Ali Karayel (Karael)
Bi kez daha Aras, nam-ı diğer Canbaz yüzünden... Biraz eğlenelim diye gittiğimiz mekânda yaptığı çapkınlığı eline yüzüne bulaştırdığı için kavga çıkmıştı. Daha iki gün önce takıldığı kızı unutup onun yanındayken yanındaki diğer kıza asılıp numarasını istemişti.
Kız, en son sinirli haliyle Canbaz’ın kafasına çantayla vuruyordu. Biz keyifle onları izlerken nasıl yaptığını bile anlamadık. Başka adamların da bizimkinin üstüne atladığını gördük. Yine de kalkmadık, oturduk. İzin günümüz yine Canbaz yüzünden berbat olmuştu.
“Dön önüne, görmemiş gibi yap,” dedi Kemal, nam-ı diğer Bozkurt . Ben de kafamı sallayıp önüme döndüm. Arkamızda kıyamet koparken içkimi kafama dikiyordum.
“Off lan... bizim Canbaz’ın kafasında şişe kırdı kız,” dedi Rüzgar, nam-ı diğer Sertel. Benden sonra timin en deli fişeğiydi. Şehit olma sevdalısı resmen. Kavga gürültü sever. O gün birini bulup dövmediyse rahat edemez. Şu an ise kendini zor tutuyor çünkü Canbaz’ın bunu hak ettiğini düşünüyor ve izlemek istiyor.
Kafamı çevirip baktım. Evet... Aras’ın kafasından ince bir kan akıyordu.
“Lan gitsek mi? Baksana başındaki adamlar on kişi oldular,” diyen ise timin en sessiz üyesi Efe, nam-ı diğer Suskun.
Yine kafamı çevirip bakınca başındaki adamların arttığını fark ettim. Derin bir “off” çekip içkimden bir yudum daha aldım, kalktım ayağa. Diğerleri de beraber tabii.
Biz de kavgaya girdik. “Hele şükür komutanım, bi an gelemeyeceksiniz sandım,” dedi Canbaz’a ters ters baktım. Karşımdaki adama kafa atarken, “Ulan bu defa da karakola düşersek senin bu çapkınlığın yüzünden... eğitimde üzerinden geçerim. Lan ben mecbur muyum her izin günümü karakolda geçirmeye?” dedim.
“Öyle demeyin komutanım, bu da bir nevi eğitim oluyor. Isınıyoruz,” dedi Canbaz, adamın karnına sert bir tekme atarken.
Biz kavgaya girince çok kısa sürdü. Çıkıp evlere dağıldık. Neyse ki bu defa karakol faslı olmadı. Karakol amiri bizi görmekten bıkmıştı ama her defasında bize kıyamayıp işlem başlatmamış, karşıdaki adamlarla hallediyordu. Nasıl bilmiyorum ama en son “sicil notunu düşürürüm” diye tehdit etmişti. Gayet de ciddiydi.
Hepimiz lojmanda kalıyorduk. Benim burada başka evim de vardı. Bazen hafta sonları kafa dinlemeye gidiyordum. İnsanlardan uzak olmayı seviyorum.
Bu timi seneler önce kurmuştum: Kasırga Timi. Sırf abimin katilini bulmak için asker olmuştum. Yıllar içinde kişiliğimin gitgide sertleştiğinin farkındayım. Ciddi bir öfke problemim olduğunu da... Bir yıl önce abimin intikamını almıştık. Aslında başta bırakmayı düşünüyordum bu işi girerken ama vatan sevdası ağır bastı, kalmaya karar verdim. Zaten artık bu iş dışında bir şey yapmak istemiyordum. İçimdeki tüm öfkemi boşaltacak başka bir meslek yok bana.
En sevdiğim kanepeme kurulurken telefonum çaldı. Uzanıp aldım. Ekranda “Anacım” yazısını görünce yüzüm aydınlandı. Hemen cevapladım.
“Efendim anacım.”
“Alii oğlum, nasisun?” dedi annem, Karadeniz şivesiyle. Sesini özlemişim. Şiveyi duyunca memleketimi nasıl özlediğimi bir kez daha anladım.
“İyiyum anacum, sen nasisun? Evdekiler ne yapıyi?”
“İyiyiz oğlum iyiyiz. Kardeşlerin de iyi, baban da... Ben sana bir şey diyecektim.”
“Aha şiveyi bıraktığına göre ciddi bir şey... Hayırdır, bir sorun mu var?” dedim hafif bir endişeyle.
“Yok oğlum yok, dellenme hemen. Hani Selma teyzen vardı ya, hatırladın mı?”
“Evet,” dedim. “Hatırlıyorum. Ne olmuş?”
“Bir şey olmamış oğlum. Kadın artık biraz yaşlandı sayılır. Temizliğe falan gelmiyor eskisi gibi. Ben de bazen gidip evlerinde ziyaret ediyorum. Biliyorsun biz onunla arkadaşız.”
“Ee ana, ee napayım? İyi yapıyorsun.”
“Ne ‘ee’ Ali? Eskiden böyle değildin sen. İnsan bir sorar ‘iyi mi’ diye.”
Selma teyzeyi hayırlıyorum. Çok cana yakındı. Onca yaşadığı şeye rağmen güleç bir kadındı. Oğlundan eziyet gördüğünü hatırlıyorum.
“Doğru diyorsun. Nasıl anacım, Selma teyze hâlâ o oğluyla mı?”
“Evet, söylemese de hâlâ sorun olduğunu belli.”dedi.
“Söylese zaten... Yardım teklif ettik o kadar anne ama kadın istemiyor. Şimdi dese, şimdi gider gebertirim o şerefsizi!”
“Ana yüreği oğlum işte... Onca şeye rağmen kıyamıyor herhalde. Bilemiyorum ben de.” dedi ve ekledi.
“Neyse... Benim sana diyeceğim: onun kızı doktor olmuştu. Tayini çıkmış. Senin bulunduğun ilçedeki devlet hastanesine.”
Ne tayini ya? Bir de buraya mı çıkmış?
“Bi bu eksikti... Neydi o kızın adı?”
“Efsun.”
“Çok kırılgan bir kızdı ana. İnsanların yüzüne bile bakamıyordu. Korkak bir şeydi o. Burada ne yapsın? Terör bölgesi!”
“Ne yapalım oğlum... İki güne geliyor işte. Ben senden ona sahip çıkmanı isteyecektim. Sana emanet ediyorum.”
“Anacım ne emaneti? Uğraşamam ben emanet falan. Bak, işim başımdan aşkın,” dedim netçe.
“Deme öyle oğlum. Ne güzel bak, sen ona sahip çıkarsın, yardım edersin.”
“Yok dedim ya ana, karıştırma beni. Ben uğraşamam yaralı bir serçeyle. Her şeye ağlayıp zırlar, kırılır... Uğraşamam. Sakın bak, kıza da git yardımcı olur falan deme.”
“Bana bak Ali! Senden rica etmiyorum!” diye cırladı anam telefonda. Hafif kulağımdan çekip derin bir nefes aldım, gözümü kapatıp sakinleşmeye çalıştım.
“Numarasını atacağım. İki gün sonra uçağı saati atarım. Emanetime sahip çık!”
“Off... Ona off... Bak, alırım. Bi ev bulur bakar yerleştiririm o kadar.”
“Ben diyeceğimi dedim Ali,” deyip yüzüme kapattı. “Ali” dediyse iş ciddi. Off ana... Off... Bir de bu kızı saracaksın başıma ya...
İki Gün Sonra
“Tamam ana, alacağım dedim ya,” dedim, sesimde sabırla karışık bir yorgunluk vardı.
Bir saattir annemin konuşmalarını dinliyordum. “Ben emanet kabul etmiyorum,” deyince iyice delirdi ve sık sık aramaya başladı. Tabii ki dikkat edecektim ama annemin ne dediğini anlayabiliyordum: o çocuk bakıcısı gibi 24 saat gözetimde tutmamı isteyecekti. Tabii ki böyle bir şey olmazdı.
“Ali, bak kızın uçağı birazdan iner bekletme kızı,” dedi yine.
“Tamam anacım, bir saat var daha. Çıkıyorum şimdi. Arayıp durma artık, ben alınca haber veririm sana.”
“Tamam oğlum, unutma.”
“Tamam anacım, hadi kapat artık.”
İşlerimi halledip çıktım. Efsun’un numarasını atmıştı annem. Uçak inince ararım diye düşündüm. Eski çocuk halleri geldi gözümün önüne. Ne kadar masum bir kız çocuğuydu aslında. Bizim mahallede oturmuyorlardı. Annesi bize yardıma gelirdi temizliğe, o da onunla gelirdi. Bazen oyun bile oynardık. Ben ondan üç yaş büyüktüm. Bana “abi” demezdi inatla. Her halinden bana âşık olduğu belli ederdi. Ben de kırmak istemezdim zaten. Şerefsiz abisi yeterince kırıp dökermiş. Az çok anlıyorduk. Başta söylemediler. Sonra bir defa bize onları almaya gelmişti, ben şahit olmuştum. Ne kadar yardım etmek istesek de onlar kabul etmedikten sonra hiçbir şey yapamamıştık.
Annemin söylediğine göre hâlâ aynı evde yaşıyorlarmış şerefsizle. Efsun çok korkak bir kızdı, hatırladığım kadarıyla kimsenin gözünün içine bile bakamazdı. Hele benim... Şimdi burada ne yapacak bilmiyorum. Okuyup doktor olmasına sevinsem de burada iyi olmayacağını düşünüyorum. Umarım hâlâ bana âşık değildir. Bir de onunla uğraşamam.
Uçak indikten bir süre daha bekledim.
Efsun’u en son lisede görmüştüm. O liseye gidiyordu, ben üniversite için İstanbul’a gitmistim. Seneler oldu. Görsem tanımayabilirim. Yine de çıkanlara göz gezdirdim. En son dayanamadım, aradım.
Üçüncü çalışta açıldı. Karşıdaki ses narin, kibar bir sesti.
“Alo?”
“Efsun, ben Ali. İndi mi uçağın? Neredesin?”
“Evet, şimdi kapıdan çıkıyorum,” dedi.
Kapıya baktığımda gördüm onu.
Elinde koca bir valiz. Saçları çocukken de uzundu, belinin altına kadar uzun kahverengi saçlarını açmıştı. Kot pantolon, üstüne yeşil bir kazak, üzerine geçirilmiş kalın uzun siyah bir trençkot. Etrafa göz gezdiriyordu. 165 boylarında olmalı. Sıfır makyajla küçük bir kız çocuğuna benziyordu.
“Gördüm seni,” dedim, yanına gittim.
Beni görünce telefonu arka cebine koydu. “Merhaba,” dedi, elini uzatarak. Ben de “Hoş geldin,” deyip sıktım elini.
Valizini alıp arabama doğru giderken konuşmaya başladık.
“Yolculuk nasıl geçti?” dedim.
“İyi geçti,” dedi. Sonra ekledi: “Ben Selvi teyzeye söyledim, gerek yok diye. Beni dinlemedi Ali. Ben kendim gelirdim, zahmet etmeseydin.”
Sesi gayet mesafeli geliyordu. Eskisinin aksine duruşu, yürüyüşü farklıydı. Sanki gözümün içine bakmaktan korkmuyordu.
“Önemli değil,” dedim ben de mesafeli bir şekilde.