Kimi nasıl, ne kadar seversiniz ya da ne zaman seversiniz belli olmaz.
Ewin de gördüğü zaman korkudan nefesini tutan o adama, yavaş yavaş sevdalanmaya başlamıştı. Evet, kuma olmak hiçbir zaman tercihi olmazdı ama kader böyle bir araya getirmişti onları.
Konağa geldiklerinde, “Ben biraz babama bakayım gülüm,” diyip salona geçen Welat’ın ardından Ewin de koşarak Meryem’in odasına çıkmıştı. Meryem kapıdan giren yengesine sarılmıştı hemen, büyük bir minnetle.
“Annemi çok mutlu ettin,” diyerek.
Meryem de aylardır belli etmemeye çalışıyordu ama çok özlemişti ablasını. Laf lafı açarken Meryem’e içinde tuttuğu şeyi pat diye söylemişti Ewin; daha doğrusu şüphelendiği şeyi.
“Hamile olabilirim,” dediğinde öyle bir bağırmıştı ki Meryem, “Bağırmasana, abin duyacak!” diyip eliyle ağzını kapatmıştı Ewin.
“Kesin değil, nasıl öğreniriz?” dediğinde, “Yarın sağlık ocağına gidip kan verelim o zaman,” diyen genç kıza, “Olur, gidelim,” demiş, sonra da kalkıp kendi odasına geçmişti.
Odaya girdiğinde Welat koltukta oturmuş telefonla uğraşıyordu. Onu görünce telefonu bırakıp, “Nerde kaldın güzelim?” diye sormuştu.
“Meryem’e uğradım, biraz sohbet ettik,” diyen karısına uzatmıştı elini, “Buraya gel,” diyerek.
Welat’ın uzattığı eli tutan Ewin kendini bir anda onun kucağında bulmuştu.
“Biraz da benimle sohbet et, olmaz mı?” diyen kocasına, “Olur, edelim,” demişti.
Ama Welat’ın amacı sohbet etmek değildi. Tabii ki bunu ikisi de çok iyi biliyordu.
Karısının üstündeki elbisenin üstteki düğmelerini açmış, gerdanına ardı ardına öpücük kondurmaya başlamıştı. Beyaz tenine bitiyordu. Welat’ın elleri karısının kucağında oturduğu için yukarı kadar toplanan eteğinin açıkta bıraktığı bacaklarında gezerken kendinden geçmeye başlamıştı bile.
Kucağındaki karısıyla ayaklanıp uzanmıştı yatağa. Kendi üstündeki gömleği, pantolonu çıkarıp soyunurken de gözünü kırpmadan izlemişti yataktaki karısını.
Yaklaşıp öpmeye başlamış, üstündeki elbisenin düğmelerini açmıştı bir çırpıda. Aklı gidiyordu bembeyaz tenini görünce. Dudaklarına, gerdanına, göğüslerine defalarca öpücük kondurmuştu. Eli genç kadının çamaşırından içeri girdiğinde sırtı yay gibi gerilmişti Ewin’in.
Welat ustalıkla işini yaparken Ewin farkına daha yeni yeni varmaya başladığı hazzın tadını çıkarıyordu.
“Seni seviyorum,” diyip bacaklarının arasına yerleşen kocasına, “Ben de seni seviyorum,” diye karşılık verdi ilk kez.
Welat duyduğu sözle neye uğradığını şaşırıp kalmıştı.
“Ne dedin sen?” diye tekrar sormuştu hatta.
Ewin de gözlerinin içine bakıp, “Seni seviyorum,” demişti tekrar.
Artık Welat’tan daha mutlusu yoktu; olamazdı da.
Ertesi sabah sofrada, “Abi, biz bütün yengemle sağlık ocağına gideceğiz,” diyen Meryem’e, “Hayırlı, neden?” diyip gözlerini karısına dikmişti, “Bir sorun mu var?” diyerek.
“Yo, ne sorunu olacak? Sadece biraz halsizdim de, belki vitamin falan yazar dedik,” diyen Ewin’e, “Doktora gitseydik madem öyle,” demişti.
“Gerek yok, sonuçta bu da doktor, o da doktor, ne fark eder?” diyip onu geçiştirmeye çalışan Ewin’e, “İyi peki o zaman, gidin bakalım. Ama bir şey olursa hemen haberim olsun,” dedi.
Sağlık ocağındaki hemşire Meryem’in arkadaşı olduğu için kan tahlilini almış, “Sonuçlar için ben sizi ararım, buraya gelmenize gerek yok,” dediği için kol kola girmiş eve doğru yürümeye başlamıştı iki genç kadın.
Bir anda önlerinde duran arabayla şaşırmış, içinden Yusuf’un çıktığını fark edince neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
“Ne oluyor, ne işin var burada?” diyen Meryem’e, “Seninle bir işim yok,” deyip beş anda Ewin’i tutmuş, “Benimle geliyorsun,” demişti.
Kolundan tuttuğu anda, “Delirdin mi, bırak! Ne istiyorsun benden, biri görecek şimdi!” diyen genç kadına, “Kimse umurumda değil artık. Sen benimle geliyorsun,” demişti. Gözü kararmıştı sanki.
“Saçmalama Yusuf, kendine gel, bırak beni!” diyen Ewin’i duymazlıktan gelip onu kurtarmaya çalışan Meryem’i de tuttuğu gibi yere fırlatmıştı.
Meryem “Bir şey yap, yardım et, kurtar beni!” diye bağıran Ewin’i zorla arabaya bindirmişti Yusuf.
“Seni artık kimse kurtaramaz,” diyerek.
Arabaya binip çalıştırmış, oradan uzaklaşmıştı. Delirdi mi?
“Ne olur bırak beni. Bak bu duyulursa öldürürler ikimizi de. Bırak beni. Hem seninle gelmek istemiyorum,” diyen genç kadına, “Sence ölmek umurumda mı sanıyorsun? Sen benimsin ve benimle geleceksin,” demişti.
Tam o sırada arayan Welat’ın telefonuna cevap verdi Ewin.
“Welat, yardım et, kurtar beni!” diyerek.
“Ewin, ne oluyor, ne diyorsun sen?” diye bağıran Welat sözlerini tamamlayamadan Yusuf telefonu alıp fırlatmıştı camdan dışarı.
“Bakıyorum da kocana çok güveniyorsun,” diyerek.
Sonrası tufan olmuştu zaten.
Yusuf genç kadını merkezden kilometrelerce uzak bir kulübeye kapatmış, “Bizi burada kimse bulamaz. İki gece buradayız. Buradan sonra sınıra gidip İran’a geçeceğiz ve kendimize yeni bir hayat kuracağız,” demişti.
“Ben seninle bir hayat kurmak istemiyorum. Bırak beni, gideyim,” diye yalvarıp ağlayan Ewin’in sözlerinin hiçbir önemi yoktu onun için. Çünkü kararını çoktan vermiş, Hesna ile bir olmuş, yaptıkları planı uygulamaya çoktan koymuştu bile.
Meryem ağlaya ağlaya dönmüştü konağa. Abisini arayıp anlatmıştı olup biteni.
Konağa gelen Welat avluda hırsından dört dönüyordu.
“Anlamıyorum, Yusuf’un benim karımla ne işi olur? Ne cesaretle böyle bir şey yapar?” dediğinde Hesna araya girip, “Neyini anlamıyorsun? Besbelli ki oynaşıyordu işte Yusuf’la, o da alıp götürdü,” demişti.
Meryem dayanamayıp, “Doğru konuş!” deyip yürümüştü yengesinin üstüne.
“Ewin gitmek istemedi abi, sana yemin ederim. Kurtulmak için dakikalarca çırpındı ama gücü yetmedi, yetiremedik,” demişti.
“Ayrıca kimsenin bilmediği şeyler var. O Yusuf aylardır rahatsız ediyor yengemi. Kaç kere karşımıza çıktı, kız istememesine rağmen üstüne geldi. Zamanında tutmamış elini, şimdi tutmaya çalıştı,” diyen kız kardeşine, “Ne demek istiyorsun, açık konuş!” demişti Welat.
Meryem mecbur kalmış, kahpe olup biten her şeyi en baştan anlatmıştı abisine.
Delirmişti Welat adeta. Neye yanacağını şaşırmıştı.
Hem aşiret ayaklanmıştı hem Welat’ın adamları her yerde Yusuf ve Ewin’i arıyorlardı. Günü gece etmişlerdi ama yoktu ikisi de.
Öteki yandan Ewin ne yapacağını şaşırmış, ağlamaktan perişan hâldeydi.
Yusuf ise onun bu hâllerini görünce deliriyordu resmen. Çünkü Welat’ı sevdiğini düşünmek istemiyordu. Onu sevmesi gerekiyordu Yusuf’u. Kim ona dünyanın en büyük kötülüğünü yapmaya çalışan bir adamı severdi ki? Bunu anlamıyordu işte.
Herkes perişandı: konaktakiler, Welat ve genç kadının ailesi… Tüm şehir duymuştu olanları. Bundan sonra ne yapacaktı Welat, hiç bilmiyordu. Hesna bir yandan, aşiret büyükleri bir yandan, herkes farklı bir şey söylüyordu. Ama dün gece duydukları aklından çıkmıyordu genç adamın: Ewin ona “Seni seviyorum” demişti, hem de defalarca. Buna rağmen kalkıp Yusuf’la gitmiş olabilir miydi?
Aklını kaybetmek üzereydi Welat.
Meryem mutfakta oturmuş sessiz sessiz gözyaşlarını dökerken telefonu çalmış, arayanı görünce hemen açmıştı.
Duydukları onu hem mutlu etmiş hem de yüreğine kocaman bir sıkıntı olarak çökmüştü: hamileydi Ewin.
Koşarak çıktı mutfaktan, abisine haber vermek için. Ama çıkmıştı Welat. Telefon etti defalarca ama cevap vermemişti. Çünkü Yusuf’la Ewin’in olduğu yeri tespit etmişler, oraya doğru yola çıkmışlardı.
Yusuf durmadan ağlayan Ewin’e, “Kes artık zırlamayı, iki gündür başımı şişirdin,” demişti.
Genç kadın daha fazla dayanamayıp, “Senden nefret ediyorum, anladın mı? Nefret ediyorum!” demişti.
“Neden lan neden?” deyip yerde oturan kadının kolundan tutup kaldırmıştı Yusuf.
“Bundandır aylar önce benim sevgilimdin, benim sevdiğim kadındın. Beni görünce yüzünde güller açıyordu. Ne değişti?” diye sormuştu.
“Ben değiştim, anladın mı? Senin beni sevmediğini, ne kadar adi, ne kadar pislik bir herif olduğunu anladım. Senin için harcadığım zamana, sana verdiğim bütün emeklere yanıyorum. Çünkü sen adam değilsin, hiçbir zaman da olamazsın,” diyen Ewin’e “Sus!” demişti.
Ama Ewin susmamıştı.
“Adam olsaydın iki senedir ‘seviyorum’ dediğin kadına tecavüz etmeye kalkmazdın, ona zorla dokunmaya, sahip olmaya… Ama sen adi herifin tekisin, anladın mı? Bin kez söyleyeceğim, bin kez tekrar edeceğim istersen. Beni öldür ama sana yar olmayacağım Yusuf. Çünkü senden nefret ediyorum, anladın mı? Ben seni değil, Welat’ı, kocamı seviyorum!” demişti bağıra bağıra.
“Yeter lan, yeter! Bana Welat deme!” diyip attığı tokatla yere savrulmuştu Ewin. Dudağı patlamış, kanamaya başlamıştı.
Zaten buradan ya ölü çıkacaktı ya ölü. Başka türlü kurtulma şansı yoktu. Çünkü Yusuf’la giderse zaten ölecekti, burada kalırsa da yaşatmayacaktı onları aşiret.
Telefonu çalan Yusuf kapıya çıktığında yaklaşıp dinlemeye başlamıştı Ewin.
“Ne diyorsun sen Hesna, nasıl buldular yerimi?” dediği anda başından aşağı kaynar sular dökülmüştü Ewin’in.
Her şeyi tek başına planlamamasına ayrı, bu planda ona yardım edenin Hesna olmasına ayrı şaşırmıştı. O ona acırken, Hesna ona hiç acımamış, onu Yusuf’un ellerine teslim etmişti. Yani ölüme.
Yusuf’un sırtının dönük olmasını fırsat bilip koşmaya başlamıştı Ewin. Onu fark eder etmez “Buraya gel!” diyip peşinden gelen Yusuf’u duymazlıktan gelip var gücüyle koşmaya devam etti.
Tam yola varmıştı ki peş peşe duran arabalardan inen adamların içinde Welat’ı görüp “Çok şükür…” diye fısıldamıştı.
Ama duyduğu silah sesiyle olduğu yerde kalakalmıştı.
“Bir adım daha atarsan acımam Ewin,” diyen Yusuf’a döndü. Yüzüne silahı ona doğrultmuş, öylece duruyordu.
Yüzünü tekrar Welat’a döndüğünde onun da silahına davrandığını gördü.
“Yusuf… O Welat Ağa… Bakıyorum da karını kurtarmaya gelmişsin. Ama o seninle değil, benimle gelecek,” deyip yaklaşan Yusuf’a, “Bu yaptığını yanına bırakacağımı mı düşünüyorsun? Öyle veya böyle seni geberteceğim Yusuf. Buradan dirin çıkmayacaksın, biliyorsun değil mi?” demişti Welat.
“Hiçbir şey yapamazsın,” diyip kolundan tuttuğu Ewin’in başına dayadı silahı.
“Sen benim olanı aldın, ben de şimdi senin olanın canını alacağım,” dediğinde Welat, “Seni çok seviyorum!” diye bağırıp gözlerini kapattı Ewin.
Ölmeye razıydı ama Yusuf’la kalmaya razı değildi.
“Ben senden hiçbir şey çalmadım. Adam olsaydın sevdiğin kadına sahip çıkardın, dikilirdin karşıma. Ama sen adam değilmişsin,” diyen Welat’a, “Senin ona dokunmaya hakkın yoktu! Ona dokunmaya hakkı olan bendim! Ama o beni değil seni tercih etti, duydun mu? Seviyormuş seni… Öyle söylüyor ama beni seviyordu bir zamanlar. Zorla duruyordu senin yanında. Hem Hesna da söyledi, seni istemiyormuş,” dediğinde Welat için de aydınlanmıştı her şey.
“Ama şimdi düşündüm de… Onu öldürürsem ikimizin de canı yanar. Ama seni öldürürsem yanan bir tek o olur,” demiş, silahı bu kez Welat’a doğrultmuştu.
“Yusuf, sakın… Sakın öyle bir şey yapayım deme!” diyen Ewin’e, “Neden, çok mu korkuyorsun kocan için? O ölürse sen de özgür olursun işte. Daha ne istiyorsun? İkimiz de çok iyi biliyoruz ki aşiret çoktan verdi hükmümüzü. Buradan sağ çıksak bile sonumuz ölüm,” diyen Yusuf’a, “Seninle ölmektense hükümle ölmeyi tercih ederim,” dedi genç kadın.
Ewin’i kendine siper ettiği için bir şey yapamıyordu Welat. Çünkü ona zarar gelmesini istemiyordu.
“Bırak beni, bırak!” diye çırpınan Ewin’i yere fırlatıp silahın namlusunu tekrar Welat’a doğrulttuğu anda, düştüğü yerden kalkıp kendini Welat’a siper etmişti Ewin. Hiç düşünmeden.
Sonrasında zaten mahşer yerine dönmüştü ortalık.
Karnında hissettiği sıcaklıkla dizlerinin üstüne çöken genç kadın yere düşmeden kucaklamıştı Welat.
“Ewin!” diye bağırarak karısına koşarken adamları gerekeni yapmıştı çoktan.
“Ewin, bana bak!” diyip kucakladı karısını Welat. Dokunmaya kıyamadığı kadını ne hâle getirmişti Yusuf.
“Güzelim, bana bak, bırakma kendini!” diyen kocasına dikti gözlerini genç kadın. Belki de bu onu son görüşüydü.
Kendini zorla toparlayıp konuşmaya başladı:
“Yemin ederim ben sana hiç ihanet etmedim. Seninle evlendiğim günden beri senden başka kimseye dönüp bakmadım,” dediğinde, “Biliyorum güzelim, biliyorum. Konuşma, yorma kendini,” demişti Welat.
Çünkü eğer ona ihanet etmiş olsaydı, ona sıkılan kurşuna siper olmazdı.
Üstündeki ceketi çıkarıp karısının karnına baskı yapmaya başlamış, kucaklayıp arabaya taşımıştı.
Arabayı kullanan şoföre defalarca “Hızlı ol!” diye bağırarak uyanık tutmaya çalışıyordu aslında Ewin’i.
“Güzelim, kapatma… Sakın gözlerime bak, sakın bana bunu yapma Ewin!” dediğinde, “Canım çok yanıyor…” diyen genç kadına, “Geçecek güzelim, birazdan geçecek, iyi olacaksın,” demişti.
“Belki de bu ikimizin hikâyesinin sonudur ha Welat Ağa…” diyip dakikalardır açık tutmaya çalıştığı gözlerini kapatmıştı Ewin.
“Hayır, hayır, olmaz! Ewin, aç gözlerini güzelim! Bana bak, kurban olayım aç şu gözlerini!” diye feryat eden kocasını duymuyordu artık.
Bu hayat ona hep acımasız davranmıştı, tıpkı şimdi olduğu gibi. Hiçbir günahı yokken günah işleyenlerin kurbanı olmuş, tam “mutlu oldum” dediği anda bütün hayatı tepetaklak olmuştu.
Süphesiz ki bu kadar insan arasında en masum oydu. Törelere kurban edilmiş, hep acılarla sınanmıştı o.
Bu dünyanın masumlara cehennem olduğunun en büyük kanıtıydı…