"Adama öyle size de kokmuştur şimdi diyip elinin ucuyla ikram etmek yok Hazal. Geçeceksin karşısına; delikanlı gibi, adam gibi, errrrkek gibi (!) ben size aşık oldum diyerek vereceksin."
Son cümleye kadar dikkatle dinlediğim Nehir'in kafasına, duyduklarımdan sonra bir tane indirmekte herhangi bir sakınca görmüyorum. Allah insanı bu kızın diline düşürmesin, o koca koca gökdelenlerden düşseydim şunun diline düşeceğime.
"Seni dokuz ay karnında taşıyan teyzemin emeklerine üzülüyorum sadece." Ah Handantoşum, bunu doğuracağına taş mı doğursaydın acaba?
"Tamam, tamam kızma. Yavrum ama gidip de kafasına atma adamın, madem kırıldığını düşünüyorsun onun için yaptığını bilmesine izin ver en azından. Melamin olsa dayanmazdı Hazal, Allah aşkına. "
Saklama kabının içindeki minik pizzalarıma sarılırken kafamı sallıyorum. Ne hallere düştük? Sonra kendi masama gitmek için, "Ali'ye selam söyle!" diyerek ayrılıyorum teyzemin çürük mahsulünden. Bir de benimle dalga geçiyor, haspam. İnsanın yuvasının mimarına hiç mi saygısı olmaz?
Uğur'un gelişi hariç dünkü kahvaltı çok iyi geçince, ki burayı biraz açmaktan onur duyarım. Ali'nin kapıyı bizim kız açtığında birkaç dakika mavi ekran vermesinden, Nehir'in yaptığı poğaçaları annesininkilerden bile çok beğenmesinden bahsediyorum. Yetmediyse şunu da söylemek isterim, Nehir'i sen seversin diyip çarşamba akşamı müzikale davet etti. Bu kulaklar bunları duydu ya, çok şükür! Sonra yok elimde fazla bilet var da bilmem ne diye geveledi bir şeyler ama. Ben, sen gelir misin Nehir'den sonrasını dinledim mi hiç acaba damat bey?
Burada yüzde yetmiş seviyelerinde bir yüklenme oranı görünce ve Nehir dün gece de bende kalınca, patır kütür döküldüm. Bir tanem, can içim(!) de sağ olsun anlayışlardan bir demet olduğu için, cümlelerini sivriltti de sivriltti. Mesajların hiçbirine mi cevap vermemişim? Soyunma kabinlerinin orada teşekkür ederim ilginiz için mi demişim, ben!? Bir Ömer Bey mi sığmamış koskoca eve? Öyle ölmem kuzen, kalbime sapladıktan sonra bir tur da içeride döndürseydin ya. He onu da yaptın zaten, peki.
Sonuç olarak Ömer Bey'e aşık olmadığıma, onu sadece "insan" olarak sevdiğime karar verdikten hemen sonra oturduk pizza yaptık. Emre, Emir, Ege; hepsinde pizzayla hataları telafi etme işe yaradı şimdiye kadar. Darısı Ömer Bey'in başına.
Masama ulaşınca elimdeki kabı ve çantamı bırakıyorum önce, hazırım. Saklama kabını tekrar elime alıyorum, tam kapalı kapıya doğru gidecekken vazgeçiyorum. Değilim, dur önce bir tuvalete gideyim. Kabı tekrar masama bırakıp kadınlar tuvaletinde, zaten düzgün olan üstümü başımı düzeltiyorum. Tamam canım, yeter artık. Ne bu şovlar böyle, Hazal Aymaz?
Hazır kimse ortada yokken bu işi halletmek için tekrar kapıya adımlıyorum. Kısa bir an içeriden kahkaha sesleri duyduğumu sanıyorum ama, bu saat, Ömer Bey ve kahkaha çok saçma geliyor. Kapıyı tıklatıp kabı arkama alıyorum.
"Gelebilirsiniz." diyen Ömer Bey'in neşeli sesi ile doğru sandığımı anlıyorum. Allah Allah? Kapıyı içeri geçmek niyetiyle açsam da eşikten öteye gidemiyorum. Ömer Bey ve aşırı güzel bir kadın karşılıklı oturmuş gülüyorlar gerçekten. Önlerinde çaylar, peynirler, simitler. Hay maşallah!
"Hazal, sen miydin? Gel, lütfen." diyor Ömer Bey hafifçe doğrulurken. Elimdeki kabı iyice arkama saklıyorum.
"Merhaba, Ömer Bey. Ben yarınki testlerle ilgili bir şey soracaktım ama aciliyeti yok." Kısa bir an duraksıyorum ki kaçar gibi gitmeyeyim. Kaçamamanın bu kadar zor olması ne tuhaf, öylece duruyorum halbuki.
"Kısa bir şeyse dinleyebilirim." Olmayan bir şey olduğu için dinleyemezsiniz.
"Çok önemli değildi aslında. Toplantıda konuşuruz artık, bölmeyeyim kahvaltınızı. Afiyet olsun." Hem Ömer Bey ile hem yanındaki kadınla göz teması kurarken gülümsemeyi ihmal etmiyorum. Onlar teşekkür ettikten sonra geldiğim gibi çıkıyorum odadan.
Yok artık, çocuk gibi ağlamayacaksın inşallah Hazal! Nehir'in yanı çok kalabalık, buraya her an Alp gelebilir, Uğur'u söylemiyorum bile, İdris abi. İdris abi olur. Elimdeki kaba iyice sarılırken hızlı hızlı yürüyorum asansörlere. Canım İdris abimi, adamın dibi olduğu için, aslanlar gibi tek başına kaldırıma oturmuş sigara içerken buluyorum. Yanına çökerken bir an bile düşünmüyorum,
"Günaydın, İdris reis."
"Kız, önden de mi püsküller bıraktın? İyice ufalmışsın böyle." Hayır, yukarıda gördüğüm dünyanın sekizinci harikasıyla kıyaslamıyorum asla kendimi. Onun yanında beş yaşında kız gibi falan da kalmıyorum.
"Çok mu kötü olmuş?" Yalan söyle İdris abi, sen söyle söz ben inanacağım.
"Kalbi güzel olanın sıfatı kötü olur mu hiç? Güzel olmuş tabi, sen yengene söyleme yine de. Biraz kiskanç." derken on sekizlik oğlanlar gibi gülüyor. Ulan aşka bak sen, İdris abiyi bile pamuk şekere çevirebiliyor. Ben de onunla birlikte gülüyorum.
"Söylemem." dedikten sonra göz kırpıyorum. Kucağımdaki saklama kabının kapağını açıp ona uzatacakken aklıma gelenle geri basıyorum.
"Çok güzel pizza yaptım, ister misin?"
"Eh, ver oradan bir tane." diye uzanacakken kabı diğer tarafıma alıyorum. Cık.
"Sen de bir dal verirsen, neden olmasın?"
"Körpecik ciğerlerine yazık." Kıyanlar kıydı bize be İdris abi.
"İşine gelirse, mis gibi de kokuyor ama sen bilirsin." Blöfümü yediğinden değil de ihtiyacımı gördüğünden bir dal uzatıyor. Ben de pazarlığın umurumda olmadığını dakika bir gol bir tüm kabı kucağına bırakırken gösteriyorum zaten.
En son lisede tuvalette içerdik şu mereti be. Ciğerlerime çektiğim duman hiçbir işe yaramıyor ama orada öylece İdris abiyle oturmak iyi geliyor. İdris abi bana torunun fotoğraflarını gösterirken duyduğumuz korna sesiyle başımızı kaldırıyoruz. Ömer Bey, Mercedes-G'sinin içerisindeki güzel misafirinin arkasından el sallıyor.
Aşağılara kadar inilip uğurlanacak kadar önemli misafirine bakarken adama kızmayı bırakıyorum. Haklı. Kadın zaten kızılamayacak kadar güzel, üstelik sayesinde bu sabah rezil olmaktan kurtuldum. Yok efendim, Ömer Bey bana kırgınmışmış. He Hazal, adam böyle küs yapmış eliyle git boz da barışın. Salağım ben ya, hem de akıllı diye geçinen salaklardan. Kötünün de kötüsü.
Artık İdris abiyle nasıl bir bakıyorsak Ömer Bey fark ediyor bizi, ben geçer gider sanıyorum ama o yanımıza doğru geliyor. İdris abi de onu fark edince ayaklanıyor. Ben istifimi bozmayı düşünmüyorum ama öyle bir bakıyor ki benden tarafa, gözlerinde kısa bir an annemi görüyorum. Hoş geldiniz desene misafirlerimize Hazal.
Ben de ayaklanıyorum.
"Selamun Aleyküm İdris abi. Merhaba Hazal."
"Aleyküm Selam Ömer Bey, nasılsınız?" İdris abi cevap veriyor nasılsa diye ben sadece sessiz bir baş hareketiyle alıyorum selamını. Adam olana çok bile.
"İyiyim teşekkür ederim, sen nasılsın abi?"
"İyiyim ben de şükür, sigara molasındaydım." Açıklama yapma şu adama mahcup mahcup İdris abi. Kendisi yukarılarda elin kadınlarıyla kahvaltı yapmayı biliyor. Hem de mesai saatlerinde, o kazandığı haram olabilir haberi olsun...
"İyi yapmışsın abi, sen de mi sigara molasındaydın Hazal?" Refleks olarak aşağı aldığım, elimde tüten sigaraya bakıyor. İdris abi bir müsaade etse konuşacağım aslında bu kez ama, yine etmiyor.
"O içmaz normalde Ömer Bey ama bugünlük bir şey, değil mi kız püsküllü?"
"Öyle İdris abi, neyse ben döneyim artık yerime. Sağ olasın." derken elimdeki dalı gösterip son nefesi içime çekiyorum.
"Görüşürüz Ömer Bey." Onları geride bırakıp tam uzaklaşacakken İdris abi yine sesleniyor,
"Bunları almayacak mısın?" Müsait bir çöpe atarsın abi kalanı diyemiyorum, nimet sonuçta.
"Kalsın abi, herkes diyetteymiş o yüzden kızdılar bana. Sen diğer arkadaşlara da verirsin olur mu?"
"E iyi madem, eline sağlık. Sonra uğra kabını al ama."
"Tamamdır abi, kolay gelsin."
Daha beş adım atamadan Ömer Bey'in de İdris abiyle vedalaştığını duyuyorum. Sonra da hızlanıp beni yakalıyor, bir süre konuşmadan yan yana yürüyoruz.
"Birlikte kahvaltı yapmak için mi uğramıştın?" Cümlesiyle birlikte ağzım hayretle açılıyor. Yavaşlayan adımlarımı tekrar eski temposuna döndürürken yüzüne bakmıyorum.
"Yarınki test ile ilgili..." Cümlem Ömer Bey'in kolumu tutmasıyla yarım kalıyor.
"Hazal, lütfen..."
Beni ateşlerden "Günaydın Ömer'ciğim." diyen Mehmet Akif Bey kurtarıyor, Allah razı olsun. Ömer Bey; duyduğu sesle kolumu bırakıp Yönetim Kurulu üyemiz, mübarek insan Mehmet Akif Bey'e dönüyor.
"Günaydın Mehmet Akif Bey. Nasılsınız?"
"İyiyim iyiyim, sen nasılsın? Size de günaydın." diyerek bir yandan da bana bakıyor, hafifçe gülümsüyorum.
"Ben de iyiyim, teşekkür ederim."
"Vaktin varsa birlikte yürüyelim, son anlattığınız projeyle ilgili birkaç nokta kafama yatmadı."
Kısa bir an bana kayıyor Ömer Bey'in bakışları, hayır diyemez. "Olur tabi."
Bana müsaade o zaman, "İyi çalışmalar Mehmet Akif Bey, Ömer Bey." Onları arkamda bırakıp yürümeye devam ediyorum.
"Hazal?" Aaa delirdi adam. Edebimle döneyim bari,
"Efendim Ömer Bey?"
"Toplantıdan önce mutlaka konuşalım yarınki testleri." Çok beklersin cicim, sen git kahvaltı yap tanımadığım kadınlarla. Onlarla konuş.
"Tabi." Bu kez çalı çırpıyla yollara Hazal yazıp yaksan durmam haberin olsun, Ömer Sancaktar.
Masasında oturur vaziyette bulduğum Alp'e, Nehir'lerle toplantım olduğunu söyleyip tası tarağı toplayıp kuzenimin yanına gidiyorum. Nehir başta şaşırsa da diğerleri bir şey çakmadan toparlıyor. Biz toplantıcılık oynarken Ali de teşrif ediyor. Gelirken Nehir'e de kahve almış, bunda şaşılacak bir şey yok. Ama beni görünce kendi kahvesini bana vermesi, onu gönüllerin eniştesi yapmaya yetiyor da artıyor bile. Uğraştığıma değecek sanki. Ay olabilir mi öyle bişey?!! Lütfen olsun çünkü!!!
Bir süre sonra toplantıcılık oyunumuza son verip Ali'yi sorguya çekmeye başlıyorum. Olaylar biraz tersten gidiyor bizde, önce damat yapıp sonra tanıyoruz.
"Hiç mi kardeşin yok, yazık ya?" derken buluyorum kendimi.
"Bizde var da neye yarıyor sanki Hazal? Hiç Ferhat, bir Ferhat'tan iyidir." diyor Nehir Hanım. Son kazığını henüz unutmasam da Ferhat'ı severim.
"Deme öyle kız çocuğa. İki yıl önce, boğulurken bir kez sırtıma vurmuştu benim." Göz kırpıp gülüşüyoruz.
"Yirmi bir yaşında dememiş miydin, sen Nehir? Normaldir o yaşlarda ya." Ay sen kayınbiraderini mi koruyorsun enişte bey? Bu günleri de mi görecektik? Kapının önünde bir horoz mu kessek, bir kan mı aksa ne olsa?
Çalan telefonumla kopuyorum muhabbetten, Ömer Sancaktar arıyor. Arar, o daha çok arar. Yana yakıla arar, mumla arar... Dur bakalım. Aramayı reddedip, hızlı mesajlarımdan biriyle dönüyorum.
Şu anda toplantıdayım, en kısa sürede dönüş yapacağım. 10:25
*
Toplantıya kadar asla bizim ekibin yanına gitmiyorum, öğle arasında Alp ile bile karşılaşmak istemediğim için Nehir'i şok edecek bir hareket yapıp ben tokum diyorum. Doydum sabah. Hem bu sayede, Nehir ve Ali baş başa geçiriyorlar öğle arasını. Yüzde otuz da az değil sonuçta, onu fullemek lazım.
Kuzenimin gözünün içi parlarken mutsuz kalmak gibi bir şansım olmuyor, ben de neşeleniyorum yanlarında kaldıkça. Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamıştı benimki zaten. Saçmalık. Benim için bile çok saçma oldu tüm bunlar. İnsana sevgilisi var diye de kızılmaz ki.
Ben buraya böyle saçmalıklar için gelmedim hem, işte benim geliş amacım karşımda. Mis gibi de bakışıyorlar, gülüşüyorlar. Allah çarpar, taş eder vallahi Hazal! Azgınlanma.
Bu motivasyonla gidiyorum Ömer Bey'in odasındaki ekip toplantısına, gayet de güzel bir toplantı oluyor. Ömer Bey, arada yerli yersiz kızıyor bizimkilere ama ben asla çizgimi bozmuyorum. Beni tanıyanları şaşırtacak derecede olgun davranıyorum. Kılçıksız iki saatin sonunda hepimiz odadan çıkmak üzere ayaklanıyoruz. Ama müsaade edilmiyor ki, benim hanımefendi olmama katiyen müsaade edilmiyor! Bırakın da büyüyeyim.
"Hazal, sen biraz kalır mısın lütfen?" Başka çarem varmış gibi. Konuş hadi, hadi anlat bana o kadını ne kadar sevdiğini.
"Olur, Ömer Bey." Oda boşaldığında karşımdaki sandalyeye geçip oturuyor o da.
"Sabah konuşamadık, sonrasında da Mehmet Akif Bey yüzünden yarım kaldı." Devam edecekken araya giriyorum, köprüden önce son bir çıkış varsa denemedim demem.
"Gerek kalmadı zaten Ömer Bey, konuştuk hepsini toplantıda. Benim hatam, biraz aceleci davrandım sanırım." derken gülümsüyorum. Ne kapsayıcı bir cümle kurdum öyle be? Doğruluğu üzerine Kur'an a el bassam, başım ağrımaz.
Bir şey söylemek yerine derin bir nefes alıp yanıma geliyor, "Siktiğimin testini sormuyorum, Hazal." Bu cümleyi tepemde bu denli sinirli kurmasa verecek bir cevabım olurdu muhtemelen, şu anda yok. Bu yüzden ben de ayağa kalkıyorum. Öyle hesapsız kitapsız, birden ayağa kalkınca gözleri çok yakınıma düşüyor. Bütün iç güdülerim bas bas bağırıyor, gitmeliyiz hemen!
"Benim başka bir konum yok, çıkabilir miyim artık?"
"Hazal." derken kolumdan tutuyor, yine. Ay ama, şeytan mı kaçtı bu adamın içine? Vallahi arıyorum sabahki kadını şimdi, sisters before misters.
"Ömer Bey?" Kafamı ona doğru kaldırmamı sağlayan emri ben veriyor olamam. Benim de mi içimdesin yoksa?
"Sor işte Aymaz, sor ki ben de söyleyebileyim."
"Bir sorum yok benim." Bir derin nefes daha aldıktan sonra aramızdaki, zaten yeterli olmayan mesafeyi de kapatıyor.
"Ablamdı." Ablasıymış, ablası. Kaç yaşındaydı acaba, baya da genç duruyordu? Maşallah.
"Güzelmiş." Bu mu tüm söyleyeceğin Hazal?
"Öyle." Burnu burnuma mı değdi? İçimdeki alarmlar daha da çıldırıyor: odayı terk et! İnfilak etmekten korkarak soruyorum,
"Gidebilir miyim artık?"
"İstiyorsan gidebilirsin." Söylediklerini desteklemek için kolumu serbest bıraksa da uzaklaşmıyor.
Fırsat bu fırsat mesafeyi iyice açıyorum, "İyi çalışmalar, Ömer Bey."
"Sana da Aymaz, sana da." Çıkmadan diğer merak ettiğim konuyu sormaya karar veriyorum, aniden. O kadar ısrar etti sonuçta, boşa gitmesin.
"Aslında bir şey sormak istiyordum?"
"Ne istersen?"
"Saçlarım nasıl olmuş?" Cevap vermeden önce kahkaha atıyor Ömer Bey.
"Çok yakışmış."
*
Selam,
Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımızın üzerine!
Beğenmezseniz de bir tepki verebilirsiniz, kötü eleştiriyi de edebimle kaldıracağıma söz veriyorum :)
Sevgiler, saygılar, öpücükler :*