BÖLÜM 2

3339 Kelimeler
BİRKAÇ GÜN SONRA Şahika Hanım iyileşmeye başlamıştı. Sonunda yoğun bakımdan çıkarılıp normal odaya almışlardı. Benim de artık hastanede yatıp kalkmaya son verme zamanım gelmişti. Onu bir kez daha görüp eve gitmeden vedalaşmak için odasına girdiğimde yanında Ali vardı. İkisi yalnızdı ve konuşuyorlardı. Önce tereddüt ettim ama sonra onunla yan yana gelmekten sürekli kaçamayacağımı kendime tekrar edip bununla yaşamaya alışmam gerektiğini düşündüm ve içeri girdim. “Kızım hoş geldin” dedi Şahika Hanım beni görünce. Ben de gülümseyerek yanına gidip elini öptüm. “Nasılsınız? Daha iyi gördüm sizi” “İyiyim yavrum. İki tane kıymetli evladım yanımda olunca benden iyisi mi olur?” diyerek Ali’yle bana baktı. “Ali seni çok üzdü biliyorum kızım. Ama artık döndü. Her şey düzelecek” dediğinde ben başımı öne eğdim sadece. “Hayır, hiçbir şey düzelmeyecek. Bizim Ali’yle aramızdaki her şey bitti” diyemezdim. Ama “Evet, her şey yoluna girecek” diyerek onu kandıramazdım da. “Ben… Size veda etmeye geldim, yani artık eve gidiyorum. Sizi her gün görmeye geleceğim ama okulu astım kaç gündür. Eve dönmem gerek artık” deyince elimi sıkıca kavradı. “Tabii güzel kızım. Kaç gündür burada benin peşimde perişan oldun. Evine git, güzelce dinlen. Sonra da okuluna devam et. Her gün gelmesen de olur, ben biliyorum senin ne kadar hakikatli olduğunu” “Perişan olmadım. Siz benim için çok değerlisiniz. Sizin böyle iyileşip güldüğünüzü, konuştuğunuzu görmeden gidemezdim” “Canım benim. Hadi git artık sen. Zaten yüzün kaşık kadar kalmış” dedi sonra tebessüm edip “Merak etme, buradan bir çıkayım doktoruna inat sana güzel yemekler yapıp kilonu düzelteceğim” deyince şaşırdım. “Ama… Siz beni…” derken lafımı o tamamladı “Duydum kızım. Yanıma gelip söylediğin her şeyi duydum” deyince şaşkınlıktan cevap veremedim. Demek komada olan ya da hastalıktan dolayı uyuyan insanlar bizi gerçekten duyabiliyorlardı. O yüzden güzel şeyler anlatın falan gibi tavsiyeler veriliyordu. Filmlerde değil, gerçekte de vardı demek ki… “Ali seni evine götürsün. Taksiyle uğraşma kızım” deyince Ali’ye baktım. O da dünden hazır gibi ayağa kalktı hemen. “Gerek yok” desem de ikisi de beni dinlemedi. Şahika Hanıma veda edip odasından çıktım. Biraz uzaklaşınca Ali’ye dönüp “Ben giderim, senin gelmene gerek yok” dedim. “Babaannem öyle istedi Sinemis, ben de seni evine bırakacağım” “İstemiyorum. Bıraktığını söylersin. Seninle yolculuk etmeye hiç niyetim yok” “Neden? Benden nefret ettiğin için mi?” “Ali, seninle tartışmayacağım. Ben kendim gidiyorum, sen de gelmiyorsun” dedim ama beni dinlemiyor peşimden geliyordu. Hastaneden çıktığımda hala arkamda geldiğini görünce “Gelme dedim!” diye bağırdım “Geleceğim!” dedi o da aynı tonda “İyi, ne yaparsan yap” “Arabaya bin Sinemis, seni evine ben bırakacağım” deyip kolumu tuttuğunda kolumu çekip ondan kurtardım. “Sen ne yaptığını sanıyorsun! Bırak beni, bırak! Ben kendim gideceğim. Seni babaannen olmasa bir dakika görmeye bile katlanamam. Her şeye onun hatırı için dayanıyorum” “O zaman babaannemin dediğini de dinleyecek ve benimle geleceksin. Yoksa gidip anlatırım izin vermediğini” “Yapamazsın” “Yaparım!” “Yoğun bakımdan yeni çıkmış, beyin kanaması geçirmiş yaşlı bir kadına bunu yapabilecek kadar kötü biri haline ne zaman geldin sen?” “Daha kötüsünü de yapabilirim inan!” “Sen gerçekten iyi ki hayatımdan çıkmışsın” deyip lanet olası arabasına bindim. Pislik! Belki yapmazdı ama küçük de olsa bir ihtimalin varlığını yabana atamazdım. Şahika Hanım hastaydı ve küçücük bir şey bile onu yeniden aynı duruma getirebilirdi. Doktoru bu konuda çok sıkı tembihlemişti hepimizi. Yaşının kaldıramayacağı bir hastalık yaşamıştı ve bundan sonra yaptığı her şeye dikkat etmesi gerekiyordu. Arabaya binip yola çıktık. Ben hiç konuşmadan camdan dışarıyı izliyordum. Ali’yse müziği açtı ve şarkıya eşlik etmeye başladı. İtiraf etmeliyim ki, onunla olmayı özlemiştim. Sesini duymayı, bana bakmasını, bana dokunmasını, gözlerinin rengini bile özlemiştim. Ama ona bakamıyordum. Çünkü şuanda ona baksam, bana birkaç cümle söylese ve kendini affettirmek istese onu affedebilirdim. O kadar çok özlemiştim ki, boynuna sarılma isteğimi bastırmak için kendimle savaşıyordum. Sonunda eve geldiğimizde derin bir nefes alıp arabadan indim. O da peşimden inip hızla bana yetişti ve kolumu tuttu. “Bu ‘ben haklıyım’ tavrından ne zaman vazgeçeceksin diye merak içindeyim” dedi gözlerini bana dikerek. Bense “Anlamadım?” diye cevapladım onu. Sahiden anlamamıştım ne demek istediğini. “Bu tavırların, ters davranışların, haklıymışsın gibi karşımda dik kafayla durman diyorum, ne zaman bitecek?” “Sen neden bahsediyorsun ya? Ne demek istiyorsun?” “Gayet açık bir soru soruyorum” “Sen hangi hakla bana böyle davranabiliyorsun? Basıp giden sensin, tek kelime etmeden ortadan kaybolan sensin, bana inanmayıp her şeyden vazgeçen de sensin. Şimdi sen kalkmış neyin hesabını soruyorsun ya bana? Ne hakla!” diye bağırınca yüzü daha çok gerildi. Tam kolumu tutmuşken Çınar’ın arabası yanımıza yanaştı. Çınar hızla arabasından inip yanımıza geldi ve “Ali? Ne oluyor burada?” dedi Ali’nin kolumu sıkan elinden beni kurtararak. Ali elini kolumdan çekip bana öfkeyle baktıktan sonra Çınar’a tek kelime etmeden hızla arabasına binip uzaklaştı. “İyi misin?” diye soran Çınar’a sadece kafamı sallayabildim ‘evet’ anlamında. “Neden öyle tutuyordu kolunu? Yine mi başlamış eskisi gibi saldırmaya?” “Biliyorum. Karşıma geçip de haklıymışım gibi davranmaktan ne zaman vazgeçeceğimi sordu bana!” “Haklıymışsın gibi davranmak mı?” “Evet, öyle dedi” “Ne demek istedi ki?” “Bilmiyorum. Sen gelince sustu ve gitti” “Neyse, sen iyiysen tamam, hadi çıkalım yukarı” deyince Çınar’ın peşine takılıp eve çıktım. Gülçin okuldan dönmemişti. Ablam da işten… Hemen kendimi duşa attım. Ali’nin söylediklerini düşünmemeye çalıştım, biraz rahatlamak için. Duştan çıkınca üzerimi giyinip Efsun’u aradım. Okuldan yeni çıkmıştı, dershaneye gidiyordu. Benim de gitmem gerekti ama hiç ders dinleyecek kafa yoktu bende. Ona kısaca olanları anlatıp çıkışta bize gelmesini istedim. Sağ olsun, kabul etti. Mutfağa geçtim, yiyeceklere tek tek baktım ama canım hiçbir şey istemiyordu. Yemem gerekliydi çünkü doktor kilomu kontrol ettiğinde ben bile şoka girmiştim. Tam on iki kilo vermiştim ve bu benim boyumda biri için çok fazlaydı. Yine de hiçbir şey yemeden salona geçip televizyonda bulduğum bir kadın programını izlemekte karar kıldım. Zilin sesiyle gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı, sadece televizyonun ışığı vardı içeriyi aydınlatan. Zil tekrar çalınca hızla kalkıp kapıyı açtım. Efsun gelmişti. “Hoş geldin” dedim çatallı çıkan sesimle “Uyuyor muydun sen?” “Sızmışım televizyonun karşısında” “Yoruldun tabii kaç gündür. İstersen sen dinlen ben sonra gelirim” deyince kolundan tutup içeri sürükledim onu. “Geç şuraya geç” Efsun’la birlikte koltuğa yerleştik ve ben onu olan biteni anlattım. “Yok artık! Ne demek oluyor bu? Nasıl böyle davranabiliyor ki karşına geçip de” “Ben de bilmiyorum. Murat’ın söyledikleri için beni suçluyor olabilir mi? Ya da o kontrolü yaptırmayıp da onun içine şüphe düşürdüm diye mi böyle yapıyor, inan bilmiyorum. Çok bilinmeyenli denklemden daha zor onu çözmek” dediğimde kapı yeniden çaldı. Gidip açtım, Gülçin gelmişti. “A, sen eve mi döndün?” dedi sevinerek “Evet, Şahika Hanım iyileşti ben de geldim” “Çok sevindim. Nasıl durumu tam olarak? Çıkacak mı hastaneden?” “Sanırım bir süre daha çıkmayacak. Ama iyi durumu, konuşuyor, gülüyor. Ali’yle beni barıştırmaya çalışacak kadar iyi” dediğimde merakla suratıma baktı. Ona da olan biteni anlattım. Efsun’un verdiği tepkilerin aynısını verdi o da. “Bir şey var bu işin içinde” dedi Gülçin biraz düşündükten sonra “Ne gibi bir şey?” diye sordu Efsun. “Adam bizim tahminimize göre Murat’ın saçmalıklarına inanıp gitti. Ama karşına dikilip bunları söylemesi bu tahmini biraz çürütüyor sanki” “Ne demek o ya” dedim dayanamayarak. “Kızım, bize göre sen bir şey yapmadın, haklıydın ama o sana inanmadığı için gitti. Ama ona göre durum öyle değil sanki” “Evet, beni suçlar gibiydi. Ama ne olabilir ki? Yani nedir onu buradan gönderecek kadar büyük olan hatam? Ben bir şey yapmadım ki” “Ne bileyim Sinemis. Sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum. Anlayamıyorum, ama başka bir şey var sanki” “Beynim yandı düşünmekten!” diye isyan ettim. “Neyse, nasılsa çıkar ortaya bir şekilde. Yorma kendini, zaten daha toparlanamadın. İlaçlarını aldın mı sen?” “Almadım. Bir şey yemedim daha, ondan almadım” dedim hemen açıklamamı yaparak. İlaçlarımın kullanımı konusunda hepsi oldukça titizdi. “Defne ablayı arayalım. Eğer geç gelecekse yemek yiyelim biz, sen de ilaçlarını aksatmamış olursun” deyip telefonu aldı ve ablamı aradı. Ona benim eve geldiğimi haber verdikten sonra erken gelip gelmeyeceğini sordu ve telefonu kapadı. “İşleri varmış, geç gelecekmiş” “Şu nikâh bir olsaydı da rahat etseydik ya” dedim yine homurdanarak. “Şikâyet etmeyi bırak da mutfağa yürü. Yemek yiyeceğiz” diye komutu veren Gülçin’i dinleyip birlikte mutfağa geçtik. Yemek yedikten Gülçin hemen ilaçlarımı ağzıma tıktı. Asla kaçırmazdı zaten. Sonra da çay demleyip salona yerleştik ve Ali dışında her şeyden konuştuk. Sonra da Efsun evine gitti. Kalmasını istedim ama annesinin yalnız olduğunu söyleyince ısrar edemedik. Ablam geldiğinde epey geçti saat. Neredeyse yatacaktık. Salona gelince kendini boş olan koltuğa bıraktı. “Dünyaya bir daha gelirsem kesinlikle bekâr olmayı seçeceğim” dedi. Yorgunlukta ölüyordu. Bizse bu haline güldük sadece. “Sen ne zaman geldin” dedi bakışlarını bana çevirip “Gündüz geldim.” “Şahika Hanım nasıl oldu?” “İyi şuanda. O yüzden geldim ben de” “Doğru, iyileşmese gelmezdin” derken ses tonundaki kinayeyi fark etmiştim. “Bir sorun mu var abla?” dedim oturduğum koltukta dikleşerek. “Sorun var desem çözmek için uğraşır mıydın?” “Sen sorununu söyle ona göre cevap vereyim ben sana” Evet, kavga başlıyordu… “Ben gerçekten anlayamıyorum. Ali’nin babaannesini insan olarak sevebilirsin, buna asla itirazım olamaz. Ama o hastalandı diye günlerdir hastanede kalmak ne demek oluyor onu anlayamıyorum” “O kadın benim için çok değerli” “Neden? Ne yaptı da bu kadar değerli oldu senin için?” diye sorarken ablam sabrımı ne kadar zorladığının farkında bile değildi. “Birine değer vermek için illa ki ondan bir şey almış olmak mı lazım abla?” “Bak, o senin eski sevgilinin babaannesi. Evine girdin çıktın sesimi çıkarmadım, babaannemi onunla tanıştırdın sesimi çıkarmadım. Ama olan bunca şeyden sonra senin hala o ailenin etrafında olmandan hoşlanmıyorum” “O aileyle işim yok, sadece Şahika Hanımı çok seviyorum. Başkasıyla ilgisi yok” “Emin misin?” “Ne demek istiyorsun?” “Sakın, Ali de orada diye kalmış olmayasın?” “Sen neyi ima ediyorsun bana açıkça bir anlatsana” derken sesim daha yüksek çıkmıştı. Gülçin dayanamayıp araya girdi “Sinemis, Defne abla lütfen sakin olun” “Sen karışma” dedim ona bakmadan ve ablamla konuşmaya devam ettim “Açık ol! İma etmeden direkt söyle!” “Söylüyorum işte! Ali seni bırakıp gitti, yaşadıklarını umursamadan başka birine inanıp senden vazgeçti ama sen hala ciğerci kedisi gibi onun etrafındasın” “Kimin etrafındayım? Ali’nin mi? Sen ne biçim konuşuyorsun benimle ya!” “Asıl sen ne biçin konuşuyorsun! Karşında ablan var bunu unutma” “Evet, beni hiç tanımayan ablam var karşımda! Benim birinin etrafında dolanmayacak kadar gururlu olduğumu bilmeyen ablam! Senin en büyük problemin ne biliyor musun, başkalarının ne düşündüğünü umursamadan kendi istediğine inanman!” “Ben ne zaman senin düşüncelerini umursamadım? Senden başka hiçbir şeyi düşünmedim ben, sadece senin iyiliğini istedim. Ama sen tırnaklarını öyle bir çıkarıyorsun ki, yanına yaklaşılmıyor” “Tırnaklarım durduk yere çıkmıyor abla! O kadın beni defalarca aradı, görmek istediğini söyledi ama ben gitmedim. Sonra hastalandı ve fenalaşmadan aranmasını istediği kişi bendim, başka kimse değil! Sen anla ya da anlama, onunla aramızda çok özel bir bağ var ve bunun Ali’yle asla ilgisi yok!” “Kadın seni görmek istemiş olabilir. Ama Ali oraya gelmiş olmasına rağmen sen oradan uzaklaşmadın. Ben buna kısıyorum. O çocuğa onu istemediğini bile gösteremiyorsun. O kadar acizsin ki onu görmeye dayanamayıp hastalanıyorsun. O gittiğinden beri ne kadar değiştiğini görmüyor musun? Şu haline dön bir bak!” “Seninle yaşadığım acıyı tartışmayacağım! Bunu ben yaşadım ben biliyorum! Senden de anlamanı beklemiyorum, sadece saygılı ol yeter!” “Bana saygıyı mı öğretiyorsun sen? Senin gibi ilaçlara bağımlı…” derken sözünü kestim “Sakın o cümleyi bitirme! Bu defa sadece konuşmamakla kalmam, bu evden giderim. Ve sen benim yüzümü bir daha asla göremezsin! İnan bana bunu yaparım! İlaçlara bağımlı, psikolojik sorunlu biri olabilirim, ama benim yaşadıklarımı sen yaşasaydın şuan belki de bir sinir hastanesinin odalarından birinde yoğun tedavi altında iyileşmeyi bekliyor olurdun! O yüzden sakın benim yaşadığım şeyleri hafife alma ve bir daha sakın beni gurursuzlukla itham etme! Ölmüş babamın mezarına yemin olsun seni bir daha asla görmem! Bu konuda da bir daha asla uyarmayacağım seni! Her sıkıştığında beni zayıf noktalarımdan vurmaktan vazgeç!” deyip kalktım ve odama girip kapıyı kilitledim. Ablam yine zehrini akıtmıştı. Durup durup bir şeyler oluyordu ona, sonra da ortalığı yangın yerine çeviriyordu. Ama benim gerçekten onun söyleyeceği sözleri kaldıracak gücüm yoktu…  Odamda kendimi biraz sakinleştirmeye çalıştım ama olmuyordu. İlaçlarımdan bir tane daha almak için mutfağa geçerken ablamın hala konuştuğunu duydum. “Ben ona dedim, Ali’yle ilgili uyardım ama beni dinlemedi. Hep burnunun dikine gidiyor” derken yeniden salona girdim “inanmıyorum sana! Hala mı ayı konu? Sen hala mı bu konuyu konuşuyorsun?” dedim ablama çıkışarak “Evet, yalan mı söylüyorum? Sana kaç defa dedim, kaç defa uyardım ama sen o zaman da bana böyle karşı çıkmıştın. Sonra gördün olanları” diye cevap verdi ablam. O kadar yalın bakıyordu ki olan bitene. “Sevindin mi abla haklı çıktığına” dedim sakince. Artık onunla savaşacak halim yoktu. “Sen ne zaman bu kadar bencil biri oldun ve ben bunu nasıl fark etmedim? Şu yaptığını var ya, bana kimse yapmadı daha önce. Ben çok acı çekiyorum biliyor musun, farkında mısın? Şuanda ihtiyacım olan şey beni sorgulaman değil, bana destek olman. Ama ben artık seni gerçekten tanıyamıyorum. Devam et abla sen, ben bölmeyeyim” deyip yeninden odama geçtim. Kendimi balkona atıp nefes almaya çalıştım. Yine kötü olmaya başlamıştım ama direnmeye çalıştım. Bununla savaşmayı öğrenmek zorundaydım, yoksa bu zayıflığımı kullanıp insanlar üzerime geleceklerdi. Derin nefes almaya çalışıp kendimi yatağa bıraktım. Olanları düşünmemeye çalıştım, iyi bir şeyler hayal etmek için kendimi zorladım ve geçirdiğim atakla savaşırken uykunun kollarına bıraktım kendimi…   Ali’den Babam arayıp babaannemin hastalandığını söyleyince bulduğum ilk uçakla Türkiye’ye döndüm. Beni havaalanından annemle babam aldılar ve hemen hastaneye koştuk. Yoğun bakımın olduğu kata geldiğimde Sinemis’i gördüm. Onu görünce kalp ritmimde hızlanma oldu. Beni görünce o da çok şaşırdı ve olduğu yerde donup kaldı. Sonra da arkasını döndü ve gitti… Babaannemin durumuyla ilgili bilgileri alıp onu camekândan bir süre izledim. Zavallı kadın, soluk yüzüyle öylece yatıyordu. Ona bir şey olması fikrini düşünmek bile istemiyordum. O benim ailemdi, canımdı, inandığım tek insandı… O da gidersen hayatta tutunacak tek bir dalım kalmazdı. Babaannemi öyle görmeye dayanamayıp dışarı doğru yürürken bir telâş oldu biraz ileride. Hızla bir sedye bana doğru geliyordu. Kim bilir kimin canı yandı diye düşünürken sedyeyle geçenin Sinemis olduğunu görünce ikinci bir şok yaşadım. Ne olmuştu ki? Neden sedyede yatıyordu? Onu götüren kalabalığın peşine takıldım ve acil müşahede odasının önünde beklemeye başladım. Bir doktor koşarak içeri girdi, bir hemşire çıktı, sonra yeniden girdi. İçeri girmek için bir adım attığımda hemşirelerden biri “Giremezsiniz beyefendi!” diyerek beni uyarınca adımımı olduğu yere geri attım. Çaresiz doktorunun çıkmasını bekleyecektim. Bir süre sonra nihayet doktoru kapıda göründü. “Doktor bey! Durumu nasıl? Neyi var?” diye sorunca doktor geri dönüp yanıma geldi “Baygınlık geçirmiş. Onu bulanlar nefes alamadığını söylediler. Kalp ekosunu çektik, neyse ki sorun yok. Tetkikler yapacağız, bir süre odaya alıp o şekilde takip edeceğiz” diye bana bilgi verdikten sonra gitti. Peşinden yine sedyeyle Sinemis’i oradan çıkarıp asansöre doğru götürdüler. “Kaçıncı kata çıkarıyorsunuz?” diye sordum sedyeyi taşıyanlardan birine. Bana ters bir şekilde bakarak “Üç” dedi adam. Oda numarasını sormaya çekindim. Neden bu kadar suratsız ve ters olduklarını anlayamıyordum. Çaresiz merdivenlere yönelip üçüncü kata çıktım. Benden önce gelmişlerdi belli ki çünkü ortada kimse yoktu. Tek tek odalara bakmayı düşünürken ileride bir odanın kapısı açıldı ve biraz önce onu taşıyanlar odadan boş sedyeyle çıktılar. Neyse ki odasını da bu şekilde öğrenmiştim. Odasının kapısını yavaşça açıp yanına girdim. Öyle masum uyuyordu ki, bir an olanları unutup ona sarılmak istedim. Ama yapmamalıydım, bu kadar zaman boyunca kendime verdiğim sözü tutup ondan uzak kalmalıydım. Onu uzun uzun inceledim. Zayıflamıştı, yüzü solgundu. Belli ki kendine iyi bakmıyordu. Ya da hastaydı. Bu nefes alamama ve bayılma sorunu ciddi bir hastalığın sebebi olabilirdi. Doktorun tetkiklerini takip etmeyi aklıma not edip telefonumu cebimden çıkardım ve kayıtlı olan numarayı aradım. “Efendim?” dedi her zamanki “Çınar… Ali ben” “Ali? Sen döndün mü?” “Evet. Babaannem hasta onun için geldim” “Haberim var, biz de hastaneye gidiyoruz, yoldayız” “Ben de hastanedeyim zaten” “İyi. Geçmiş olsun bu arada. Bir gelişme var mı? Nasıl durum?” “Babaannemin durumu kritik de ben başka bir şey için aradım” “Nedir?” “Sinemis hastalandı?” “Ne! Ne oldu Ali? Sen mi…” derken sözünü bitirmesine izin vermedim “Ben bir şey yapmadım Çınar, konuşmadık bile. Bayılmış sanırım. Odaya aldılar şimdi. Ablasına haber verir misin?” “Ablası da yoldaydı. O da hastaneye geliyor. Neyi varmış, doktor bir şey söyledi mi?” “Hayır, tetkiklerini yapacaklarmış o yüzden odaya almışlar” “Anladım. Biz geliyoruz Ali orada görüşürüz” dedi ve telefonu kapadık. Sinemis’e bir kez daha bakıp odasından çıktım. Ablasıyla karşılaşmak istemiyordum. **** Sinemis uyanmış ve babaanneme bakmaya gelmişti. Ona nasıl olduğunu sordum ama bana cevap bile vermedi. Sonra da gördüğü bir hemşirenin peşine takılıp babaannemin yanına yoğun bakım ünitesine girdi. Bense camın arkasından onları izliyordum. Sinemis bir süre babaannemle konuşup dışarı çıkmak için hareketlendi ama sonra geri döndü. Babaanneme baktığımda hareket ediyor gibiydi. Dikkatlice bakınca gözlerini açtığını gördüm. Dünyalar benim olmuştu, Sinemis yine o sihirli sözcüklerinden fısıldayıp babaanneme de iyi gelmişti. Ona hala hayran hayran bakarken buldum kendimi. Annemle babam da gelmişti ve içeride olanlara mutlulukla bakıyorlardı. Sinemis odadan çıkıp dışarı geldiğinde hemşire bana babaannemin beni görmek istediğini söyledi. Hemen onunla birlikte içeri girip babaannemin yanına gittim. “Sultanım, nasıl korkuttun bizi” dedim gülümseyerek “Hayırsız” dedi bana. “Hayırsız evlat” “Yapma babaanne, gitmek zorundaydım” “Ali… Ah Ali…” dedi sadece. Fazla konuşamıyordu “Yorma kendini, fırçanı sonra atarsın” deyip saçlarını öptüm. Sonra hemşirenin uyarısıyla dışarı çıkmak zorunda kaldım. Yeniden beklediğimiz yere dönünce Sinemis’e baktım arkadaşlarıyla ve tanımadığım bir çocukla beraber yanımdan geçip gittiler. Tanımadığım çocuğun kolu Sinemis’e dolanmıştı ve bu içten içe beni deli etmişti. Acaba sevgilisi mi, diye geçirdim aklımdan. Annemlerle biraz konuştuktan sonra Sinemis’e teşekkür etmek için kafeteryaya indim. Aynı grupla oturuyorlardı. Yanlarına yaklaşıp Sinemis’e konuşmak istediğimi söyledim ama kabul etmedi. Çok ilmiş arkadaşlarından biri olan Gülçin bana ağzına geleni saydıktan sonra öldürücü darbeyi Sinemis vurup benden gitmemi istedi. Bir mektuptan bahsediyordu. Bülent abiye verdiği bir mektuptan... Ama benim haberim yoktu. O mektubu en kısa sürede almalıydım. *** Babaannemi odaya almışlardı. Ben de onunla sohbet ediyordum. Bana sürekli Sinemis’i neden bu kadar üzdüğümü ve onları neden bırakıp gittiğimi soruyordu. Onu geçiştiriyordum, çünkü gerçekleri anlatamadım, kaldıramazdı… Biz babaannemle sohbet ederken Sinemis geldi. Hastanede kalmayacağını ve evine döneceğini söyleyip babaanneme veda etmek için gelmişti. Onunla konuşma fırsatımı kaybettiğimi düşünürken babaannem bana muhteşem bir iyilik yaptı. Sinemis’i eve bırakmamı söyledi. İşte aradığım fırsat buydu. Odadan çıkıp biraz yürüdükten sonra benimle gitmek istemediğini söyledi ama ben dinlemedim. Konuşamasak bile onunla yeniden biraz olsun yakın olmak, baş başa olmak yeterdi bana. Dışarı çıktığımızda dönüp bana bağırdı. Bu duruma kızmıştım, ama pes etmedim. Onu babaanneme beni istemediğini söylemekle tehdit edince inandı hemen, iyi kalpliydi hala, değişmemişti. Mecburen arabama bindi ve evlerine doğru yola çıktık. Yolda tek kelime etmedi, hatta başını önüne bile dönmedi. Sürekli camdan dışarı bakıyordu. Bu tavırları beni sinirlendiriyordu. Sanki hatalı benmişim de o haklıymış gibi bana tavır yapması canımı sıkıyordu. Evlerinin önüne geldiğimizde tek kelime etmeden arabadan inmesi beni daha da sinirlendirmişti. Hızla inip ona yetiştim ve bu tavırlarının hesabını sordum. Ama anlamazdan geliyordu. Aslında anlıyordu ama kendini haksız duruma düşürmemek için böyle davranıyordu. Tam ona içimce ne var ne yoksa anlatacakken Çınar geldi. Elimi onun kolundan ayırıp bana sorular sormaya başladı. Öyle sinirliydim ki ona cevap versem sonu mutlaka kavga olurdu. En iyisi oradan uzaklaşmaktı ve ben de onu yaptım. Aklımda tek bir yer vardı, Bülent abinin yanı. O mektubu ondan alıp neler yazdığını acil olarak görmeliydim. Gaza basıp Bülent abinin mekânına doğru sürdüm arabayı…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE