Par14.

1152 Kelimeler
Sevmek miydi güzel olan, yoksa sevilmek mi? Kimse bilemezdi elbet… Öğrenmek için yaşamak gerekirdi. Ewin ve Welat birbirlerini severek öğrenmişlerdi gerçeği. Aşkın, sevginin ne demek olduğunu… Mutluluk, aşk, sevgi… Bunlar başka başka duygulardı. Aşk bir gün bitebilirdi belki ama, sevgi—eğer gerçekten sevdiysen—ömrün sonuna dek sürmeliydi bir evlilikte. Ama Welat’ın ne aşkı ne de sevgisi bitecek gibi değildi. Gözünden bile sakındığı bir kadın vardı hayatında. Kokusunu duyduğunda aklını kaybedeceğini düşündüğü bir kadın… Bazen geriye dönüp baktığında, koca bir hayatı boşa geçirmiş gibi hissediyordu. Ta ki Ewin hayatına girene kadar. Çünkü onunla birlikte yaşamaya başlamıştı sanki. Onunla nefes almış, onunla doğmuştu. Evet, aylardır İstanbul’daydı ama aklı, fikri, kalbi hep Mardin’de, hep Ewin’leydi. Ewin, ona “yapmam” dediği her şeyi yaptırmış, “girmem” dediği her yoldan yürütmüştü. Ewin, İstanbul’a alışmaya başlamış, İstanbul da ona… Bir yandan yeni hayata ayak uydururken bir yandan da nikâh telaşına düşmüşlerdi. O telaş arasında unuttukları bazı şeyler vardı… Bir sabah, kahvaltı sofrasında Welat telefondaydı. “Bugün ayın 25’i. 28’inde nikâh var, 30’unda balayına gidiyoruz. Ona göre ayarla her şeyi,” diyerek İhsan’a talimat veriyordu. Welat’in bu sözleri Ewin’in kulaklarında yankılanmaya başlamıştı. Çünkü bugün ayın 25’iydi… Ve o hâlâ girmesi gereken döngüye girmemişti. Korkmak değildi belki ama… panik vardı. İçten içe hissediyordu bir şeylerin farklı olduğunu. Welat’ı uğurladıktan sonra, onun arkasından fırlamış, soluğu en yakın eczanede almıştı. Üç-beş tane gebelik testi alıp eve dönmüştü. Nefes almadan banyoya girmiş, testleri sırayla yapmış, yanyana dizmişti. Beş dakika… Bir ömür gibi geçmişti onun için. Sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve testlere baktı. Pozitif. Hepsi. Hepsi de çift çizgi… Şoktaydı. Hiçbir belirti yaşamamıştı. Tesadüfen gününün geçtiğini fark etmeseydi, belki de uzun süre anlayamayacaktı. Ta ki barizleşene kadar… Kalbi dörtnala koşmaya başlamıştı. Ne yapacaktı şimdi? Nasıl söyleyecekti? O gün düşündü, taşındı… Bu haberi nikâh günü söylemeye karar verdi. Nasıl dayanacaktı? Nasıl sabredecekti? O da bilmiyordu. Ama en azından… deneyecekti. Welat ise, iki gündür üzerindeki o durgunluğu fark etmişti. Ama bunu heyecana yorup üzerine gitmemişti. Ve… büyük gün gelip çattı. Nikâh günü. Ewin’in kalbinde hüzün de vardı elbet. Gönül isterdi ki, tüm ailesi orada olsun. Annesi onu gelinlikle görsün. Ama nasip böyleydi. Aynada kendine bakarken gözleri dolmuştu. Ama derin bir nefes alıp tüm duygularını içine gömdü. Çünkü dışarıda onu bekleyen bir adam vardı. Bir ömür onu bekleyecek bir adam… Kapıdan çıktığında Welat’la göz göze geldiler. “Hayallerimden bile daha güzelsin,” dedi genç adam. “Sen de çok yakışıklısın,” dedi Ewin gülümseyerek. “Hadi gel… nikâh memurunu daha fazla bekletmeyelim,” diyen adamın elinden tutup yürümeye başladılar birlikte. Yeni hayatlarına doğru… Bu aşk, bu evlilik… Şimdi bir de bebekle taçlanacaktı. Tabii… henüz Welat’ın bundan haberi yoktu. Ama yakında olacaktı. Nikâh salonunun kapısından içeri girdiklerinde Ewin olduğu yerde kalakaldı. Gözleri doldu. Çünkü karşısında… ailesi vardı. Meryem, Sevin… hepsi oradaydı. Ve herkesin gözlerinde mutluluğun yansısı bir damla yaş gibi süzülüyordu. Ewin dönüp yanındaki adama baktı. “Seni çok seviyorum,” dedi kalbinden dökülen bir sesle. “Ben de seni, Ewin’im,” dedi Welat. Ve birlikte yürüdüler nikâh masasına. “Evet”ler söylenmiş, nikâh kıyılmıştı. Önce birbirlerine sarılmışlardı sıkıca, sonra Ewin koşarak annesine… Yıllar sonra kızlarını gelinlikle gören kadınların gözyaşları, Ewin’in de kalbini titretmişti. Onları öyle görünce… kendini tutamamış, ağlamıştı. Onlar için, kendisi için… hepsi iç içeydi artık. Nikâh sonrası hep birlikte toplanıp yemeğe gitmişlerdi. Ewin bir yemek olacağını biliyordu elbet ama böylesine büyük, gösterişli bir davet olacağını tahmin etmemişti. Gecede, Welat’ın onun için özel olarak hazırlattığı zarif takı seti, boynuna ve bileğine takılmıştı. “Bir ömür taşı” der gibiydi… Ama Ewin’in de ona bir hediyesi vardı. Yalnız… yeri burası değildi. Önce herkes dağılmalıydı. Baş başa kalmalılardı. Çünkü o hediye, Welat’ı bu dünyanın en mutlu adamı yapacaktı. Yıllardır yolunu gözlediği evladına kavuşacak olmanın verdiği mutluluk… paha biçilemezdi. Bunu hem Ewin, hem Welat çok iyi biliyordu. Yemekten sonra misafirler otele geçmiş, Ewin ve Welat ise evlerine dönmüştü. Evin kapısından içeri girer girmez, Ewin hemen odaya çıkıp sürpriz için hazırladığı küçük kutuyu getirmişti. Birazdan, hayatının en güzel haberini verecekti. Salonda oturan kocasının yanına yaklaşmış, elindeki kutuyu uzatmıştı. “Bu ne?” diye sormuştu Welat. Ewin gülümsedi. “Senin bana aldığın hediye kadar pahalı bir şey alamadım ben sana… ama eminim bunu bir ömür saklamak isteyeceksin.” “Gerek yoktu ki böyle bir şeye güzelim. Senin varlığın zaten benim için en büyük hediye. Başka hiçbir şeye gerek yok ki,” demişti Welat, yumuşak bir sesle. “Hadi, aç da konuşalım,” diyerek kutuyu onun ellerine bırakmıştı Ewin. Welat kutuyu açtığında… İçinde minik, örgüden yapılmış bir çift bebek patiği vardı. Elinde kaldı… bakakaldı… “Bu ne? Ve… kimin için?” diye sormuştu, şaşkınlıkla. Ewin, gözlerinin içine bakarak, yavaşça söylemişti: “Bebeğimiz için…” “Nasıl yani… Bebeğimiz mi? Kimin bebeği?” Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu Welat’ın. “Bizim dedim ya…” Genç adamın idrak kapıları bir anda kapanmıştı. “Sahi… Sen… sen hamile misin?” diye sormuştu, sesi titreyerek. Ewin, başını hafifçe eğerek, “Evet… bir bebeğimiz olacak,” demişti. Welat, olduğu yerde kalakalmıştı. Evet, kuzeni Pêlda’nın bir çocuğu vardı ama o asla “benim” diyememişti. Oysa şimdi… Yıllardır kurduğu hayalin gerçeğe dönüşeceğini öğrenmek, onun içinde bir sarsıntı yaratmıştı. “İyi misin?” diye sormuştu Ewin, sessizce. Welat, başını iki yana sallayarak gülümsemişti. “İyiyim… öyle çok bekledim ki bu anı. Öyle çok dua ettim ki… Anlatsam anlayamazsın. Seni çok seviyorum Ewin… İyi ki hayatıma girdin, iyi ki benimsin… İyi ki varsın.” Ve yıllardır taş gibi duran adam… O gece, ilk kez gözyaşı dökmüştü. Ama bu defa acıdan değil… Mutluluktan. Çünkü artık yaşamak için, mutlu olmak için bir sebebi daha vardı. Hem de öyle böyle bir sebep değil… Canından, kanından bir sebep. ⸻ Balayı için Antalya’ya gitmişlerdi. Hayatlarının en güzel, en mutlu günlerini orada geçirmişlerdi. Birlikte, el ele… Kimi zaman sahilde yürüyerek, kimi zaman sadece sessizce birbirlerine bakarak. İstanbul’a döndükten iki gün sonra Welat’a babasının yeniden rahatsızlandığı haberi ulaşmıştı. “Sen burada kal. Ben dönüşte Sevin’le gelirim,” demişti. Gitmesinin üzerinden daha iki gün geçmeden… vefat haberi geldi. Kayınpederinin cenazesi için Ewin de memlekete gitmişti. Welat, dik durmaya çalışıyordu… ama içi paramparçaydı. Baba… kaç yaşında olursan ol, hep baba kalırdı insanın gözünde. Hele ki Pelda… Cenaze evine geldiğinde ettiği feryatları unutması mümkün değildi. Çünkü aşiret büyükleri Ewin’e izin vermemişti. Ona son bir veda bile edememişti. Feryatlar, figanlar… Hiçbiri gideni geri getirmiyordu maalesef. Günlerce gelenin gidenin ardı arkası kesilmemişti. Haftalar boyu ev kalabalıktı, herkes bitkindi. Hamileliği ilerledikçe mide bulantıları ve halsizliği artan Ewin, buna rağmen ayakta durmaya, her şeye yetişmeye çalışıyordu. “Sen biraz odaya çıkıp dinlen istersen,” demişti Meryem. “Peki ya bulaşıklar?” diye sormuştu Ewin. “Ben hallederim. Hem ablamlar da var. Sen çok yoruldun, üstüne bir de gebesin. Çık uyu biraz,” deyince Ewin başını sallayıp yukarı çıkmıştı. Sessizce uzandı yatağa. Ardından, Welat da onu merak edip peşinden gelmişti. Odaya girdiğinde karısını uzanmış görünce yüreği sıkıştı. “Güzelim… iyi misin?” diye sordu, yanına yaklaşarak. “İyiyim… sadece yoruldum biraz. Dinlenmek için çıktım,” dedi Ewin, gözlerini kapatırken…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE