4.BÖLÜM

3574 Kelimeler
"Başka bir tesadüf daha olamaz mı?" Dün Doğan'a aynen bu cümleyi kurmuştu Tarık. Bir daha karşılaşmayı ummadığı kadın, bir kaç adım ötesinde dururken, yüzündeki şaşkınlığın sebebi, onu görmekten çok dün gördüğü kadından daha farklı bir kadın görmekti. Evet farklıydı... Bakışı, duruşu, tavırları gerçekten çok farklıydı. İki kadının aynı kadın olduğuna inanmakta kısa bir an güçlük çekti. Sahilde gördüğü kadın hayattan umudunu kesmiş, ölmek isteyen, hayat ve ölüm arasında ince bir çizgide yürürken, darmadağın olmuş ve yapayalnızdı. Oysa şimdi sanki başka birine bakıyordu gibiydi. Daha güçlü, daha kararlı, ayakları yere sağlam basan, otoriter ve öfkeli... Onu çok kalabalık bir ortamda bile görse çabucak tanırdı. Şimdiki bakışı ve duruşu kendinden emin görünse de tanık olduğu o andan sonra, bu görüntünün gerçek olmadığını düşünüyordu Tarık. Elinde olmadan onu baştan aşağı da süzüyordu. Dizlerine gelen kısa ve dar bir etek, üzerine kısa kollu, mor renk ince bir gömlek, altına da yüksek topuklu ve gayet şık duran sandalet tarzı bir ayakkabılar giymişti. Muntazam bir vücuda ve güzel bir yüze sahipti. Dün dağınık olan saçlarını, özensizce at kuyruğu yapmış olmasına rağmen, gayet düzgündü. Dudağındaki kırmızı rengin boyamı yoksa kendi rengimi olduğunu anlayamadı. Ona böyle dikkatle bakması hiç hoş bir davranış olmasa da kendini engelleyemiyordu. Nefesini kesen şey, biraz önceki kavga mı yoksa bu kadın mıydı? Nazım onun yanına gelmiş, az önce olanları anlatırken, genç kız tüm dikkati ile onu dinlerken, bir an, çok kısa bir an kendisine alelade bir bakış atıp, tekrar Nazım'a odaklandı. Onların ne konuştuğunu duymasına mani olan iç sesine rağmen, Nazım'ın kendisinden bahsettiğini anladı. Öylesine bakmıştı Reyhan Hanım. Sahilde yanından geçerken olduğu gibi kendisini görmeden geçtiği andaki gibi, önemsiz bir bakıştı sadece... Bakmak ve görmenin aynı anlama gelmediği hakikaten doğruydu. "Beni üzen şey misafirlerimizin bu olaya şahit olması." dediğini duydu genç kadının Tarık. Ses tonu da kendisi kadar güzel ve naifdi. Yaşı konusunda ise kesinlikle kararsız kaldı. Otuz yaşının üstüne olmadığından ise emindi. Belki yirmi yedi... Onu buradaki görevi neydi acaba? Müdür olabilirdi? Ya da bir çalışan... "Canımızı sıkmaya değmez." diyerek güldü Nazım. "Olur böyle şeyler Reyhan." Ardından onları izleyen Tarık'a döndü. "Buraya gel Tarık." dedi hemen sonra. Tarık ikisinin yanına iki adımla ulaştı. Zaten ıslak olan tişörtü ter içinde, odadan çıkmadan önce topladığı saçları, biraz önceki kavgadan dolayı dağılmış, tokası düşmüştü. Saçlarını geriye doğru iterken, alnına düşen teri de sildi. Nazım az önce tanıştığı genç adama aralarına resmiyet koymadan adıyla hitap etmekte hiç bir sakınca görmüyor, bilakis ona sıcak davranıyordu. Reyhan, Tarık'a yine az önceki bakışını atarken "Teşekkür ederim Tarık Bey." dedi ciddiyetle. Bakan ama görmeyen bir bakış... Bunu neden kafasına taktığını bilmiyordu Tarık. "Nazım neler yaptığınızı anlattı." Adam dövmek övünülecek bir şey olmasa da, o adamların bunu sonuna kadar hak ettiğine inanıyordu Tarık. Elbette ki şiddet hiç bir zaman çözüm olamazdı. "Teşekkür edecek bir şey değil..." Bir an ona adıyla hitap etmek istedi genç adam fakat henüz tanıştırılmadıkları için cümlesini yarım bıraktı. Bunu fark etmiş olacak ki araya Nazım girdi. "Reyhan bu otelin sahibi Tarık. Reyhan Kocabaş." Otelin sahibi... Fırat Kocabaş... İşte bunu kesinlikle beklemiyordu. Bu kadının Fırat Kocabaş'ın karısı olacağını asla tahmin etmezdi. Sahilde düşürdüğü yüzük! Onu neredeyse unutmuştu. Valizinin küçük bir gözüne koymuş, belki bir ihtimal onu kaybeden kadınla bir gün karşılaşırsa vereceğini düşünmüştü. O günün bu kadar yakın olacağını bilemezdi. "Olanlar için misafirlerimizden özür dileyelim Nazım." dedi Reyhan. Ve yine Tarık'a döndü. "Sizin için yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen çekinmeyin..." Adını unuttu Reyhan adamın. Oysa daha yeni duymuştu. Nazım bir kaç kez üst üste tekrar bile etmişti. Genç adama bakarken, adını unuttuğu için utandığını gizlemeye çalıştı. Kafası çok doluydu bugün. Önce yüzüğü, sonra da bu olay... Aklını toparlaması gerekiyordu ancak hiç kolay olmuyordu. Karşısındaki adamın yüzündeki ifade ise garipti. Nazım onun üç adama karşı tek başına kafa tuttuğunu anlatmıştı. Gördüğü kadarıyla güçlü birine benziyordu. Ona dikkatli bakmasa da iri cüssesini görmemek imkansızdı. Tarık genç kadının adını unuttuğunu fark etse de ona yine de adını tekrar etmedi. Onu utandırmak gibi bir niyeti yoktu. Reyhan Hanım kendisini de tanımamıştı. Bu da iyi bir şeydi. Yoksa utancını gizleyemezdi. "Teşekkür ederim." dedi bir kez daha Reyhan. Tanımadığı bir adama daha ne diyebilirdi ki? Yaptığı iyiliğin karşılığını ise başka bir şekilde ödemenin yolunu daha sonra düşünmeye karar verdi. "Rica ederim Reyhan Hanım." derken başını hafifçe öne doğru eğip, kaldırdı Tarık. Ciddiyeti ve ağırbaşlı olan tavrı genç kızın dikkatinden kaçmadı. Sakalları yaşını gizlese de bedeni gizlemiyordu. Adamın boğuk ve buğulu sesindeki tınıyı duymazdan da gelemedi. Sesi şey gibiydi... Şiir okumaya yakışan bazı sesler vardı ya; alçak, duygulu, ağır ve insanın içine dokunan. Öyleydi işte. Ne var ki adam ne şaire ne de okumayı seven birine benziyordu. Sporcu veya hayatı spor salonlarında geçen, adamlardan biri olduğunu aklından geçirdi. Ne hayatı, ne yaptığı iş kendisini kesinlikle ilgilendirmiyordu. Buraya tatil yapmak amacıyla gelen bir yabancıydı sadece... Bugün burada olması da şanstı. Onun açısından bakınca, şans olduğunu düşünüyor muydu? Gerçi kimse ondan kavgaya dahil olmasını istememişti. Tamamen kendi isteğiyle olayın içine dalmıştı. Nazım çok iyi ingilizce konuşuyor demişti. Belki de yurt dışında yaşıyor ve Türkiye'ye tatil için gelmişti... Her neyse... "Yapmam gereken çok iş var Nazım." dedikten sonra iki adamı başbaşa bırakıp, restorandan dışarı çıktı Reyhan. Bir kaç cümle ve gayet resmi bir an... Genç kadın arkasına bakmadan oradan uzaklaşırken, Tarık olduğu yerde durmuş, onu izliyor ve düşünüyordu. Onu dün görmemiş olsaydı, bu kadar kafasına takılmaz, bu kadar ilgisini çekmezdi. Onun hakkındaki merakı güzel olması da değildi. Kadınların güzelliğinin önemli olmadığını, yaşadığı tecrübeler sonucunda yeterince görmüştü. Bu güçlü görünümlü maskesinin altına saklanan kadındı dün gördüğü... Hayatına son vermekte kararlı ve mutsuz bir kadın. Dünyanın yaşamaya değer olmadığını, karanlık ve düşmanca gözlerle izlerken, az kalsın çok büyük hata yapıyordu genç kız... Ve son anda o hatadan dönmesine sebep olan şeyi de tahmin ediyordu. Dün gördüğü özel çocuk... Kocasının emaneti için vazgeçmişti değil mi? Onu tek başına bırakıp gitmek istemediği için yaşamayı seçmişti. Öyle çok soru geçiyordu ki içinden, bu soruları ona ve yeni tanıdığı bu adama sorabilecek ve cevaplarını alabilecek mi bilmiyordu. Sorumluluk, insana kudretli olma zorunluluğunu da yanında getirirken, yaşadıkları zor günlerin acısını gizliyordu sanki Reyhan. Tıpkı kendisi gibi... Bazı kadınlar yaşadıkları acılar karşısında pes ederler ve teslim olurlardı ve Reyhan Hanım da dün pes etmişti. Sebebinden ise artık kesinlikle emindi. Nazım'la birlikte bir masaya oturup, karşılıklı çaylarını içerken bile zihninin ona kaymasına engel olamıyordu. Nazım sandalyesine yaslanmış, demli çayını yudumlarken karşısında oturan ve sessizce çayını içen adama bakıyordu. "Ne iş yaparsın Tarık?" Tarık onun sorduğu soruya cevap vermeden önce bir kaç saniye düşündü. "Dizayn, tasarım, dekorasyon türü şeyler..." dedi dilinin ucuyla. Yalan da sayılmazdı. Sahip olduğu mekanın dekorasyonunu kendisi tasarlamıştı. Finans mezunu olsa da her insanın hobi tarzında yetenekleri mutlaka oluyordu. "İyi kazanıyor musun bari?" "İyi sayılır." Nazım'ın sorunlarına ciddiyetle cevap verirken, o da arkasına yaslandı. "Yaptığın işe bağlı." "Yabancı dilinde var." derken göz kırptı Nazım. "Bu yolla da para kazanabilirsin. " "İşimden memnunum. Hiç düşünmedim." Restoranın içi temizlenmiş ve misafirler kahvaltı için masaları doldurmaya başlamışlardı. Nazım da hem etrafı izliyor hem de Tarık'la sohbet ediyordu. "Nerede yaşıyorsun?" "Belli bir yer yok. Yani şimdilik... Amerika'dan geçen hafta geldim." "Orada mı yaşıyordun?" "Çok uzun zamandır diyebilirim. Hayatım üçte ikisi orada geçti." "O yüzden dilin bu kadar iyi." "Mecburen öğrendim. Okul için gerekliydi." "Ne okudun ki elin memleketinde?" "Ekonomi ve Finans." Hayatı hakkında her sorduğu soruya yalan söylemek istemedi Tarık. Nihayetinde onunla çok uzun zaman geçirmeyecekti. Dost da ya da arkadaş da olmayacaktı. "Ben çok anlamam okul işlerinden."derken çayını bitirdi Nazım. "Ne ki lise diplomasını aldım, okul hayatıma o gün son noktayı koydum. Pişman da değilim." Tarık onun sorduğu sorulara kısa cevaplar verirken, yine aklına Reyhan geldi. Onun gibi güçlü olmaya çabalayan kadınlar, zor günlerin kendi hayatlarını kontrol altına almak için bir dönüm noktası olduğunu bilirken, yeni hayatlarına açılan kapıya ulaşmak için o zor yolları aşmaları gerektiğinin de bilincindeydiler. Bu bilince sahip olmasaydı, dün kendini öldürmek için hiç tereddüt etmezdi. Her kadın onun gibi güçlü olmayı başaramayabilirdi. O ise şanslıydı. "Buraya tatil için mi geldin?" diye soran Nazım'a baktı. "Biraz tatil biraz biraz iş diyelim. İkisi bir arada..." "İş derken?" Nazım belli ki çok meraklı bir adamdı. Ya da kendisi ile sohbet etmek için aklına gelen her soruyu soruyordu. Kendisinin ona sormak istediği sorular aklından geçti ama şimdi ne zamanı ne de yeriydi. "Ne olursa..." dedi Tarık konuyu daha fazla uzatmamaya çalışarak. "Kafamda belli bir şey yok." "Yani yaşamak için para lazım tabii..." Nazım insanlara kolay kolay güvenmezdi ama bu adamın cesareti ve oturaklı tavrı hoşuna gitmişti. Yeni yetme delikanlılar gibi değildi. "Evli misin?" "Değilim." derken belli belirsiz gülümsedi Tarık. Kendini sorgulayan adamın iyi niyetli olduğunu tahmin etmese onunla oturup sohbet etmezdi. "Yani bekar olunca para çok dert değil." "Parayı sorun etmem. Sağlık daha önemli." "Elbette ki önce sağlık Tarık. Para her zaman kazanılır." "Sen evli misin?" "Çok şükür..." diyerek güldü Nazım. "Evlilik kadar güzel ne var ki dünyada? Allah insana yüreğinin diğer yarısını bulmayı nasip etsin. Buldun mu senden kralı yok." "Sen buldun o zaman diğer yarıyı." "Buldum ya... Baba bile oldum." Gözleri parlıyor, yüzü gülüyordu Nazım'ın. Baba oldum derken çok mutluydu. "Allah uzun ömür nasip etsin Nazım Be..." "Bey değil, Nazım de." diyerek onu tatlı sert uyardı Nazım. "Aramızdaki resmiyeti biraz önce kaldırdık değil mi? Ben keyif çayımı arkadaşlarımla içerim Tarık." Tarık'da çayını bitirip ayağa kalktı. "Teşekkür ederim çay için Nazım." Nazım da ayağa kalktı. "Afiyet olsun ne demek? Bir bardak çayın lafı mı olur?" "Olmaz elbette. Daha buralardayım. Yine çay içer ve sohbet ederiz." "Ne zaman istersen. Ben genelde buraya takılırım. Bir ihtiyacın olursa araman yeter." "Şimdilik yok görünüyor." "Eyvallah..."dedi Nazım sağ elini kalbinin üzerine koyarak. "Emirin başım üstüne." Tarık onun yanından ayrılmak için bir kaç adım atmış ve kapıya ulaşmıştı ki Nazım'ın kendisine seslendiğini duyunca ona doğru döndü. "Tarık." "Efendim." Nazım onun yanına gidip, karşısında durdu. "İş dedin ya biraz önce..." "Evet." Merakla adamı izliyordu Tarık. "Bahçe ve çevre düzenleme işinden anlar mısın?" "Bahçe mi?" dedi Tarık şaşkınlığını gizleme gereği duymadan. "Bahçıvan gibi mi?" "Biraz öyle biraz başka şekilde diyelim. Tasarım dedin aklıma geldi. Burada güzel şeyler yapabilecek bir insan arıyordum." "Güzel şeyler derken..." Adamın omzuna sağ elini koyarak gülümsedi Nazım. "Anla canım işte... Bahçe düzeni, bakımı, temizliği falan." "Bana iş mi teklif ediyorsun?" "Neden olmasın? Yeteneğin varmış. Anladığım kadarıyla şu an geçinmek için bir işin de yok. İş ayağına geldi." "İş derken bunu kastetmedim Nazım." diyerek onun teklifine sıcak bakmadığını belki etti Tarık. "Bak sen bir düşün. Hemen karar verme. Belki bu teklif senin için hayırlıdır. Nasibinde buradan ekmek yemek vardır. Ne diyorsun?" Suskundu Tarık. Ne diyebilirdi ki? Buraya iş için gelmemişti. Hayır ve şerrin nereden geleceği asla belli olmazdı... ** Soğuktu ölüm... Adı, düşüncesi, varlığı, gerçekliğiyle her zaman soğuktu. Sonsuza kadar uyanmayacağı bir uykuya dalma fikri insanı üzüyor, sarsıyor, canını sıkıyordu. Ölümsüzlüğün ilacı yoktu. Ölümden kaçacak hiç bir yer yoktu... Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir... Çok doğru bir sözdü. İnsan ne zaman, nasıl ve ne şekilde öleceğini asla bilemezdi. Duştan sonra banyodaki aynadan yüzüne bakarken, ölümü düşünüyordu Tarık. Ölümü düşünmesine sebep olan kadını düşünüyordu. Bu nasıl garip bir tesadüftü? Hayatını kurtarmak için koştuğu kadın, buraya gelmesine neden olan Fırat Kocabaş'ın karısıydı. Bu adamın ağabeyi ile olan ilişkisini merak ettiği için gelmişti... O kendisini öldürmeden önce Nazım'la birlikte galeriye geldiklerini biliyordu ama neden geldiklerini bilmiyordu. Uğur Kıraç arkasında onlarca soru işareti bırakıp gitmişti. Onun hayatının karanlık tarafları aydınlığa çıktıkça, öyle şeyler duyuyordu ki onun ağabeyi olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu. Daha çok para ve daha iyi bir hayat için çok büyük hatalar yapmıştı. Kaçak araba satışı, kara para aklama, rüşvet, adam kaçırma... Adalete yakalanmaması ise onun için çok büyük şanstı. Hayatının son iki yılında günah çıkarırcasına dürüst bir adam gibi yaşasa da kirli ve karanlık geçmişi belli ki peşini bırakmamıştı. Sonu kötü biten iki evlilik, onlarca kadınla kısa süren ilişkiler ve uyuşturucu... Kendini öldürmeden önce uyuşturucu aldığını, adli tıp raporlarından öğrenmişti. "Ne yaptın sen ağabey?" dedi usulca. Aynı acıyı hisseden kadın aklına geldi. Kocasını kaybetmişti Reyhan. Adı çok güzeldi. Yüzü de... Belli ki gülümsemeyi unutmuş, mutlu olmak için sebep bulamıyordu. Belli ki kocasını çok seviyordu. Birbirini seven iki insanın bu şekilde ayrılması adil olmasa da ölüm için söylenecek tek bir kelime yoktu. Beline sardığı havlu ile banyodan çıkarken, cep telefonu çaldı. Yatağın kenarına oturup, telefonunu eline aldı. "Alo..." "Tarık Bey." "Selam Barış Bey." "Selam." "Nasıl gidiyor?" "Açıkçası çok iyi gitmiyor." Genç avukatın söyleyeceklerini duymadan önce derin bir nefes aldı Tarık. "Tahmin ediyorum." derken gerginliği sesine yansıdı. Bu adama yaptığı işin karşılığında oldukça iyi bir para ödüyordu. Henüz üç yıllık körpe ve heyecanlı bir avukat olmasına rağmen işini hırs ve istekle gayet iyi yapıyordu. Gençlere fırsat tanımanın gerekli olduğunu düşündüğü için, geçen yıl bir dostunun vasıtası ile onu bulmuş, o da kendisini hayal kırıklığına uğratmamak için işinde çok iyiydi. "Burcu Hanım'la görüştüm Tarık Bey." "Seninle görüşmeyi kabul etti yani..." "Başta hayır dedi ama sonra onu ikna ettim. Evlenmiş ve bir çocuğu var. Ağabeyiniz ile arasında geçenleri konuşmak istemedi tabii. Eşinin duymasını haklı olarak istemiyor." "Çocuk eşinden mi?" "Başta evet, eşinden olduğunu söyledi. Uğur Bey'le ayrıldıklarında, daha doğrusu Burcu Hanım'ın ifadesi; Uğur Bey onu başından attıktan sonra çok çaresiz kaldığını ve onun hayatındaki ilk erkek olduğunu açıkça söyledi. Ama sonra... Yani ben sizin ona yardım etmek istediğinizi ifade ettiğimde gerçeği itiraf etti." "Kız mı erkek mi?"derken gözlerini kapattı Tarık. "Kız... Şuan sekiz yaşında." Bunu tahmin ediyor ama gerçek olabileceğine de ihtimal vermiyordu. Ağabeyinin bir çocuğu mu vardı? Bir kız çocuğu... Babasını asla tanımayan ve tanımayacak bir çocuk. Babası da onu tanımamıştı. Varlığını bildiği halde kabul etmemişti. "Tecavüz mü?"dedi usulca. "Ben de aynı şeyi sordum Tarık Bey. Tecavüze uğramamış. Galeride çalıştığı üç ay boyunca birlikte olmuşlar. Burcu Hanım o zaman on dokuz yaşındaymış." "Çok gençmiş..." "Genç ve korkak diyebilirim. Hamile kalınca ağabeyiniz bebeği aldırması için ona iyi miktarda bir para verip, hayatından çıkarmış." "Sonrası..." "Sonrası bilindik şeyler. Birini bulup evlenmiş ve çocuğunu doğurmuş. Kocası çocuğun kendisinden olduğunu sanıyormuş. Onu nasıl inandırdı anlatmadı." "Umarım bunun gibi başka bir şeyle karşılaşmayız Barış Bey. Hataların bedelini asla bir çocuk ödememeli." "Bu güne kadar hayatından geçen kadınlardan bulabildiklerim içinde ağabeyinizden çocuk sahibi olan yok. Zaten çoğu o tür kadınlardan... Affınıza sığınarak söylüyorum, para ile o işi yapan kadınlar." "Burcu Hanım doğruyu söylüyor mu sence?" "Yalan söylemesi için bir sebep yok gibi görünüyor. Yani sizinle görüşmek ve karşılaşmak istemiyor. Kızını da görmenize izin vermiyor. Babalık testi yaptırmak için girişimde bulunmamanızı rica etti. Bir çocuğu daha varmış. Kızının psikolojik durumu onun için daha önemli anlayacağınız. Evliliğinin zarar görmesinden de korkuyor." "Anlıyorum... Ancak bu şekilde olmaz Barış Bey. Ben bu gerçeği görmezden gelemem. O kız ağabeyimin çocuğu ise ondan kalan her şeyde hakkı var. " "Para istemiyorum dedi Tarık Bey." "Bencilce düşünüyor. Kızına daha bir hayat verebilir. İyi bir okul, güzel bir eğitim..." "Bence Burcu Hanım'a biraz zaman verelim. Onun için de bu durum kolay değil. Sizin yardım teklifinizi kabul edecektir diye düşünüyorum." "Onu görmek istersem... Yeğenimi..." "Şimdilik doğru bir fikir değil." "Şimdilik değil ama bununda zamanı gelecek. Şayet o kız ağabeyimin kızı ise benim onu tanımaya, onun da beni tanımaya hakkı var. Bir amcası olduğunu ve gerçek babasını bilmeli. Yaşı çok küçük... Bunu ona anlatmak kesinlikle kolay olmayacak." Heyecanlanmıştı... Hayatta tek başına kaldığından eminken, varlığını yeni öğrendiği bu çocuk içinde küçük bir umuttu. "Bunu adli yollardan da çözebiliriz Tarık Bey ama çocuk için çok yorucu bir süreç olur. Amcası olarak üzerinizdeki haklarınızı kullanabilir, onunla görüşebilirsiniz. Buna hiç kimse engel olamaz." Tuttuğu nefesi sıkıntı ile dışarı verdi Tarık. "Kimsenin zarar görmesini istemiyorum Barış Bey. Şu an İstanbul'da değilim. İşlerimi halledip oraya gelince, bana Burcu Hanım'la bir görüşme ayarlayın." "Bunun için uğraşırım ama söz veremem." "Kızın adı ne?" "İnci..." "İnci... Tamam teşekkür ederim. Diğer konularda da yine haberleşelim."dedi Tarık öğrendiği şeyin ağırlığı alçak tondaki sesine yansırken. "Elbette. Görüşmek üzere Tarık Bey." Tarık telefonu kapattı ama hala aynı yerde oturuyordu. Ağabeyinin geçmişi hakkında duyduğu canını sıkan o kadar çok vardı ki fakat bu, onun bir kızı olduğu gerçeği canını sıkmıyor, aksine sevindiriyordu. Evin kapısı çalınca, kapıyı açmak için ayağa kalktı. İçeri telaşla giren kişi Doğan'dı. "Allah aşkına sen neredesin Tarık?" Tarık kapıyı kapatıp, odanın ortasına kendisine bakan adama döndü. "Kahvaltıya geliyorum dedin aradan bir saat geçti." Ona cevap vermeden üzerini giyinmek için giysi dolabına yöneldi. Doğan da pencerenin önünde duran koltuğa oturdu. "Sana bir şey diyeceğim ve şok olacaksın." "Bu aralar beni şok edecek hiç bir olamaz sanırım Doğan. En büyük şoku biraz önce zaten yaşadım." "Nasıl yani... Ne oldu ki?" Tarık avukatı ile arasında geçen konuşmayı üzerine bir kot pantolon ve tişört giyerken anlattı. Sözleri bittiğinde resepsiyonu arayarak, kahvaltısını odasına getirmelerini rica etti. Asıl şok yaşayan ve şaşkınlık içinde onu izleyen Doğan'dı. "Bunun doğru olduğuna inanıyor musun sen şimdi?" dedi Doğan. "Yapma dostum. Kadın önce para istemem der, sonra da çocuğunu kullanarak ağabeyine ait ne varsa elinden almaya çalışır." "Doğru ise zaten o kızın her şey de hakkı var." "Diyelim ki doğru, diyelim ki kız ağabeyinden. Boş ver gitsin. Düşme bu işin peşine. Hayatının sonuna kadar Uğur Kıraç'ın hatalarını telafi edemezsin. İnan bana bu çok saçma olur. Kendi hayatını düşün." "Saçma olan onun insanlara bu kadar zarar vermesi." Odaya gelen kahvaltı tepsisini alıp, masaya oturunca da ikilinin sohbetleri devam ediyordu. Tarık çok açtı ve tepsideki her şeyi yiyordu. "Dünya üzerinde kaç tane gayrimeşru çocuk var tahmin edebiliyor musun Tarık? Milyonlarca... Yani anlayacağın tek hata yapan ağabeyin değil. O da onlardan biri sadece. Ya da bir adamla evli olduğu halde başka bir adamdan hamile kalan kaç kadın var? Sen hiç televizyon seyretmiyor musun?" "Hayır." "Tamam bunu da geçtim. Uğur öldü Tarık. Hataları, günahları ve sevapları ile toprağın altına gömüldü. Yaptıkları onunla birlikte gitti. Onun geçmişini deşmek sana hiç bir şey kazandırmayacak. Bari bırak da adam rahat uyusun." "Kazandırdı... Onun bir kızı var ve benim de yeğenim." Genç adamın gözlerindeki umut dolu parıltı Doğan'ın canını sıktı. "Şimdilik bir kız... Ya başkaları da varsa... Başka çocuklar. Onları da mı kabul edeceksin Tarık?" "Elbette edeceğim. Senin gibi düşünen insanlar yüzünden sokakta binlerce çocuk yaşıyor. Sahipsiz, çaresiz, aç, sığınacak hiç bir yeri olmayan binlerce çocuk. Çoğu yasak bir ilişkinin sonucu!" Sesi yüksek ve sertti. Bakışları da. "Onlar da yarın aynı hatayı yapıyorlar. Onlarında çocukları sokaklarda doğuyor, sokaklara terk ediliyor. Hırsız, fahişe, katil yetişmesi için zemin hazırlıyoruz." "Hepsini kurtaramayız. Bunun için hiç bir şey yapamazsın." "Keşke yapabilsem... Keşke elimden daha fazlası gelse. Yıllar önce Amerika da bir çocuk tanıdım. Adı Samuel'di. Sokakta büyümüş ve gerçekte kim olduğunu bilmeyen bir çocuktu. Benim kafeye artan ve çöpe giden yemekleri almak için gelirdi. On bir yaşında ve yalnız bir çocuk... Tek isteği karnını doyurmaktı." "Ondan daha fazlasını zaten veremezdin." "Nereden biliyorsun? Belki de verdim." "Nasıl?" "Samuel şuan on yedi yaşında ve benim kafede çalışıyor. Aynı zamanda okuyor. Bir yıl sonra istediği üniversiteye girebilecek. Çünkü o çok zeki ve de çalışkan bir genç. Her zaman öyleydi. İhtiyacı olan tek şey, ona destek olacak ve inanacak biriydi sadece..." "Bu da sen oldun." "Birinin karnını doyurmaktan çok daha fazlasını yapabilecek gücümüz varsa neden olmasın? Ne kaybederiz? Bir çocuğu kazanmak, günde yüz dolar kazanmaktan çok değerli Doğan. Samuel kurtarılan bir hayat değil, binlerce hayat olabilir. Hayali ne biliyor musun?" Bu sözlerin üzerine hiç bir şey söylemeden yutkundu Doğan. Kendisi düz mantıkla hareket eder, hayatı Tarık gibi sorgulamazdı. İnsanların ne yaşadığı ve nasıl yaşadığı da umurunda değildi. "O kadın burada..."dedi bu kez daha alçak bir sesle Doğan. "Dün sahilde gördüğümüz kadını biraz önce otelde gördüm." "Biliyorum..." "Biliyor musun? Onunla karşılaştın mı?" "Evet." Karnını doyurunca sandalyesine yaslandı Tarık. "Peki seni tanıdı mı?" "Sanmıyorum çünkü o beni görmemişti." "Burada ne arıyor sence? Tatil için gelmiş olabilir. Ve cidden dünya çok küçük değil mi?" "O buranın sahibi Doğan. Adı da Reyhan Kocabaş." "Oo... Beyimiz onunla tanışmış bile. Kahvaltıya gelmemenin sebebini şimdi çözdüm." "Aslında olay daha farklı oldu." Kavgayı ve sonrasında olanları kısaca anlatırken, Doğan kahkahalarına engel olamıyordu. "Ben nasıl kaçırdım ya... Eğlenceyi kaçırdım desene." "Birini dövmek benim eğlence anlayışıma uymuyor." "Seni görünce adamların yüzündeki ifadeyi görmeyi çok isterdim. Fena dayak yediklerine adım gibi eminim." "Tek başıma yapmadım. Nazım'da yardım etti." "Nazım kim?" "Burada çalışıyor ve iyi bir adama benziyor. Şimdilik... Ve bana iş teklif etti." Şaşırdı Doğan. "Ne işi? Otelde güvenlik falan mı?" Güldü hemen sonra. Tarık ona göre daha ciddi olsa da yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. "Bahçıvanlık..." Şaşkınlığını sesine yansıdı Doğan'ın. "Ne? Ne dedin sen? Doğru mu duydum? Bahçıvanlık mı?" "Evet doğru duydun." "Bu adam kiminle konuştuğunu kesinlikle bilmiyor dostum. Ona bu otelde bahçıvan olmak için can attığını söylemedin değil mi? Sen bu otel gibi kaç tane yeri satın alırsın. Neden sana bu teklifte bulundu ki?" "Ona buraya iş için geldim dedim." Yine güldü Doğan. "O da seni iş arayan sıradan bir adam sandı... Çok komik ya... Kabul etmeyince ne dedi peki?" Ayağa kalkıp, banyoya geçerken "Kabul ettim."dedi Tarık. Sesi ve tavrı o kadar rahattı ki Doğan bir an onun şaka yaptığını sandı. "Dalga geçme benimle Tarık." Tarık dişlerini fırçalamak için hazırlık yapıyordu. "Dalga geçmiyorum. Çok ciddiyim." Doğan banyonun kapısının oraya dikildi. "Ciddi değilsin. Benimle eğleniyorsun." Aynadan arkasındaki adamın şaşkın yüzünü izlerken, gülümsemesine engel olamadı Tarık. "Hayır gayet ciddiyim. Hatta şimdi iş için çıkmam gerek." "Nereye gideceksin?" "Reyhan Hanım'la görüşmeye gideceğim." "İyi de sen bu işten anlamazsın ki! Ayrıca paraya da ihtiyacın yok. Ve bu iş gerçekten çok saçma! Kafayı mı yedin Tarık? Buraya tatil yapmaya geldik, sen ben bahçıvan olarak işe giriyorum diyorsun." "Herkes bazen biraz delilik yapmalı." "Bence bu işin altında başka bir iş var. Benim tanıdığım Tarık asla bir başkasının emri altında çalışmaz." Dişlerini fırçalayıp, saçlarını topladıktan sonra banyodan çıktı Tarık. Doğan merakla onu izliyor, sorularına cevap vermesini bekliyordu. "Yoksa sebep o kadın mı?"dedi gülerek. "İşim var Doğan sonra konuşuruz."dedikten sonra kapıya yöneldi Tarık. Kapıdan çıkmadan önce yine arkadaşına baktı."Ve sebep Reyhan Hanım değil. Bir kadını tavlamak için böyle bir yolu asla denemem." "Ne o zaman?" "Ağabeyim..." Tarık odadan çıkıp gidince, yine oturdu Doğan. "Ağabeyin senin başına daha ne dertler açacak Tarık?" dedi usulca. "Aklını başına al dostum..." *** "
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE