Salona mutlu mesut girince ablam bize hayran hayran baktı.
“İkinizi böyle gördüm ya, artık gözüm açık gitmem” deyince ben cevap verdim ilk
“Yaşlı kadınlar gibi konuştun abla”
“Hayatım, öyle gitmek falan gibi cümleleri evimizde kullanmıyorduk değil mi?” diyerek Ferhat da ikinci kişi oldu ablamı cevaplayan. Ablam da baskılarımıza dayanamayıp
“Tamam, yaşlı kadınlar gibi davranıp yasakları çiğnemeyeceğim. Ama siz hep böyle iyi olun tamam mı?” dedi. Biz de kabul ettik bu dileğini.
Ablamın evinde saatler çok eğlenceli geçmişti. Biz Ferhat’la tavla oynarken Gülçin’le ablam da fal seansına geçmişlerdi. Tavlamız kıran kırana devam ediyordu ve çok eğleniyordum. Durumu 2-0’dan 2-2 ye getirmiştim ve ikimiz de hırs yapmıştık. Ama sonunda kazanan Ferhat oldu. Bu duruma kızmak yerine kendimle dalga bile geçtim ve ikimiz de kahkahalarla güldük. Onun samimiyetine ilk kez bu kadar yakından şahit oluyordum. Yaşadığımız sorunların arasından onun bu halini görmeye hiç fırsatım olmamıştı.
Gecenin sonunda artık kalkmamız gerektiğini söyleyerek ayaklanınca ablam da Ferhat da çok ısrar ettiler kalmamız için ama ablamın evinden okullarımız çok ters kalıyordu. Üzülerek de olsa kabul etmedik ve taksiyle gitme teklifimizi kesin bir dille reddeden Ferhat ile birlikte yola çıktık.
“Sinemis senin ehliyet sınavların ne zaman?” dedi Ferhat yola çıkınca.
“Üç hafta var Ferhat abi, inşallah alacağım artık. Artık kendimiz gidip geliriz size”
“Yok, ben ne zaman isterseniz gelip alırım ve bırakırım sizi. Ama aklımda kaldığı kadarıyla bu yakınlardaydı sınavın da o yüzden sordum. Ben de geleceğim seninle.”
“Yok, ben giderim kendim abi, sen niye zaman harcıyorsun benim için”
“Zaman harcayacağım senden daha kıymetli kimse var mı güzelim” deyince sustum. Bu iyiliği fazla gelmişti bana
“Teşekkür ederim” diyebildim sadece, ayıp olmasın diye.
“Direksiyonun nasıl? Ablan gayet iyi durumda diyordu, sanırım Çınar’dan öğrenmişsin”
“Evet, Çınar’la okula birlikte gidiyoruz. O da bana o zamanlarda alıştırma yaptırdı. Sonra senin hediye ettiğin arabayla da birkaç kez trafiğe çıktım. Alıştım sayılır”
“Buna sevindim canım ama ehliyetsiz kullanıyorsun dikkat edin. Ayrıca o araba benim değil ablanla ikimizin hediyesi ve senin araban. ‘Arabam’ diye bahsedersen mutlu olacağım”
“Tamam” deyip gülümsedim yine.
Çok fazla üşüyordum ama Ferhat beni doktora götürmesin diye sesimi çıkarmıyordum. Doktor ve hastane görmek istemiyordum çünkü. Sonunda eve geldik ve Ferhat’la vedalaşıp eve girdik.
“Gülçin, kombiyi en yüksek ısıya ayarla lütfen ben çok üşüyorum” deyince Gülçin yanıma gelip ateşime baktı hemen
“Ya senin hala ateşin var. Ev çok sıcak Sinemis, sen ateşinden böyle üşüyorsun”
“Tamam, ben gidip yatayım da ısınayım o zaman. Sıcak su torbası neredeydi?”
“Ateşin var diyorum sıcak su torbası diyorsun. Olmaz onu kullanamayız da ben ilaç bakayım sen geç odana yat” deyip beni odama gönderdi Gülçin. Ben de hızla dolaptan en sıcak tutacak pijama takımımı alıp yatağıma girdim. Sanki evde değil dışarıdaydım. Gülçin birazdan gelip ateşimi ölçtü
“Sinemis, gerçekten yüksek ateşin kuzum. İlaç baktım ama bulamadım, Çınar’a sesleneyim de şu ilerideki hastaneye gidelim olmaz mı?”
“Hayır, istemiyorum Gülçin.”
“Ama ateşin var, ilacımız yok. Bir şey olur diye korkuyorum”
“Merak etme sen, bir şey olmaz. Hadi git yat sen” deyip onu zorla odasına gönderdim.
Zamanla geçer de uyurum dediğim üşüme beni daha da çok ele geçirmişti. Uykuyla uyanıklık arasında, rüyayla karışık bir şeyler görüyordum. Tek hissettiğim soğuktu ve etrafımda olan biten hiçbir şeyin farkında değildim.
Gülçin
Sinemis’in ateşi çok yüksekti ama inadı da ateşi kadar fazlaydı ve hastaneye gitmeyi kabul etmemişti. Odama gidip yattım ama içim rahat etmemişti. Uyumaya çalışıp, aklım onda kaldığından uyuyamayınca odasına gittim. Yatağında sayıklıyordu. Seslendim ama beni duymadı. Yaklaşıp ateşini kontrol ettiğimde ne kadar fazlalaştığını derece olmadan da anlayabilmiştim. Beni duymuyor sadece sayıklıyordu.
Panikle koşup Çınar’ın kapısını çaldım. Biraz bekleyip bir daha basacakken Çınar kapıyı açtı
“Gülçin hayırdır?” diye sordu hemen. Genelde bu saatte onun kapısına sadece Sinemis gidiyordu çünkü.
“Çınar, Sinemis çok hasta. Ateşi var ama doktora götürmeye ikna edemedim. Şimdi de daha kötüleşti ve ne yapacağımı bilmiyorum”
“Tabii ki hastaneye götüreceğiz Gülçin” deyip içeri döndü
“Ali, Sinemis hastalanmış. Ben onu hastaneye götüreceğim” deyince şaşırıp kaldım. Ali de onunlaydı. Çınar’ın söylediklerini duyunca koşarak geldi o da.
“Gülçin ne oldu Sinemis’e?” diye panikle kollarımı tuttu
“Ateşi var, çok ateşi var Ali. Hiç iyi değil” diye cevap verdim. Ali hemen Çınar’ın evinden montunu aldı ve açık olan kapıdan bizim eve girdi. Çınar da bana eşyaları alıp hemen geleceğini söyledi ve kendi evine koştu. Ben de Ali’nin peşinden gittim. İçeri girdiğimde Ali Sinemis’i kucaklamış odasından çıkarıyordu.
“Gülçin, ben hastaneye götürüyorum Sinemis’i, sen de evi kilitle, Sinemis’in kimliğini falan al Çınar’la birlikte gel” dedi ve asansörün kapısını açmamı istedi. Asansöre binip aşağı doğru yola çıktılar. Ben de eve girip önce üzerimi giyindim. Sonra da Sinemis’in çantasını, montunu, kendi eşyalarımı alıp beni kapıda bekleyen Çınar’ın yanına gittim.
“Neredeler?” diye sordu Çınar merakla
“Ali götürdü onu. Ben de eşyalarını aldım, çıkalım hadi” dedim ve Çınar’la beraber biz de alt kata indik. En yakınımızdaki hastanenin önüne geldiğimizde Ali’nin arabası da oradaydı, gelmişlerdi. Hemen içeri girip nerede olduklarını sorduk ve Ali’nin yanına ulaştık.
“Ali ne oldu?” diye sordum endişeyle
“Bilmiyorum, ateşi çok yüksekti Gülçin. Buz falan aldılar içeri, bekleyecekmişiz”
“Anladım. Umarım bir şey olmaz”
“Olmayacak merak etme sen” deyip bana destek vermeye çalıştı Ali. Ama kendi de benden farklı değildi.
Beklemek öyle sinir bozucuydu ki, kalkıp bir yerlere vurasım geliyordu. Normalde bunu Ali’nin yapması gerekiyordu ama o bunları eskiden yapıyordu. Artık Sinemis için ortalığı yıkıp dökmüyordu. Ben saçma sapan düşüncelerimle uğraşırken nihayet doktor odadan çıktı
“Doktor bey, durumu nasıl?” diyen Ali doktorun yanına dikildi hemen
“Ciddi şekilde üşütmüş. Ateşi çok yüksekti ama neyse ki tehlikeli bir noktaya gelmeden müdahale ettik ve yavaş yavaş düşüyor. Vücudunda enfeksiyon olmasından şüpheleniyoruz ve bunun için de bazı tahliller yapacağız. Şimdi onu odaya çıkaracaklar. Durumu netleşene kadar bizimle kalması gerekecek”
“Tahlil sonuçları ne zaman belli olur?” dedim dayanamayarak
“Bir saat içinde çıkar. Ama yarın uzman arkadaşlarımızın da kontrolünden geçecek hastamız. Biz acil müdahaleyi yaptık ve durumunu saptamak için gerekli tahlilleri yapacağız. Dediğim gibi uzman doktorlar size daha net ve doğru bilgiyi yarın aktaracaklardır”
“Onu görebilir miyiz?” dedim yine
“Odasına yerleştirilsin, sonrasında kısa olmak kaydıyla görebilirsiniz”
“Peki, teşekkür ederiz” diyen Ali doktorun önünden çekilip gitmesine izin verdi.
Doktorun arkasından da sedyede Sinemis göründü. Zavallı arkadaşım kendinden geçmiş halde yatıyordu.
“Neden uyanık değil, kötü bir şey mi var?” diye sordu Ali panikle Sinemis’i taşıyan hasta bakıcı ve hemşirelere
“Merak etmeyin beyefendi, korkulacak bir durum yok. Birazdan kendine gelir” diyen hemşire daha fazla konuşmadan hızla yoluna devam etti.
Sinemis’in hangi odada olduğunu öğrendikten sonra olduğu kata çıktık birlikte. Hemşireler kontrollerini yaptıktan sonra en fazla beşer dakika görebileceğimizi söyleyip gittiler. Önce ben girmek istedim ve girdim. Sinemis uyuyordu. Arkadaşımı böyle hastane odasında görmek çok üzüyordu beni. Çok kötü üşütmüştü. Muhtemelen o gece dışarıda kaldığı saatlerde almıştı bu kadar soğuğu.
Ben dışarı çıkınca Ali girdi içeri. Yanına oturdu ve öylece onu izlemeye başladı. Ben camdan onlara bakarken Çınar omzuma dokunup
“Kafeteryaya gidelim mi? Kahve içsek fena olmaz” deyince ona uydum ve birlikte kafeteryaya indik.
Sinemis
Gözümü açtığımda ilk gördüğüm şey Ali’nin bana bakan gözleriydi. Yerimden kıpırdanmaya çalıştım ama kolumu oynatacak gücüm bile yoktu. Benim kalkmaya yeltendiğimi görünce
“Kalkma, dinlenmen gerekiyor” diyerek yerime yatırdı Ali beni.
“Neredeyim ben, ne oldu?” diye sordum hemen. Çünkü en son hatırladığım yatağımda olduğumdu.
“Hastanedesin Sinemis. Ateşin çok fazla çıkınca seni hastaneye getirdik”
“Senin nasıl haberin oldu ki?” dedim yine.
“Ben Çınar’ın yanına gelmiştim, derslerle ilgili bazı konular vardı. Biz otururken Gülçin geldi, o haber verdi bize”
“Ah Gülçin, panik yapmasa olmaz sanki. İyiyim ben bir şeyim yok”
“Sen öyle sanıyorsun. İçeride ateşini biraz düşürebilmek için bir saatten fazla uğraştılar.”
“Evet, buz gibi bir şeyler koydular üstüme başıma. Üşüyorum dedim ama dinlemedi kimse beni”
“Bu gibi değil, gerçekten buzdu onlar”
“Boşuna o kadar üşümemişim yani”
“Şimdi nasıl hissediyorsun? Üşüyor musun hala?”
“Hayır, üşüme geçti ama çok halsiz hissediyorum. Kolumu kaldıracak gücüm yok”
“İyi olacaksın merak etme”
“Ne zaman çıkacakmışım buradan?”
“Birkaç tahlil yapacaklar. Vücudunda enfeksiyon olmasından şüphe ediyorlarmış. Yarın da uzmanlar muayene edecekmiş seni. Yani daha buralardasın”
“Şaka mı bu? Ben kalmak istemiyorum”
“Kalman gerekiyor ama. İnatçılık etme Sinemis. Zaten inadın yüzünden bu hale geldin, bari iyileşene kadar şu inadını bırak”
“Ali, inan tartışmaya mecalim yok. Lütfen aynı konuları açma”
“Tamam, zaten tartışmak için söylemedim. Ama doktorlar ne kadar isterse o kadar kalman gerekiyor”
“Yapacak bir şey yok, kalacağız ne yazık ki” dedim. Sonra da istemeyerek
“Senin kalmana gerek yok, istersen git” diye ekledim. Ama gitmesini istemiyordum
“Tamam. Ben haber vereyim uyandığını Gülçin’le Çınar’a da yanına gelsinler. Bir şeye ihtiyacın olursa arama yeter” dedi ve ayağa kalktı. Hemen kabul etmişti gitmeyi. Kalmak istemiyordu yanımda.
“Teşekkür ederim” dedim zorlukla ve gidişini izledim.
Kalmak isteyeceğini düşünmüştüm ama yine kendimi kandırmıştım. Ali’nin gidişine üzülürken içeri Gülçin girdi
“Canım, nasılsın? Çok korkuttun beni” diyerek yanıma koştu. Çınar da arkasından girdi içeri ve geçmiş olsun diyerek yanıma geldi.
“İyiyim sanırım. En azından donacağımı hissetmiyorum artık” dedim bezgin bir tonla
“Daha iyi olacaksın. Şu tahlil sonuçları bir çıksın. Yarın da diğer doktorlar bakacak. Sonra çıkarsın umarım”
“Umarım Gülçin. Siz eve gidin isterseniz, yarın sabah gelirsiniz. Ya da okuldan sonra”
“Ben hiçbir yere gitmiyorum” dedi Gülçin
“Ben de buradayım, seni yalnız bırakmayacağım” diyerek Çınar da onu destekleyince, en azından yanımda kalmak isteyen birilerinin olmasına sevindim.
Çınar ve Gülçin’le sohbet ederken göz kapaklarımın yavaş yavaş ağırlaştığını hissetmeye başladım. Dediklerinin bir kısmını anlamaz hale gelmiştim. Gözlerimi açık tutmak için çabaladığımı fark eden Çınar
“Senin uykun geldi, uyu sen güzelim. Biz dışarıda bekleriz” dedi ve Gülçin’i de alıp odadan çıktı. Bense kendimi yavaş yavaş beni esir alan uykuya teslim ettim.
Gözümü, içeri giren doktorun sesiyle açtığımda sabah olmuştu.
“Günaydın Sinem Hanım” diyen doktor bir anda bütün uykumun açılmasına sebep oldu
“Okuma yazmanız var mıydı?” diye sordum yanıma gelen genç doktora
“Anlamadım?” diye cevaplayınca
“Benim ismim Sinem değil Sinemis. Okuma yazmanız pek iyi değil sanırım ki bunu görmemişsiniz” dedim sinirle
“Özür dilerim, dikkatimden kaçmış. Nasıl hissediyorsunuz?” dedi üzerinde durmayarak
“Bilmiyorum. Kamyon çarpmış gibi diyebiliriz”
“Bu normal bir durum, çünkü kanınızda ciddi oranda enfeksiyon var. Tahlil sonuçlarınızı inceledim. Ciddi şekilde üşütmüşsünüz. Nasıl bu duruma geldiğinizi merak ettim. Evinizde hasta olan biri var mıydı?”
“Hayır, benim ihmalim yüzünden oldu. Gece üzerimde bir şey yokken soğukta kaldım bir süre. O zaman üşüttüm sanırım”
“Bu kış ayında, gece üstünüze bir şey almadan dışarı mı çıktınız?” deyince yine sinir basmıştı beni
“Bunun açıklamasını o kadar çok insana yaptım ki, size de tekrar etmek istemiyorum. Öyle gerektiği için öyle oldu. Siz bana soru sormak yerine buradan ne zaman çıkacağımı söyleyebilir misiniz?”
“Durumunuz netleşti. Aslında gözlem altında kalsanız daha iyi olur ama çıkmak istiyorsanız buna engel bir durum yok. Sadece bir süre dinlenmeniz ve size vereceğim ilaçları düzenli kullanıp kendinize iyi bakmanız gerek”
“Anladım. Merak etmeyin dediklerinizi harfi harfine yerine getireceğim ama buradan bir an önce çıkmak istiyorum, çok sıkıldım çünkü” deyince
“Tamam” dedi sadece ve odamdan çıktı. Nihayet eve gidebilecektim.
Ben çıkacağım için sevinirken içeri Gülçin’le ablam girdi. Panik Gülçin ablama da haber vermişti hemen.
“Kuzum” diyerek bana doğru yürüyen ablam gelip yanaklarımı öptü hemen
“Hoş geldin abla” dedim
“Ben anlamıştım iyi olmadığını ama o kadar inatçısın ki Sinemis, komaya girene kadar gelmedin hastaneye”
“bu ara niye herkes benim inadımdan şikâyet edip duruyor ya” diye sızlandım
“Başka kimmiş senin inadından şikâyetçi olan” diye sordu ablam tek kaşını kaldırarak
“Ali”
“Ali mi? Ne alaka?”
“Ben hastalandığımda Ali de Çınar’ın yanındaymış. O da inatçı olduğumu söyledi, dışarıda öyle dolaşmasam bunlar olmazmış” dediğimde ablamın gözleri büyüdü. O an, ablamın olanlardan haberinin olmadığını hatırlayıp kırdığım pot için kendime küfrettim içimden
“Hangi halde dışarıda dolaştın sen?”
“Abla, sonra anlatsam olmaz mı? Bir an önce çıkmak istiyorum buradan. Evde konuşalım” dedim masum görünmeye çalışarak
“Konuşacağız, emin ol kurtuluşun yok. Ferhat çıkış işlemlerini halletmeye gitti, gelsin çıkacağız” diyen ablamın bana bakışları hiç de güzel değildi.
Ferhat odama gelip de çıkabileceğimizi söyleyince hemen yataktan kalktım. Ama kalktığım hızla geri oturdum. Hala kuvvetsizdim. Ablamla Gülçin koluma girip beni yataktan kaldırdılar ve birlikte yürüyerek odamdan çıktık. Koridordan geçerken odama gelen doktorla karşılaştık. Bana ters bir bakış attıktan sonra ablama dönüp
“Geçmiş olsun tekrar Defne Hanım. Haftaya kontrolü unutmayın ve dediklerimi de ihmal etmeyin” dedi
“Merak etmeyin siz, her şeyi dediğiniz gibi yapacağız” diyen ablam doktoru selamladı ve yürümeye devam ettik.
“Bana pis pis baktı, sinir şey” diye söylenince ablam kulağıma eğilip
“Adam sana öyle bakmakta çok haklı” dedi
“Nedenmiş?” diye sordum merakla
“Odandan bir çıkışı vardı adamın, sanki içeride dayak yemişti. Zavallıya neler söylemişsin”
“Ne söylemişim Allah aşkına ben?”
“Şu senin isim takıntın bir gün başına bela açacak bak söylüyorum. Adam nereden bilsin senin adının özel olduğunu? Paylamışsın zavallıyı. Çerkes olmayanlar bilmiyor işte, sen de önüne gelene sataşıyorsun”
“Sataşmadım ben ona”
“Okuma yazman yok mu demişsin”
“O da ne kadar ispiyoncuymuş ya, hemen yetiştirmiş”
“Adam haklı. Tersleyip durmuşsun, o da bize yakındı. Çıkmak istiyormuşsun, adam hemen onayladı çıkışını. Nasıl davrandıysan senden kurtulmak istemiş belli ki”
“Aman abla, ne istiyorsa yapsın. Umurumda değil” dedim omuz silkerek
“İnatçı keçi” dedi yine inadımdan yakınarak. Ama bu kez buna cevap vermedim. Onun yerine ortalarda görünmeyen Çınar’ı sordum
“Çınar nerede? Gitti mi?”
“Evet, sabaha kadar kalmış çocuk. Biz gelince gönderdik onu, önemli dersleri varmış”
“İyi yapmışsınız. Dün gece de git dedim ama gitmedi”
“Çınar’ı bilmiyor musun? Bırakıp gider mi öyle seni tek başına” diyen ablama cevap olarak
“Sağ olsun” deyip sustum ve yürümeye devam ettim
Eve geldiğimizde ablam beni salona bıraktı ve içeri gitti. Hemen sonra da elinde çarşaf, yastık ve battaniyeyle geri geldi.
“Onlar ne için?” dedim onu izlerken
“Doktoru duydun, dinlenmen gerekiyor. Odanda sıkılma diye salonda yatıracağım seni. Sıkılıp sıkılıp kalkmanı engellesin diye”
“Aman iyi edersin” dedim burun kıvırarak. Ablam da yatağı hazırlayıp beni yatırdı.
Gülçin hastaneden sonra eve gelmeyip okula gitmişti. Bizi eve bırakıp giden Ferhat da birazdan elinde ilaçlarla geri geldi.
“İlaçlarını aldım canım, şimdi bir şeyler yiyip hemen alırsın tamam mı?” dedi bana sevgiyle bakarak
“Tamam, teşekkür ederim Ferhat abi” dedim ben de ona gülümseyerek. Ona inatçılık yapmak gelmiyordu içimden. O kadar ilgiliydi ki onu kırmaktan korkuyordum artık.
“Benim çıkmam gerek. Hayatım, sen kalıyorsun değil mi?” diye sordu ablama
“Kalayım ben hayatım. Yalnız kalmasın Sinemis bugün. Çok acil bir işimiz yoktu değil mi?”
“Yok, olsa da ben hallederim. Sen burada kal, Sinemis’le ilgilen” dedi. Sonra da ablamla beni öpüp gitti.
Ablam bana çorba yapıp zorla içirdikten sonra ilaçlarımı da verdi. Bir sürü ilaç vermişti sinir doktor. İlaç kullanmayı sevmeyen biri için gerçekten de çok fazlaydı ama yapacak bir şeyim yoktu.
İlaç faslı da bittikten sonra karşıma oturdu ablam. Konuşma başlayacaktı.
“Şimdi seni dinliyorum küçük hanım. Neler yaptın da bu hale geldin anlat bakalım” derken çok ciddi duruyordu.
“Anlatacağım ama kızmak yok. Olmuş bitmiş bir şey, bunun için yeterince fırça yedim en azından sen yapma”
“Tamam, sadece bilmek istiyorum neler olduğunu”
“Biz Ali’yle ayrıldıktan sonra ben ondan arkadaşım olarak kalmasını istemiştim biliyorsun”
“Biliyorum, gereksiz bir şeydi”
“Her neyse, biz bu kararı aldık ve okul başlayana kadar da sıkıntı olmadı. Yani sıkıntı vardı ama ben fark etmiyordum. Okul başlayınca Ali’yle her gün bir arada olmaya başladık”
“Bir şey mi yaptı sana?”
“Hayır, aksine yapmadı. Beni sinir eden de bu zaten. Ali ben yokmuşum gibi davranıyor. Hayatında da biri var”
“Şaka yapıyorsun”
“Hayır, yapmıyorum. Gerçekten biriyle birlikte, hatta onu arkadaş ortamımıza alacak kadar da değer veriyor”
“inanamıyorum! Senin için ortalığı yakıp yıkan Ali, hemen başkasını mı bulmuş”
“İşte beni de sinir eden bu abla. Arkadaş olma saçmalığı benden çıktı ama ben hala onu unutamadım. Ondan vazgeçmedim daha. Ama o beni çok kolay çıkardı hayatından ve başka birini aldı yerime.”
“Buna mı delirdin sen?”
“Ya, kıza sinir oluyorum. Tanışmamız da çok sakin geçmedi zaten. Önce bana Sinem dedi, sonra da Sinemis ya da Sinem isminin bir farkı olmadığını söyleyip ismimle ilgili saçma bir yorum yaptı”
“Bu kadar mı?”
“Değil. Biz geçen akşam vizelerden sonra eğlenelim diye dışarı çıktık ya, bu kız da geldi. Ben lavaboya gidince peşimden gelip özür diledi. Ali ona benim yaşadığım şeyleri anlatmış, o da bana acıyor gibi davranıp beni anladığını ve duyduklarına çok üzüldüğünü söyledi”
“Ne anlatmış ki Ali?”
“Babamla olan durumumu anlatmış işte neden hassas olduğumu falan. Ben bunu duyunca çok sinirlendim. Tamam, belki başkası olsa bu kadar kızmazdım ama Ali’nin yeni kız arkadaşından bunları duymak sinirimi bozdu. Dışarıda onunla kavga edince ben de sinirimden kendimi yürümeye vurdum. Üzerimde sadece gömlek vardı, öyle oldu üşütmem de”
“Ne kadar kaldın dışarıda?”
“Kaybolacak kadar”
“Ne?” diye çığlığı bastı ablam kaybolmak sözünü duyunca
“Abla sakin ol lütfen. Ben yürüyerek bilmediğim bir yere gittim. Telefonum, param, hiçbir şeyim yoktu yanımda. Neyse ki yaşlı bir adama rastladım da beni eve getirdi”
“Kim o adam?”
“Cahit Sarıkaya diye biri”
“Cahit Sarıkaya mı?”
“Evet, sen de mi tanıyorsun?”
“Başka kim tanıyor ki?”
“Alp”
“Alp mi? Doğru ya Alp de seninleydi o gece ve bana hiçbir şey anlatmadı”
“Ben istedim anlatmamasını abla, çocuğa kızma”
“Neyse. Cahit Bey tanıdık biridir. Makine üreten fabrikaları var. Biz de birkaç kez toplantılarda denk gelmiştik. Ferhat’ın babasıyla iyi görüşüyorlar”
“İşte o adam bana yardım etti”
“Peki, anlamıyorum ya Cahit Bey karşına çıkmasaydı ne olacaktı Sinemis?”
“Abla, yaptığım doğru değildi biliyorum ve bir daha aynı şeyi yapmayacağım. Ama ne olur üzerime gelme, ben de pişmanım” deyince daha fazla bir şey söylemdi ablam. Neyse ki uzatmamıştı.
İlaçların üzerimde bıraktığı etkiden olsa gerek uyku bastırmıştı beni. Yastığımı aşağı doğru çekip iyice gömdüm başımı ve gözlerimi kapadım. Ablama olan biteni anlatmış olmanın huzuru da eklenince uykuya dalmam çok kolay olmuştu…