Altı ay geçti, kışın ortasındayız. Dışarı soğuk karlı bir hava var. Ama benim içim de ateşler yanıyor. Ben hala o günde kalmış gibiyim. Abim toparlandı ve hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Ben ise hala olduğum yerdeyim. Ne yapmam gerektiğini dahi bilmiyorum. Annem, babam olsa bana akıl verirlerdi. Annem bu halimi görse kesin çok kızardı. "Elif kendine gel, yas kırk gündür kızım" derdi kesin. Ama ben altı aydır yas tutuyorum. Burcu ve Zeliha bu süreçte iki kez geldiler yanıma. Ama artık onları bile görmek istemiyorum. Sürekli artık kendine gel deyip duruyorlar. Ben kendimdeyim neden kimse bunu anlamıyor. İkisi de işe başladı. Zeliha devlet hastanesinde, Burcu ise özelde. Bense evde kuşları izliyorum. Abim gelince birazda ondan nasihat dinliyorum. Ama kimsenin bir faydası yok. Çünkü kimseden bir fayda beklemiyorum. Beni kendi halime bıraksınlar yeter.
Evde saatler ağır ağır akıyor. Günler birbirine karışmış durumda. Hangi gün olduğunu çoğu zaman bilmiyorum bile. Perdeleri açmıyorum artık. Güneşin içeri girmesine tahammülüm yok. Işık batıyor gözüme. Aydınlık rahatsız ediyor. Karanlık, sessizlik, hareketsizlik... Hepsi birer battaniye gibi üzerime serilmiş. Sanki içimde ne varsa donmuş gibi. Ama garip bir şekilde, içim donmamış da, cayır cayır yanıyor. Bunu tarif etmek çok zor. Hem yok gibiyim hem fazlalık. Hem hiçliğin içindeyim hem de hiçbir yer bana ait değil. Kendimi kaybetmişim de bulan yok..
Telefonumu sessize aldım, bildirimler kapalı. Zaten kim arasa açacak gücüm yok. Elimi kaldırmak, sesimi çıkarmak bile zor. Her şey fazla geliyor. İnsan sesi, kahkaha, çay koyarken çıkan tıslama sesi, hatta kuşların cıvıltısı bile fazla geliyor bazen. Evdeki saat tıkırdamasın istiyorum pillerini çıkardım. Zaman da aksın istemiyorum çünkü. Zaman geçtikçe onları daha çok geride bırakıyormuşum gibi geliyor. Sanki iyileşirsem, sanki gülümsersem onları unutacakmışım gibi. O günün ağırlığı sırtımda durdukça, onların anısı da yanımda kalıyor sanki. Onları bırakmak istemiyorum ama bu acı da yaşanacak gibi değil.
Abim bazen fazla iyi davranıyor. Belki de beni incitmemek için. Ama onun iyi oluşu da acıtıyor. Onun ayakta durabilmesi bana haksızlık gibi geliyor bazen. Aynı şeyi yaşadık, o nasıl bu kadar güçlü olabilir? Onun da annesi, babası değil miydi ölen? Nasıl gülebiliyordu? Ben neden böyleyim? Yoksa bende mi bir sorun var? Kıyas yapmaktan yoruldum ama kendimi de durduramıyorum. Abim sevgilisini getirdi, tanıştık. Kız belki çok iyi birisi ama o bile gözüme battı.
Mutfağa sadece mecbur kalırsam gidiyorum. Yemek yapmak falan artık bana çok uzak şeyler. Bir tost yapıp dönüyorum genelde. Annemin mutfağı burası. Türlü, türlü yemekler. Çesit, çesit tatlılar yapardı. Şimdi ise üzerine bir kaç tencere ya konuluyor, yada hiç yok. Çay içmek bile bir ritüel gibi geliyor, o kadar büyümüş gözümde. En son kahkahayı ne zaman attım, hatırlamıyorum. En son gözyaşlarım ne zaman durdu, onu da bilmiyorum. Bazen gece uyanıyorum. Ev sessiz. Ama onların adı, sesi, gülüşü yankılanıyor odalarda. Gerçek değil ama hissettiğim her şey canlı gibi. Uyandığımda bile onlarla rüya görmek istiyorum. Tekrar tekrar, her gece...
Ama en kötüsü, herkesin benden bir şey bekliyor olması. “Artık toparlanman lazım Elif.” “Hayat devam ediyor Elif.” Evet, ediyor. Ama ben edemiyorum. Edemem. Bu kadar kolay olmamalı unutmak. Bu kadar kolay olmamalı onlarsız yaşamak. Sanki herkes bir yarışta ve ben start çizgisinde unutulmuşum gibi. Duruyorum. Kalakaldım. Sanki içimde biri fısıldıyor: “Bir şey yap, kalk, yürü, devam et.” Ama ben o sesi bastırıyorum. Çünkü kalkarsam… bir şeyler bitecek gibi geliyor. Ve ben henüz veda edemedim. Vedaya hazır değilim. Belki de onlara değilde bu hayata veda etmem gerekiyordu. Çok düşündüm artık olmuyordu. Bende nefes alacak güç kalmadı. Bu acılara son vermem gerekiyor artık. Pencereden dışarı baktım.
Kar, kar üstüne yağıyordu. Sokak lambalarının altında dans eden taneler sanki zamanı yavaşlatıyordu. İçimdeki zaman ise tamamen durmuştu. Geceleri uykusuz geçiyordu artık, ama bu gece farklı olabilirdi. İçimde bir ses sustu. Belki de artık fısıldamıyordu. Belki de onlar bile benden çoktan vaz geçmişti. Belki de susmak, veda etmenin bir başka yoluydu.
Annemin eski mavi yeleğini giydim. Kokusu kalmamıştı, ama onundu sonuçta. Yelek değil de annem sarmış gibiydi. Bir an ürperdim. Yavaşça dolabın üst rafından küçük kutuyu indirdim. Abimin uyanmasını istemiyorum. Babamın tansiyon ilaçlarını koyduğu kahverengi kutuyu. İlaçlar bile yerli yerinde duruyorlar ama onlar yok. Ellerim titreye, titreye açtım kapağını. Saymadı bile. Sayılacak bir şey kalmamıştı zaten. İçinden bir kutuyu alıp ilaçları avucuma döktüm. Mutfa geçip bir bardak su koydum. Tezgahın üzerinde bulaşıklar vardı, ama umursamadım. Ellerimi yıkamadım, tezgâhı silmedim, ışığı kapatmadım. Titizlik yoktu artık. Sadece bir sessizlik hâkimdi bedenim de. Annem bulaşıkları görse 'Meleklerin kolu yoruldu, günah bulaşık tezgahta pis, pis beklemez' deyip yıkardı. Ama ben.. Anne sözü dinlemiyorum artık.
* * * * *
Elif ilaçları ağzına aldı, tam suyu ağzına götürecekken…
Kapı açıldı.
“Elif!” diye haykırdı abisi.
Saniyeler içinde koşup mutfağa girdi. Elif’in elindeki bardak yere düşüp paramparça olurken, ilaçları da yutamadan korkuyla ağzından saçıldı. Abisi bir refleksle Elif’in elini tuttu, onu geriye çekti.
“Ne yapıyorsun sen? Ne yaptığını sanıyorsun Elif?!”
Elif başını eğdi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama artık ağlamak bile sessizdi.
“Ben… yoruldum abi,” dedi fısıltıyla. “Her şey çok fazla. İçimdeki ağırlık geçmiyor. Nefes alamıyorum… Ben annemi ve babamı çok özledim.”
Abisi, Elif’i sıkıca sarıldı. Ağlıyordu. Gerçekten ağlıyordu. O güçlü, dimdik durmaya çalışan adam… çökmüştü.
“Ben özlemiyor muyum sanıyorsun. Bana çokmu kolay geliyor herşey? Lan sen beş senedir yoktun. Tüm anların da yanların da ben vardım... Ben.. Şimdi onlarsız ne haldeyim haberin var mı? Sürekli her fırsatta seni bana emanet ediyorlardı. Ben ayaktaysam emanetlerine sahip çıkabilmek için. Madem öyle ver ilaçları bana, hadi birlikte içelim. İçince ne olacak sanıyorsun? Onların yüzlerine bakabilecek misin? Annem demeyecek mi ben sizi böyle güçsüzmü yeriştirdim? Elif artık kabullen onlar öldüler ve hayat devam ediyor..”
Elif’in ağzı titredi, konuşamadı. O an ilk kez abisinin de aynı acının içinde olduğunu fark etti. Belki daha derininde. Ama o Elif’i taşıyordu, kendini değil.
“Bu onların suçu değil Elif. Onların gidişi bizim sonumuz olmasın. Onlara en çok bu koyar biliyor musun? Böyle bir gün yaşadığımızı düşünmek bile… onlara ihanet gibi. Annem senin bu halini görse nasıl üzülürdü. Lütfen artık onları rahat bırak. Oldukları yerde huzur bulsunlar”
Elif hıçkırarak ağlamaya başladı. Altı aydır tuttuğu her şey bir çığ gibi boşaldı. Abisinin omzuna yaslandı. Bedenindeki o soğukluk, bir anda yerini titremelere bıraktı.
“Ben çok özlüyorum abi. Onlarsız hiçbir şey anlamlı değil.”
“Ben de. Ama birlikte taşıyabiliriz bu yükü. Yalnız değiliz Elif. Sen yalnız değilsin. Bak abin burda. Her zaman da yanında olacak” derken ikisinin de göz yaşları sel olmuştu.
O gece Elif ilk kez yatağına abisinin yanından ayrılmadan girdi. Çocuk olsa 'Abisi ile yatmak isterdi' O gün bir son değil, yeni bir başlangıç olmuştu.
Sabah olduğunda perdeleri biraz araladı. Güneş hâlâ gözüne batıyordu. Ama bu defa eli geri gitmedi. Sadece gözlerini kıstı. İçindeki karanlıkla savaşmaya henüz başlamamıştı, ama ilk kez bir ışık sızmıştı içeriye. Belki de artık tüm ışıklar içeriye girmek için gününü bekleyecekti.
Bir hafta sonra
Evde hâlâ sessizlik vardı ama artık boğmayan cinsinden. Abisi Elif’in karşısına oturmuş, ellerini dizlerine dayamış, yavaş bir sesle konuşuyordu:
“Birlikte bir yol arayalım mı? Bu şekilde olmaz. Ben elimden geleni yaparım, ama senin de biraz çabalaman gerekiyor Elif.. Profesyonel bir desdek almanı istiyorum. Kendine zarar vermene seyirci kalamam artık.”
Elif başını eğdi. Birkaç saniye sustu. Sonra neredeyse dudaklarının kıpırdadığı bile fark edilmeden “Tamam” dedi.
İlk terapisi çarşamba günüydü. Gri duvarlı bir odada, kahverengi defteri olan bir kadınla karşı karşıya oturdu. Psikoloğun odasında çiçek yoktu, fotoğraf yoktu, fazla eşya yoktu. Bu Elif’in iç dünyasına benziyordu ama bir farkla: Burada her şey düz ve sadeydi. Elif ilk seans boyunca çok konuşmadı. Kadın da onu zorlamadı.
İkinci seansa geldiğinde biraz daha açıktı.
“Ben aslında unutmak istemiyorum,” dedi.
Psikolog gülümsedi. “İyileşmek, unutmak değil Elif. Onlarla birlikte yaşamayı öğrenmek. Onları taşıyabileceğin bir yer bulmak. Belki bir cepli yüreğin olur mesela… Kayıpların orada durur ama seni yürümekten alıkoymaz. Yaşadığımız her an kayıplarımız olabilir. Onları unutmak demek kendimizden vazgeçmek değil ki. Bak Elif sana onları unut demiyorum. Onların yokluğuyla yaşamayı öğrenmeni istiyorum. İlk anne, babası ölen kişi sen değilsin Elif. Doğarken annesi ölen çocuklar, anne karnında babası ölenler. Onlar ne yapsın? Hiç anne ve babalarını görmeyen insanlar var, onlar ne yapsın? Elif sen çok şanslı birisin. Yaşadıkları her anda anne, baban yanında olmuşlar. Bak onlarla ilgili ne güzel anıların var. Onlara verdiğin sözler var. Çok güzel de bir mesleğin var. Bırak artık bu yas tutmayı ve yaşamaya başla.” Doktor konuştukça Elif’in beyninde bir yerler çalışmaya başlıyor gibiydi.
Günler ilerledikçe Elif’in rutini değişmeye başladı.
Perdeleri biraz daha erken açar oldu.
Sabahları abisi işe gitmeden önce birlikte kahvaltı etmeye başladılar.
Annesinin yaptığı yemeklerden yapmaya başladı. Biliyordu zor olacaktı ama başaracaktı. "Başarmalıyım" dedi. İlk kez canı gönülden istiyordu bunu. Anne ve babasının o kadar emeği vardı. Okuması için ellerinden geleni yapmışlardı. Şimdi onların o emeğini boşa çıkartamazdı.
.....
Günler geçtikçe artık her şey normale dönmüştü. Elif son kez seansa gitmiş ve artık mutlu bir şekilde hastaneden çıkmıştı. Artık kabul ediyordu her şeyi. Kader denilen şeyden kaçınılmıyordu. Oysa ki annesi sürekli söylerdi. "Kızım ölümün günü ve yeri asla değişmez" diye. Bu dünyada ölüm vardı. Ve her canlı mutlak ölümü tadacaktı.
Elif telefonunu çıkartıp abisini aradı. "Abi müsaitsen yanına geleyim mi?" dediğin de abisi utanmasa o an ağlayabilirdi. Sekiz ay sonunda kardeşi ilk kez yanına gelmek istiyordu.
"Sana her daim müsaitim abicim. Konum atıyorum." diyerek telefonu kapattı. Elif ilk kez abisinin çalıştığı yere gidecekti. Daha önce çalıştığı yere gitmişti. Ama bu kliniğe ilk kez gidiyordu. Elif bir buket çiçek aldı. Sonra dayanamayıp en sevdiği kurabiyelerden alıp abisinin attığı konuma gitti. 'Türkmen Diş Hastanesi' elinde çiçeği ve kurabiyesiyle içeri geçti. Resepsiyon kısmına geçip "Merhaba.. Doktor Eren Çakır'ın odası hangi tarafta acaba?"
"İkinci kat sağdaki ilk oda" diyerek tarif etti. Elif asansör yerine merdivenleri tercih etti. Elinde çiçeklerle biraz dikkat çeksede umursamıyordu. Sadece kadınlara değil bazen erkeklere de çiçek alınmalıydı. Kızın tarif ettiği yere geldiğin de 'Eren Çakır' yazısını görünce gülümsedi. En kısa zaman da 'Elif Çakır' yazısını da görmek istiyordu. Kader belki de bu isteği çok yakın bir zaman da gerçek olurdu. Hayallerinde ki gibi abisi ile aynı hastanede çalışmak nasip olurdu. En büyük hayali abisi ile birlikte klinik açmaktı.
Kapıya vurup içeri girdi. Eren elinde çiçeklerle kardeşini görünce yerinden kalkıp sarıldı. "Bu çiçekler umarım banadır." diyerek elinden aldı. "Aslında kendime almıştım ama çok beğendiysen senin olsun" diyerek abisine uzattı. Bir süre sohbet ettiler. "Hadi gelmişken şu dişlerine bir bakalım" diyerek kardeşini koltuğa oturttu. Elif itiraz etsede kabul etmedi. Elif hasta koltuğuna oturduğu sırada içeriye birisi girdi. Elif oturduğu yerde beklerken adam konuşmaya başladı. "Eren senden bir şey isteyeceğim. İçerde bir hastam var ve beni sinir ediyor. İnsanlar böyleleri yüzünden katil oluyor sanırım. Lan bir haftadır adamın diş ölçülerini alamıyorum. Daha doğrusu aldırmıyor. Biraz daha uğraşırsam elimde kalacak. Sen git bir baksana kardeşim. Merak etme ben senin hastanla ilgilenirim" dediğin de Eren kabul etmişti. Bazen uyuz hastalar vardı ve gerçekten de insanı sinir ediyordu. "Tamam Demir bakarım. Ama senin benim hastamla ilgilenmene gerek yok. Elif ben beş dakikaya geliyorum" diyerek odadan çıktı. Ama Demir hastayı bekletmemek için maskesini takıp Elif’in yanına geçti. "Geçmiş olsun.. Şikayetiniz?"
"Aslında bir şikayetim yok. Sadece genel bir kontrol."
Demir eğilip Elif’in yüzünü görünce şaşırdı. Aylar sonra tekrar karşısına çıkmıştı. Aklında öyle bir yer etmişti ki o günden sonra aklından çıkmıyordu. Acaba nasıl oldu sorusu aklının bir köşesine takılı kalmıştı.