Instgram:gecegunesi06
Gecenin bütün kasveti bedenime çökmüş, nefesimi kesiyordu. Yanaklarıma süzülen gözyaşlarımın sıcaklığını hissediyordum. Bedenimin kendini ne kadar sıktığını, avuç içlerime batan tırnaklarımdan anlıyordum. Hem gerçeği yaşıyor, hem rüyanın içinden çıkamıyordum.
Sık nefes alış verişlerimin arasında çığlık atarak doğruldum yataktan. Yine aynı rüyayı görmüştüm. Hayır… hayır, bu bir rüya değildi bu, bir yıldır her gece gördüğüm aynı kabustu.
Ve gün geçtikçe hissettirdiği acı, korku ve endişe daha da artıyordu.
Ailem kaybolduğundan beri bu kabuslarla uğraşıyordum. Önce psikolojik bir rahatsızlık olduğunu düşünmüştüm ama ne kadar doktora gittiysem, hiçbir sorun bulamadılar. Bu artık bedenimde ve ruhumda tanımlayamadığım, başa çıkamadığım bir durum haline gelmişti.
Yanımda duran bardağı alıp dudaklarıma götürdüm. Bir yudum su içip sakinleşmeyi bekledim. Gözlerimi kapatarak derin nefesler almaya çalışıyordum. Ama her yöntem boşa çıkıyordu; gözlerimi kapattığım anda onun gözlerine düşüyordum.
O gece karası gözler… hiç görmediğim kadar ürkütücüydü.
Karanlık bir ormanda, siyahlara bürünmüş bir adam karşımda öylece durup bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırmak istediğim her seferde ormanın başka bir yerinde beliriyor, adımı fısıldıyordu: “Meva.”
Kasılan bedenimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Her adım attığımda, uzaklaşmaya çalıştığımda farklı yerlerden belirip kulağıma adımı tekrar fısıldıyordu. Daha hızlı koşmaya başladım; ses durmuyor, ruhumu kemiren bir acı gibi peşimden geliyordu.
Adımlarımın bittiği yer, her seferinde aynı uçurum oluyordu büyük kayalıklarla çevrili, gri gökyüzünün sardığı, ay ışığının zor aydınlattığı o uçurum.
Beklediğimde ruhum ölüyordu; adım attığımda bedenim.
Esen rüzgarla burnuma dolan kokuyu anlamaya çalışıp arkamı döndüm. Ay ışığının vurduğu keskin yüz hatları, kirli sakalları, siyah hareleriyle tam karşımda duruyordu. Yavaş adımlarla bana yaklaşıyor, sanki bedenimi bulunduğum yere kilitliyordu. Geceden bile kara olan gözlerinde kayboluyor, yine de onlara bakmaktan vazgeçemiyordum.
Bir adım daha attığında o erkeksi kokusu ciğerlerime dolmuştu. Rüzgar saçlarımı savururken ona baktım; gözleri tekrar gözlerimle buluştu. O an tüm evren yok olmuş gibiydi.
Sadece biz vardık.
Zaman, nefes, dünya… hepsi donuyordu.
Elini kaldırıp asi uçan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Parmak uçlarının değdiği yerler yanıyor, bedenim bana ihanet edercesine titriyordu. Yavaşça boynuma doğru yaklaştı; başını hafifçe kaldırıp nefes aldı.
Erkeksi elleri belime yöneldi. Hafif bir dokunuşla fısıldadı:
“Benden kaçamazsın, Meva.”
Dudaklarından çıkan cümleler, nefesiyle birlikte boynumda eriyip kayboluyordu. Başını kaldırıp gözlerimle tekrar buluştuğunda, benimle beraber kendini uçurumdan aşağı bırakıyordu.
Korkunun ve karmaşanın içinde gördüğüm son şey; o uçurumun heybeti ve uçsuz bucaksız karanlığı oluyordu.