Instgram:gecegunesi06
Toprak titremeyi bırakmadı.
Sanki ormanın kalbi, Meva’nın attığı her nefese karşılık veriyordu.
Yaratık gövdesini tamamen dışarı çıkardığında evren daha da karardı.
Karanlıktan örülmüş gibiydi kemikleri kırık bir notanın sapı gibi eğri büğrü, damarları ise zifiri bir sisle atıyordu.
Meva geri adım atınca yaratığın başı eğildi
onu takip eden bir gölge gibi.
Araf bir anda Meva’nın önüne geçti.
Omuzlarındaki gerilim, ormandaki her ağacın çatırdamasına yetecek kadar büyüktü.
Araf dişlerinin arasından
“Meva arkamdan ayrılma.”
Yaratığın ayakları toprağa her bastığında zeminde siyah çemberler oluşuyor, çemberlerin içinden gölgeli kıvılcımlar sıçrıyordu,kıvılcımların değdiği yerler alevlenip yanmaya başlıyordu.
Meva’nın kalbi hızlandı.
Nefesi göğsüne sığmıyordu.
Yaratık aniden ileri atıldı.
Araf ilk darbeyi gölgeleriyle karşılayıp yaratığı birkaç adım geri itti.
Karanlık bir kılıç gibi uzayıp yaratığın göğsüne saplandı yaratık geri sendeledi, boğuk bir çığlık attı.
Yaratık bu kez çok daha sert saldırdı.
Gölgesinden çıkan dikenler, Araf’ın omzuna ve kaburgalarına saplandı.
Araf’ın nefesi kesildi dizleri toprağa gömüldü.
Ama yine de yaratığın kolunu yakalayıp karanlık bir güçle bükerek çatırdattı.
Yaratık acıyla geriye sıçradı
Araf gerçekten ona zarar vermişti.
Ama bunun bedelini de o anda ödedi.
Yaratık yere çöktüğü anda, sırtındaki siyah damarlar ışıldadı ve patlayıcı bir dalga fırlattı. Damarların içinden çıkan siyah yogun sıvı yerlere damlıyordu.
Dalga Araf’ı yakalayarak havaya savurdu bir ağaca çarptığında göğsünden boğuk bir ses çıktı.
Meva’nın çığlığı ormanı deldi.
“Arafffff!”
Araf’ın karanlığı solmuştu.
Bir elini toprağa bastı ama bedeninin ona itaatsizlik ettiği belliydi.
Başını kaldırdığında gözlerinde hem acı hem öfke vardı.
Araf kısık bir sesle
“Meva yaklaşma sakın…”
Ama Meva zaten hareket etmiyordu.
Çünkü içinde başka bir şey kırılmıştı.
Araf’ın acı çektiğini görmek…
Ona zarar verildiğini hissetmek…
Meva’nın içindeki bir bağı, şimdiye kadar hiç uyanmamış bir yerden koparıp ortaya çıkardı.
Sanki kalbinin tam ortasında görünmez bir kapı açıldı.
Derin, sıcak ve eski bir ışık…
Yüzyıllardır Meva’nın içinden çıkmak için bekliyormuş gibi yükseldi.
Meva bilmediği bu duygulara hazır değildi korkuyordu. Engel olamadığı güç avuç içlerinde birikiyor bedeninde dolaşıyordu.
Nefesini tuttu.
Damarlarında yanmayı andıran bir ısı dolaşmaya başladı; göğsü genişledi, göz bebekleri büyüdü.
Araf’ın yüzünde, Meva’nın ışığını ilk kez gören bir şaşkınlık vardı.
Toprak ayağının altında titredi.
Saçlarının uçları, hafif bir rüzgâr yokken bile hareket etmeye başladı.
Etraflarını ince beyaz çizgiler, toz gibi parlayan ışık parçacıkları sardı.
Meva’nın avuç içleri yandı ama acı değildi bu.
Tanıdık, içgüdüsel bir güçtü.
Sanki o ışık yıllardır yalnızca onun ismini fısıldıyordu.
Gözlerinden yaş değil, ışık taşar gibi bir parıltı süzüldü.
Yaratık geri çekildi.
İlk kez korkuyordu.
Meva adım attı. Daha fazla engel olamadığı gücü serbest bıraktı.
Ve o an
ışık patladı.
Orman bembeyaz bir nefes aldı,
gökler bir anlığına açıldı,
Meva’nın ayaklarının altındaki toprak çatlayıp içinden saf bir ışık yayıldı.
Işık Meva’nın etrafında döndü, saçlarına, ellerine, nefesine doldu.
Araf hayranlıkla, yarı baygın hâlde fısıldadı:
“Meva dur kendini tüketirsin…”
Ama Meva artık korkmuyordu.
Bu güç onu yakmıyordu.
Tam tersine onu tamamlıyordu.
Patlayan ışığın sıcaklığı ormanı boydan boya yıkadı.
Yaprakların üzerindeki siyah leke anında buhar oldu hava temiz, keskin bir nefese dönüştü.
Yaratık, damarlı gövdesini geriye büküp acıyla uludu.
Işık ona değdikçe geri çekiliyor, sanki varlığı lime lime oluyordu.
Meva ışığın ortasında duruyordu.
Gölgeler üzerine dokunamıyordu yaklaşan her karanlık, onun tenine değmeden yok oluyordu.
Ama Meva’nın gözleri yaratıkta değildi.
Araf’taydı.
Araf hâlâ ağacın dibinde dizlerinin üstündeydi.
Kolları titriyor, nefesi parçalanmış gibiydi.
Ama Meva’ya bakıyordu.
Tamamen ona.
Daha önce hiçbir ışık varisinde bu denli bir güç görmemişti.
Meva hiç bir şeyin farkında değildi ama bu güç onun hem doğuşu hem yıkımı olurdu.
Işık Meva’dan bir nefes gibi yükseldi.
Omuzlarından, ellerinden, hatta gözlerinden taşan bir kararlılık vardı.
Yaratık öne atıldı.
Bu kez doğrudan Meva’ya.
Araf içgüdüsel olarak bağırdı:
“MEVA! “
Ama iş işten çoktan geçmişti.
Yaratığın dev pençesi Meva’ya ulaşmadan bir karış önce durdu.
Sanki görünmez bir duvara çarpmış gibi.
Sanki bir güç onu geri itiyordu…
Meva’nın gücü.
Hava titredi.
Yaratığın kolu ışığa değdiği anda çatlamaya başladı çatlaktan siyah dumanlar sızdı
Meva içindeki güçle ilk kez konuşur gibi hissetti.
Sanki ışık ona bir şey anlatıyor, nasıl hareket edeceğini öğretiyordu.
Avuçlarını yavaşça kaldırdı.
Işık onun hareketini takip etti.
Yaratığın geri çekilmeye çalıştığını ama kaçamadığını gördü.
Meva’nın sesi, rüzgârın içinden gelen bir tonla güçlendi:
“Benden ve ondan uzak duracaksın.”
Avuçlarından çıkan ışık bir anda genişledi.
Hem yumuşak hem de keskin bir güç su gibi ama ateş gibi.
O kadar parlaktı ki gölgeler bile korkudan saklandı.
Işık yaratığa çarptı.
Gövdesi ikiye bölünmüş gibi geriye savruldu.
Siyah kemikleri çatırdadı içindeki karanlık, kül misali uçuştu.
Siyah gök, bir anlığına Meva’nın ışığıyla aydınlandı.
Yaratık sendeledi, yere çöktü, ama tamamen yok olmadı.
Nemli toprağa saplanmış hâlde hırlıyor, yeniden toparlanmaya çalışıyordu.
Meva olduğu yerde durdu.
Göğsü hızla inip kalkıyor, ışığı biraz zayıflıyordu.
Güç, bedeninin içinden akarken hem tanıdık hem yabancıydı.
Hem ona aitti
hem de onu çoktan ele geçirmiş gibiydi.
Araf, hâlâ dizlerinin üzerinde, ona bakıyordu
Bakışında korku yoktu.
Hayranlık vardı.
Endişe vardı.
Ve Meva’nın daha önce hiç görmediği bir sıcaklık vardı.
Araf ellerini toprağa bastı, ayağa kalkmaya çalıştı.
Bedeninin buna hazır olmadığı belliydi ama yine de boyun eğmedi.
Bir adım atınca nefesi kesildi, ama durmadı.
Araf kısık bir sesle;
“Meva ışığı kontrol etmeyi öğrenmen gerek
Yoksa seni yakar.”
Meva gözlerini kapattı, nefesini sabitledi.
Işık yavaşça tenine çekildi saçlarının ucundaki parıltılar soldu.
Ama yaratıktan gelen ağır hırlama hâlâ devam ediyordu.
Henüz bitmemişti.
Araf ellerini toprağa bastı, ayağa kalkmaya çalıştı.
Bir adım atınca nefesi kesildi, ama durmadı, sendeleyerek onun yanına geldi.
Meva’nın omzuna dokunduğu anda, ışık hafifçe titredi ama onu yakmadı.
Araf’ın dokunuşu, ışığın onu kabul ettiğini hissettiriyordu.
Araf nefes nefese fısıldadı:
“Bitmedi, Meva.
O hâlâ seni istiyor.”
Meva başını kaldırdı.
Gözlerinde korku yoktu artık.
Yerine karar vardı.
“O zaman bu kez birlikte bitireceğiz.”
Araf’ın gözleri büyüdü.
Sanki ilk kez biri onunla savaşmaya hazırdı.
Sanki ilk kez yalnız değildi.
Yaratık ikinci kez doğrulurken, omuzlarından şelale gibi akan siyah kandan küçük yaratıklar doğuyordu, Meva ve Araf omuz omuza durdu.
Araf karanlığını kaldırdı.
Meva ışığını.
Ve iki güç yüzyıllardır ilk kez aynı noktada buluştu.
Kırılmaya hazır bir dünya onların nefesini bekliyordu.
Ama Meva artık duyamıyordu.
Kalbinin tam ortasında, sanki görünmez bir mühür açıldı.
O an ormanın üzerindeki tüm ışık, tüm nefes, tüm titreşim ona akıyormuş gibi oldu.
Avuçlarının içi yandı.
Bembeyaz bir çizgi belirdi önce ince bir kıvılcım, sonra tanıdık bir form
Hayat Ağacı’nın sembolü.
Kökleri bile titreşen ışık ağacı, Meva’nın ellerinden yükseldi dalları havada kıvrıldı, büyüdü, genişledi.
Ve o dallar rüzgâr değil, kader tarafından yönlendiriliyormuş gibi yaratığa doğru uzandı.
Yaratık bir an duraksadı.
Gözlerindeki karanlık titredi.
Sonra..
IŞIK, DALLAR HALİNDE ONU DELİP GEÇTİ.
Sanki göğsüne göklerin kendisi saplanmıştı.
Canavar geri savruldu çığlığı ormanın içini kesen bir metal sesi gibiydi.
Gövdesinden karanlık duman boşaldı, boğuk bir hırıltıyla sendeledi.
Araf şaşkınlıkla Meva’ya baktı hem korkuyla, hem hayranlıkla, hem de tarif edemediği bir endişeyle.
Yaratık dizlerinin üzerine çöktü.
Çatlak zırhından ışık sızıyordu içindeki gölge çökmüştü.
Bir adım geri, bir adım daha ve karanlığın içine doğru ağır yaralı şekilde geri çekilmeye başladı.
Meva’nın ışığı hâlâ yanıyordu ama bedeni!
Organları bile sanki ağırlık değiştirmiş gibi birden çöktü.
Ağaç sembolünün dalları yavaşça söndü, parçalanır gibi havaya karıştı.
Meva’nın dizleri boşaldı.
Başını kaldırmak istedi ama görüşü bulanıktı dünya ikiye, üçe bölünüyordu.
Araf’ın sesi çok uzaktan geliyordu artık.
“Meva beni duyuyor musun? Meva!
Ama Meva hiçbir şey duyamadan, aşırı güç bedenini tüketmiş şekilde…
Araf’ın kollarına doğru bayıldı.
Araf, Meva’nın bilinci gidince onu tam zamanında tuttu.
Kollarına düşen ağırlık hafif değildi sanki Meva’nın tüm gücü bedeninden çıkmış, geriye yalnızca buz gibi bir kabuk kalmıştı. Araf onu göğsüne çektiğinde, kendi nefesi bile sarsıldı.
Toprak hâlâ Meva’nın gücünün yankısıyla titreşiyordu.
Işık dallarının saplandığı yerlerde siyah duman hâlâ göğe doğru kıvrılıyor, orman ilk kez Meva’dan korkuyormuş gibi sessizleşiyordu.
Araf dişlerini sıktı.
Onu böyle kullanmasını istemiyordu.
Bu gücün onu tüketmesini.
Bu bedeli ödemesini…
Buna tahammülü yoktu.
Ama Meva’nın başı göğsüne düşünce içindeki kırılma, gölgeleri bile titretti.
Araf fısıltıya yakın bir sesle konuştu;
“ Kendini tüketmene bir daha izin vermeyeceğim.”
Meva’nın yanaklarına düşen saçlarını hafifçe araladı. Teninin rengi neredeyse transparan bir beyaza dönmüştü. Göz kapaklarının altında minik titremeler vardı beden hâlâ savaşın şokunu yaşıyordu.
Araf bir elini Meva’nın sırtına, diğerini dizlerinin altına yerleştirip onu tamamen kucakladı.
Gölgeleri, sanki sahibinin öfkesini hissediyormuş gibi dalgalandı.
Araf yaratığın uzaklaştığı karanlığa baktı.
Yaratık hâlâ oradaydı ölmemişti.
Sadece geri çekilmişti.
Ve bu, çok daha kötüydü.
Avcı geri dönecekti.
Hem de daha da güçlenerek.
Araf kendi kendine mırıldandı:
“Bu savaş bitmedi.”
Sonra başını Meva’ya eğdi, sesi bir kez daha yumuşadı.
“Önce seni güvenli bir yere götürmem gerekiyor.”
Araf, ormanın derinliğine doğru adım attı.
Karanlık onun etrafında yol açtı, ağaçlar geri çekildi, sis ayrıldı.
Ama her adımında Meva’nın nefesi daha da hafifliyordu.
Bir noktada durdu.
Onu daha sıkı sardı.
Araf’ın içinde, kelimeye sığmayan bir korku vardı yıllarca gölgelerle yürüyen adam, ilk kez böyle bir korku hissediyordu.
Fısıldadı:
“Meva… lütfen.”
Meva cevap vermedi.
Ama dudağının kenarı, çok hafif neredeyse var olmayan bir titreşimle kıpırdadı.
Araf bunu görünce derin bir nefes aldı.
Onu kaybetmeyecekti.
Kehanet, avcı, gölge ne olursa olsun.
Onu bırakmayacaktı.
Ve gölgeler, sahibinin kararını duyunca ağır bir uğultuyla etraflarında kapandı.
Araf, Meva’yı kollarında taşıyarak karanlığın içine doğru ilerlemeye başladı.
Araf ormanın içinden ilerledikçe, gölgeler ona yol açmaya devam etti.
Ama yol ne kadar açılırsa açılsın, taşıdığı yükün ağırlığı omuzlarını daha fazla çökertiyor gibiydi.
Meva’nın başı göğsünde hareketsizdi.
Nefesi ince bir çizgiye dönüşmüştü sanki her nefes daha da zorlaşıyor, derinliğini kaybediyordu.
Araf’ın çene hattı sertleşti.
Meva böyle solmamalıydı.
Karanlığın içindeki büyü, Araf’a usulca yaklaşarak konuşur gibi oldu hafif bir uğultu, “Daha hızlı” dercesine.
Araf adımlarını hızlandırdı.
Ağaçların gövdeleri siyaha döndü, sis daha yoğunlaştı; ve karanlığın içinden dev bir yapı yavaş yavaş belirdi.
Beyaz Krallık’ın tapınakları gibi parlak değildi.
Ama kendi ihtişamı vardı
Siyah taştan örülmüş dev sütunlar,tavanından sarkan solgun ışık küreleri,duvarlarda kıvrılan eski rünler,ve merkezde asılı duran, gölgeyle ışık arasındaki dengeyi temsil eden çift yapraklı bir sembol.
Araf kapıdan içeri girdiğinde gölge kapılar kendi kendine kapanarak karanlığı susturdu.
Tapınak, onun dönüşünü tanımıştı.
Araf Meva’yı taş bir yatağın üzerine dikkatlice yatırdı.
Taş soğuktu ama altındaki rünler Meva dokununca solgun bir ışıkla yanmaya başladı.
Araf’ın göğsü bir anlığına rahatladı tapınak onu kabul ediyordu.
Araf Meva’nın yanına diz çöktü. Parmaklarıyla Meva’nın buz kesmiş elini tuttu.
“Meva beni duyabiliyor musun?”
Meva’nın kirpikleri titredi titredi ama gözleri açılmadı.
Araf’ın gözleri karardı bu kararma öfke değil, çaresizlikten doğan bir uğultuydu.
Bir an durdu.
Seni koruyamadım.”
Araf, elini Meva’nın göğüs hizasına kaldırdı.
Gölge, bir nefes gibi avucunda toplandı.
Ama hiçbir şey yapmadan önce durdu çünkü dokunduğu an, Meva’nın ışığı tepki verebilirdi.
Ve o, Meva’ya zarar verecek en küçük ihtimali bile göze alamazdı.
Araf alnını Meva’nın eline yaklaştırdı gözlerini kapatıp kendi gücünden ona aktarmaya çalışıyordu kısık bir sesle
“Hayatta kal. Her şey benden gidebilir… ama sen gidemezsin.”
Tapınağın duvarlarında hafif bir uğultu yükseldi.
Rünler birer birer parlamaya başladı.
Meva’nın tenine beyaz bir titreşim yayıldı güç geri dönmeye çalışıyordu.
Ama bu güç keskin, kırılgan bedel ödeten bir güçtü.
Araf, Meva’ya yaklaşan bu ışığın her dalgasını kendi gölgesiyle yumuşattı.
O anda Meva’nın nefesi aniden kesildi sonra yeniden geldi, ama çok zayıf bir şekilde.
Araf hemen doğruldu.
“Tamam tamam. Buradasın.”
Ama Meva hâlâ uyanmadı.
Araf, Meva’nın saçlarını nazikçe yüzünden çekti.
Kendi kendine konuşur gibi, ama Meva’ya duyurmak ister gibi fısıldadı:
Araf:
“Avcı geri dönecek. Bunun farkındayım.
Ama önce seni geri getireceğim.
Sen gözlerini açmadan hiçbir şey başlayamaz.”
Tapınağın solgun ışıkları, ikisinin üzerine ağır bir hüzme gibi düştü.
Ormanın karanlığı dışarıda ulurken, Araf ilk kez yalnız olmadığını hissetti.
Ama Meva ilk kez bu kadar kırılgandı.
Ve bu gece kader onları beklemeyi bıraktı.
Araf, Meva’nın taş rün yatağında ne kadar üşüdüğünü fark edince kaşlarını sertçe çattı.
Bu soğuk onun bedenini daha da zayıflatırdı.
Yerinden kalktı, tapınağın tozlara dokunmuş ağır perdelerini açtı.
Ardından duvara oyulmuş gizli bölmeyi elini sürerek aktifleştirdi.
Siyah kadife dokulu, içinde soluk gümüş çizgiler dolaşan bir örtü yavaşça dışarı kaydı.
Araf örtüyü aldı ve Meva’yı hafifçe kolunun altından kavrayarak kaldırdı.
Bu kez onu, tapınağın iç kısmındaki yumuşak yastıklarıyla kaplanmış bir yatağa taşıdı.
Meva’nın saçları Araf’ın bileğine değince Araf istemsizce durdu, o temas, içindeki tüm karanlığı bir anlığına susturmuştu.
Yatağın üzerine yatırdığında Meva hafifçe inledi.
Araf hemen eğildi.
Araf kısık bir sesle;
“Buradayım. Korkma.”
Örtüyü Meva’nın üzerine nazikçe serdi.
Örtünün dokusu Meva’nın tenine değdiği anda hafif bir sıcaklık yayıldı.
Araf tam geri çekilecekken Meva’nın parmakları, bilinçaltından gelen bir refleksle onun elini yakaladı.
Meva, yarı sayıklayan bir sesle:
“Araf! gitme”
Araf’ın nefesi bir an kesild
Meva parmaklarını daha da sıktı gözleri kapalıydı ama sesi kırılgandı
“Yanımda ol…”
Bu cümle Araf’ın omzundaki tüm gerilimi çözdü.
Bir nefes verdi pes eder gibi, teslim olur gibi.
Araf:
“Tamam gitmiyorum yanındayım”
Mevaya olan bu yakınlığı Arafı zorluyordu, yataktan bir adım geri çekildi ama sonra Meva’nın parmakları elini bırakmadı.
Araf yutkunarak,,
“Meva sen uyumalısın. Ben burada”
Meva kısık, yalvarır gibi
“Yanımda uzan.”
Bu kez Araf’ın karanlığı bile durdu.
Gölgeler bile bekler gibi hareketsiz kaldı.
Araf bir süre gözlerini kapalı tuttu, kendi kendine savaşır gibi.
Ama Meva’nın sesi onun için her savaşın sonuydu.
Yavaşça yatağın diğer tarafına geçti.
Yatarken hareketleri dikkatliydi
Meva’ya zarar vermekten korkuyor gibi.
Ama Meva, Araf’ın bu mesafeli halini hiç istemiyordu.
Uykunun yarı eşiğinde, kolunu kaldırıp onu kendine çekti.
Avuç içi Araf’ın göğsüne dokunduğunda Araf’ın nefesi belirgin şekilde hızlandı.
Araf derin bir nefes aldı, ama bu nefes sakinleşmek için değildi kendini tutmak içindi.
Araf’ın sesi neredeyse fısıltıydı:
“Meva böyle çekersen seni incitirim.”
Meva gözlerini açmadan mırıldandı:
“Hayır incitmezsin.”
Bu cümle Araf’ın içindeki tüm duvarları tek hamlede paramparça etti.
Yavaşça Meva’ya döndü.
Araf yüzünü Meva’nın saçlarına yaklaştırdı.
Derin bir nefes aldı, sanki yalnız kokusu bile Araf’ın içindeki tüm savaşları susturuyordu.
Meva’nın eli hâlâ göğsündeydi.
Araf o eli kendi avcunun içine aldı.
Baş parmağı Meva’nın avuç içini hafifçe okşadı;dokunuşu sıcak, tutkulu, tehlikeli bir yakınlık taşıyordu.
Meva, Araf’ın varlığını derin bir güvenle hissedince daha rahat nefes aldı.
Yüzünü Araf’ın boynuna doğru yasladı.
Araf’ın gözleri bu defa ağır bir arzu ile karardı.
Kendini tutmak için dişlerini sıktı.
“Bu yakınlık bana iyi gelmiyor. Çok fazlasın…”
Meva yarı uykulu hâliyle fısıldadı:
“Sadece kal.”
Araf, Meva’nın nefesinin boynunda bıraktığı sıcaklığa dayanamadı.
Yavaşça kolunu Meva’nın beline sardı.
Onu kendine çekti ama hâlâ nazik, hâlâ kontrolü elinde tutmaya çalışan bir şekilde.
İkisi de yatağın ortasında, karanlık ve ışığın arasında bir çizgi gibi uzanmışlardı.
Meva’nın nefesi yavaşça düzene girdi.
Parmakları Araf’ın göğsünde gevşedi.
Araf başını Meva’nın saçlarına yasladı ve gözlerini kapattı.
Kollarında yatan bu kadın onu alt üst etmeye başlamıştı.
Derin bir nefes alıp kokusunu içine çekti.
Sesi bir fısıltıydı;
“En tehlikeli yerdesin, ama hiç bu kadar güvende olmamıştın.”
Karanlığın Gölgeleri hafifçe dalgalandı.
Tapınak nefes alır gibi oldu.
Ve nihayet…
Meva önce derin bir uykuya daldı.
Araf da onun nefesini dinleyerek gözlerini kapadı.
O gecenin sessizliği, iki kalbin birbirine yaklaşma sesiydi.
Ve bu yaklaşma kaçınılmaz sonu getirecekti…