Abi

1871 Kelimeler
Efsun eren Ali aniden ayağa fırladı, yüzünde sert bir ifade vardı. “Hadi lan gidin artık!” dedi timdekilere. Onları azarlar gibi göndermesine sinirlenemedim bile, çünkü neden yaptığını anlıyordum. Herkes aceleyle vedalaşıp hızla çıktı. Ali de çıkmamıştı ona garip garip bakışlar attım. Omuzlarını silkti. “Ne var, bardakları toplayayım da arkamdan laf etme,” diyerek tepsiye bardakları koydu, odadan çıktı. Telefon üçüncü kez çaldı. Evdeki Ali’yi ve Berfin’i nasıl saklayacağımı düşünüyordum. Aynı zamanda Berfin’i Ali’den de saklamam gerekiyordu. Telefonu açtım. Daha bir şey demeden abim bağırarak konuşmaya başladı. Yan düğmeden sesini kısmaya çalışıyordum, Ali’nin duymasını istemiyordum. “Neredesin lan sen? Niye bu telefon ilk çaldığında açılmıyor?” “Lavabodaydım, telefon odada kalmış,” dedim, aklıma gelen ilk yalanı söyleyerek. “Bir daha olmasın! İlk çaldığında aç. Ne yapıyorsun, var mı bilmem gereken bir durum?” Acaba para istesem mi diye düşündüm. Hâlâ maaşımı almamıştım. Sonuçta onada parayı ben vermiştim, azıcık yollasa ne olurdu ki. Daha ağzımı açmadan kendi konuşmasına devam etti. “Sen niye bu saatte normal kıyafetlerlesin? Pijama yok üstünde. Dışarı mı çıktın sen?” Ardından sesi daha da sertleşti. “Evde biri mi vardı?” Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum ama onun bağırış sesinden kalbim hızla atıyordu. “Hayır, bir arkadaşımın nöbet günüydü. Onun yerine birkaç saat baktım, önemli bir işi çıkmıştı.” “Sanane kızım! Bakma bir daha başkasının yerine. Tamam mı?” “Neyse, telefonum çalıyor. Bir daha ikinci kez aratma bana. Kafanı kırdırtma! Sanma ki gelemem oraya!” Bu defa gözlerimi devirdim. Bunu görünce resmen böğürdü diğer taraftan. “Bana bak! Doktor oldun diye kendini bir şey sanma. Kaç kez söyledim sana bunu! Oyarım Gözlerini kapat!” diyerek telefonu yüzüme kapattı. Böyle zamanlarda anneme öfkelenirdim. Hep onun ısrarı yüzünden çekiyordum bu pisliği. Genelde böyle öfkeliyken annemle konuşmazdım. Gözlerimin dolmasına engel olamazken Ali’nin sesiyle irkildim. “Neden seninle böyle konuşmasına izin veriyorsun?” Korkudan Ali’yi hepten unutmuştum. “Seni ilgilendirmez Yüzbaşı. Hem sen neden bizi dinledin? Ayıp değil mi, git evine.” “Sesiniz geliyordu Efsun. Duymamak için sağır olmak lazım. Hem sana bir soru sordum.” “Bende cevap verdim Yüzbaşı. Sizene.” Ondan hiç görmediğim bir bakış vardı yüzünde. Ne olduğunu anlamadım. Bileğimden tutup beni oturttu. “Hâlâ annen için mi susuyorsun? Sen artık çocuk değilsin.” “Yeter!” dedim, gözlerim dolmuştu. “Yüzbaşı, anlamanı beklemiyorum. Evet, annem için. Çünkü ben ona çok değer veriyorum. O hayatı boyunca çok acı çekti. Ben babamı hatırlamıyorum ama annem önce ondan çekmiş, sonra oğlundan. Değişik, zehirli bir sevgisi var oğluna karşı. Ne yapsa, ne etse tırnağına taş değsin istemiyor. Ben de onu üzmek istemiyorum, anladın mı?” Dolan gözlerimi akmaması için ikna etmeye çalışıyordum. Abim söz konusu olunca güçlü olmak çok zor oluyordu. “Peki, bunu anladım diyelim. Anlamak istemedim ama neyse. Peki korkman? Niye bu kadar korkuyorsun? Sana bunu yapmasına neden izin veriyorsun? Uzakta, istese dokunamaz bile. Niye korkuyorsun?” Histerik bir kahkaha attım. “Anlamanı beklemiyorum zaten. Kimsenin anlamasını beklemiyorum. Hele senin gibi güçlü birinin.” “Çocukluktan itibaren tek korkum o oldu benim. Sesini duymak bile anılarıma götürüyor. Onu görünce bazen nefes alamıyorum. İçten içe istesem onu siler atarım, biliyorum. Ben olmasam geçinemez bile, biliyorum. Ama korkumu silemem, atamam. Ve hayatı boyunca yıllarca böyle bir acıya, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmamış birinin de beni anlamasını beklemiyorum. Zaten kimse anlamasın beni.” “Şimdi lütfen. Yorucu bir gündü. Uyumak istiyorum,” dedim. Akmaya direnen gözyaşlarımı geri itemiyordum. Birkaç damlası üzerime düşerken daha fazlası gelmek üzereydi. Ali bir şey demedi. “Tamam, ben kalkayım. Sen dinlen,” dedi. Çıkar çıkmaz kendimi koltuğa bıraktım. Ne kadar oturdum, ne kadar ağladım ya da ne düşündüm, hiçbir şey bilmiyorum. Kalkıp içeriye gittiğimde Berfin’in uyuduğunu fark ettim. Çocuk sıkıntıdan patlamış, sonra da uyumuş olmalı. Yanına uzandım, kolumun altına çektim, sıkıca sarıldım ve ben de kendimi uykunun kollarına bıraktım. Sabah gözlerimi alarmın sesiyle açtım. Zaten gece saat başı uyanıp Deniz’e yazıyordum, bu durum beni biraz yormuştu. “Acaba ondan yardım istesem miydim?” diye düşündüm ama başkası da yardım edemezdi. Kalkıp yüzümü yıkadım, Berfin’e kahvaltı hazırladım. Ben de hazırlarken atıştırdım bir şeyler. Çıkmak için hazırlanırken bir yandan Deniz’i arıyordum. İkinci çalısta açtı. “Günaydın güzelim.” “Günaydın Deniz, nasılsın?” “İyiyim, işe gideceğim. Sen ne yapıyorsun?” “Ben de çıkacağım şimdi. Berfin işini ne yaptın Deniz?” “Kimlik işi tamam, okul işini ayarlıyorum. Bir iki güne hallolur,” dedi. Ayakkabılarımı giyerken Berfin’e not bıraktım, hâlâ uyuyordu. Kapıyı açıp çıktım. “Ya çok sevindim Deniz, çok teşekkür ederim,” dedim. Anahtarı çantama atarken karşımda kollarını göğsünde birleştirmiş, kaşları çatık bana bakan bir adet Ali gördüm. “Günaydın Yüzbaşı,” dedim. Dışarı çıkarken arkamdan adım sesleri duyuluyordu. Deniz konuştu: “Güzelim, benim çıkmam lazım. Mesaj atmayı unutma. Bir sıkıntı olursa ara ama ben uzaktayım. Bak Ali Yüzbaşı’na da söyle.” “Görüşürüz Deniz,” dedim sadece. Telefonu da çantama atıp yürümeye devam ederken Ali’nin sesini duydum. “Gel, bırakayım seni.” dedi. “Gerek yok Yüzbaşı, ben yürürüm,” dedim. “İnat etme yine Efsun. Gel, hava buz gibi.” Gerçekten hava çok soğuktu, hayır diyemeyecektim. Arabaya bindik. Hastaneye doğru giderken Ali konuştu: “Sabah sabah Deniz’i rüyanda mı gördün acaba?” Kaşlarımı çatıp baktım. “Anlamadım.” “Dün akşam konuştuğun Deniz diyorum. Sabahta konuşuyordun ya hani, normal arkadaş olan ama gece gündüz konuştuğun Deniz’i diyorum,” dedi. “Sizene Yüzbaşı, başlamayın gene,” dedim sertçe. “Doğru, banane. Sadece sohbet edelim diye dedim,” dedi. Cevap vermedim. Hastaneye kadar konuşmadık. Geldiğimizde arabadan inerken “Teşekkürler Yüzbaşı,” deyip indim. O da durmadan gitti zaten. Odama girince önce bir kahve içip kendime geldim, ardından hastaları almaya başladım. Buradaki insanlar genelde çok tatlıydılar, hele yaşlı teyzeler… Akşama kadar muayeneleri bitirdim. Bekar oğlu olan teyzeler sabah beni önce süzüp ardından oğullarını övüp bir de cebime numaralarını sıkıştırıyorlardı. Cebimde bir sürü numara vardı, bu duruma gülümsemeden edememiştim. Çıkacakken Ece ve Selin de odama geldi. “Efsun, biz de gelelim mi? Berfin’i görürüz,” dediler. “Tamam kızlar, hemen geliyorum,” dedim. Onlar kapının önüne çıkarken montumu giydim, üzerime çantamı aldım. Kızların yanına gittim, beraber sohbet ederek eve doğru yürüyorduk. Birden karşımıza Azad’ın çıkmasıyla küçük bir şok yaşadık. Olduğumuz yerde dururken o, arkasında birkaç adamla bize doğru yürüdü. “Selam doktor hanım, bir hâl hatır soralım dedik,” dedi, gözlerimin içine bakarak. Biraz daha yaklaştı, hâlâ alçıda olan parmağını gösterdi. “Bir geçmiş olsun demeyecek misiniz doktor hanım?” “Benim sizinle konuşacak bir şeyim yok,” dedim sert bir şekilde. Yanında daha önce hiç görmediğim bir adam bize doğru yaklaştı. Kalbim kaburgalarımı yumruklarken dik durmaya çalışıyordum. “Yol mu kesiyorsunuz şimdi de? Çekilin önümüzden,” dedim sertçe. “Sakin ol doktor hanım,” dedi Azad. “Konuşuyoruz şurada.” O arada diğer yaklaşan adam Selin’e doğru bir adım daha atınca Selin çığlık attı. “Yaklaşma! Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdı. Adamdan daha çok ona yaklaşıp itti. Adamın boşluğuna denk gelmiş olacak ki sendeledi. Sonra sanki bu durum hoşuna gitmiş gibi gülümseyip Selin’in üzerine doğru yürüdü. Ece hiç sesini çıkarmıyordu. Ben Selin’e bakarken Azad da bana biraz daha yaklaşmıştı. Bir anda tepeden topladığım saçlarımı uzandı, tokamı çekip çıkardı. Uzun saçlarım belime düşerken bir anda öfkeyle parladım. “Ne yaptığını sanıyorsun sen? Sakın bir daha dokunma bana!” Korkuyla geri çekilmiştim. Azad bana doğru adımlarken yerden aldığım büyük taşı Azad’a fırlattım. “Bir daha sakın dokunma bana!” Azad eliyle kafasından kan akan yeri tutarken burnundan soluyarak bana doğru yürüdü. Elini kaldırmıştı. Bir an gözlerimi kapattım ama eli yüzüme inmeyince geri açtım. Elini birisi tutmuştu. Kafamı kaldırdım, tanımadığım bir adamdı. Yanında iki kişi daha vardı. Azad’ı ve adamlarını bir süre dövdüler. Biz şok olmuş gibi sadece izliyorduk. Biraz gerilmiş, korkmuştum ama dik durmaya çalışıyordum. Çok uzun sürmedi. Ani bir fren sesiyle o tarafa döndük. Ali’nin arabasıydı bu. İçinden Ali bir rüzgar gibi çıktı. Önce gözleriyle beni taradı, ardından Azad’ın yanına gitti. O kadar öfkeliydi ki bu hâlini hiç görmemiştim. “Ben sana bir daha karşısına çıkma demedim mi lan!” diye bağırdı, yumruğunu suratına savururken. Konuşuyordu da: “Nasıl dokunursun lan ona! Elini nasıl sürersin!” derken acımasızca vuruyordu. Ama anlamadığım şey, Ali burada yokken bana dokunduğunu nasıl bilebilirdi? Ardından bir araba sesi daha geldi. Salih abiydi. Bu da bu adamların içine doğmuştu. Ne oluyordu? Salih abinin Ali’yi durdurmasını beklerken o hiç oralı olmadı, benim yanıma geldi. Hiç tereddütsüz sıkı sıkı sarıldım ona. “İyi misin Efsun? Bir şey yaptı mı sana?” Başımı iki yana salladım. “Hayır abi, bir şey yapmadı. Ama Ali adamı öldürecek, durdurun şunu,” dedim. Salih abi kafasıyla adamlara işaret verdi. Az önce bizi kurtaran adamlar Ali’yi tuttular. Elleri kan olmuştu. Çantamdaki fuları çıkarıp yanına koştum. En çok sağ eli yara olmuştu, onu sardım. “Ne yapıyorsun sen? Ne bu öfke, niye delirdin bu kadar sen?” dedim. Bakışları saçlarımda dolandı. “Kimse dokunamaz,” dedi. Ne yani, saçlarıma dokundu diye miydi bu öfkesi? Abimin hep çekip yolduğu saçlarım bu kadar mı kıymetliydi? Ben Ali için kıymetli miydim ki, yoksa hâlâ annesi için miydi? “Bu adamları tanıyor musun?” dedim, bizi kurtaranları gösterip. “Evet,” dedi. “İki kişi benim, iki kişi Salih’in adamı. Bu iş bitene kadar seni korusun diye tutmuştuk.” Şokla ona baktım. Benim için adam mı tutmuşlardı? Hem de gizlice, yüzüme vurmadan, hava atmadan. Salih abiye çevirdim bakışlarımı. “Sen kıymetlisin Efsun,” dedi. Yüzümde kocaman ama acı bir gülümseme belirdi. Salih abi sarılıp, saçlarımı karıştırdı, ardından bir öpücük bıraktı. Garip bir histi. Hep çekilen, yolunan saçlarımın şimdi sevgiyle okşanması, öpülmesi… Abi sevgisi bu muydu? Aslında yıllardır hissetmem gereken bu muydu? “Yürü, konuşacaklarımız var,” dedi Ali. Bileğimden tutup arabaya bindirdi. Ben “Kızlar…” diyecektim ki Salih abi onları kendi arabasına aldı. Eve gelince arabadan indik. Benim eve çıkınca herkes oturdu. İlk yardım çantasını aldım, Ali’nin karşısına oturdum. Fuları açıp pansuman yapacaktım. Elini çekti, başımı kaldırıp yüzüme baktı. “Gerek yok, şimdi konuşalım,” dedi. “Sen neye ya da kime bulaştığını bilmiyorsun Efsun,” diye girdi lafa. “Ben bir şey yapmadım,” dedim, kendimi savunmaya çalışarak. “Efsun, abim ne zaman söylemeyi düşünüyorsun?” diyen Salih abiye döndüm. “Neyi?” Dedim. “Berfin’i. Bücür berfini küçücük boyunla neler karıştırıyorsun sen? Haberimiz olmaz mı sandın?” dedi Ali. Cevap vermedim. Yerdeki halının desenlerini incelemeye başladım. Lekemi o? “Berfin nerede?” dedi Salih abi. Hâlâ deseni inceliyordum. “Yer elması, vedalaş Berfin’le. Yarım saate gidiyor,” dedi Ali. Şokla başımı kaldırıp Ali’ye baktım. “Na… nasıl yani?” “Efsun abicim, en başından beri Berfin’i eve soktuğun günden beri sende olduğunu biliyordum. Ben, Ali de dün öğrendi. Her şey hazır. Planın iyiydi. Yurt dışında bir yatılı okul ayarlandı. Kimliği hazır. Sadece annesine haber verdik. Kadıncağız çok sevindi, sana da çok teşekkür etti.” Gözlerim doldu. “Kurtuldu mu yani Berfin?” “Evet bücür, sayende,” dedi Ali. “Ben bir şey yapmadım ki,” dedim. Gözümden iki damla yaş düşerken. “Sen ve bu iki arkadaşın onu kaçırmışsınız, daha ne olsun?” dedi Salih abi. Kızlar mutlulukla bakıyordu. “Planınız çok berbattı ama yakalanmamanız sadece bir tesadüf,” dedi Ahmet abi. “Allah yardım etmiş,” dedi. “Bir daha böyle bir şeyle karşıma çıkma Efsun,” dedi. Sesinde hafif bir kızma tonu vardı ama iyi, şefkat doluydu. Ne güzel bir histi bu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE