KARANLIK PERON

985 Kelimeler
Instgram:gecegunesi06 Dışarıda yağmurun sesi kesilmişti ama içimde hâlâ yağıyordu. Sessizlik, damlaların yerine geçmiş gibiydi daha ağır, daha derin. Meva başını yastıktan kaldırdığında odanın havası hâlâ geceye aitti yağmurun kokusu, pencereden süzülen ışığın donukluğu… Her şey, bir rüyanın kalıntısı gibiydi. Ama bu rüya değildi. Gerçekti. Kokusunu hâlâ duyabiliyordu: soğuk, toprak gibi ama aynı zamanda güven veren bir sessizlikti. “Beni nasıl buldu?” diye fısıldadı kendi kendine. “Evi nasıl bildi?” O geceyi hatırlamaya çalıştı. Yağmurun sesini, o anki korkuyu, sonra birden o kolların sıcaklığını. Ona dokunduğunda, dünya sessizleşmişti. Ne gök gürlemişti, ne kalabalık vardı. Sadece o vardı Araf. Gözlerini kapattı. Araf’ın yüzü gözlerinin önünde belirdi o keskin bakış, derin ve karanlık gözleri… Parmak uçlarını dudaklarına götürdü. Araf’ın onu taşırken yüzüne düşen bir yağmur damlası belki de onun nefesiydi. Bir anlık bir temas, bir kıvılcım gibi belleğine kazınmıştı. Araf'ına hoşgeldin demişti. Sahi hoşgeldiği şey neydi? Hatıraların arasında saçlarını kokladığı an canlandı. İçinde bir fırtına vardı ama Meva’ya baktığında sanki o fırtına duruyordu. O bakış, insanın içine değil, derisinin altına işliyordu. Bir an için bile gözlerini ondan alamamıştı. Sonra düşünceleri karıştı. “Neden şimdi? Neden bu kadar zaman saklandı?” Gözleri duvarda asılı saate kaydı tik tak sesleri bile anlam taşır gibiydi. Kalbinin ritmiyle uyum içindeydi tıpkı o gece olduğu gibi. Araf’ın sessizliği, kelimelerden daha gürültülüydü. O gece başka hiçbir şey söylememişti ama her hareketinde bir anlam gizliydi. Onu kollarına aldığında, sadece bedeni değil, korkusunu da taşımıştı sanki. Ve o anda Meva, dünyanın en güvenli yerinde olduğunu hissetmişti. Ama şimdi o güven yerini meraka, ve daha önce tatmadığı duygulara bırakmıştı. Ayağa kalktı, pencereye yürüdü. Dışarıda rüzgâr ağaçların dallarını savuruyordu. Gökyüzü hâlâ griydi ama içinde belli belirsiz bir ışık vardı. Elini kalbine koydu. Kalp atışları hâlâ onun ritmini tanıyordu. Ona temas ettiği ilk anda kalbine yogun bir his oturmuştu anlamıyordu. Ne kadar uğraşsa da silinemeyecek bir yankı gibi her nefeste Araf vardı. “Beni neden yalnız bıraktın?” diye fısıldadı cama yaslanarak. Sesinde kırık bir öfke, vardı. “Bunca zaman neden gelmemiştin. "Bilinmezlik onu mahvediyordu" Camın yansımasında kendi gözlerini gördü ama bir an için, o karanlık gözlerin buğusu geçti içinden. Gözkapaklarını kapattı. Bir saniyeliğine bile olsa, onun nefesini yeniden hissetti. Ve o anda anladı. Araf gitmemişti. Her şeyin içinde yağmurda, ışıkta, sessizlikte onun izleri vardı. En çok da onun teninde izleri kalmıştı. Dokunduğu ilk anda hisleri değişmiş bedeni ona karşı çekim hissediyordu.... Mutfakta tezgâha dayanmıştım. Kettle’ın içindeki su ısınırken, buhar cama vuruyor,hemen ardından yok oluyordu. Tıpkı dün geceki gibi.. Tıpkı herşeyin elimden kayıp gitmesi gibi.. Masada ki telefonun sesiyle bakışlarımı oraya çevirdim. Ekranda Ahsen yazıyordu. Birkaç saniye tereddüt ettim. Sonra açtım. “Kızım sen neredesin? Dün gece seni bir anda kaybettik! Karan bile seni aradı, ben de ne olduğunu anlamadım.” Sesi bulanıktı, biraz pişman, biraz da uykulu. Alkollüyken hatırlamadığı belli Bir an gözlerimi kapattım. Söyleyebilirdim. Ne yaşandığını, nasıl hissettiğimi… Ama kelimeler dudaklarımdan çıkmadan boğazımda düğümlendi. Neyi anlatacaktım ki hangisini Karan'ı mı ? Araf'ı mı? Kim inanırdı ki ben bile şüpeyle bakarken. “Biraz başım döndü,” dedim. “Kalabalık gelince dışarı çıktım, sonra eve geçtim.” “Keşke söyleseydin, seni arayıp durdum. Neyse önemli olan iyisin, değil mi?” “İyiyim,” dedim. Yine yalan. Telefonu kapattığımda içimde bir boşluk kaldı. Ne Araf vardı, ne Ahsen… Sadece ben, bu sessiz ev, ve içimde ki bir eksiklik. O gece, ışığın anlamını anladığım andan beri uyuyamıyorum. Sabaha kadar kahve içip aynı cümleleri dönüp dolaşıp düşünüyorum: “Hayat Ağacı’nın ilk halkası biri kök, biri ışık.” Kelimeler sanki hatırladığım bir rüyadan kalmaydı. Gözlerim kızarmış, elimde titreyen fincanla pencerenin önünde oturuyorum. Günlerdir yaptıgım başka hiçbirşey yok. Yağmur durmuş ama şehir hâlâ ıslak; sanki geceden arta kalan bir sessizlik her şeyi boğuyor. Ne bir ses var, ne nefes. Sadece içimde ki boşluk. Sonraki günler boyunca o fısıltılar kayboldu. O uğultu, o içimde ses tamamen sustu. Ne kadar dinlesem de, ne kadar sessizleşsem de gelmiyor artık. Araf da yoktu. Sanki hiç var olmamış gibi. Kendimi bir boşluğun içinde buldum. Ne ağlayabiliyorum, ne inanabiliyordum. Rüyalarım bile sessizdi artık. Telefonumun ekranında Ahsen’in adını görüyorum, her sabah ama açmıyorum. Bir kere “iyiyim” dedim, sonra hep aynı cevabı kopyalayıp yapıştırır gibi attım “Biraz yorgunum, sonra konuşuruz.” Ahsen bende ki sorunu sorduğunda geçiştiriyordum. Anlatsam anlamaz, anlatsam ben bile kendime inanmazdım. Bir süre sonra internetteki o eski metinler yetmemeye başladı. Ne kadar sayfa gezsem, hep aynı saçma teoriler. Kimse “Araf”ın ne olduğunu gerçekten bilmiyordu. O yüzden dışarı çıkmaya karar verdim. Belki bir şey bulurum diye. Neresi olursa gidip bakacaktım, bir bilgi benzerlik ne bulacağımı bilmeden en azından kendimi böyle eve hapsetmemiş olurdum. Üniversiteye gitmedim, evrak bahanesiyle hava gözlem merkezine gittim. Sanki oradaki raporlarda cevap bulacakmışım gibi.... Araştırmaya başladım bir sürü terim alan hiç biri anımsatmıyordu. “Kasırga, ışık, elektromanyetik alan anomalisi…” Hepsi teknik terimlerdi, ama bir tanesi dikkatimi çekti: “Yeraltı enerji akımı bozulması.” İç sesim bana hatırlatıyordu " yeraltı, kökler". Kelimelerin altını çizdim. Bir görsel vardı yuvarlak ışıklar saçan manyatik bir enerji akımı gibi. Yanında birkaç cümle.. Eski dilden kalma yazıları telefona kaydettim. Kalbim hızla atmaya başladı. O anda içimde bir şey kıpırdadı. Sanki o köklerin çağrısını yeniden duydum. Ellerim titreyerek o kayıtlarda yazan koordinatlara baktım. Haritada küçük bir bölge işaretliydi şehrin dışında, terk edilmiş bir metro inşaatı. Uzun süren yolculuğun sonunda, akşamüstü oradaydım. Hava kararmaya başlamıştı, gökyüzü pas rengindeydi. İçeri adım attığımda paslı raylardan yankılanan adımlarım ürkütücüydü. İçimdeki cesaret taktire şayandı. Karanlıkta bir yerlerde hava titriyordu; sanki görünmeyen bir perde nefes alıyordu. Mistik yazıları telefonla bakarak tekrar ettim gözlerimi kapatıp hissetmeye çalıştım. Duvarlarda parlak ışık yansımaları oluşmaya başladı bazı yazılar görünüyor tekrar siliniyordu. Oluşan parlaklıkların renkleri göz kamaştırıcıydı. Bir kaç adım atıp yaklaştım. Tereddütle yavaş hareket ediyordum. Elimi uzattım. O anda derin bir uğultu yükseldi. Metal kokusu burnuma doldu, ışık parladı. Etrafımı beyaz ışıltılı göz kamaştırıcı parlaklık sarmaya başladı. Kuvvetinden saçlarım uçuşuyor gözlerimi kısıyordum. Korkup geri çekildim ama geç kaldım bir anlığına, etrafımdaki hava büküldü. Sanki görünmeyen bir enerji akımı bedenime doldu. Ve sonra her şey karardı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE