BÖLÜM 3

1924 Kelimeler
Mekâna girdiğimde Bülent abi yerindeydi. Beni görünce sevinçle kalkıp bana sıkıca sarıldı. “Hoş geldin aslanım! Neredesin sen, nereye kayboldun böyle?” diye sordu sırtımı sıvazlarken. “Amerika’daydım abi. Babaannemi duymuşsundur abi, onun için geldim” “Duydum ama gelemedim. Bu aralar işler biraz karışık Ali, evine çıksın öyle geleceğim ziyaretine” “Olsun abi ziyanı yok” dediğimde koltuğuna geçip oturdu ve bana da karşısına oturmamı işaret etti. “Ya Ali, onu bunu bırak şimdi geç karşıma otur bakalım. Konuşacaklarım var” deyince “Benim de” dedim. O mektubu neden bana vermediğini öğrenmem gerekiyordu. Ve mektubu bir an önce almalıydım “Tamam, sen önce beni bir dinle de sonra sen de anlatırsın. Sen, benim Sapanca’daki evde kalırken Sinemis buraya geldi.” “Mektup bırakmaya mı?” “Sen nereden biliyorsun?” “Söyledi bana” “Siz görüştünüz mü? O zaman barıştınız yani” “Barışmadık abi, ama şu lanet olası mektubu bir okursam anlayacağım derdi neymiş” “Ben mektubu, sen anahtarları bırakmaya gelince veririm diye hazır bekletiyordum. Ama şansımıza bak ki ben dışarıdayken sen gelip anahtarı bırakmışsın. Sonra da bir daha sana ulaşamadım” “Abi kusura bakma, ben kendimi herkesten uzaklaştırdım. Sadece babamla görüştüm o da babaannemi sorayım diye. Bir de gerekli işler için. Babaannemi bile aramadım, sesini duyarım da dayanamam dönmek isterim diye” “Derdin neydi be oğlum?” “Abi biraz uzun. Ben sana bir ara anlatırım. Ama şimdi mektubumu versen de ben şu kafamda tepinen sinirlerimi bir yatıştırsam” “Tamam” dedi ve arkasındaki kasayı açıp bana beyaz bir zarf verdi. Fazla kalın değildi, muhtemelen bir sayfada bitirmişti her şeyi. Aslında ne yazdığını az çok tahmin ediyordum ama son söyledikleri kafamı karıştırmıştı. Mektubu alıp Bülent abiye veda ettim ve arabama atlayıp sakin bir yer bulana kadar sürdüm. En uygun yer sahildi. Hava biraz rüzgârlı olduğu için arabadan inmedim ve mektubu açtım. Okudukça kalbime saplanan bıçakların sayısı arttı. Okudukça yerin dibine geçtim. Okudukça öldüm, kahroldum, yıkıldım… Nasıl olurdu bu? Bir yanlışlık vardı, neredeydi o hata? Neydi atladığım ya da bilmediğim… Ben, beni sevmediğini sanırken o benim gidişimle neler yaşamıştı. En beteri hiç yapamayacağı bir şeyi yapmıştı, benim yüzümden… Kafam allak bullaktı. Onunla konuşmalıydım. Ama geç olmuştu saat… Kafamda dönen düşünceler beynimi kemiriyordu ve buna dayanamıyordum. Kendimi ilk bulduğum bara atıp deli gibi içmeye başladım. Kafamdaki sorular bana o kadar ağır geliyordu ki, ayık kalırsam ya her şeyi dağıtırdım ya da kendimi bir yerden atardım. Barın kapanmasına yakın bir saatte oradan ayrılıp Sinemis’in evine doğru sürdüm arabayı. Onunla konuşmadan içimdeki fırtına asla dinmezdi. Arabayı her zamanki yerine park edip odasını izlemeye başladım. Karanlıktı, uyuyordu… Sadece odasını izleyerek öylece olduğum yerde sızıp kaldım. Gözlerimi açtığımda hava yeni aydınlanıyordu. Saate baktım, neyse ki Sinemis’in evden çıkma saati henüz gelmemişti. Kendimi toparlayıp onun çıkmasını bekledim arabanın içinde. Nihayet Sinemis kapıda göründüğünde yalnız olduğu için şükrettim. Arabadan inip hızla yanına ulaştığımda şaşırdı. “Ali?” dedi bana gözlerini açarak bakarken. Sabahki masum hallerini çok özlemiştim. “Konuşmamız lazım” dedim yumuşak bir ses tonuyla “Neden?” “Mektubu okudum” “Okuduysan şuan burada olmaman gerektiğini de anlamış olmalıydın” “Sinemis, ortada benim anlayamadığım bir şey var. İkimiz de yanlış bir şeyler düşünüyoruz sanki. Vaktini fazla almayacağım. Sadece konuşalım, sonra seni okuluna bırakırım. Ama lütfen beni kırma, rica ediyorum” dediğimde önce başını önüne eğdi, sonra derin bir nefes aldı ve başını kaldırdı “Tamam, ama çok kısa” “Tamam. Hadi bin de gidelim” dedim ve ikimiz de arabaya bindik. Yol boyunca yine hiç konuşmadık ve o da yine dışarıyı izledi. Arabayı yine sahile çektim. Hava fazla rüzgârlıydı ve ikimiz de inmedik. “Mektupta yazdıkların… Benim kafamı karıştırdı” diye söze girdim. O ise gözlerini iri iri açmış bana bakıyordu “Kafanı karıştıran ne anlamadım?” dedi sakin olmaya çalışarak. Ama gergindi, hissedebiliyordum. “Yani benim gitme sebebim…” “Gitme sebebinin ne olduğunu çok iyi biliyorum” dediğinde sustum bir süre. Onun biraz sakinleşmesi gerekiyordu. “O kontrolü yaptırdı mı gerçekten?” diye sordum konuyu söylemek istediklerime bağlamak için. Ama bu soru onu sakinleştirmek yerine daha da sinirlendirdi. “Bunu mu soracaktın? Bu muydu bütün öğrenmek istediğin? Yazdıklarım yeterince anlaşılır olmadı mı da gelip bir de bana soruyorsun?!” “Sinemis sakin olur musun lütfen” “Olamam! Bunları konuşmayacağım. Merak ettiğin bir şey varsa, içinde şüphe varsa ki bu beni zerre kadar ilgilendirmiyor, gidip doktorlarla konuşabilirsin. Ya da mahkeme kararına bakabilirsin! Ama beni rahat bırak!” diye bağırdı ve arabadan indi. Ben de hızla inip peşinden gittim ve kolundan tutup onu kendime çevirdim “Dinler misin beni biraz!” “Neyi dinleyeceğim Ali?” derken gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Sana bu soruyu inanmadığım için sormadım ben! Aslında sonuçla da ilgilenmiyorum! Sana hastaneden seni aldığım o gün de söylemiştim, beni sen ilgilendiriyorsun, o herifin ne söylediği değil!” “Onun için mi arkana bile bakmadan gittin?” “Ben o yüzden gitmedim anlamıyor musun?” “Anlamıyorum! Sen ona inandığın ve söylediklerini kaldıramadığın için gittin! Ama sana yazdığım gibi, seni bu yüzden suçlamıyorum!” “Allah’ım delireceğim!” dedim kafamı ellerimin arasına alıp saçlarımı çekerken. “Ali sen beni rahat bıraksana, gerçekten gitsene! Geldiğin yere dönsene Ali!” dedi yine sinirle. “Bu konuyu çözmeden hiçbir yere gitmiyorum! Sen de gitmiyorsun!” “Zorla mı tutacaksın?” “Gerekirse evet! Şimdi susup beni dinle, sadece beş dakika dur ve dinle beni!” dediğimde sustu ve gözlerini bana dikti. Hala ağlıyordu ve ben ona sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. “Bak, sen bu fikre nasıl ve neden kapıldın bilmiyorum, ama benim gidişimin Murat’ın söyledikleriyle uzaktan yakından ilgisi yok” “Neyle ilgisi var o zaman Ali? Madem o pisliğe inandığın için gitmedin, neden gittin o zaman?!” “Senin söylediklerin yüzünden…” “Benim söylediklerim mi? Ne söyledim ben sana terk edip gitmene sebep olacak?” “Biraz düşün…” “Ali gerçekten artık ne gücüm var ne sabrım! Ne söyleyeceksen söyle açıkça!” “Kızlarla beraber kaldığını geceyi hatırlıyor musun?” “Senin gittiğin geceyi mi?” “Evet, öyle tanımlamak istiyorsan öyle tanımla Sinemis. O geceye dair her şeyi hatırlıyor musun?” diye sorduğumda kısa bir süre düşündü. Sonra bakışlarını yeniden ban dikip “Hatırlıyorum ne olmuş? Ne var o gecede?” “Sen, kızlarla benim hakkımda konuşuyordun” “Evet, bütün gece boyunca en az yüz defa senden bahsetmişimdir. Bundan dolayı mı kaçtın?” “Saçmalama lütfen. Öyle değil, benimle ilgili bazı şeyleri anlatıyordun onlara” “Ne anlatıyordum Ali? Söylesene! İlaç kullanıyorum ben ve kafam çok da yerinde değil. Açıkça söyle nereye varmak istiyorsan” “Peki, madem hatırlatmamı istiyorsun, hatırlatayım. O gece sen onlara benim senin kalbinde bıraktığım kara bir lekeden bahsediyordun. Beni gördüğünde kalbine bıçaklar saplandığını ve benim affedilmeyi hak etmediğimi söylüyordun” “Ben mi?” derken oldukça şaşırmış görünüyordu. Gerçekten ilaçlardan dolayı unutmuş olabilir miydi? Yoksa beklemediği için unutmuş gibi mi davranıyordu? “Sen… Bunların hepsini senden duydum.” “Bir dakika… Sen nasıl duydun bunları?” “Önemi var mı?” “Var! Anlat, ne zaman, nereden duydun, nasıl oldu anlat bana?” dediğinde şaşkınlığının benim söylediklerini nereden duyduğumu anlamayışından olduğuna inanmaya başlamıştım. “O gece siz bizi Çınar’ın evine postalarken ben kapının girişinde duran anahtarınızı aldım. Amacım geceye doğru sizi korkutup şaka yapmaktı. Biraz çocuklarla takılınca sizin eve geldim. Gizlice mutfağa girdim. Sen de tam o anda bunları anlatıyordun arkadaşlarına” “Bir dakika bir dakika, şu kurduğum cümleleri bir daha söylesene” deyince sinirlensem de tekrar ettim duyduklarımı. O ise bana dikkatlice bakıyordu. Sonra da elini çantasına atıp bir şeyler aramaya başladı. Bir yandan da “İnanamıyorum” deyip duruyordu. Sonunda çantasından bir defter çıkarıp sayfalarını karıştırmaya başladı. Birkaç dakika defterde bir şeyler aradıktan sonra defteri bana çevirdi. “Bak bakalım, kurduğum cümleler buna benziyor mu?” diye sorunca defteri alıp okumaya başladım. O gece duyduğum her şey burada aynı şekilde yazıyordu. “Evet, bunları söyledin” “Tarihe bak” dediğinde tarihi kontrol ettim. Bu Sinemis’le ayrı olduğumuz zamanlara ait bir tarihti. “Tarih sana neyi hatırlatıyor?” “Ayrı olduğumuz zamanı” “Bravo! Ver onu bana geri” deyip defteri elimden aldı. “Peki, başka bir şey duymadın mı?” diye sordu sonra da. “Hayır. O sözler yeterince ağırdı ve ben daha fazla dinleyemeden çıktım evden” dediğimde yine defteri karıştırmaya başladı. Sonra bir sayfada durup defteri yine bana uzattı. “Bak bakalım bunun da tarihine ve yazılanlara” dediğinde defteri dikkatlice okudum. Biraz önce okuduklarımın tam tersi şeyler yazıyordu. “Bu tarih, sen kaçırılmadan önceki gün” “Bildin Ali, aferin sana” dedi öfkeyle ve defteri yeniden çekti elimden. “Bu ne demek?” dedim şaşkınca. “Ne demek biliyor musun Ali? Sen koca bir aptalsın demek! O duydukların benim günlüğümün birer kesitiydi. Kızlara ilişkimizin nereden nereye geldiğini, ne kadar zor şeyler yaşadıktan sonra birbirimize ne kadar sıkı bağlandığımızı göstermek için önce ayrı olduğumuzda yaşadıklarımı yazdığım sayfayı okudum, sonra da o kötü duygularımın nasıl uçup gittiğini ve ne kadar büyük bir aşka dönüştüğünü göstermek için diğer sayfayı…” “Nasıl yani?” “Yani şöyle Ali, sen duyduğun birkaç söz yüzünden basıp gittin. Biraz daha dinleme zahmetine girseydin, sana olan gerçek duygularımı duyacaktın ve ikimiz de şimdi bu halde olmayacaktık” dediğinde öylece kalıp o geceden bu güne olan biten her şeyi düşündüm. Sinemis beni sevmiyor sanmıştım. Beni affetmeyeceğini düşünüp bunu kaldıramadığım için gitmiştim. Ve sonunda geldiğimiz noktada iki tane parçalanmış insan duruyordu. Kalpleri yanmış ve yaralı iki insan… Uzanıp ellerini tuttuğumda hızla geri çekti ellerini. “Dokunma bana, sakın!” derken gözlerinden alev çıkıyordu. Birkaç adım geri gitti ve zehirden daha beter sözlerini sıraladı bana. “Sen, küçük bir yanlış anlaman yüzünden benim hayatımı mahvettin. Ben senin yüzünden o iğrenç şeyleri yaşarken bile senin çıkıp gelmeni bekledim. O odaya girip o masaya yattığımda bile kulağım dışarıdaydı. Gelmeni ve beni yeniden oradan almanı bekledim. Ama gelmedin Ali… Ben acı içinde kıvranırken sen yanımda yoktun. Aptal bir yanlış anlama yüzünden arkanı dönüp gittin ve beni bir başıma bıraktın. Hem de tahmin edemeyeceğin kadar büyük bir cehennemin içinde” “Ben, bilmiyordum gerçekten. Affet beni” dediğimde daha çok sinirlendi. Bir yandan da deli gibi ağlıyordu. “Affetmek mi? Unut bunu! Seni hayatımın sonuna kadar affetmeyeceğim! Sessiz sedasız basıp giderken geride ne olup biteceğini hiç düşünmedin sen! Benim ne hale geleceğimi hiç umursamadan gittin. O sözleri duyduğunda nasıl inandın öyle çabuk! Gözlerinin içine nasıl aşkla baktığımı hiç mi görmedin? Hiç mi hissetmedin seni nasıl sevdiğimi? Beni hiç mi tanımadın sen Ali?” “Sinemis ben…” derken lafımı tamamlamama izin vermedi. “Kes sesini, konuşma Ali! Beni zerre kadar tanımış olsaydın bilirdin, yaşadıklarımızın gerçek olduğunu bilirdin ve inanmazdın duyduklarına. İnansan bile gelip sorardın! Ama sen en kolay yolu seçtin, gitmeyi… Şimdi gerçekleri öğrendin işte, biliyorsun nasıl bir hata yaptığını. Ama bunun affı yok Ali! Asla affın yok senin! Ben annemle babamın mezarının başında acımdan, utancımdan ölürken sen ortalarda yoktun! Bana kendimi öyle çaresiz hissettirdin ki, inandığım her şeyden vaz geçip o işkenceyi yaşadım!” “Ben böyle olmasını istemedim” “Ama oldu! Asla unutmayacağım Ali, yaşadığım tek bir anı bile, hayatımın sonuna kadar unutmayacağım! Senin yüzünden yaşadıklarımı hiçbir güç silemez içimden. Sen benim içimdeki iyiyi aldın, aşkı aldın, güveni aldın, inancımı aldın… Yapacağın hiçbir şey, söyleyeceğin hiçbir söz seni affettirmeyecek” dediğinde öyle çaresizdim ki, başımı eğdiğim yerden kaldıramadım. “Bir daha karşıma çıkma Ali… Çıkma…” dedi ve arkasını dönüp gitti. Bense arkasından öylece gidişini izledim. Bu daha öncekiler gibi değildi. Bu defa onun kalbine gerçekten karanlığımı bırakmıştım. Onun en kıymetli değerlerine ihanet etmesine sebep olmuştum. Bunun affı gerçekten yoktu. O beni affetse bile ben kendimi asla affedemezdim…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE