Bücür

1308 Kelimeler
Ali karayel “Ya iyim ben… neden zorla yatırıyorsunuz rahat… bırakın lan beni.” Bunları ters ters bakan Bozkurt’a diyordum. Gözümün içine dikmişti, ama ben de inatçıyım. "Karayel yeter. Kurşun omzunu sadece sıyırmış bende farkındayım ama çok kan kaybettin. Biraz dinlenmen lazım." "İyim ben. Evime gidip dinlenmek istiyorum," dedim netçe. Yan tarafımdaki yataktan bir homurdanma sesi geldi, ardından perdesi açıldı. Acilde yan yana yatırmışlardı bizi Canbaz’la. "Komutanım yetermi sanki? Bakın bi haftadır dağ tepe şerefsiz avlıyoruz. Ben de vuruldum. Biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Bu da kafa be!" Onunda omzunu sıyırmıştı birşey yoktu hiç birimizde şükür Son cümlesinde sesi hafif yükselmişti. Başımın altındaki yastığı kafasına fırlattım. "Kes lan sesini! Asıl biz seni dinliyoruz, sen nasıl asker oldun lan? Bu ne naz niyaz?" Aslında çok sağlam çocuktu ama bütün nazi niyazı bizeydi. Yakın arkadaş olmamızın da etkisi var tabi. "Öyle deme… dinlenmek benim en doğal hakkım. Haklarımı istiyorum sonuçta." Sertçe yüzümü ovuşturdum. "Yalnız… gerçekten yeter. Ne çene var sizde abi ya." Kafamı çevirip diğer yanıma baktım, oradaki perdeyi çektim. Boylu boyunca uzanmış Sertel duruyordu. "Rüzgar sen niye yatıyorsun lan?" "Valla biraz kafa dinleyeyim dedim de… hiç olmadı sanki," dedi hâlâ gözü kapalıydı. Allahtan… sabır dilercesine yukarı bakıp ellerimi açtım. "Ne oldu Ali? İçtiğin içkiler için mi tövbe ediyorsun? Doğru yoldasın." Başımı aşağı indirince Salih’le benim bücürü gördüm. "Siz ne ara geldiniz?" dedim. "Şimdi," dedi. Hemen arkasında da Korkut vardı. Efsun’un yüzünde hafif bir panik vardı. "Yüzbaşı iyi misiniz?" gözüyle Aras’a bakıp, "Aras sen iyi misin?" dedi. "İyiz, sorun yok," dedim ama içine sinmemiş olacak ki önce sonuçlara, sonra da yaramıza baktı. Benim karnımda da yer yer kesikler vardı İyi olduğumuzdan emin olunca geri çekildi. "Beni bırakın, eve gideceğim," dedim. "Olmaz. Bir gün daha kalman lazım," dedi Efsun. "Kalabilir miyim demedim. Çıkacağım," dedim. Kolumdaki serumu söktüm. Tüm itirazlara ve çabalara rağmen kendimi zorla taburcu ettirdim. Salih beni eve bıraktı. Lojmana nedense gitmek istemedim. Evime geldim. "Bi hafta raporlusun Ali. Dinlen, kendine gel," dedi Salih. Eve bırakıp gitti. Efsun hâlâ gitmemişti. "Bir şeye ihtiyacın var mı Yüzbaşı?" Takmış yüzbaşıya. "Aslında biraz uyumak istiyorum. Ben odama geçeyim," dedim. Ayağa kalkınca koluma girdi. Odaya geçtik. Yatağa oturup sırtımı yatak başlığına verdim. Efsun ise nedense gerilmişti. Anlamadım. Elleri niye arkasında? Onun bir şey mi saklıyor? "Be… ben gideyim Yüzbaşı." Aha… kekemeledi. Kesin bir şey saklıyor. "Ne oldu sana?" "Nolmuş?" "Bende onu soruyorum. Ne oldu?" "Bir şey olmadı. Ben gideyim. Sana çorba yaparım. Sonra sargılarını falan değişmeye gelirim." "Peki… öyle olsun," dedim. Geri geri gitti. "Kızım niye padişah huzurundan ayrılıyor gibi gidiyorsun?" "Hı?" "Ya sabır… git yer elması git. Bu defa da kapı sağ tarafta kaldığı için yan yan gidiyordu." "Bücür niye yengeç gibi yandan yandan yürüyorsun? Düzgün çıksana." "Tamam be… çıkıyorum işte," dedi. Yengeç gibi gitti. Bücür dememe bile kızmadı. Kesin bir şey saklıyor bu bücür. Yakında çıkar kokusu nasıl olsa. İlaçların etkisiyle sanırım uyumuşum. Efsun’un sesiyle uyandım. "Yüzbaşı… uyan." "Ne oldu?" "İlaç alman gerekiyor. Yaralarına da bakmam lazım. Kalk." Kalkıp doğruldum. Elindeki yemek tepsisini dizime koydu. "Kendin yiyebilirsin değil mi?" Ne kadar şefkatliydi bu kadın… Başımı salladım. Çorbayı içmeye başladım. İlk kaşıkta yüzüme beklentiyle baktığını fark ettim. "Güzel olmuş. Eline sağlık," dedim. Yüzü güldü. "Afiyet olsun." Ama gerçekten çok güzel olmuştu. Bütün kaseyi bitirdim. Alıp içeriye götürdü. Elinde ilk yardım eşyalarıyla geldi. Bu defa… "Müsaade var mı Yüzbaşı?" "Efsun… Yüzbaşı konusunda ısrar edecek misin?" Cevap vermedi. Sıkıntıyla nefesimi verip tişörtümü çıkarttım. Bi an bakışları vücudumda dolandı. Sanki hem tedirgin olmuştu hem de beğeniyle bakıyordu. Alışıktım bu bakışlara. Dudağımın kenarı hafif kıvrıldı. "İzlemen bittiyse pansuman yapacak mısın?" dedim hafif alaylı bir ses tonuyla. Gözleri açıldı. Karın kaslarımda olan bakışlarını zorla koparıp yüzüme baktı. "Ne saçmalıyorsun sen? Sen bir anda öyle çıkartınca… yani şey… gerek yoktu. Off… karnından ve omzundan yaralanmışsın. Niye çıkarıyorsun komple? Sıyırdın hafif." "Efsun… daha rahat olsun diye. Hadi artık yap şu pansumanı, yapacaksan." Bir şey demedi. Hafifçe eğildi. Eski bandajı çıkarttı. Yüzünde farklı bir ciddiyet vardı. Usulca yaraları temizliyordu. Önce karnım sonra omzum.. Ama ben niye onu izliyordum… anlayamıyorum. O uzun saçlarını toplamıştı. Hafif yanıma yaklaşınca ondan gelen o güzel koku… Yasemin ve misk karışımı… ciğerlerimi doldururken sanki yağmurdan sonra oluşan o koku gibi… huzurlu hissettirdi bir an. “Bitti,” demesiyle gözlerimi açtım. Ne yapıyordum ben? Bu bücür bütün ayarlarımla oynuyor. “İyi, sağ ol. Bir daha gelmene gerek yok. İyiyim ben, pansumanımı da kendim yapabilirim.” Bir an şaşkınca bakıp kaşlarını kaldırdı, ardından dudaklarını büzdü. “Hastanede kalman lazımdı, çıktın. Doktor lazım sana. Ben ilgilenirim, merak etme. Sana meraklı olduğumdan değil… Selvi teyzenin hatırı var.” “Ne güzel işte. Meraklı değilsen gelme. Ben kendi işimi kendim hallederim.” “Selvi teyzeyi aramamı ister misin?” “Sen beni tehdit mi ediyorsun, yer elması?” “Ne anladıysan,” deyip ellerini göğsünde kavuşturdu. “Ya sabır…” “Şimdi gidiyorum. Saat çok geç oldu. Sabah işe gitmeden uğrarım. Bir şey olursa ara.” “Efsun, abartma. Gelmede iyiyim ben. Hadi git.” “İyi, sen bilirsin,” dedi. Trip mi attı bana o? Kapıyı kırarcasına çarpıp çıktı. Ne dedim ki ben şimdi bu yer cücesine? Sabah gözlerimi açtığımda biraz halsiz hissediyordum. Saate baktım: 09.00. Ben bu saate kadar uyumam. Ama sanırım ilaçların etkisiydi. Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Efsun’un kullandığı bant su geçirmezdi. Hızlıca bir duş alıp odama geçtim. Giyinip telefonu elime aldım. Gerçekten de gelmemişti. Kız, “gelme” dedik diye gelmedi. Telefon elimdeyken Korkut aradı. “Günaydın komutanım, nasılsınız? Ben yemeklik, kahvaltılık bir şeyler aldım. Bir de yengemin dediği… birkaç vitamini aldım. Başka bir şey var mı?” Kaşlarım havalandı. “Ben senden bir şey istemedim ki.” “Sabah yengem söyledi komutanım.” Koltukta oturup devam ettim. “Yaa… ne söylemiş yer elması sana?” “Yer elması mı?” “Lan niye herkes takılıyor buna? Bu kız yer elması değil mi?” “Yok komutanım, yengemin boyu normal. Siz biraz…” “Sus lan! Ne dedi Efsun?” “Olduğu gibi mi söyleyeyim, yoksa yumuşatıp mı söyleyeyim komutanım?” Sıkıntıyla nefesimi verdim. “Olduğu gibi söyle Korkut.” “Sabah beni aradı. ‘Bu dağ ayısının evinde bir şey yok, birkaç bir şey al. Sana mesaj atacağım, vitaminleri de al. Ben işe gidiyorum. Gel bu huysuz gorilin yanında kal. Hastaneden erken çıktı,’ dedi.” “Dağ ayısı… huysuz goril… ben…” “Evet komutanım.” “Korkut yeter, gelme gerek yok,” dedim. Tam lafım bitti, kapı çaldı. Daha telefon kulağımdayken açtım. Telefon kulağında, elinde poşetlerle Korkut. “Tekrar günaydın komutanım.” Bir şey demedim. İçeri geçtim. Mutfakta poşetleri bıraktı, yanıma oturdu. “Nasılsınız komutanım?” “İyiyim aslanım, iyiyim. Bir daha sorma.” Sonra ekledim: “Var mı ben yokken bir sıkıntılı durum?” Cevap vermeyince kaşlarımı çatıp tekrar sordum. “Asker, ben yokken bir durum oldu mu?” “Komutanım… Azad Ağa ve Şehnuz yengemin evini basmıştı dün.” “Ne? Dervanlı aşireti mi? Niye? Kapıdaki askerler neden bana haber vermedi?” “Komutanım, siz baygındınız zaten. Görevdeydiniz. Salih komutanıma haber vermişler. Ben de zaten buralardaydım, gelip yetiştik.” Ne işi olur o aşiretin benim bücürümle? “Ne istemişler Efsun’dan?” “Kardeşlerimi çağırılmış… ne komutanım… bazı personellerin de evini basmışlar.” “Efsun’a bir şey yapmadılar değil mi?” “Yok komutanım. Yani… parmağını kaldırıp tehdit etti ama Salih komutan o parmağını kırdı. Sonra dövüp paket edip yolladık.” Duyduğumla öfkelenip aniden ayağa kalktım. Bir an yaram sızlasa da önemsemedim. “Ne demek tehdit ettiler oğlum?” Bir de dövmüşler… Efsun zaten yıllarca abisinden şiddet görmüş biri. Kavgada kötü olmuş olabilir. “Kavga çıkınca Efsun ne yaptı?” “Salih komutan arkasını döndürdü, elleriyle kulaklarını kapattı. Bakmadı komutanım. Sonra da zaten sizin geldiğinizi öğrenince hastaneye geldik.” Bu işin içinde bir iş var. Azad buraya geldiğine göre Efsun’dan gerçekten şüphelendi. Bu konuyu bir araştırmam lazım. Ben görevdeydim… bücür durmamış anlaşılan. Başına büyük bir aşireti bela etmiş. Bir hafta durmadı rahat. Ama yok… bir de onu tehdit etmek için sorulan parmağı… benim de kırmam lazım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE