Sabah erken saatlerde Bozkurt’u hastaneye getirdiğimizde hızla sedyeye alıp acile götürdüler, biz de peşinden girdik. İçeride hazır olarak bekleyen hemşireler vardı; yanlarında ise Efsun göz ucuyla bize bakıp timin hepsini tek tek inceledi. Ardından Bozkurt’a ilk müdahaleyi yapıp etrafındakilerle konuştu, sesi kararlıydı:
“Ameliyat için hazırlayın, üç ünite kan hazır olsun.”
Bozkurt’u sedyeyle ameliyathaneye götürürlerken Bücür koşarak yanımıza geldi, bana sımsıkı sarıldı.
“İyi misiniz?” dedi. Ben başımı salladım. Ardından Salih’e sarıldı.
“Abi iyi misin, var mı sende bir şey”
“Bende bir şey yok” dedi. Salih.
Efe ve Rüzgar’ı da gördükten sonra Canbaz’ın yanına gitti.
“Sen iyi misin?” dedi.
Canbaz duymuyordu, dudak okuyarak cevap veriyordu ama bu defa çok bağırıyordu:
“İyiyim, iyiyim Efsun, merak etme!”
Efsun yüzünü buruşturdu, kaşlarını çatıp hızla onu sürükleyerek sedyeye oturttu.
“Çıkart üstünü, bakacağım,” diye söyledi.
Canbaz ayağa kalktı.
“Bende bir şey yok, Bozkurt’un yanına gidin!” diye bağırdı.
Yine Efsun ters ters baktı, gözleri keskinleşmişti.
“Hazırlıyorlar, gideceğim zaten. Sen çıkart, çabuk!”
Bu defa sert söylemişti. Canbaz mimiklerini inceleyip sinirlendiğini anladı, üstünü çıkardı.
Efsun bana pansuman yaparken geriliyordu, bazen donup kalıyor, bazen derin nefes alıyordu. Şimdi ise tam bir profesyonel gibiydi; fazla zamanı yoktu. Selin hemşireyi çağırdı:
“Dikiş atın. Kulağı içinde de Serkan Bey’e götürün muayene etsin.”
Ardından yanıma geldi.
“Yüzbaşı, kolun vurulmuşsun.”
“Önemli değil,” dedim.
“Hadi git sen.”
İçinin rahat etmeyeceğini anlayınca kolumu açtım, yarayı inceledi.
“Tamam,” dedi. Ardından arkada duran otuz beş yaşlarındaki doktora seslendi:
“Ahmet abi, sen ilgilenir misin? Ben ameliyata gireceğim.”
Ahmet başını salladı. Ben onunla giderken Efsun da ameliyathaneye doğru gitti.
Aradan birkaç saat geçtikten sonra nihayet ameliyat bitmişti. Efsun yorgun bir şekilde dışarı çıktı, alnındaki teri silerken derin nefes aldı.
“Durumu iyi, merak etmeyin. Bir aksilik çıkmazsa akşama odaya alırız.”
Güçlüdür zaten Bozkurt, bir şey olmaz ona.
Biz bu arada pansumanları yaptırmıştık, Efsun gözleriyle kontrol etti. Canbaz’ın kulağında bir sorun yokmuş, doktor, “Geçici,” dedi. Şükür herkes iyiydi.
“Nasılsın Aras?” dedi Canbaz’a yumuşak bir sesle.
“İyiyim Efsun!” diye bağırdı yine. Bu ne zaman düzelecek ya?
Efsun gülümsedi.
“Hadi gelin kafeteryaya inelim, bir şeyler yiyin,” dedi.
Herkes aşağıya indi, büyük masaya oturduk. Hapimiz Efsun hemşire olan arkadaşlarıyla yan yana oturuyordu, ben tam karşısında. Kahvaltılık simit, poğaça falan alıp oturduk. Salih sabah gidip kışlaya görevin raporunu verip gelmişti, Alyayı da görüntülü arayıp iyi olduğuna ikna etmişti.
Bozkurt normal odaya alınmıştı. Sabaha kadar yanına güvendiğimiz iki askeri bıraktık, herkes evine gitti. Ben de Efsun’u alıp eve geçtim. Onu bırakıp lojmana geçecektim ama sonra vazgeçtim. Bu Bücür geldiğinden beri lojmana çok gitmediğimi fark ettim.
Kendi evime girecekken Efsuna seslendim,
“Şişt Bücür.”
Gözlerini devirip baktı.
“Ne var Yüzbaşı?”
“Şimdi beni böyle yaralı, aç açına mı bırakacaksın? Gel de bir tas çorba yap.”
Sinirle soludu.
“İyilik böyle mi istenir? Gidin kendiniz yapın!” dedi. Sinirle anahtarı kapının deliğine bile sokamıyordu. Onu kızdırmak beni nedensiz mutlu ediyordu.
“Yapma be yer elması, bak yaralıyım ben. Sen de bir doktorsun, böyle olur mu hiç?”
“Off… Tamam, geçin içeri,” dedi gülerek. Kapıyı açtım, arkamdan girdi. Ellerini yıkayıp yemek yapmaya koyulurken ben de üzerimi değiştirip duşa girdim.
“Yardım edeyim bari,” dedim. Soğanı çıkarıp doğramaya başlamıştım ki kaşlarını kaldırdı.
“Ne yapıyorsun Yüzbaşı? Kolun yaralı, beni o yüzden çağırdın ya. Kendin yapabiliyorsan beni niye çağırdın?”
Doğru öyle demiştim. Bordo bereliyim kızım, bu bana sinek ısırığı diyemedim tabi.
“İdare ederim ben, merak etme. Yavaş yavaş yardım ederim,” dedim. Sıkıntıyla nefesini verdi, beş dakikada delirtmiştim yine.
Yemeklik malzemeleri doğrarken telefonum çaldı. Ekranda “Anacım” adını görünce günüm aydınlandı. Görüntülü aramayı cevaplayıp tezgaha sabitledim, bir yandan doğrayıp bir yandan konuştum.
“Anacım, napıyorsun?”
Efsun yanımda domatesleri doğrarken o da görünüyordu. Annem bir an şaşırıp konuştu:
“İyiyum ha oğlum… Dünden beri içum bi’ sıkuldı, hep aklımda sen vardun. ‘Arayim bakayim’ dedum.”
Sonra Efsun’a döndü, gözleri parladı:
“Efsun kızum, n’apisun, nasılsun, orada rahat misun?” dedi.
“Ha bu got gafali oğlum da, senunle ilgileniy mi?” diye sordu.
Efsun gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Anacım, ne ettin da… Burada işte Efsun hanım, iyi.”
Efsun lafa girdi, sesi sakin ama gözleri hafif mahcup:
“İyiyim Selvi teyze. Alinin benimle ilgilenmesine gerek yok, daha önce de söyledim. Ama yine de ilgileniyor, sağ olsun,” dedi.
Hayret, kötü bir şey demedi. Annem gülümsedi, ellerini ekrana doğru uzatır gibi yaptı.
“Olsun kızım, ilgilensin. Ne güzel işte, birbirinize arkadaşlık edersiniz hep. Siz napıyorsunuz orada?”
Kolumu görmüyordu, sargıyı fark etmedi.
“Yemek yapıyoruz anacım,” dedim. Annem gülümsedi, gözleri parladı.
“Afiyet olsun kuzum benim. Hah, bak dur… burada kim var, içerideydi şimdi geldi,” dedi.
Biz ekrana bakarken Efsun’un annesini gördüm. Yıllardır görmemiştim; kadın çökmüştü aslında, morali de bozuktu. Göz altları şişmişti, telefondan bile anlaşılıyordu. Efsun’u görünce yüzü aydınlandı.
“Efsun kızım, nasılsın? Aradım sabah seni, açmadın,” dedi.
Efsun hafifçe başını eğdi, sesi yumuşaktı:
“İyiyim annecim, ameliyattaydım. Sonra da dönemedim, kusura bakma.”
Ben soğanları ocağa koyarken Efsun domatesleri doğramayı bitirmişti. Salata için salatalık doğrarken ben de marulları doğramaya başlamıştım. Selma teyze derin bir nefes aldı:
“İyi kızım, merak etmiştim.” Ardından bana seslendi:
“Ali oğlum, sen nasılsın?”
“İyiyim Selma teyze, bende iş güç işte,” dedim.
“Anne, sen iyi misin?” diye sordu Efsun. Onu görünce yüzü bariz değişmişti çünkü Selma teyze hiç iyi görünmüyordu.
“İyiyim kızım, dedim ya… aklım sendeydi sadece.”
“Anladım,” dedi. Efsun.
Efsun inanmamıştı, yüzü asıktı. Asık surat hiç yakışmıyordu bu kıza. Selma teyze toparlanmaya çalıştı:
“Tamam kuzum, size kolay gelsin.”
“Sağ ol, görüşürüz,” deyip kapattı.
Bariz morali bozulan kıza hiçbir şey yapamadım. Çünkü ne olduğunu ikimiz de biliyorduk. Ama Selma teyzenin kendi kendine yardım etmesi lazımdı. İçinde bulunduğu durumu kabullenmiş, alışmıştı. Hiçbir yardımı kabul etmiyordu. Evlat da olsa böylesine körü körüne sevgi insanı bitiriyor. O istemediği müddetçe kimse yardım edemez ona.
Kısa süre sonra Efsun’un telefonu çaldı. Ekranda “Muhabbet Çetesi” yazıyordu. Grup aramasıydı. Bu nasıl isim, kim bulmuş bunu? Efsun bana dönüp kaşlarını kaldırdı:
“Yüzbaşı, siz içeri geçebilir misiniz? Az kaldı zaten, ben hallederim,” dedi.
Beni kovuyordu. Ona cevap vermedim, telefonu açıp sadece kendi görüneceği şekilde tezgaha sabitledi. Ekranda birkaç kişinin görüntüsü vardı. Bunlar geçen sefer tanıştığım kişilerdi. Birde Ece ve selin.
“Selam kuzum, nasılsın? Yemek mi yapıyorsun?” diyen Denizdi.
“Kuzum mu? Kim kuzu?” diye içimden geçirdim.
“İyiyim Deniz, evet yemek yapıyorum. Siz neler yapıyorsunuz bakalım?” dedi Efsun.
Salataya tuz attım, tek kaşım kalkık dinliyordum. Deniz gülümsedi:
“İyiyim. Güzel bir ihale kazandım, kendime izin verdim. Ne yapsam, gelip bir seni mi görsem?”
Kaşlarım anında çatılırken Gül konuştu:
“Yaa olmaz, ben de geleceğim ama işlerim var, izin alamam.”
Tuğba ekledi
“Ben de gelirim ama şimdi olmaz.”
Deniz“Çabuk ayarlayın o zaman işlerinizi,” dedi.
Efsun bu duruma gülümsedi. Ardından Gül konuştu:
“Selin, Ece… siz nasılsınız?”
Selin’le Ece de cevap verdi:
“İyiyiz.”
Onların ne işi vardı ki? Ne çabuk kaynaştılar.
“Aslında gelseniz güzel olur,” dedi Ece.
Efsun ise, “Evet ya, çok özledim sizi,” dedi.
Deniz, “Geçen gelecektim, cırladın durdun,” dedi.
Efsun güldü:
“O başkaydı, Azad sana bulaşsın istemedim.”
Tuğba “O konunun da hallolması iyi oldu,” dedi.
Efsun başını salladı:
“Nasılsınız, görüştünüz mü?” dedi Gül
“Henüz görüşmedik ama iyiymiş,” dedi.
Salataya yağ koyarken kolum ekranda göründü. Deniz hemen sordu:
“Kim var, biri mi var?”
“Evet, Yüzbaşı’ndayım. Yemek yapıyoruz, yaralı da,” dedi Efsun.
“Biz de görelim,” dedi bir Gül. Başımı çevirip ekrana baktım, kendimi gösterdim.
“Merhaba.”
Gül gülümseyerek konuştu.
“Merhaba Ali yüzbaşı nasılsın”
“İyiyim sizler nasılsınız” dedim.
“İyiyiz dedi” kizlar ayni anda.
Ardından Deniz sustu, kısa bir sessizlik oldu. Sonra konuştu:
“Ali Yüzbaşı. Efsun’la da ilgileniyorsun, sağol. Azad işini de halletmişsin, aklımız orada kalmıyor.”
“Eyvallah,” dedim.
“Arada Berfini bizede haber edersen seviniriz.” dedi Tuğba.
“Bu işi sen halletmişsin, sağ ol,” dedi Gül.
“Yok, önemli değil. Hem arkadaşımla hallettik,” dedim.
“İyi ki siz hallettiniz Yüzbaşı. Buna kalsa zaten sinir, stresten öldürürdü. Anca ayı gibi böğürüp duruyordu,” dedi. Selin
Deniz’den bahsediyordu sanırım. Gül ve Tuğba gülerken dudaklarımın kenarı kıvrılır gibi oldu ama hemen düzelttim.
“Sanane kızım, sanane! Sen hep karışıyorsun. Efsun kendini nasıl bir tehlikeye attığını bilmiyordu. Yine yapsa yine bağırırım, kızarım. Sanane!” dedi deniz.
“Höstt lan!!”
Tamamen iradem dışında çıkmıştı. Hepsi bana dik dik bakarken Gül gülüyordu.
“Yani niye bağırıyorsun, kime bağırıyorsun? Hayırdır? Bana emanet kıza kimse bağırmaz,” dedim.
Deniz gülmesini bastırıyor gibiydi, gözleri kısılmıştı. Ne ayaktı lan bu adam?
“Ali Yüzbaşı, siz işinize bakın. Efsun benim arkadaşım, yıllardır hem de. Benden değil, başkasından koruyun onu,” dedi. Sonra Selin’e döndü:
“Bana bak kızım, sen de abartma. Görende büyük bir şey sanır.”
“Sen bir daha benim olduğum yerde bir kadına bağır da, o zaman görürsün gününü,” diye diklendi Selin.
Efsun araya girip ellerini kaldırdı:
“Tamam ya, bir sakin olun Selin’cim. Deniz tamamen koruyucu davranıyordu, biraz fazla korumacı huyu öyle.”
Bu arada bulaşık yıkamaya geçmişti. Telefonda yön değiştirmişti. Tokanın tutamadığı saçları açılıp yüzüne düşmüştü. İki dakikadır üfleyerek, dirseğiyle iterek başını arkaya atarak savaş veriyordu.
“Umarım öyledir,” dedi Selin.
O ara daha fazla dayanamayarak yere düşen tokayı aldım. Efsun’un saçlarına elimi attım, yavaş yavaş yukarı doğru topladım. İlk defa bir kadının saçını topluyordum. Uzun saçlarını topuz yapamayacağıma karar verip uzun bıraktım. Elime aldığım tokayı iki tur zor çevirdim, saçlarını ancak tuttu.
Efsun hiç sesini çıkartmamıştı, bir de bulaşığı yıkamıyor öylece durmuştu.
“Sıkımı oldu bu? diye” diye sordum.
Efsun’un garip bakışını görünce bir anda çektim elimi.
“Sinir oldum düzgün topla şu saçını. Uğraşıp duruyordun,” dedim.
Ama sanki ellerimi çekince bir boşluğa düşmüş gibi hissettim. Deniz’in boğazını temizlemesiyle Efsun’dan bakışımı çekip ekrana diktim.
“Neyse, kapatalım biz. Size kolay gelsin,” dedi. Deniz
Herkes bir ağızdan, “Görüşürüz,” dedi. Kapattılar.
Bulaşıklar bitince Efsun ellerini kurulayarak saçlarını tekrar açtı. Az önce rezil ettiğim saçlarını güzelce toplayıp bağladı.
“Yemek pişer, birazdan yersiniz. Pansuman için gelirim sabah,” deyip çıkışa yöneldi.
“Kal, beraber yeriz,” dedim.
“yok yüzbaşı yorgunum ben dedi” kapıyı açıp çıktı. Biliyordum annesini düşünecekti ah selma teyze kendine ettiğin eziyet yetmiyor birde kızına eziyet ediyorsun farkında mısın acaba?