1-Mardin'deki sır
"Senin de bu berdeli istemediğini biliyorum. Bence anlaşalım.”
Kaşlarını havaya kaldırdı. “Bunu sana kim söyledi? Yani istemediğimi nereden çıkarttın, Lavin?” diye sordu. Gözleri gece gibi karanlık bakıyordu.
“İstiyor musun? Tamam, o zaman kuzenim Çiçek var. Onunla evlen. Sonuçta aynı aşirete mensubuz. Benim İstanbul’da bir hayatım var. Burada kalamam ama o burada yaşıyor. İkimiz arasında hiçbir fark yok.”
Aniden kendimi duvar ve onun arasında buldum. Gözlerim büyüdü. “Ne yapıyorsun?”
Ellerini iki yanıma yasladı ve yüzünü bana yaklaştırdı. Gözlerimi gözlerine çıkarttım. Aynı asansördeki gibi yaklaştık. Gözleri gözlerimdeyken kendine çekiyor gibiydi. Nefesim kesildi.
“Hayır, Lavin… Bir kere karar verildi. Başkası olmaz!” dediğinde gözleri yavaşça dudaklarıma kaydı. Kesik kesik nefesler alırken onun dudaklarına çarpıyordu.
“Bu ne demek?” diye sordum.
Sesim kısık çıkmıştı. “Başkasını değil, seni istiyorum!”
**
Eli külotun üstünden kadınlığımı avuçladı. O an istemsiz inledim. “Ah…”
"Benimsin, Lavinya. Ah… Islanmışsın.”
Orta parmağını tam klitorisime bastırdı. Orayı ovaladı. “Ah… yapma…” diye fısıldadım.
Adar dudaklarımın üstünde olan dudaklarından dilini çıkartıp yaladı. Islak diliyle dudaklarımı yaladı. “Neyi yapmamı istemiyorsun? Bunu mu?” deyip ovuşturmaya başladı.
"Ah… Ne olur!” diye inledim.
Adar ıslaklığıma daha fazlasını yaptı. Okşadı. Hem de çok güzel… İlk defa orada böyle bir elektriklenme vardı. Daha önce kimse bana dokunmamıştı. “Artık bensin, benimsin Lavinya.” Eli külotun üstünden kadınlığımı avuçladı. O an istemsiz inledim. “Ah…”
"Benimsin, Lavinya. Ah… Islanmışsın.”
**
Birkaç Gün Önce…
Asansöre doğru ilerlerken topuklu ayakkabılarımın sesi zeminde yankılanırken herkesin bakışları üzerimdeydi. Bu bakışların hepsi sahteydi. Eğer zengin ve güçlüysen bu bakışlar hep üstünde olurdu yoksa bu dünyada seni böcek gibi ezerlerdi. Bu sahte dünyadan nefret ediyordum. Kimse gerçek değildi. Birini gerçekten sevmek kalple alakalıydı. Parayla değil…
Ben Lavin Demiroğlu…
Aziz Demiroğlu’nun biricik ve tek kızı… Hatta tek çocuğu… Herkes çok şanslı olduğumdan bahsederdi çünkü babam, İstanbul’un en büyük inşaat şirketlerinden birinin sahibiydi.
Mardinliydi. Orada bir ailesi vardı ama daha önce onları hiç görmemiştim. Onlardan hiç bahsetmezdi. Ben de babamla her zaman dalga geçerdim. Yoksa sen bir aşirete mi mensupsun? derdim, babam ise gülüp geçerdi. Onları annem de tanımıyordu. Ben hep Mardin’e gitmek isterken babam her defasında olmaz deyip duruyordu. Annem de gitmek istemezdi.
Orada bir sırrı mı vardı bilmiyordum ama babam benden bir şey saklamazdı. O her zaman dürüst bir adamdı. Telefonuma mesaj geldi. En yakın arkadaşlarım Can ve Sevgi’den mesaj gelmişti. Onlara sonra cevap verirdim. Şu an müsait değildim.
“Lavin Hanım, hoş geldiniz. Babanız sizi bekliyordu. Yeni ortaklarımız da geldiler. Toplantı başlamak üzere.”
Şirket asistanımıza döndüm. Kocaman gülümsedim. “Teşekkürler.”
Bugün toplantı için holdinge gelmiştim. İnşaat mühendisliği son sınıf öğrencisiydim. Yakında mezun olacağım için şirketimizde çalışmaya başlayacaktım. Bu yüzden bugün ilk kez gerçek bir toplantıya katılacaktım ve aşırı gergindim.
Asansör kapısına vardığımda içeride bir adam vardı. Son anda kapanırken düğmeye bastım. Göz göze geldik. Sadece yönetim katındaki çalışanların kullandığı asansörde olduğuna göre yetkili biriydi.
Uzun boylu, esmer, kirli sakallı, geniş omuzlu, yapılı ve aşırı yakışıklı bir adamdı. Otuzlarında gibi duruyordu. ‘Ben buradayım’ gibi bakıyordu. Adamı o kadar fazla süzmüştüm ki kafamı iki yana salladım. Elimi enseme koydum.
Az sonra ‘Sapık var’ diye bağırabilirdi. Omzunun üstünden bana baktı ama çok kısa sürdü. Asansörün aynasından göz göze geldiğimizde başımla selam verdim. O ise tepki vermedi. Göz devirdim. Egoluydu. Duruşundan bile belli oluyordu.
Kat numarasını takip etmeye başladım. 2-3-4… Altıncı katı gösterdiğinde asansör sert ve sarsıcı bir şekilde sallandı. “Ne oluyor?” diye mırıldandım.
Deprem mi oluyordu? Elimdeki çanta yere düştü. Dengemi koruyamadım. Yana doğru savrulurken adamın kolları arasına düştüm. O da düşmemi engellemek için belimden kavradı. Parmakları nasıl olduysa ceketimin içine çıplak tenime değmişti. Asansör büyük bir ses çıkartarak durdu.
Kafamı kaldırıp ona baktım. Göz göze geldik. Çok yakındık. O da şaşkındı. İkimiz için de aniden gelişmişti. Kendimi toparlamak isterken ışıklar kapandı. Sadece nefes seslerimiz duyuldu.
Kalbim kulağımda atıyor gibiydi. Nefesim kesildi. Ellerim titremeye, parmak uçlarım uyuşmaya başladı. Kendimi altı yaşlarındaki Lavin olarak gördüm. O ağlıyor, titriyordu.
“Cezan bitene kadar burada kalacaksın, Lavin! Oradan çıkmak yok! Duydun mu? Bugün yine çok yaramazlık yaptın! Zaten hayatım senin yüzünden mahvoldu, senin yüzünden kariyerimden vazgeçmek zorunda kaldım. Bir de senin yaramazlıklarınla uğraşamam.”
Küçük Lavin’in gözleri doldu. “Anne, ben bir şey yapmadım ki… Beni buraya kilitleme! Ne olur, ben karanlıktan korkuyorum.”
Anahtarın çevrilişi… Işığın kapanması… Sonra nefesimin kesilmesi…
Yine gözümün önüne gelen sahnelerle nefes alamaz hale gelmişti. O karanlıkta saatlerce beklerdim. Sanki üstüme üstüme gelirdi. Duvara tırmanmaya çalışır, ışığı açmaya çalışırdım. Kapıyı yumruklamıştım. Sesim kısılana kadar ağlamıştım. Kimse gelmemişti. Annem beni umursamamıştı.
“Sen artık o küçük kız değilsin, Lavin! Atlattın. Sen Lavin Demiroğlu’sun! Sen güçlüsün! Nefes al!”
Olmuyordu. Nefes alamıyordum. Hem sıcak sıcak hem de soğuk soğuk terliyordum. Karanlık her geçen an daha da büyüyordu. Kapana kısılmış gibi hissediyordum. Sanki biri ciğerlerime baskı uygulayıp nefes almama engel oluyordu. Her ne kadar güçlü de olsam travmamı atlatamıyordum.
Adamın kolları hala belimdeydi. Toparlandı ve ayağa kalktı. Ben yine yere çöktüm. Elimi kalbime koydum. Asansörün kapısına vurdu. “Kimse yok mu? Burada kaldık!”
Dışarıdan sesler geliyordu ama kulaklarım uğulduyordu. Elimi kalbime bastırmaya devam ettim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken kesik kesik biraz nefes aldım ama olmuyordu. “Tamam, bekliyoruz.”
Sonra da bana döndü. Onu görüyordum ama bulanık gibiydi. Kaşlarını çattı. Yanıma çöktü. “Ne oluyor sana? Neden nefes almıyorsun? İyi misin?”
Dibime girdi. Elini çeneme koydu. Zorla konuştum. “Nefes… alamıyorum…”
Elini önüme gelen saçlarıma götürdü. Saçlarımı arkaya doğru atıp yüzümü açtı. “Panik atak mı geçiriyorsun?”
Sesi beni sakinleştirmek ister gibiydi. Kafamı salladım. Gözlerim anlık açılıp kapanırken ellerini yüzüme koydu. Her gözlerimi açtığımda onun gözleriyle karşılaşıyordum.
“Tamam, sakin ol. Gözlerini açık tut. Yalnız değilsin. Benimle nefes al. Hazır mısın? Şimdi nefes alacağız.”
Nefes alamıyordum ki… Her an kapalı alan ve karanlık üstüme geliyordu. Sonra annemin sesini duyuyordum. “İsmin ne?” diye sordu.
Onun sesine odaklandım. Zorlukla ağzımdan “L-Lavin…” ismi çıktı.
Yüzümdeki elleri sıcacıktı. Benim tenim ise hem terliyor hem de buz gibi oluyordu. “Evet, Lavin. Şimdi benimle nefes alacaksın. Burnundan yavaşça nefes al. Dört saniye içinden say sonra yavaşça ağzından ver.”
Sanki bu konuda tecrübeliydi. Burnumdan nefes almaya çalıştım ama ciğerlerim açılmıyordu. Ağlamaya başladım. Küçük Lavin gözümün önündeydi. Onun ağlamaları, çığlıkları… Nefesim daha fazla kesildi.
“Lavin, benimle. Yavaş yavaş…”
Nefesi ılık ılık yüzüme akmaya başlamıştı. Dudaklarım aralandı. Onun gözleri yüzümde dolaşmaya başladı. Göğsü göğsüme değiyordu. Her nefesinde benimkine baskı yapıyordu. O kadar yakındık ki…
İlk defa bir erkekle bu kadar yakındım. Onun nefesini her hissettiğimde sanki daha iyi oluyordum.
“Şimdi al…” dediğinde zorla aldım ama hala yeterli değildi.
“Bir daha… Benimle nefes al…”
Yabancı bir adamın kollarında onunla nefes almaya çalışıyordum. Bu kez derin nefes alabildim. Ciğerlerim bayram etmiş gibiydi. “İşte böyle, Lavin. Şimdi ağzından ver.”
Verdim. İlk defa panik atak krizini bu kadar iyi atlatmıştım. “Devam et.”
Her seferinde nefeslerimiz birbirine çarpıyordu. Dudakları birkaç santim ötedeydi. Karanlıktı ama nefesi sanki beni aydınlatıyordu. O da benimle nefes alıp vermeye devam etti. Tıpkı onun gibi yaptım. Onuncu tekrarda titremem azaldı. Kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu ama artık boğulmuyordum. Elini yüzümden çekmedi.
Güçsüz düşünce başım omzuna doğru düştü. Şimdi kokusu tamamen burnuma doldu. Çok güzeldi. Bedeni kasıldı. Elleri iki yanına düştü. Bunun yanlış olduğunu fark edip zorlukla kafamı kaldırdım. Ya evliyse? Ya nişanlıysa? Sevgilisi de olabilirdi.
“İyi misin?” diye sordu, düz bir ifadeyle.
“İyiyim. Çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın. Ne olur, beni buradan çıkart. Karanlıkta kalamıyorum.”
Bakışlarını benden çekmeden “Tamam, çıkacağız. Korkma. Artık nefes alıyorsun.” dediğinde gözlerine bakmaya devam ettim. Elimi de ceketinin ucuna koyup sıktım.
Bir yabancıya sığınmak ne kadar güvenilirdi bilmiyorum ama o an en güvenli liman gibi gelmişti. “Senin adın…” diye mırıldandım.
“Adar…” dediğinde ismi beni ateş gibi yakmıştı.
“Adar, çok teşekkür ederim. Resmen hayatımı kurtardın. Eğer tek olsaydım kesin tahtalı köyü boylamıştım.”
Hiçbir şey söylemedi. İnsan rica ederim, der. Biraz öküze benziyordu. Asansörün ışıkları açılınca derin nefes aldım. Hâlâ bana çok yakın olduğu için asansör kapıları açıldığı gibi geri çekildi.
Asansörün önünde asistanımız, iki teknisyen ve şirketin sağlık görevlisi vardı. Asistanımız karanlıktan ve kapalı alanlardan korktuğumu bilirdi.
“Lavin Hanım! Aman Allah’ım, iyi misiniz?”
Beni yerden kaldırdılar. Adar önden çıkmıştı. Asistanımız “Su getirin!” diye bağırdı. Beni koridordaki koltuğa oturttular. Yavaşça suyu içerken Adar da kenarda teknisyenle konuşuyordu. Göz göze geldik. Yanıma yaklaşırken telefonu çaldı.
“Söyle…” dediğinde sesi sertti. Karşı taraf ona ne dediyse kaşları derince çatıldı.
“Ne diyorsun lan sen? Ulan, iki günlüğüne buraya geldim! Arkamdan bunlar mı oluyor? O şerefsizleri toprağın yedi kat altına gömeceğim! Uyarmıştım! Hemen geliyorum!” deyip yüzüme bile bakmadan gitti.
Arkasından şaşkınca bakarken öfkesini ve sertliğini iliklerime kadar hissetmiştim. Asistanımız bana bir şeyler söyledi ama ben hala Adar’ın arkasından bakıyordum. Babamın sesini duyduğumda bakışlarım ona kaydı.
“Kızım!”
Sesi endişeliydi. Önümde diz çöktü. Aziz Demiroğlu’nun diz çökebileceği kızı… Ellerini saçlarıma koydu. Gözyaşlarım aktı. Beni göğsüne doğru çekti. Saçlarımı okşadı. “Asansörde kaldığını söylediler. Ne oldu?”
“Panik atak geçirdim.”
Babam, asistanımıza döndü. “Kader Hanım, Lavin’i odama çıkartın.”
Sonra bakışları teknisyenlere döndü. “Bu asansörlerin bakımları neden zamanında olmuyor? Eğer kızıma bir şey olsaydı bunun bedeli ağır olurdu. Gözüme gözükmeyin!” diye bağırdı.
Çalışanlara bağırılmasından nefret ederdim. “Baba, onlara kızma. Olan oldu.”
Babam kaşlarını çatarak bana döndü. O da koluma girdi. “İşlerini düzgün yapsınlar. İşleri bu! Herkes işini düzgün yapacak!”
Babam ve asistanımız Kader Hanım’ın yardımıyla yönetim katına çıktık. Benim aklım hâlâ Adar’daydı. Aniden gitmişti ama etkisi hala üstümdeydi. Nefesini sanki yüzümde hissediyordum. Sadece adını öğrenmiştim.
Ayakkabılarımı çıkartıp koltuğa uzandım. Gözlerimi kapattığımda gözümün önüne o adamın bakışları geldi. “Kızım, toplantıya katılmam lazım ama iyi değilsen iptal edeyim.”
“Hayır, baba. Önemli bir toplantıydı. Sen katıl.”
“Tamam, kızım. Sen dinlen, toplantıdan sonra kötüysen doktora gideriz.” deyip çıktı.
Adar’ı düşünürken dinlendim. Artık kendimi iyi hissediyordum. Yavaşça ayağa kalktım. Topuklu ayakkabılarımı giyip üzerimi düzelttim. Saçlarımı da çantamdaki tokayla topladım.
“Sen güçlüsün! O toplantıya git ve gücünü göster. Artık annesinden korkan, ağlayan o kız yok! Hatta annen bile artık senin gücünden korkuyor!” deyip çantamdan kırmızı rujumu çıkartıp sürdüm.
Lavin Demiroğlu geri dönmüştü. “Anne, sana yenilmeyeceğim!”
Aynadan kendime baktım. Güzelliğimi annemden almıştım. Aynı zamanda travmalarımı da ondan almıştım. Buğday ten, koyu yeşil gözlerim ve uzun boyum ve düzgün fiziğim… Onun gibi manken olmak için doğmuşum ama ben onun gibi olmayacaktım.
Saçlarımı savurup toplantı odasına doğru yürüdüm. İçeride kimse yoktu. Sadece babam vardı. Tam içeriye girerken sert sesini duydum. İstemsiz kulak misafiri oldum.
“Ne oldu yine? Bu çocuk salak mı? Karaoğlu aşiretinin kızını nasıl kaçırır? Siz iyi misiniz?”
Aşiret? Bu devirde aşiret mi kalmıştı? Dizi mi çekiyorduk? Babam ne diyordu? Bağırmaya devam etti. “Baba, Serhat’a söyle, o kızı hemen bıraksın! Ölmek mi istiyor?”
Elini sertçe masaya vurdu. Sözlerine devam etti. “Baba tamam, geleceğim. İlk uçakla Mardin’e geliyorum. Bu işi ben çözeceğim! Ben gelene kadar rahat dursun!”
Telefonu kapattı, sertçe masaya koydu. Donup kaldım. Kız kaçırmak, aşiret, Serhat, Mardin… Bütün anahtar kelimeler beynimde dolanıyordu.
En önemlisi Serhat kimdi? Babama görünmeden odaya geri döndüm. Babamın Mardin’de bizden sakladığı bir sırrı vardı. Onun bana yalan söylemediğini düşünüyordum ama yanılmıştım. Elim telefonuma gitti. Mardin için bilet aldım.
“Baba senin orada bir sırrın var ve ben onu öğreneceğim!”