YENİ DÖNEM
1 YIL SORA
Kampüste oturmuş, arkadaşlarla derste olan şeyleri konuşurken önümden geçen ikiliye kaydı gözlerim. Sürekli gördüğüm ama bir türlü alışamadığım bir görüntüydü bu ve yine sinirlerim yerinden oynamıştı.
Ali ve Çiğdem… Hayatımın yeni kâbuslarıydılar.
Ali’yle aynı okuldaydık, sadece sınıflarımız farklıydı. İkimiz de Makine Mühendisliğini kazanmıştık, hem de aynı üniversitede. Okulun ilk günü onu karşımda görünce öyle şaşırdım ki, hayal mi görüyorum diye düşünmekten alamadım kendimi. Ama gerçekti. Ben Çınar’la birlikte gelmiştim okula. O üçüncü sınıftaydı ve benimle velimmiş gibi ilgileniyordu. Ali’yi gördüğünde o benim kadar şaşırmadı. Hatta Ali’yi selamlayıp yanımıza çağırdı. Sarıldılar ve aynı okulda oldukları için abartılı şekilde sevindiler. Bense sadece “İyi olmuş” dedim yarım ağızla.
Ablamın düğününden sonra yaptığımız telefon konuşmasında arkadaş olmaya karar vermiştik ve Ali bu kararımıza uyuyordu, gerçekten fazlasıyla uyuyordu. Hatta yeni bir kız arkadaşı bile vardı. Okulun en havalı kızlarından Çiğdem’le aralarında iyi bir ilişki vardı. Birlikte olup olmadıklarını bilmiyordum ve kimseye soramıyordum da. Çünkü herkes arkadaş olma kararını ben aldığım için bana kızgındı ve bu konudan şikâyet etmene hak tanımıyorlardı. Şimdi Ali’yle o kızın arasında bir şey olup olmadığını sorsam eminim ki hepsi bir araba laf ederlerdi. Ben de sormuyordum ama meraktan ölecek duruma gelmiştim. Üç aydır beraber okuyorduk ve onlar neredeyse okulun ilk gününden bu yana ayrı bir gün geçirmemişlerdi.
Benimle uzlaştıktan sonra bırakıp gittiği hayatına geri döndü Ali. Babaannesiyle kalıyordu çoğu zaman. Ama ben Şahika hanımı ziyarete gittiğimde ya evde olmuyordu ya da odasından çıkmıyordu. İlk zamanlar beni rahatsız etmemek için böyle davrandığını düşünsem de sonraları kendi rahatsız olduğu için böyle davrandığını anladım. Gerçekten benimle aynı ortamda olmak onu rahatsız ediyor gibiydi. Bunun için onunla konuşamıyor olmak da beni fazlaca geriyordu.
Benim gittiğim dershanenin başka bir şubesine gitmeye başlamıştı ve biz birbirimizi hiç görmemiştik okula başlayana kadar. Sadece ara sıra bir araya geldiğimizde Alp bana birkaç ufak bilgi vermişti. O da olmasa hiç haber alamayacaktım. Bu duruma alışmak için kendimi zorlasam da hiç kolay olmamıştı. Onu bu kadar çok sevince, habersiz ve uzak kalmak çok zor gelmişti bana.. Sadece birkaç kez babaannesinin kontrolü olduğu ve benim ziyarete gidemediğim zamanlarda aramıştım Ali’yi. Birinde açılmadı telefon. O gece sabaha kadar uyuyamadım hırsımdan. Telefonumu açmaması öyle üzmüştü ki beni, gözümü bile kırpmadan sabah ettim. Sonra sabah, tam dershaneye girip sırama oturmuştum ki bir mesaj geldi:
“Sinemis, aradığını duymadım. Ders çalışırken uyumuşum. Sanırım babaannemi soracaktın. Merak edilecek bir şeyi yok durumu gayet iyi” yazmıştı. Telefonu açmamasını açıklarken aramamı ne kadar umursamadığını da göstermişti bana. Cevap vermek yerine telefonu çantama atıp tırnaklarımı yemeye devam ettim.
Diğerlerinde açtı telefonumu, ama yine arama sebebimi kendi tahmin edip açıklamasını yaptı ve konuşmayı kısa kesip kapadık telefonu. Bir daha da aramadım. Arayıp sinirlerimi bozmak yerine aramamayı tercih ettim.
Sınav stresi, sonuçları ve sonrasında tercihler derken Ali’yi sadece yatağa yattığımda düşünmeye başlamıştım. Çünkü aklımı ona verdiğimde ders çalışamıyordum. Bana bu kadar uzak ve mesafeli davranmasını benim istediğimi kendime hatırlatıp acı çekmekten kurtulmaya çalışıyordum.
Arkadaşlarım olmasa daha zor olurdu her şey ama biz kafa kafaya verip her şeyi aşmak için birbirimize destek oluyorduk. Ali konusunda beni bir tel Beril dinliyordu ve tepki vermiyordu. Ama ondan da
“Madem seviyordun neden böyle olsun istedin?” sorusunu duymamak için çok fazla dert yanmıyordum.
Sınav sonuçlarının açıklanması hepimizin mutluluğunu arttırmıştı. Ben istediğim okulun istediğim bölümünü kazandığım için hayatımın en mutlu günlerini geçiriyordum. Hatta ablamla Ferhat benim için kutlama bile yapmışlardı. Sevinçleri öyle fazlaydı ki sınav armağanı olarak bana araba almışlardı. Başta kabul etmedim ama Ferhat o kadar çok dil döktü ki sonunda kabul etmek zorunda kaldım. Ama bir sorun vardı, ben araba kullanmayı bilmiyordum ve ehliyetim de yoktu. Bunun sorun olmadığını, zamanla pratik yaparak öğreneceğimi söyleyip arabayı evin önündeki otoparka bıraktırdı Ferhat. Ablam mutlu olsun diye o kadar çok uğraşıyordu ki, ona karşı katı olamıyordum.
Beril İstanbul Üniversitesini kazanmıştı, Diş Hekimliği. İstediği iki bölümden biriydi. Diş Hekimliği. Diğer Bölüm mimarlıktı ama o tutmamıştı. Neyse ki üzülmüyordu Beril. Çınarsa “Dişlerimiz artık sağlamda” diye dalga geçiyordu onunla.
Efsun ise benimle aynı üniversitenin Kimya Mühendisliğini kazanmıştı. Çok istediği bir bölüm değildi ama yine de mühendislik kazanmış olduğu için mutluydu. En azından bütün tercihlerini İstanbul olarak yazdığı için taşıdığı yerleşememe korkusu ortadan kalkmıştı. Çünkü Timur da İstanbul istiyordu ve puanları Efsun’a göre yüksekti. Bu da arkadaşımı korkutuyordu ama neyse ki Timur da İstanbul’u kazanmıştı. Ali gibi bir yıl beklemişti ve sırf aynı okul ve bölüm olsun diye Efsun’la aynı bölümleri yazmıştı. Ama ayrı düşmüşlerdi bu kez, Timur İnşaat Mühendisliğini kazanmıştı farklı bir üniversitenin.
Okullarda ayrı olsak da gün aşırı mutlaka görüşüp telafi ediyorduk ayrılığımızı. Artık hepimiz bir arada oluyorduk, Ali de dâhil. Hatta bazen Çiğdem’i bile getiriyordu. Bu ben dâhil herkesi sinir ediyordu aslında ama kimse ses çıkarmıyordu. Ya da belki de sadece beni rahatsız ediyordu, bilmiyordum. Sadece öyle olmasını istiyordum belki de…
Okul çıkışı bazen ders saatlerimiz tutmuyordu. Genelde Çınar’ın bazı günler ders saatleri bizden çok oluyordu ve onu bekliyorduk. Ben eve onun arabasıyla döndüğüm ve bazı günler yolda direksiyon için pratik yaptığımızdan, mecburen bekliyordum. Çınar’ın ders bitiminin beklerken Ali hiç benimle vakit geçirmiyordu. Genelde sınıf arkadaşlarıyla, içlerinde Çiğdem’in de olduğu grupla oluyordu. Bana onlarla olmamı teklif bile etmiyordu. Ama yanımdan geçerken beni sinir eden o selamı vermekten de geri durmuyordu.
Çiğdem’le beni tanıştırması, hayatımda yaşadığım en berbat anlardan biriydi. Ben Ali’nin onunla dip dibe olmasına sinir olurken, o Çiğdem’i alıp benim oturduğum masaya geldi. Ben de sınıftan arkadaşım Melike’yle kahvaltı yapıyordum.
“Günaydın, oturabilir miyiz?” diyen tanıdık sese başımı kaldırıp baktığımda o müthiş manzarayla yeniden karşılaştım. Ali onu kıskandığımı anlamasın diye sevimli olmaya çalışarak
“Günaydın, oturun tabii” dedim ama içimden onlarca kötü sözü sıraladım ikisine de. Biraz bekledikten sonra
“Ali bizi tanıştırmayacak sanırım, ben Çiğdem” diyerek elini bana uzatan limon sarısı saçlı kızın boğazına yapışmamak için kendimi zorla sakinleştirdim ve ben de elimi uzatıp
“Memnun oldum, ben de Sinemis” dedim.
“Ben de Melike” diyerek arkadaşım da onunla tanıştıktan sonra hepimiz önümüzdekileri yemeye koyulduk. Ben onlara hiç bakmıyordum, çünkü sürekli birbirlerine bir şeyler anlatıp gülüyorlardı ve bu gerçekten, hele ki sabahın o saatinde hiç de kaldırılacak bir görüntü değildi. Ali’nin benimleyken hiç bu kadar eğlendiğini görmemiştim, bu da aklıma takılıp sinirimi bozan ayrı bir noktaydı. Ben bu duruma üzülürken sinirden saç diplerime kadar gerildiğim o cümle geldi Çiğdem’den
“Sinem, siz Ali’yle nereden tanışıyorsunuz?”
İşte, bu kızı sevmememe yetecek ömürlük bir neden. Benim Çiğdem’e bakışım Ali’nin dikkatinden kaçmamıştı. Tam ağzını açacakken ondan önce davrandım
“Birincisi, benim adım Sinem değil Sinemis ki ben bana Sinem denmesinden nefret ederim; ikincisi de nereden tanıştığımızı neden bu kadar merak ettiğini anlamadım, ama Ali sana anlatabilir çok istiyorsan” deyip eşyalarımı toplamaya başladım. Ama o durmak bilmiyordu
“Ha Sinemis, ha Sinem ne fark ediyor ki? Hem Sinemis de nasıl bir isim, hiç duymadım” dedi. Önümde duran bardaktaki dumanı hala tüten çaya baktım, sonra kızın suratına… Bir an çayı suratına atmayı düşündüm ama sonra vazgeçtim.
“Senin anlayamayacağın türden bir isim olduğu kesin. Ama bu konu üzerine yorum yapmazsan senin için iyi olur” deyip yerimden kalktım
“Sinemis, sakin olur musun?” diyen Ali’ye öfkeyle bakıp
“Olamam efendim!” dedim ve arkama bakmadan yürümeye başladım. Sinirden hızlı hızlı yürürken karşıma başımın tatlı belası Ozan çıktı
“Günaydın şekerlik” dedi yine her zamanki haylaz haliyle. Bana sürekli şekerlik diyordu. Başlarda kızıp söylememesini istiyordum ama sonraları ben de alışmıştım.
“Günaydın” dedim öfkemden hiçbir şey kaybetmeden
“Hop! Bu ne sinir böyle, neyin var?”
Önemli bir şey değil”
“Önemli değilse neden bu kadar etkilendin o zaman?” deyince kendimi tutamadım
“Ali’nin yanındaki kıza gıcık oldum! Bana Sinem dedi” diyerek astım suratımı
“Ah kıyamam, bilmemiştir ablası, öğrenir zamanla” diye sululuk yapınca ona da kızdım
“Kes sesini ve gözümün önünden kaybol Ozan! Bütün hırsımı senden almayayım” deyip okul binasına doğru yürüdüm ve sınıfa girdim.
Arkamdan gelen Melike ne olduğunu anlamamıştı. Yanıma oturup
“Neden o kadar kızdın sen?” diye sorunca ona ismimle ilgili hassasiyetimi anlattım. Melike’yle sürekli yan yana sayılırdık ama o benim hayatıma dair pek bir şey bilmiyordu. Bunun bir nedeni de onun çok konuşan biri olmasıydı. Sürekli anlatacak bir şeyler buluyordu ve bunu yaparken de çok sevimli oluyordu. O yüzden ben de onu dinleyerek eğleniyordum.
Vizeler başlamıştı ve herkes deli gibi ders çalışıyordu. Benim ders çalışma yerim genelde Çınar’ın evi oluyordu. Çünkü diğer çocuklar da geliyorlardı ve Beril’le ben de onlarla çalışıp yardım alıyorduk. Hocaları benden iyi tanıyorlardı hepsi ve çalışmam gereken konularla anlamadığım konularda destek oluyorlardı. Zavallı Ozan benimle uğraşmaktan kendi vizelerine çalışamıyordu.
Sınavlar bittikten sonra biraz eğlenmek için dışarı çıkmaya karar verdik. Tabii ki tüm tayfayla birlikte… Ozanların çaldığı mekâna gitmeye karar verdik Ozan ve Haldun’un yoğun ısrarıyla. Gülçin’le beni Alp aldı evden. Zaten ne zaman dışarı çıksan evlatlıkları gibi peşlerindeydim. Bunu dile getirdiğimde ikisi de kızıyordu ama ben böyle hissetmekten kendimi alamıyordum. O yüzden de bütün okul stresimin arasında ehliyet kursuna kaydolmuştum. Direksiyonda da Çınar’ın sayesinde oldukça iyiye gidiyordum. Hatta okuldan eve kadar çoğu zaman arabayı bana veriyordu. Bazen benim arabamla gidiyorduk, arabama alışmam gerektiği için böyle yapıyordu Çınar.
Mekâna gelince bize ayrılan yere oturduk. Çınar Beril’i almaya gittiği için gelmemiştiler henüz. Efsun ve Timur herkesten önce gelmişlerdi. Biz de masaya yerleşip diğerlerinin gelmesini beklemeye başladık. Ozan gruptan ayrılıp masamıza geldi ve benim yanıma oturdu.
“Burası benim, çaldıktan sonra geleceğim” dedi herkese gözdağı verir gibi. Biz aramızda şakalaşırken Ali ve yanında da Çiğdem yanımıza geldiler. Benim bütün keyfim, huzurum, tadım tuzum neyim varsa kaçtı o anda. Ama en zoru bunu belli etmemeye çalışmaktı. Çiğdem’le muhatap olmuyordum, ismimle ilgili yaptığı yorumlar da buna bahane olmuştu. Kimse de üzerinde durmamıştı, çünkü ismime olan hassasiyetimi biliyorlardı.
Çiğdem ve Ali yan yana, benim solumda kalan sandalyelere oturdular. Çiğdem Ozan’ın sandalyesinin yanındaki yere, Ali de hemen onun yanına oturdu. Ozan sahneye çıkmak için kalkınca da aramız ne yazık ki boş kaldı. Ben onlara bakmamak için uğraşırken Gülçin kulağıma eğilip
“Bunlar baya birlikteler ya” deyince olmayan tadımdan ümidi tamamen kestim.
“Bilmiyorum Gülçin” derken o kadar hırslı söylemiştim ki Gülçin suratıma şaşkın şaşkın baktı.
“Evde konuşuruz o zaman” deyip Alp’e döndü. Beni sorguya çekip bir dünya dırdır edecekti belli ki.
Çınar ve Beril’in de gelmesiyle ekip tamamlandı ve çocuklar da sahne aldılar. Onların söylediği şarkılara eşlik ederek eğlenmeye çalışıyordum. Arada yavaş tonda söyledikleri şarkılar canımı acıtsa da çoğunluğu hareketli olan şarkıların ritminde biraz olsun keyiflenmek için uğraşıyordum. Bir ara sıkıldım ve lavaboya gitmek için kalktım. Elimi yüzümü yıkarken içeri biri girdi. Aynadan bakınca gelenin Çiğdem olduğunu gördüm.
“Bana kızgın mısın?” diye sorduğunda ona bakmadan
“Hayır“ dedim.
“Kızgın olduğunu biliyorum, bunun için üzgünüm. Ama ben bilmiyordum isminin özel durumunu. Ali bana anlatınca çok üzüldüm. Yaşadığın şeyler hiç kolay değil seni anlayabiliyorum” dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Ali ona ne anlatmış olabilirdi ki?”
Ona bir şey söylemeden içeri döndüm ve Ali’nin yanında durup omzuna dokundum
“Biraz benimle gelir misin?” deyip dışarı doğru yürüdüm. Dışarıda zehir gibi soğuk vardı ama ben o kadar sinirliydim ki üşüdüğümü hissetmiyordum bile.
“Ne oldu Sinemis, iyi misin?” diyerek yanıma gelen Ali’ye tokat atmamak için kendimi zor tuttum.
“O kadar iyiyim ki ne kadar olduğunu tahmin bile edemezsin” dedim sinirle
“Ne oluyor sana?”
“Sen ne hakla benim özelimi, benimle ilgili özel konuları gidip ona anlatırsın? Kim verdi sana bu hakkı Ali?!” diye bağırınca Ali şaşırdı.
“Ne anlatmışım ben ona?”
“Bilmem, lavaboya gelip beni anladığını ve yaşadıklarımı ne kadar zor şeyler olduğunu zırvaladı durdu bana! Her ne anlattıysan bana acımaya başlamış”
“Saçmalama, ne acıması? Ben sadece isminle ilgili hassasiyetini anlattım. Babanla…” derken lafını kestim
“Sen benim babamdan ya da babamla ilgili olan şeylerden ona neden bahsediyorsun? Sana kim verdi bu izni, bana sordun mu anlatırken?”
“Sen gerçekten iyi misin?” derken öyle umursamaz duruyordu ki karşımda, gururum izin verse bağırarak ağlayacaktım.
“Ali, seni bir daha uyarmam! Bir daha sakın benimle ilgili ona tek kelime etme! Eğer anlatmak istiyorsan kendi hayatını anlat, oldukça ilgisini çekecektir” dedim geçmişini ima ederek. Ama bir an pişmanlık duydum bundan
“Kendi hayatımla ilgili neyi anlatmamı istersin Sinemis? Boktan hayatımda özellikle anlatmamı istediğin bir yer var mı? Sen nasılsa tecrübelisin, hangi kısmı ilgisini çeker sence?” dediğinde canını acıttığımı anlamıştım ama benim de canım acıyordu.
“İstediğin her şeyini anlatabilirsin. Ama o benim kadar aptala benzemiyor, dikkat et terk edip gitmesin seni”
“Aptallık olduğunu mu düşünüyorsun?”
“Biliyor musun Ali, hiçbir şey düşünmüyorum! Bir daha beni hakkımda başkalarına bir şeyler anlatmanı istemiyorum o kadar! Şimdi git içeri” dedim ve yürümeye başladım
“Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı arkamdan. Ona dönüp
“Sana ne Ali? Sana ne! Beni rahat bırak” deyip yürümeye devam ettim
“Sinemis hava çok soğuk” diye bağırdı ama dönüp ona cevap vermedim.
Soğuğa karşı yürüyordum. O kadar öfkeliydim ki bütün şehri dolaşsam sakinleşmeyecek gibiydim. Yürürken, tuttuğum gözyaşlarımı da özgür bırakmıştım. Deli gibi ağlıyordum. Ali’nin son zamanlarda yaptığı her şeyi geçirdim hafızamdan. Telefondaki tavırlarını, okulda beni görmezden gelmelerini, yalnız olduğum zamanlarda bile yanıma gelmeyişini, o kızla olan yakınlığını, onu aramıza sokmaya çalışmasını ve ona benim özelimi anlatmasını… Canım acıyordu, çok acıyordu.
Bu yolu ben seçmiştim, Ali’yi affedemeyeceğime inandığım için ben istemiştim ayrılmayı. Ama ben ondan vazgeçmemiştim ki. Onu hala seviyordum, hem de çok seviyorum. Ona deli gibi kızdığım zamanlarda bile aşkım hala benimleydi. Yüzünü görmeden geçirdiğim aylar boyunca bile küçücük bir parça bile eksilmemişti içimden ona dair. Ama o çok kolay vazgeçmişti benden. Başka birine bu kadar kolay alışması zoruma gidiyordu.
Cadde boyunca yürümüştüm ve düşüncelerimden sıyrılıp kendime geldiğimde nerede olduğumu anlayamamıştım. Saat oldukça geçti ve etrafta da pek kimse yoktu. Daha da kötüsü telefonum da çantam da yanımda değildi ve korkmaya başlamıştım. Ne yapacağımı bilmez halde pantolonumun cebindeki paraları çıkardım. Fazla değildi, taksiye yetmezdi ama otobüs falan bulsam yeter diye düşünüp ileride gördüğüm otobüs durağına doğru yürüdüm. Oturup beklemekten başka çarem yoktu.
Yarım saatten fazla geçmişti ama otobüs falan yoktu ortalıkta ve etraf da hiç tekin görünmüyordu. Beni mekâna geri götürecek bir taksi bulup onunla parayı orada verme konusunda anlaşmayı düşündüm. Taksi bulmak için etrafa bakındım ama gelen giden bir taksi yoktu. Tinerci, sarhoş ya da sapık birine denk gelmemek için dua ederken bir araba önümden geçti, sonra durup geriye doğru geldi ve yaklaştı durağa. O saatte, o halde görüp de hakkımda yanlış düşünceye kapılmış biri olmasından öyle korktum ki arabaya bakamıyordum.
“İyi geceler” diyen sese doğru bakınca oldukça yaşlı bir adam gördüm. Ben cevap vermeden o konuşmaya devam etti
“Bu saatte tek başına ne yapıyorsun burada?” diye sorunca hemen savunmaya geçtim
“Ben… Şey değilim, öyle sanmayın” dedim korkarak. Yaşlı adam verdiğim tepkiye güldü
“Öyle olmadığın belli oluyor kızım, merak etme ben de öyle düşündüğüm için durmadım. Tek başına görünce merak ettim”
“Ben... Biz… Yani şey… Arkadaşlarımla bir yerde oturuyorduk da ben yürüyüşe çıktım”
“Bu saatte mi? Kızım gecenin bu kör vakti burada yürüyüşe çıkılır mı?” dedi ve arabasından inip yanıma geldi
“Yürümeye ihtiyacım vardı” derken yine ağlamaya başladım.
“Anladım. Ama hava çok soğuk, bu ince gömlekle üşümüyor musun?” diye sorduğunda ne kadar üşüdüğümü fark ettim. Yaşlı adamsa ceketini çıkarıp bana giydirdi
“Hadi kalk seni evine götüreyim. Ya da arkadaşlarını ara seni gelip alsınlar buradan. Arabada bekle istersen” deyince şaşırarak yüzüne baktım.
“Korkma, sen bin anahtarı da sana vereyim istersen. Ama böyle dışarda durma” deyince gözyaşlarımı silip
“Beni evime bırakırsanız size minnettar olurum” dedim titreyen sesimle.
“Tabii, hadi bin kızım” deyip beni kaldırdı ve arabasına bindirdi. Sonra da kendi koltuğuna geçip arabasını çalıştırdı. Bir süre ikimiz de konuşmadan devam ettik.
“Evini tarif eder misin?” diye sorunca daldığım düşüncelerimden sıyrılıp ona evi tarif ettim.
“Seni bu kadar üzen delikanlıya çok ayıp ettiğini söylemek isterdim” deyince gözlerim yeniden doldu. Ağlamaya programlanmıştım bu gece sanki
“Ağlama, her şey geçer kızım. Zamanla unutulmayacak hiçbir acı yoktur bu dediğimi unutma” dedi yine. Bense cevap vermeden onu dinliyordum.
Aklıma arkadaşlarım gelince yaşlı adama dönüp
“Telefonunuzu kullanabilir miyim, beni merak etmişlerdir” deyince hemen telefonunu uzattı bana.
Gülçin’in numarasını çevirip açmasını bekledim. Üçüncü çalışta açtı
“Efendim?” Sesi fazla gergindi
“Benim, Sinemis”
“Sinemis sen neredesin Allah aşkına?” diye haykırdı telefondan bana.
“Eve gidiyorum. Merak etme iyiyim. Eve gel, orada görüşürüz” deyip cevap vermesine fırsat bırakmadan telefonu kapadım ve amcaya geri uzattım.
“Teşekkür ederim” dedim gülümsemeye çalışarak
“Rica ederim kızım. Merak etmişler değil mi?”
“Evet, çok merak etmişler”
“Eve gidince canına okuyacağa benziyor arkadaşın. Sesi bana kadar geldi” dedi gülerek
“ O hep öyledir, bir şey olmaz” dedim ben de tebessüm ederek. Sonra ikimiz de sustuk.
Sitenin önüne gelince arabayı durdurdu.
“Ben… Size nasıl teşekkür ederim bilmiyorum. Siz karşıma çıkmasaydınız ne olurdu bana bu gece” deyince gülümsedi
“Allah senin başına kötü bir şey gelmesini istememiş ki beni çıkardı karşına. Ama bir daha yapma böyle şeyler kızım. İstanbul’da insanların başına neler geliyor. Dikkatli ol tamam mı?” deyince gülümsedim
“Tamam. Şey… Sizi isminiz nedir?” diye sordum
“İsmim Cahit. Dur sana kartımı vereyim. Ne zaman başın sıkışsa arayabilirsin beni, ya da gelip ziyaret edebilirsin” deyince uzattığı kartı alıp teşekkür ettim. Ceketini çıkarıp ön koltuğa bırakırken kendimi tanıtmadığımı hatırlayıp ismimi söyleyecektim ki
“Ben de…” derken araya girdi
“Sinemis. Memnun oldum seni tanıdığıma kızım” dediğinde ismimi ilk seferde doğru söylemesine şaşırdım.
“Ben de Cahit amca. Tekrar teşekkür ederim, iyi geceler” dedim ve arabanın kapısını kapayıp ona el salladıktan sonra apartmana doğru yürüdüm.
“Dairenin önüne gelince kapıyı çaldım. Biraz bekledim ama açılmadı. Gelmemişlerdi henüz. Hava çok soğuktu, titriyordum soğuktan. Tam apartman görevlisine girip yedek anahtarı alacakken asansörde hareketlenme oldu. Aynı anda merdivenlerden de sesler gelmeye başladı. Gelmişlerdi, sanırım kalabalık gelmişlerdi.
Asansörün kapısı açılınca Gülçin üzerime atlayacaktı neredeyse
“Sen neredesin Allah’ın cezası! Ne kadar merak ettik biliyor musun?” derken asansörden çıkan Beril ve Efsun onu sakinleştirmeye çalıştılar. Ama Gülçin yatışmıyordu.
“Ya bu ne sorumsuzluktu ya? Sen deli misim bu saatte sokaklardasın?” derken Çınar, Timur, Alp ve Ozan da merdivende göründü.
“Gülçin geç oldu, apartmanın içinde bağırma. İçeri geçin ne konuşacaksanız orada konuşun” diyen Alp’in uyarısıyla susup çantasından aldığı anahtarla kapıyı açtı Gülçin.
Herkes gelmişti ama Ali yoktu. Mutlaka Çiğdem’in peşindeydi. Bana ne olduğu umurunda bile değildi onun. Salona geçip oturdu herkes. Bense donmak üzereydim
“Ben üzerime bir şey alıp geliyorum” dedim ve odama doğru yürüdüm. Dolaptan aldığım polar pijamamı, ev ayakkabılarımı ve kalın svitimi giyip yanlarına geldiğimde hepsi bana kızgın bakıyorlardı. İlk sözü Alp aldı
“Sinemis, bizi ne kadar endişelendirdin biliyor musun?” dedikten sonra sırasını Timur’a bıraktı
“Ya aklımız başımızdan gitti Sinemis, böyle yapılır mı?”
Üçüncü söz Efsun’dan
“Ya başına bir şey gelseydi?”
Çınar, Beril ve Ozan konuşmamışlardı. Biraz bekleyip
“Siz bir şey söylemeyecek misiniz?” dedim onlara bakıp
“Biz sadece iyi olmana sevindik” diyen Beril beni hiç şaşırtmamıştı. Zaten her şartta beni tepkisiz anlayan o vardı son zamanlarda bir tek.
“Bir kez anlatacağım ve soru kabul etmeyeceğim” dediğimde herkes pür dikkat beni dinlemeye başladı.
“Ali’ye kızdım. Gidip o kıza benim hayatımla ilgili özel şeyleri anlatmış. O da gelip bana acıyormuş gibi üzülüyorum falan deyince sinirlendim. Ali’yi çağırıp neden böyle bir şey yaptığını sorarken kavga etmeye başladık. Ben de sinirimden yürüdüm. Ne kadar yürüdüğümün farkına varmadım. Sonra baktım ki bilmediğim bir yere gelmişim. Telefonum da param da yoktu. Sonra yaşlı bir ada çıktı karşıma ve beni eve bıraktı”
“kimmiş o?” dedi hemen Gülçin
“Cahit Sarıkaya diye biri” dediğimde Alp hemen araya girdi
“Cahit Sarıkaya mı?”
“Evet, ne oldu ki?”
“Adını duydum onun ben. Fabrikası mı ne vardı? Babama davetiyesi gelmişti bir kere. Tanınmış biridir”
Her neyse Alp, adam beni görünce durdu, beni sapık ya da katil olmadığına ikna etti ve eve getirdi. Kartını da verdi işte. Buradayım ve iyiyim. Artık lütfen üzerime gelmeyin ve Alp, bu durumdan ablamın haberi olmasın” deyince Alp kaşlarını çattı
“İspiyoncu muyum ben”
“Öyle değil, olur da boşluğuna gelir falan, aman dikkat. Ona da izahat vermeyeyim”
“Ben ablana söylemem ama bir daha böyle bir şey yapmayacağına söz ver Sinemis. Dağıtacaksan da beni ara birlikte dağıtalım”
“Tamam. Merak etmeyin lütfen” dedim. “Şimdi izninizle ben yatabilir miyim? Çok üşüdüm ve ısınıp uyumak istiyorum” deyince hepsi anlayışla kabul ettiler. Ben de odama geçip dolaptan bir battaniye aldım ve sarınıp yatağıma yattım.