Böyle bir şey nasıl olurdu? Bir erkek, kendine adam diyen bir erkek sadece iki kere gördüğü bir kızı böyle bir duruma nasıl düşürebilirdi? Ona aşık falan oluşumu bir kenara bırakıyorum. Bunu o bilmiyor ve bilmesine de gerek olmadığından emindim. Kendini ne zannediyor da elini hiç düşünmeden belime dolayabiliyor, beni o muhteşem olsa da yasak olan bedeni ile bütünleyebiliyordu. Beni sırf hayatına yapışmış olan bir sürtüğü kendinden uzak tutmak için nasıl olabiliyor da öpebiliyordu. Bunlar için iznim yoktu. Asla da olamazdı. Kat kat daireleri olabilir, çeşit çeşit milyonluk arabalara binebilir, müdürüm olabilir ama bu hakların hiç birine sahip değildi. Asla da olamazdı. Onun için şaşkınca gözlerime bakan o deniz mavisi gözlere tüm öfkem ile bakarak, parmağımı tehdid vari havaya kaldırdım. Ardından bağırmadan ama tüm öfkemi yansıttığım sesim ile
"Sen kim oluyorsun da elini belime doluyorsun? Sen kim oluyorsun da bir sürtüğün karşısında beni küçük düşürüyorsun? Söylesene kim oluyorsun da beni iznim olmadan öpüyorsun? Arkadaşın değilim. Dostun değilim. Sevgilin hiç değilim. Ben senin asistanınım ve sende benim müdürümsün. Benimle çalışmak zorunda değilsin. Hemen şu anda gidebilirim. Ama bana ve hayatıma saygı duymak zorundasın. " dedim ve hızla arkamı döndüğümde göz göze geldiğim kişi Yiğit Beydi. O demir gibi soğuk olan adamın gözlerinde bir ışıldama ve hayranlık bakışı görmeyi gerçekten beklemiyordum. Onun için bir an duraksasam da gözlerimi o keskin kahverengi gözlerden çekip, hızla odadan çıktım. Yine aynı hızla lavaboya bakındım. Ayaklarım titriyordu. Her an bayılma korkusu ile yüzleşmek bu olsa gerekti. Derin derin nefes aldım ama bu işe yaramıyordu. Sonra karşımda beliren bir kadın ile duraksadım. Gözlerim gözleri ile buluşunca Aylin Hanım olduğunu fark ettim. Tedirgin bakışları ne olduğunu sorgularca bedenimde dolanıyordu. Hızlı adımlarla yanıma yaklaştı ve
"Bir sorun mu var?" diye sordu. Ona olanları anlatmak bir şeye yaramayacaktı ve zaten buna gücümde yoktu. Benim acilen lavaboya gitmem gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve hızla
"Lavaboya gitmem gerekiyor midem çok kötü. Sanırım üşüttüm" dedim. Bana hızla lavaboyu gösterdi ve yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Ve ben teşekkür edip hızla lavaboyu gösterdiği yöne doğru yürümeye başladım. Lavabonun kapısına geldiğimde midem gerçekten fazlasıyla bulanmaya başlamıştı. Böylesi bir adrenaline bünyem alışık değildi ve şu anda gerçekten fazlasıyla kusma ihtiyacı hissediyordum. Yıldırım hızı ile lavaboya girdim ve kabinlerden birine kendimi atıp klozete sabah bayıla bayıla yaptığım kahvaltıdan her ne varsa çıkardım. Midemi rahatlattıktan sonra lavaboya gittim ve elimi yüzümü yavaşça yıkadım. Nasıl da öfke ile yüklenmiştim. 'Adi, pislik şımarık zengin veledi' Diye içimden haykırdıktan sonra kendimi toparlayıp lavabodan çıktım. Kesinlikle işime son verilmiş ve stajım iptal edilmişti . Kim kendisine tokat atan asistan ile çalışmak ister ki? Her ne kadar haksız olursa olsun, hiç kimse bunu kabul etmez ve devam etmezdi. Şimdi bana düşen ise hızla yeni bir staj şirketi bulmaktı. Ve tek duam bu durumun Azra'ın stajını etkilememesiydi. Bu durum ile ben baş edebilirdim ama onun bunun için fazlaca üzüleceğinin farkındaydım. Yavaş adımlarla masanın üstünde bırakmış olduğum çantamı almak için ofise doğru yürümeye başladım. Tabii ki o zengin velet ile de yüzleşmem gerekiyordu. Kapının önüne geldiğimde içeriye baktım ve bana ayrılmış olan alanda hiç kimsenin olmadığını fark ettim. Çantam masanın üzerinde duruyordu. Derin bir nefes aldım ve elimi çantama uzatım. Kalbim hızla çarparken, çantamın kolunu kavradım ve masanın üzerinden aldığımda içimdeki cadaloz, 'sen kendine yakışanı yaptın. Sen basit, değersiz bir kız değilsin. Sana bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Başını dik tut. Özür dilemesi gereken sen değilsin.' Diye haykırıyordu. Evet, özür dilemesi gereken ben değilim ve hak etmediği hiçbir şeyi yapmadım. O tokatı hak etti ve dua etsin sadece tokat attım. Kafasını gözünü patlatabilirdim... Sırtımı dikleştirdim. Saçımı omuzlarımın üstünden arkaya ittim ve derin bir nefes aldım ve elimi sıkarak odasının kapısını tıklatmak üzere havaya kaldırdım. 'Beni burada bekleyecek hali yoktu ya ' diye düşünerek tam kapıyı çalıyordum ki arkamdan gelen yalancı bir öksürük ile elim kapı ile buluşmadan havada asılı kaldı. Kokusu o mesafeden bana ulaşıyordu. Öyle acı verici sıcaklık vardı ki ensemden sırtıma yayılmıştı. Arkamdaydı. Bu durum karşısında yutkundum. Elimi indirdim ve almakta zorlandığım nefesime rağmen derin bir nefes aldım . nefes alışımın ardından rahatlamaya çabaladım ve yavaşça yerimde döndüm. Tamamen döndüğümde gözlerim gözleri ile buluştu. Kalbim göğüs kafesimde resmen teklemesi ve neredeyse yerimde sendelememi sağlıyordu. Bir insan böyle mi bakardı. Bir insandan böyle mi his yayılır ve bedenini sarardı. Bu durum fazlaydı. Katlanılamayacak kadar fazlaydı.
Öfkeli, kızgın veya nefret dolu bakışlar beklerken gayet neşeli ve eğlenceli bir gülümseme ile bana bakıyor olması gerçekten beklediğim bir durum değildi. Bir şey söylemem gerekiyordu biliyorum ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki sanırsınız maratonda yarışa katılmıştım ve sanki biraz daha hızlı olabilirsem bu yarışın birincisi olabilecekmişim gibi hissediyordum. Ama tek kelime edemiyordum. Sanki kelimeler boğazımda takılı kalmıştı. Bunu fark eden Çağlar Bey elindeki Kahveyi bana göstererek,
"Kahvenin sabah sinirine iyi geldiğini duymuştum" dedi ve elindeki kahveyi bana uzattığında gözlerim bir kahveye bir de Çağlar beyin gözlerine odaklandı. Bu da neydi şimdi? Defol git demeden önce biraz gırgırmı yapmak istiyor diye düşünürken Çağlar Bey,
"Umarım kahveyi kafama fırlatmayı düşünmüyorsundur " dediğinde ise sıkıntılı bir nefes aldım. Neden sanki sorunlu benmişim gibi davranıyor. Burada sabah sabah sinirimi zıplatan onun sürtük kız arkadaşı ve kendisiydi. Oysa ki ben bu gün işe gayet keyifli gelmiştim. Onun için sıkılmış bir ses tonu eşliğinde
"Ben kavgacı, geçimsiz sorunlu bir insan değilim. Kahveyi kafanıza fırlatmayı da düşünmüyorum. " dedim ve uzattığı kahveyi elime aldığımda Çağlar Bey ellerini suçlu gibi havaya kaldırıp,
"Tamam, hak ettim. Sonuna kadar haklısın. Hatta kahveyi kafama bile fırlatma hakkın var. Düşünmem gerekiyordu. " dediğinde küçük çaplı bir şaşkınlığın ardından
"Bu çok saygısız bir davranıştı. Kız arkadaşınızın aşağılaması ve üstüne birde sizin buna karşılık saygısızlığı devam ettirmeniz sanırım öfkemi daha da arttırdı. Bunun için özür dilemeyeceğim üzgünüm. Tekrar olsun, yine aynı karşılığı veririm. Bu hareketlerin hiç birini yapmaya hakkınız yok." Dediğimde Çağlar Bey bana doğru yaklaştı ve derin bir nefes aldı. Tam şimdi beni azarlayacak ve 'tamam herkes kendi yoluna ' diyecek diye beklerken o mavi bakışlarını içtenlikle gözlerime dikerek,
"Özür Dilerim" dediğinde dilimin ucuna gelen diğer tüm kelimelerin bir anda kaybolduğunu hissettim. Hiçbir kelime dilime dolanıp, ağzımdan çıkmadı. Zaten kelimeler aklımda da kalmadı... Ve Çağlar Bey,
"normalde bu kadar düşüncesiz olmam. Gerçekten bu saygısızlık için özür diliyorum ve işe geri dönmeyi teklif ediyorum. Tekrarı kesinlikle olmayacak. Buna söz veriyorum" Diyerek bana elini uzatarak,
"Şimdi başa sarıyoruz. " dedi ve gülümseyerek,
"Ben Çağlar Albayrak. Yeni işinizde başarılar Merve Hanım." Dediğinde gözlerinin içindeki tebessüm bu duruma karşı koymama mani oluyordu ve tebessüm ederek
"Teşekkür ederim Çağlar Bey. Başlayalım o zaman" dedim ve bana uzattığı elini sıktığımda tüm öfkeyi aramızdan kaldırmıştık. Sonra odasına geçmişti ve bende bana artık otur da başla diyen masamın başına geçtim. Hatasını anlamış ve özür dilemişti. Şimdilik büyütmeye gerek olduğunu düşünmüyordum. Ama şundan kesinlikle emindim ki, bu olay tekrarlanırsa kafasını kırmaktan geriye kalmayacaktım...
.........................
Neredeyse mesai bitmek üzereydi. Hatta an itibari ile saat 18:00 olmuştu ve etraftaki ofislerden toparlanmış çalışanlar işin yorgunluğu ile ofisin önünden geçiyordu. Tam bilgisayarımı kapatacağım esnada kapıdan çıkan Çağlar Bey, benimle göz göze gelerek,
"Nasıl geçti?" diye sordu. Gayet samimi ve mesafeli bir ses tonu vardı. Müdürden çok iş arkadaşı gibi ama mesafeli bir ses tonuydu. Hafif tebessümle
"Biraz zorlandım ama sanırım birçok şeyi kavradım" dediğimde Çağlar bey gülümseyerek,
"Bunları maillerinden anladım. Gerçekten birçok şeyi kavradın. Ve inan buna çok ama çok sevindim." Dediğinde içimde yükselen sevince mani olmaya çabalasam da gülümsemekten kendimi alı koyamadım. Yani bunu bir takdir olarak kabul ediyor ve keyfini sürüyordum. Sonrasında ise çağlar bey elinde tuttuğu evrakları bana uzatarak,
"Eminim bunları da kavrayabilecek zekâya sahipsindir. Onun için bunları akşam eve götür ve yarına kadar halletmeye çabala olur mu? Yarına yetişmesi gerekiyor. Bir önceki asistan bunları yaptığını söyledi ve kontrol ettiğimde tamamen bir fiyasko olduğunu gördüm. Yarın bu analizleri hasan beye sunmam gerekiyor. " dedi ben elindeki kâğıt tomarına bakarken Çağlar Bey,
" Çoğunu geçirdim ama bunlarında geçmesi gerekiyor. Evde bilgisayarın var mı?" diye sorduğunda uzaylı görmüş gibi ona baka kaldım. Evet, bir bilgisayarım vardı. Fakat o bilgisayara sanırım sakarlığımdan bir bardak suyu boca etmiştim. Ve bilgisayarcıya götürdüğümde " buna o kadar masraf edeceğime aynı paraya yenisini almamı önermişlerdi." Bende staja başladığımda maaşım ile yeni bir tane için takside girebileceğimi düşünmüştüm. Onun için çekingen bir şekilde
"Bilgisayarımın başına bir kaza geldi ve yenisi için maaşımı bekliyorum" diyerek karşılık verdim. Çağlar bey hızla
"Tamam, benimkini al. Ama bunların yarına kadar yazılması gerekiyor Merve. Sen bunları yarına yetiştir. Uykusuzluğunun karşılığında 2 gün izinin benden " dediğinde ise sevinsem mi? Teşekkür mü etsem? Bilemedim. Yine de sadece tebessüm ederek elindeki neredeyse 25 sayfalık raporu aldım. Çağlar bey
"iyi Akşamlar" diyerek ofisten çıkarken arkasından derin bir nefes alıp, odasına geçtim. Masanın üzerinde duran bilgisayarını aldım. Bu gece tamamıyla uykusuz geçecekti. Bilgisayarı toparladım. Bilgisayar çantasına koydum ve ofisten çıktım. Çantamı ve masanın üzerinde duran evrak destesini elime alarak tam çıkıyordum ki yüzünden gülücükler saçan Azra odama giriş yaptı. Gününün iyi geçtiği suratındaki mutluluktan belli oluyordu. Azra mutluluk uçuşan sesi ile
"Harika bir gündü. Hasan bey harika bir patron. Onunla çalışmak çok zevkli olacak." Dediğinde zoraki bir gülümseme ile ona baktım. Ne kadar mutluydu. Ne kadar da başarı doluydu. Bir de benim günüme bak diye düşündüm ve ona daha da acı bir şekilde gülümseyerek,
"Keşke bende bu kadar güzel bir gün geçirseydim" dedim. Azra kaşlarını çatarak, bana ne olduğunu sorarcasına baktı ve ben derin bir nefes alarak konuşmaya başladım. Acınası halime biraz da o gülsün diye...
.................
Yol boyunca tüm ayrıntıları anlatmış ve Azra'nın kesintisiz kahkahalarına katlanmak zorunda kalmıştım. Haklıydı onun yerinde ben olsaydım kesinlikle bu kadar eğlenen taraf olurdum. Yemek biraz dinlenme ve ardından masanın başına geçip, işe koyulmaya baladım. Bilgisayar son model bir mac 'di ve kullanımı bir hayli lükstü. Hazırlamış olduğum kahveden bir yudum aldım ve derin bir nefesle bilgisayarı açtım. Birkaç saniyenin ardından açılan bilgisayarda şifre kutucuğu gözümün önünde belirdi. İçimden çığlık atmak gelse de sesli olarak
"kahretsin" diye haykırdım. Azra okuduğu kitaptan başını kaldırarak,
"Ne oldu?" diye sorduğunda ona çaresizce bakarak
"Şifre var. Ve ben bunun olabilme ihtimaline karşılık şifreyi sormadım" diye söylediğimde elindeki kitabı bırakan Azra yerinden kalktı ve yanıma gelerek,
"Böyle bir adam nasıl bir şifre mantığına sahiptir bilinmez ki. Telefon numarasını dene" dediğinde hızla masanın üzerindeki telefonumu alıp, çağlar Bey'in numarasını şifre kutucuğuna girdim. Tamam tuşunu tıkladığımda ekranda beliren
"Yanlış şifre" yazısı ile sıkıntılı bir nefes verdim. Bu saatte adam aranır mı? Tabi ki aranmaz. Ama bu bilgisayarı açabilmem için onu aramam gerekiyordu ki telefonumun ekranında beliren Çağlar Bey araması ile donup kaldım. Telefonu açmıyordum. Açmam gerekiyordu. Ama donup kalmıştım. Bilgisayarda bir cip falan mı vardı? Mesaj mı gitmişti? Diye düşüncelerimi
"telefonu açamayı denesen içinden düşünmez öğrenirsin Merve" diyen Azra oldu. Ona sert bir bakış attım ve hızla cevapla tuşuna tıkladım ve kulağıma götürüp,
"Efendim Çağlar Bey" diyerek cevapladım. Telefonun diğer ucundan neşeli bir sesle
"Bu çok resmi oldu ama" diyerek karşılık veren Çağlar Bey gülümsememi sağlarken Azra'nın çimdiklediği kolum ile inlememek için kendimi zor tuttum. Çağlar bey konuşmama fırsat vermeden,
"Şimdi raporları yazmaya başladın mı diye soracağım ama " dediğinde hızla
"Bende bilgisayarın başına geçmiştim hızla başlayacaktım" dedim. Çağlar bey kahkaha atarak,
"Şifreyi girmeden işin biraz zor" dediğinde ise gözlerimi sıkıca yumdum ve
"Şey bende sizi arayacaktım ama müsait olup olmayacağınızı kestiremedim" dediğimde Çağlar Bey yine neşeli bir şekilde şifreyi söyledi ve telefonu kapatırken,
"Umarım o güzel yeşiller sandığımdan daha sağlıklıdır." Dedi ve telefonu kapattığında hala telefon kulağımda öylece duruyordum. birkaç saniye öyle kalmanın ardından Azra,
"Sanırım iltifat etti?" diye sorduğunda telefonu kulağımdan çektim ve Azra ile göz göze gelerek,
"Ama çok tatlı yaaa" diye söylendim. Azra gözlerini kocaman açarak şaşkın, sitemli ve kızgın çıkan ses tonu ile
"Yakışıklı + tatlı + zengin = aşırı çapkın üzgünüm Merve ama bu denklemde aşka yer yok" dedi ve koltuğa geri dönerken arkasından
"senin hiçbir denkleminde aşk yok." Dedim. Azra ellerini beline yerleştirerek,
"Hayır bu tür insanlara yer yok." Karşılığını verdiğinde aklıma Kaan geldi. Adam tıp fakültesinde okuyordu. Seneye tuz sınavı vardı ve adam doktor oluyordu. Tamam çok yakışıklıydı. Fakat, çapkın ve zengin değildi. Onun için hızla,
"Kaan bu saydığın tariflerin hiç birine uymuyor. Neden teklifini düşünmüyor ona bir şans vermiyorsun? Belki aşka bakış açın değişir " dediğimde söylediklerime lanet okuyarak Azra'ya baktım. Gözleri dolmuş donuk gözler ile bana bakıyordu. Göz pınarından kaçan bir damla göz yaşı yanağından süzülürken yutkundum. Azra titreyen sesi ile
"Birilerine şans vermek değil asıl olan... ben o şansı bir daha kalbime vermek istemiyorum." Dediğinde içimde bir şeylerin sıkıştığını hissettim. Bu gerçekten fazlasıyla acı verici ve bir o kadar da haksızlıktı. Onun için sakin çıkardığım sesim ile
"Kalbini o güne mahkum edersen mutlu olamazsın. Azra her erkek bir değil, belki bir başkası sana o anıyı unutturabilir" dediğimde gözleri daha da dolan Azra koltuğun kenarına bıraktığı kitabını aldı ve
"Sorunda o ben o anıyı unutmak istemiyorum. O aşkı kalbimden atmak istemiyorum. Ondan nefret ediyorum. Hatta öylesiye nefret ediyorum." Dedi ve duraksadıktan sonra yutkundu ve gözlerinde beliren acı ile
"Ama onu bir o kadar da seviyorum" dedi ve benim tüm hislerimi darmadağın edip, hiç konuşmama izin vermeden hızla odasına gitti.
Nefesim kesilmişti. Ölesiye nefret, ölesiye aşk. Her iki duyguda acı ve yıpratıcıydı. Daha 22 yaşındaydı. Hayatı neşe ,le dolu olmasına rağmen kalbi acı içinde nefes almaya çalışıyordu. Gözlerim istemsizce dolmuş ve o adamı kesinlikle öldürme isteği ile dolmuştum. Bir gün, olur mu bilmiyorum ama bir gün eğer karşıma çıkarsa kesinlikle canına okuyacaktım...
........................
Son sayfanın son kelimesini de yazmıştım. Saat neredeyse 02:30 olmuştu. Gözlerim ekrana bakmaktan artık ağrımaya başlamıştı. Gerçi artık ekranı bile göremiyor olabilirdim. İşim tamamıyla bitmişti. Tam bilgisayarı kapatmak isterken farklı bir yere tıkladım ve ekrana Çağlar Bey'in kocaman fotoğrafı belirdi. Masmavi gözleri, kumral saçları, sempatik gülüşü... kalbim içimde bir anda atmaya başlamış gibi nefesim sıklaştı. Bir insan evladına böyle gözler bahşedilmemeliydi. Gerçekten özellikle kadınların kalp sağlığı için... birkaç fotoğrafına da baktıktan sonra bilgisayarı kapatmış, kahvemin son yudumu da almış, mutfağa bırakmıştım. Azra'nın odasının kapısını tıklatarak açtığımda uyuduğunu gördüm. Onu bu akşam üzdüğüm için yarın gönlünü almayı aklımın bir kenarına not aldım. Ardından kapıyı kapatıp, tam odama geçiyordum ki çalan kapı ile olduğum yerde duraksadım. Gözüm duvarda ki saate gittiğinde saatin artık 02:45 olduğunu gördüm. Üst kattaki Neslihan olmalıydı. Ve günü karıştırmış olacak ki bu saatte kahve içmeye geliyordu. Hızla kapıyı açarken,
"Neslihan günleri..." dedim ve gördüğüm kişi ile öylece kala kaldım. Ayaklarım titremeye başladı. Kalbim delicesine atmaya başlamıştı. Tüm kan bedenimde hızla dolanmaya başlarken bir an ateşin bedenimi sarmaya başladığını hissettim. Dudaklarım benim iznim olmadan fısıldadı,
"Çağlar Bey?" diye gözleri gözlerimden bir az ayrılmıyor, yorgun görünüyordu. Gözlerinin içinde acı vardı. Canı yanıyor gibiydi. Acı çekiyor gibi hüzünle bakıyordu. Bir an adım atacağı anda sendeleyince hızla ona doğru atıldım ve o an sarhoş olduğunu anladım. Hem de ayakta duramayacak kadar sarhoştu. Ben yere düşmemesi için savaş verirken kulağıma
"Bu gece gözlerinde uyusam izin verir misin?" diye fısıldadı ve ben sanki kurşun yemişçesine ona baka kaldım....