardı. Taa ki ona kadar.
Yine kızlı erkekli karışık grubumuzla sinemaya gitmek için sözleşmişken onu gördüm. Açtığı kaportanın içinden eğilmiş bedenini doğrulttuktan sonra yanındaki gencin birinden aldığı, soğuk su şişesini önce dudaklarına yasladı. Kana kana içtikten sonra şişenin içinde kalanını, tepesinden aşağı döküp başını, sağa sola salladığında, biscolata reklamı izliyor gibiydim. Üstelik sadece izlemekle kalmadım.
Yakın arkadaşlarıma bir açıklama bile yapmadan koşar adımlarla, aklımı başımdan alan o gence doğru yürüdüm. Arkamdan ismimi çağıran dostlarıma dönüp bakmadım bile. Heyecan dört bir yanımı kuşatmışken ellerim, bedenim hunharca titrerken beni deliler gibi uyaran mantığımın hepten sesini keserek kalbimin bencil isteklerine köle gibi boyun eğdim. İlk boyun eğişim böyle başlamıştı. Sonra... Sonra hiç sonu gelmedi.
"Merhaba... Ben Ahu..." Titreyen sesimle zar zor bir araya getirdiğim, kelimelerden sonra heyecanla ne diyeceğini bekledim. Başımdan ayaklarıma dek merakla ve ilgiyle süzülüşümü,p sabırla bekledim. Ellerine bulaşmış araba yağını, tüle benzer bir beze silerken onunla konuşma çabama hiç şaşırmamış gibiydi. Yakışıklıydı ve bunun farkındaydı.
Tanışma hevesi ile dolu olduğum bu özel anı, defalarca kez yaşadığını hissettim. Ve bu biraz modumu düşürürken mantığım bas bas bağırıyordu. Bir bahane bul ve arkana bakmadan kaç kızım, bu adam çapkın, bu adam bizi üzer. Hatta ezer de geçer diyordu. Lakin kalbim burun kıvırdı, beğenmiş ilgili bakışlarının yüzümde ve bedenimde gezişinin hiç kopmayışı, bana kör bir cesaret veriyordu.
Ellerini üsküpüye silmeyi nihayet bitirdiğinde, parmaklarına ve tırnak aralarına yapışmış yağlar bir nebzecik temizlenebilmişti. Tokalaşmak için elini elbette uzatmadı. Göğsümde sıkıca tuttuğum kitaplarımdan ve heyecanın tatlı endişesinden ben elimi uzatmayı unutmuştum çünkü. Sadece "Harun." Dedi. Bakışları ne tepki vereceğimi ölçüyordu.
Açık kaputa uzanıp kapattı ve elindeki kirlemiş bezi, arabanın üzerine rastgele fırlattı. Panikledim çünkü işi bitmiş gidecek gibiydi. Telaşla ve mahçupça "Sadece tanışmak istemiştim." Derken sesim sonlara doğru kırılmış ve azalmıştı. Konuşmak için dudaklarını araladığında, araya giren başka birisi oldu.
"Hey, o pis şeyi, mükemmel arabamın üzerine atamazsın. O kirli bezi oradan al hemen!" Bizim okul zenginlerin okuluydu ve baba parasıyla övünüp insan geçinen bir sürü silik kişilik vardı. Harun duyduğu laflardan sonra bayık gözlerle kendisini uyaran gence baktı.
Uyuz hareketlerle kaputu tekrar açıp bir kaç kabloyu ve boruyu, sertçe çekerken ellerinin yeniden yağ olmasını hiç umursamadı. "Öyle mi küçük bey? O zaman yaptığım işlemi, geri alıyorum. Sen, başının çaresine bakarsın artık." Umursamazca pasparlak beyaz kaputa birazcık özenle, iki elinin yağını arabanın üzerine bir güzel yedirdi.
Bir ressammışta şahaser yaratmış gibi eserine biraz geri çekilerek baktı. "Hah! Şimdi kıytırık araban bir şeye benzedi." Dedikten sonra hiçbir şey olmamış gibi bize arkasını dönerek yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Ben mi? Şaşkınlıkla olanı biteni izlerken donmuş gibiydim. Okuldaki zibidi de ağzı bir karış açık kalmış, Harun'un yaptıklarını dehşetle izlerken yaptıklarını fark etmesiyle, resmen uluyarak "Seni şikayet edeceğim! Göreceksin! Bu yaptığını ödeteceğim!" Bize arkasını dönük yavaş adımlarla yürümeye devam eden Harun, bu sözlerden sonra zınk diye durdu.
Eyvah! Kavga çıkacak derken. O tatlı heyecan uçup gitmiş yerine gergin bir bekleyiş başlamıştı. Bize döndü. Bana baktı. İşaret parmağı beni işaret ederken "Konuşmamız yarım kalmıştı, sen gelmiyor musun?" Bana mı diyordu? Evet bana diyordu. Tehtid edilmesine rağmen yanımdaki zengin bebesini yokmuş gibi davranarak ezdi.
Büyülenmiş gibiydim. Düşünemiyordum. Adımlarım ona yürürken bakışlarımız birbirinden ayrılmadı. Ve bizim özellikle de benim kırık hikayem tam olarak burada başladı. Okula yakın parkın çay bahçesine yürürken okuduğum bölümü sordu. Ben geldiğimiz yere bakarken bir yandan sorularına cevap veriyordum.
Maddi açıdan pek sıkıntım olmadığından en marka cafelerde, adı zor telaffuz edilen kahvelerden içmeye alışıkken çaya davet edilmeyi elbette mi beklemiyordum. Ha, bu arada kesinlikle küçümsemiyordum. Sadece alıştığım düzen daha rahat olduğu için kendime şaşırıyordum.
Önümüze konulan çaylardan sonra sıcak bir sohbet başladı. Ailemi sordu, beni kendince tanımaya çalıştı. Bende merakla onu tanımaya çalıştım. Babasının tamirhanesinde çalışıyordu. İşini seviyor gibiydi anlatışından bunu çıkardım. Bilemiyorum, o anlarda, özelikle onunlayken beynimi bir yerlerde unutmuş olmalıyım ki sorgulamadan her söylenilene inanmayı seçiyordum. Sık sık okuluma gelerek buluşma randevularını karşılıklı abarttık.
Beraberken çok mutluyduk her şey gayet güzel gidiyordu. Ondan başka gözüm hiç bir şey görmediğinden önce okul arkadaşlarımı boşladım hatta iyiliğim için beni uyardıklarında, kıskanıyorsunuz diyerek tersledim ve yüzlerine bile bakmadım. Birer birer uzaklaştılar benden. Ama o varsa kimseye ihtiyacım yokmuş gibiydi.
Bir müddet sonra derslerime odaklanamadım çünkü hayallerimde beni asla yalnız bırakmayan Harun, elinde sade bir yüzükle gelip bana evlenme teklifi etmişti. "Evlen benimle Ahu..." Diz çökmemiş, süpriz yapmamış dümdüz bir evlilik teklifiydi bu.
Yalnız benim için çok yeterliydi. Uçuş uçuş hissediyordum, bağırarak şarkılar söylemek herkese çok mutlu olduğumu anlatmak istiyordum. Arkadaşlarıma sevincimi paylaşmak için yaklaştığımda işler umduğum gibi gitmedi. Sıcaklık ılımış hatta soğumuştu. Dostluk kahvemiz deyimi yerindeyse buz gibi olmuştu. Eski ben düzeltmek için elinden geleni yapardı ama ben yine görmezden gelmeyi seçerek sadece ona odaklandım.
Başlarda çay bahçesinde geçen buluşmalar, benim isteğimle, marka kafelere yönelince, Harun başta itiraz etse de evleneceğiz diyerek ona pek hesap ödetmedim. Harun bu ışıltılı kafelerde sanki daha mutluydu ve daha bir üstüme düşüyor, beni ilgiye boğuyordu. Aldığı güler yüzlü hizmet ve zengin kesimin dikkatini çekmek çok hoşuna gitmiş gibiydi. Ve evliliği hızlandırmak için çok ısrarcıydı.
Harun ailemle tanışmak için can atıyor, sürekli bunun için çabalıyor ve sorup duruyordu. Ama biliyordum, ailem bu evliliği asla onaylamayacaktı. Hem baba hem anne tarafı olan dedemlerden gelen toprak ve gayri menkul zenginliğinden dolayı Harun'a karşı çıkacaklarını hissediyordum. Öyle de oldu.
İlk anlattığımda annem küplere bindi, delirmiş olduğumu düşünerek doktora götürmek istedi. Çünkü eskisi kadar derslerime önem vermediğimi, özenle takip eden annem için bu son noktaydı. Babam bol keseden verdiği harçlıkları kesti. Gerek ceza ile gerek tatlı dillerle, beni evlilik fikrinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Fakat ben her zaman uysal olan zavallı ben, dik başlılık ederek bütün uyarıları masal dinler gibi geçiştirdim.
Harun'un coşan hormonları konusunda, şükürler olsun ki deli gibi yırtınan mantığımı dinleyebildim. Sadece o konuda salağa yatmamayı becerebildim. Yoksa işler daha ne kadar kötüye gider düşünmek bile istemiyordum. Okulu sırf onu görmek için ekmeye başladığım ilk zamanlarda, beni sanayiye götürmek istedi. Kimsenin olmadığını, rahatça yabancı gözler üzerimizde olmadan hasret gidermek istediğini söylediğinde, kabul etmedim. Bozuldu... Ben ise tatlı bir dil ile ve cilveyle, onu şehrin en meşhur mekanına götüreceğimi söyleyerek kandırmak zorunda kaldım.
Hesaba katmadığım en önemli şey ise harçlıklarımın kesildiğini unutup o lüks mekana güle oynaya gitmekti. Bol sıfırlı hesap önümüze gelince, bende kıvranmalar başlayınca, Harun duruma mecburen el atmak zorunda kaldı. Cüzdanımı unutmuşum yalanına gönülden inandı. Elbette o an bana pek çaktırmamaya çalışsa da çok üzülerek belki de iki haftalık kazancını, elleri titreyerek o defterin içine bıraktı. O anda da ben sadece mahçup olmakla meşgul olduğumdan Harun'un aslında içten içe gösterdiği işaretleri göremedim. Söylediğim yalanların boynuma dolanması yakın oldukça yalanlar üzerine yalanlar söyledim.
O gün beni eve götürmek için üsteledi, ödediği yüklü hesabın azıcık karşılığını almak istedi. O an böyle düşünmedim, onu etkiliyor olmak gururumu okşadı ve umursamazca teklifini duymazlıktan geldim. Harun'un ilk patlaması da işte o gün oldu. "Ne ailenle tanıştırmaya yanaşıyorsun ne de seni koklayıp öpmeme izin veriyorsun! Benimle oyun mu oynuyorsun, gönül eğlendirip alay mı ediyorsun? Çok eğlendirebiliyor muyum bari? Buna bir karar ver öyle görüşelim!" Diyerek beni, mal gibi yolun ortasında indirdi.
Yanımda para da olmayınca tabanlara kuvvet diyerek evin yolunu buldum. Tam iki hafta ona ulaşamadım, alıştığım bir şeyler elimden kayıp gidecekmiş gibi hissetmek beni panikletti. Bu üzüntüyle, yemeden içmeden kesildim. Ailemi bu süreçte çok hırpaladım ve saygısızlık üstüne saygısızlık ekledim.
Dedemler, teyzemler ve amcalar benim için toplandıklarında hepsine sevgime inanmadıkları için bilendim. Onları en kanayan yaralarından vurdum. Harun'un benden uzaklaşmasının nedeni sadece onlarmış gibi faturayı, onlara keserek bütün hıncımla, hırçınlaşarak önüme gelen iyi niyetli akrabalarımın kalbini acımasızca kırdım.
Kimini çocuklarından vurdum, kimini yavaş yavaş onu terk eden sağlığından ve gelenek gibi günümüze dek süregelen görücü usulü, mecbur evliliklerinin hiç inandırıcı olmadığını söyledim. Annemin ve babamın, akraba bağlarını geri dönülmez zararlar vererek ilişkileri iyice gerdim.
İçimden bambaşka birisi çıkmıştı sanki. Annem tüm bu olanlardan sonra benden ilk kez utandığını ve özür dilemem gerektiğini söylediğinde çıldırdım. Harun, ne aramalarıma ne de mesajlarıma dönmediği için özür bile dilememe izin vermediği için bütün yakınlarımın maalesef bir özrü onun kadar hakettiklerini düşünmüyordum. Babam evlatlıktan reddetme derecesine gelince, kapana kısmış fare gibi saldırmaya ve kalp kırmaya devam ettim. Ve o gün bir karar verdim. Sevgimin peşinden koşacak ve bundan asla ama asla pişmanlık duymayacaktım. Yalanlarla kurduğum düzen, başıma yıkılınca, aklım başına gelecekti ama her şey için çok ama çok geçti.
Sabahı zor edip en güzel kıyafetlerimi özenle giyerek Harun'un defalarca davet ettiği ama asla kabul etmediğim, tamirhanesinin önünde buldum kendimi. Üstü başı yağ olmuş sevdiğime koşarak sarıldığımda açık renk kıyafetimin kirlenmesini bile önemsemedim.
"Özür dilerim... Çok özür dilerim. Evlenelim! Hatta bana inanmıyorsan hemen gün almaya gidelim. Senden başka hiçbir şeyin önemi yok."